YAPTIRIM KAVRAMI
Hukuk biliminin “belirli bir toplumda belirli bir zamanda yürürlükte bulunan ve devletçe yaptırıma bağlanmış olan toplumsal davranış kuralları bütünü” olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, devlet, hukuk kurallarına aykırı davranan kişiyi bu kurallara uymaya zorlayabilir. Bu noktada, devletin zorlayıcı gücünü kullanması esastır. Ancak nasıl ve hangi sınırlar içerisinde? Peki, devlet bu zorlayıcı gücünü nereden almaktadır?
Devletin zorlayıcı gücü, bu kamusal gücü kullanma yetkisine sahip bulunan organlar veya kişilerce gerekli hallerde fiziksel zorlama yapılması yetkisini de içerir. Bu devlet tepkisi, kurala aykırı davranış karşısında fiziksel güç kullanılarak gösterilebileceği gibi, aykırı davranışın olası sonuçlarından çekinilmesini sağlamak yoluyla caydırıcı bir tehdit olarak da gösterilebilir.
Çağdaş hukuk anlayışına göre, devlet, yaptırım uygulama gücünü tek elde ve tasarrufunda toplayan örgütlenmedir. Her türlü zorlamayı da içerebilen bu gücün, hukukun belirlediği yollardan ve belirli usullere uyularak ve devletin yetkili organları tarafından kullanılması gerekir. Devletin tüm idare ve yargı organları ve güvenlik güçleri bu amaç için görevlendirilmişlerdir. Bu yetki devletin tekelindedir ve başka hiç kimse tarafından kullanılamaz.
Demek ki, yaptırım, bir kuraldan doğan emir ve yasaklara uymama halinde karşılaşılacak olan maddi veya manevi tepkidir. Burada önemli olan nokta, hukuk kurallarına aykırılıklar için öngörülen yaptırımların yine hukukça belirlenmesi ve hukukça belirlenmiş usullerle ve yetkili kılınmış kişiler tarafından uygulanmasıdır. Hangi fiil ve eylemlerle hukuk kurallarının çiğnenmiş olacağı, aykırılığın saptanması halinde hangi yaptırımların uygulanacağı, bu yaptırımların türü, niteliği veya ağırlığı ve kimler tarafından nasıl uygulanacağı mutlaka ve mutlaka hukukça önceden belirlenmiş olmalıdır. Başka bir deyişle, yaptırımlar gelişigüzel ve rastgele değil belli usullere ve kurallara göre konular ve uygulanır.
Yaptırımlar, hukuk kurallarına aykırılık halinde olumsuz sonuçlar verirler. Örneğin, cinayet işleyen kişinin hapis cezasına çarptırılması ya da usulüne uygun yapılmayan işlemin geçersiz sayılması gibi. Öte yandan, hukuk kurallarına uyulmasının olumlu sonuçları da vardır. Bunlar, hukuk kurallarına uyanların “ödüllendirilmesi” anlamına gelir. Buradaki ödüllendirme, ek bir yarar sağlamak anlamına değil, kişilerin hukuka uygun davranmakla istedikleri sonucu elde edebilmeleri anlamına gelir. Örneğin, ancak ve sadece yetkili memur önünde ve iki şahitle evlenen kişilerin hukuka göre evli sayılmaları gibi.
Türk Hukukunda kurallara aykırılık halinde gösterilen maddi tepkiler olarak yaptırım türleri şunlardır:
I. Ceza:
Hukuka aykırı davranışların bir bölümü, ağırlıklarına ve niteliklerine göre “suç” sayılır ve bu davranışların cezalandırılması amaçlanır. Cezalandırma, hukuka aykırı davranan kişinin bu eyleminden ötürü belirli bir çektirmeye ve yoksun bırakmaya konu olması anlamına gelir. Bu cezalar çok çeşitli ve farklı olabilir, fakat çağdaş hukukta esas olan bu cezaların “insanlık dışı” bir nitelikte olmamasıdır. İHEB m. 5, AİHS m. 3: “Hiç kimseye işkence yapılamaz; zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza verilemez ve davranışta bulunulamaz.”
Suçlar nedeniyle cezalandırılma ancak gerçek kişiler için söz konusu olabilir. Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz.
Eski TCK 1926, yeni TCK 2004 (yürürlüğe giriş tarihi: 1 Haziran 2005) tarihlidir.
Eski TCK’ya göre Ceza Türleri:
Eski TCK, suçları “cürümler” ve “kabahatler” olarak iki ana kategoriye ayırıyor ve bunlar için farklı ceza türleri getiriyordu. Cürümler, kabahatlere kıyasla, toplum düzenini daha fazla sarsan ve bireylerin hak ve çıkarlarına daha büyük saldırılarda bulunan eylemler olarak tanımlanıyordu. Örneğin, hırsızlık cürümdü; buna karşılık “hayvanlara karşı insafsızca hareket etmek” kabahat sayılıyordu.
Cürümler için öngörülen cezalar: ölüm (idam) (2001 yılında kaldırıldı); ağır hapis;hapis; ağır para cezası ve kamu hizmetlerinden yasaklılık cezalarıydı.
Cürümler için öngörülen cezaların en ağırı “ölüm cezası” idi. Anayasa’nın 38. maddesine eklenen yeni fıkraya göre: “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez”. Bu fıkradaki istisnalar da şu anda kaldırılmış bulunmaktadır.
“Ağır hapis cezası”, ömür boyu (müebbet) ile geçici (muvakkat) olarak ikiye ayrılır. Geçici ağır hapis cezası 1 yıldan 24 yıla kadar değişen süreler için verilir.
“Hapis cezası”, 7 gün ile 5 yıl arasında değişiyordu.
“Ağır para cezası”, yirmi bin lira ile yüz milyon lira arasında değişiyordu, ancak bazı suçlar için orantılı para cezasına hükmolunabiliyordu ve bunlarda üst sınır yoktu.
“Kamu hizmetlerinden yasaklılık”, ömür boyu ya da geçici olabilir; seçme ve seçilme haklarından yoksun kalma gibi sonuçlar da doğurur. Tek başına olabileceği gibi, başka bir cezanın sonucu olarak da ortaya çıkabilir.
Kabahatler için öngörülen cezalar ise şunlardı: hafif hapis, hafif para cezası ve belirli bir meslek ve sanatla uğraşma yasağı.
“Hafif hapis cezası” (bir günle iki yıl arasında değişir); “hafif para cezası” (beş bin lira ile on milyon lira arasında değişir); “belirli bir meslek ve sanatla uğraşma yasağı” (3 gün ile iki yıl arasında değişir). Başka bir cezanın sonucu olabileceği gibi, tek başına bir ceza olarak da verilebilir. Bazı özel kanunlarda belirli bir meslek ve sanatla uğraşma cezasının sürekli olması da öngörülmektedir.
Yeni TCK’ya göre Yaptırım Türleri:
Yeni TCK, cürüm – kabahat ayrımı yapmamaktadır. Ancak “Kabahatler Kanunu” adıyla farklı bir kanun çıkartılmış ve bu ihlâller yeni TCK’nın kapsamı dışında bırakılmıştır.
Yeni TCK, yaptırımları “cezalar” ve “güvenlik tedbirleri” olarak ikiye ayırmıştır. Cezalar ise “hapis” ve “adli para cezası” olarak ikiye ayrılmıştır.
(a) Hapis Cezaları:
Yeni TCK’da ölüm cezası yoktur. Hapis cezaları şunlardır:
aa) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası: Hükümlü yaşadığı sürece devam eder. Kanunda belirtilen sıkı güvenlik rejimine göre çektirilir. Geçmişte ölüm cezası gerektiren suçlara uygulanmaktadır.
ab) Müebbet hapis cezası: Bu ceza da hükümlünün yaşamı boyunca devam eder.
ac) Süreli hapis cezası: Eski kanundaki ağır hapis ve hafif hapis ayrımı kaldırılarak tek bir kavram olarak “süreli hapis cezası” getirilmiştir. “Kanunda aksi belirtilmedikçe, süreli hapis cezası bir aydan az, yirmi yıldan fazla olamaz.” (m. 49/1) Ancak bazı süreli hapis cezaları “kısa süreli” olarak tanımlanır. “Bir yıl veya daha kısa süreli hapis cezaları kısa süreli hapis cezasıdır.” (m. 49/2)
“Kısa süreli hapis cezası” suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işleniş özelliklerine göre başta “adli para cezası” olmak üzere başka yaptırımlara dönüştürülebilir.
(b) Adli Para Cezası:
“Adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, 730 günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen tutarla çarpılması suretiyle belirlenen bir paranın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine ödenmesinden oluşur.” (m. 52/1). “En az 20, en fazla 100 TL olan bir gün karşılığı adli para cezasının tutarı kişinin ekonomik durumuna ve diğer şahsi hallerine göre tespit edilir.”
(c) Güvenlik Tedbirleri:
(i) Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma (örneğin, TBMM üyeliğinden, seçme ve seçilme yeteneğinden, memur olmaktan, tüzel kişilerin yöneticisi olmak gibi haklardan ve velayet hakkından cezanın infazı süresince yoksun kalmak).
Örneğin, ehliyetin 3 aydan az ve 3 yıldan fazla olmayan bir süre için geri alınması.
(ii) Eşyanın müsaderesi (suçlu veya suçun işlenmesiyle ilgili eşyanın Devlet Hazinesine alınması).
(iii) Kazancın müsaderesi (suçun işlenmesiyle elde edilen veya suçun konusunu oluşturan maddi kazançların Devlet Hazinesine alınması)
(iv) Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri (18 yaşını doldurmamış kişilere özel tedbirler).
(v) Akıl hastalarına özgü koruma ve tedavi amaçlı güvenlik tedbirleri
(vi) Suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlarla ilgili güvenlik tedbirleri
(vii) Sınırdışı etme (vatandaş sınırdışı edilemez).
(viii) Tüzel kişilere uygulanan güvenlik tedbirleri (ruhsatın iptal edilmesi gibi).
Kabahatler Kanunu’na göre Yaptırım Türleri:
“Kabahat, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlamına gelir.” Bu idari yaptırımlar ikiye ayrılır:
aa) İdari Para Cezası: İlgili kararda belirtilen para tutarının Devlete ödenmesi. Bu tutar “maktu” ya da nisbi” olabilir.
bb) İdari Tedbirler: Örneğin, mülkiyetin kamuya geçirilmesi. “Kabahatin konusunu oluşturan veya kabahatin işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi.
Örneğin, sosyal güvenlik kurumları, mahalli idareler, vb.’nin verdiği idari para cezaları gibi.
Disiplin Cezaları:
Disiplin cezaları, ancak belirli bir statüdeki kişilere uygulanabilen özel yaptırımlardır. Örneğin, devlet memurlarına verilen disiplin cezaları; öğretim kurumlarının öğrencilere verdiği cezalar; baroların avukatlara verdiği cezalar gibi.
Kusurun ağırlığına göre, DMK’nda sayılan disiplin cezaları:
Uyarma: Memura görevinde ve davranışlarında daha dikkatli olması gerektiğinin yazıyla bildirilmesi.
Kınama: Memura görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazıyla bildirilmesi.
Aylıktan kesme: Memurun brüt aylığından 1/30 – 1/8 arasında kesinti yapılması.
Kademe ilerlemesinin durdurulması: Memurun bulunduğu kademede ilerlemesinin bir süre için durdurulması.
Devlet memurluğundan çıkarma.
Üniversite öğrencilerine uyarma; kınama; 1 haftadan 1 aya kadar ya da bir veya 2 yarı yıl için kurumdan uzaklaştırma veya yüksek öğretim kurumundan çıkarma cezaları verilebilir.
Ceza hukuku alanındaki cezalar ancak bağımsız mahkemelerce verilir. Disiplin cezaları ise, yasayla açıkça yetkili kılınmış kurul veya kişilerce belirli soruşturma usullerine göre verilir.
II. Tazminat (Giderim / Ödence) :
Bir hukuk kuralını çiğneyerek başkasının zarara uğramasına neden olan kişiye uygulanan yaptırımlardan biri de tazminattır. Tazminatın amacı, bir kimsenin malvarlığında haksız olarak meydana gelen eksilmenin veya manevi varlığına yapılan saldırının giderilmesi, yani zarar verici olaydan önceki durumla zarar verici olaydan sonraki durum arasındaki farkın kaldırılmasıdır.
Hukuka aykırı bir eylemin telafisi onun aynen iadesi biçiminde mümkün olmayıp, ortada giderilmesi gereken bir de “zarar” varsa, bunu karşılayabilecek yaptırım türü tazminattır. Bu, maddi veya manevi tazminat olabilir.
Tazminat, zarara uğrayan kimsenin istemine dayanır ve onun çıkarını korur. Zararın giderilmesi borcu, zarara uğrayan kişiyle zarara sebep olan kişi arasında daha önce kurulmuş bir hukuksal ilişkinin (sözleşme) öngördüğü kurallara aykırı davranışlardan doğabileceği gibi, taraflar arasında önceden kurulmuş bir hukuki ilişki yokken de bir zarar verici eylem söz konusu olabilir. Ayrıca, devlet adına yetki ve zor kullanma durumunda olanların davranışlarından dolayı da bir zarar doğabilir. Anayasa m. 125 son fıkra: “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
Peki, zarar ne demektir? Hukukta “zarar” kavramı “ bir kimsenin malvarlığında rızası dışında meydana gelen azalma” olarak tanımlanır.
-
Haksız Eylemden Doğan Tazminat:
İki kişi arasında daha önce bir borç bağlantısı yokken, biri zarara uğradığı ve bu zarar diğerinin bir eyleminden kaynaklandığı takdirde, bir haksız eylem söz konusudur.
BK Madde 41'e göre, bir kimseyi ister kasten ister savsama (ihmal veya tedbirsizlik) yoluyla haksız olarak zarara uğratan bir kişi bu zararı ödemekle yükümlüdür.
Örneğin, komşusuna kızdığı için taş atıp camını kuran kişi, komşusunu bilerek (kasten) zarara uğratmıştır ve zararı gidermekle yükümlü tutulur. Aynı kişi, ağaçtaki meyveyi düşürmek için taş atıp komşusunun camını kırarsa, gerekli özeni göstermemekten (savsama) dolayı yine zararı gidermekle yükümlü tutulur.
BK’nun bu hükmü, haksız eylemden doğan tazminat sorumluluğu hakkında genel hükümdür. Ayrıca, TTK’nda düzenlenen haksız rekabetten doğan sorumluluk; MK’un nişanı bozmadan dolayı tazminatı düzenleyen hükümleri; MK’a göre boşanma halinde çıkarları sarsılan eşin diğerinden isteyebileceği tazminat gibi özel haller de söz konusudur. Devlet görevlilerinin haksız veya usulsüz yakaladığı ve tutukladığı kişilerin bu sebeple uğradıkları zararları devlete tazmin ettirmeleri de mümkündür.
-
Ceza Sorumluluğu – Haksız Eylem Sorumluluğu:
Başkasına bir haksız eylemle zarar veren bir kişi, iki çeşit yaptırımla karşı karşıya kalabilir: ceza sorumluluğundan doğan ve haksız eylem sorumluluğundan doğan yaptırımlar.
Ceza sorumluluğu açısından, eylemin kamu düzenini sarsmış olup olmadığı ve suç oluşturup oluşturmadığına bakılır. Eylem bir suç oluşturmuşsa, eylemi yapan kişi kamu adına yargılanır ve suçlu bulunursa cezalandırılır. Bu haksız eylemden zarar gören kişi, ilke olarak, kamu adına yürütülen bu takibata doğrudan değil, dolaylı yoldan (müdahil ve zarar gören) sıfatıyla katılır. Suçu işleyen kişinin ceza görmesi, suçun kurbanı olan kişinin malvarlığında bir artış meydana getirmez. Örneğin, para cezası verilmişse, bu para cezası suçun kurbanına değil, devlet hazinesine ödenir. Suç ve ceza açısından önemli olan, belirli bir kimseye kişisel düzeyde zarar verilmiş olması değil, bu olay nedeniyle kamu düzeninin sarsılmış olmasıdır. Ceza da, zarar gören kişi adına değil “kamu adına” verilir.
Haksız eylem sorumluluğu (hukuki sorumluluk) açısından ise, haksız eylemin suç oluşturup oluşturmamasına değil, başkasına zarar verilip verilmediğine bakılır. Amaç, bu zararın giderilmesidir. Haksız eylem sorumluluğunda, zararın saptanması ve ödetilmesi gibi konular Borçlar Hukuku’nun ilgi alanına girer. Ceza sorumluluğu ceza mahkemelerince, haksız eylem sorumluluğu ise hukuk mahkemelerince saptanır.
Örneğin, Ali, Mehmet’in otomobilini bilerek tahrip ederse, suç işlemiş olur ve cezalandırılır. Bu, Ali’nin ceza sorumluluğunun bir gereğidir. Fakat aynı zamanda Mehmet’in zararını da gidermekle yükümlüdür. Bu da, Ali’nin haksız eylem sorumluluğunun bir gereğidir.
Bu iki tip sorumluluğun bir arada bulunmadığı durumlar da vardır. Örneğin, bir kimsenin başkasının evine girip hiçbir zarar vermeden çıktığı durumlarda bir zarar doğmadığı için haksız eylem sorumluluğu da doğmaz, fakat yaptığı eylem bir suç olduğu için ceza sorumluluğu vardır.
-
Manevi Tazminat:
Zarar, "bir kimsenin malvarlığında rızası dışında ortaya çıkan azalma" olarak tanımlanır. Ancak bazen kişinin sadece malvarlığı değil, manevi varlığı da zarar görür. Manevi zarar, kişisel değer ve varlıklarda meydana gelen ve parayla ölçülemeyen azalma ve zedelenme anlamına gelir. Kişinin yaşamı, sağlığı, namusu, onuru gibi değerlere yapılan saldırılar manevi zarar sayılır. Bunun karşılığında ödenen tazminata da manevi tazminat denir.
BK’na göre, yargıç, manevi zararların uygun bir nakit yerine veya onun yanı sıra, başka bir biçimde tazmin edilmesine de karar verebilir. Nakit dışı tazminat yoluna örnek olarak, basın yoluyla verilen manevi zararlarla ilgili mahkeme kararlarının yine basın aracılığıyla ilân olunması (tekzip kurumu) gösterilebilir.
-
Borca aykırılıktan doğan tazminat borcu:
Aralarında bir borç ilişkisi bulunan, yani birbirlerine karşı borçlu ve alacaklı konumunda olan iki kişiden biri bu akdi yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde, ötekinin uğradığı zararı gidermek zorundadır.
Örneğin, bir sözleşmede belirli bir malı teslim etmeyi üstlenmiş bulunan kişi o malı teslim etmezse bundan dolayı karşı tarafın maruz kaldığı zararların tümünü telafi etmek zorundadır.
III. Cebri İcra (Zorla Yaptırma):
Bir hukuk düzeninde bir kimsenin hakkını bizzat kendisinin almaya kalkışması kabul edilemez. Bunu, taraflardan birinin hakkına tecavüz etmeden, objektif hareket edebilecek üstün bir gücün yapması gerekir. Bu güç, devlettir.
Ancak cebri icra sadece borçlunun malvarlığı üzerinde uygulanabilir. Yani, cebri icra organları sadece borçlunun malvarlığına el koyabilir. Alacağın tahsili için borçlunun hapsi yoluna gidilemez. Anayasa madde 38/son fıkra: "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğünü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz."
Para borcu dışındaki ödev ve yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınanlar için de özel zorlama usulleri vardır. Örneğin, kiracı olarak oturduğu evi boşaltması mahkeme kararına bağlandığı halde evden çıkmamakta direnen bir kimse, icra yoluyla evden çıkartılır. Boşanmış eşlerin çocuklarıyla görüşme hakkı da, çocuk kendisine tevdi edilen eşin bu hakka saygı göstermemesi halinde icra yoluyla sağlanır.
IV. Zoralım (Müsadere):
Zoralım, suçla ilişkisi olan eşyanın mahkeme kararıyla devlet hazinesine mal edilmesidir. Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması başlı başına bir suç oluşturan eşyalar da (örneğin, uyuşturucu madde veya kaçak mallar) zorla alınır. Bunların zoralım konusu olması için başka bir suçla ilişkisi bulunması gerekmez.
Zoralım, sadece mahkeme kararıyla ve belirli bir olay ve konu ile sınırlı olarak yapılabilir. Suçu ne olursa olsun, bir kimsenin mahkum olduğu suçla bir ilişkisi bulunmayan malları müsadere edilemez. Bu ilke, Anayasada (m. 38) “genel müsadere cezası verilemez” hükmüyle ifade edilmiştir.
V. Hükümsüzlük (Geçersizlik, Butlan):
Hukuki işlemler, hukuk düzeninin gerektirdiği kurallar çerçevesinde doğar, yani hüküm ifade eder. Bir hukuki işlemde geçerli olan hukuk kurallarına uygun hareket edilmemesi o hukuki işlemi sakatlar. Örneğin, evlendirme memuru önünde yapılmayan evlilik veya tapu memuru önünde yapılmayan gayrimenkul satışı geçersizdir. Bu, bir yaptırım gerektirir. Bu yaptırım, o işlemin geçersiz sayılması, yok sayılması, tamamen veya kısmen hükümsüz sayılması ya da taraflardan biri için etkisini kaybetmesi şeklinde olabilir.
Hükümsüzlüğün çeşitli dereceleri vardır. Hükümsüzlük bazen yokluk ve butlan (mutlak veya nisbi butlan) yaptırımına, bazen de tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tâbi tutulur. Örneğin, resmi evlendirme memuru önünde yapılmayan evlilik akdi hukuken yok sayılır (yokluk). Ayırt etme gücü bulunmayan bir kimsenin yaptığı evlilik ise mutlak butlan yaptırımına tâbidir, yani, savcı veya ilgililerin dava açması üzerine mahkemece iptal edilir. Buna karşılık, ayırt etme gücüne sahip olmayan bir küçüğün velilerinin izni olmadan yaptığı satı sözleşmesi tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tâbidir, yani henüz fiil ehliyeti bulunmayan küçüğü bağlamaz, ama tam ehliyetli olmayan karşı tarafı bağlar. Küçüğün velisi bu işleme sonradan icazet verirse, artık küçük için de bağlayıcı olur, fakat icazet vermezse her iki taraf açısından da hükümsüz hale gelir.
VI. Bozma (İptal) :
Hukuk kurallarına aykırı bir şekilde yapılan idari işlemlere uygulanacak yaptırım, o işlemi ortadan kaldırmak, bozmak ve iptal etmektir. Örneğin, hukuka aykırı olarak alınan işten çıkartma veya tayin kararlarının iptal edilmesi gibi.
HUKUK NEDİR?
HUKUK DÜZENİ VE HUKUK DEVLETİ
Hukuk sözcüğü, çok çeşitli anlamlarda kullanılabilen bir sözcüktür. Örneğin, “onunla hukukumuz eskidir” tümcesinde geçen hukuk sözcüğü dostluk ve hatır anlamına gelmektedir. “Başkasının hukukuna saygı göstermek” deyiminde geçen hukuk sözcüğü ise, kelime anlamıyla, yani haklar anlamında kullanılmaktadır. Hukuk bir bilim dalı olmasının yanı sıra bir mesleğin de adıdır ve bu meslekle uğraşan kimselere hukukçu denilmektedir.
Hukuk, Arapça kökenli bir kelime olarak hakk (tekil) sözcüğünün çoğuludur (hukūk), yani haklar demektir. Hukuk için “tüze” sözcüğü de kullanılmaktadır.
Hak sözcüğünün de değişik anlamları vardır. Bu sözcük “doğruluk”, “tanrı”, hukukun kişilere tanıdığı yetki” gibi anlamlara da gelir.
Hak sözcüğü Almanca’da “Recht” kelimesiyle karşılanmaktadır. Bu kelimenin eş ve yakın anlamlıları Almanca’da gerade (doğru), gerecht (uygun, uyuşma), richtig (doğru), gut (iyi) ve wahr (hakiki) kelimeleridir. Fransızca’da ise hukuk, hak, vergi, tüze ve adalet anlamlarına gelen “droit” sözcüğü kullanılmaktadır. İngilizce’de kullanılan “law” sözcüğü de çok anlamlı bir sözcüktür. Bu sözcüğün etimolojik kökeni “lagu” kelimesidir (çoğul hali “laga” sözcüğüdür) ve bu sözcük de “tespit edilen veya düzenlenen şey” anlamına gelen “lag” sözcüğünden türemiştir. “Statute” kelimesi de “statuere” (Lat.) sözcüğünden türemiştir. Law ve Order sözcükleri 18. Yüzyılın sonlarından beri kullanılmaktadır. Law kelimesi hem hukuk hem de kanun anlamlarına gelmektedir. Hak anlamına gelen “right” sözcüğünün etimolojik kökeni ise Latince “rechtus” kelimesine dayanmaktadır ve düzene sokmak, düzeltmek ve doğrultmak anlamlarını taşımaktadır. Almanca “recht” kelimesi de aynı kökten gelmektedir.
Hak, bir anlamıyla, yasalarla koruma altına alınmış menfaatler olarak tanımlanabilir. Hak için kabul edilmiş sınır, klasik ifadesiyle "yasalarla çizilmiş olmak ve başkalarının hak sınırında olmaktır”. Hak kavramı bireysel değil, toplumsaldır ve bu nedenle sübjektif değil, objektiftir.
Kısaca, hukuk kavramı nesnel anlamda kural, hak ise öznel anlamda yetki anlamlarına da gelir.
Ancak hukuk, tanımlanması çok zor kavramlardan biridir. Kant’ın yıllar önce söylediği gibi, “Hukukçular hâlâ hukukun tanımını aramaktadırlar.” Peki, bunun sebebi ne olabilir? Bunun sebebini, bir yandan tüm sosyal bilimlerin hiçbir tümceye tam anlamında nokta koymayıp hep daha ileriye bakmalarında, bir yandan da özellikle hukuk gibi bilimlerin toplumsal gelişme ve değişimlerden, fikir ve teorilerden, ekonomik rejim ve durumdan ve benzeri pek çok etkenden sürekli etkilenerek değişen bilimler olmalarında aramak gerekir. Buna rağmen bir tanımlama yapmak gerekirse, hukuk, “insan varlığını ve insan toplumlarını düzenleyen ve devlet yaptırımıyla kuvvetlendirilmiş bulunan kural, norm, emir ve yasaklardan oluşan kaidelerin bütünü” olarak tanımlanabilir. Fakat tabii ki, bu tanım, sadece ve tamamen ‘olan hukuk’ kavramını tanımlamaktadır. Bir anlamıyla hukuku “toplumun genel yararına veya bireylerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak amacıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kurallar bütünü” olarak da tanımlayabiliriz. Ancak ne yazık ki bu tanım da sadece ‘olan hukuku’ tanımlar.
“Hukuk, insan davranışlarını değerlendiren ve çıkar çatışmalarına çözüm getiren kurallar ve normlardan meydana gelen bir sistem, bir bütündür.”
HUKUKUN TOPLUMDAKİ FONKSİYONLARI
İdesi ve ideali adalet olan hukuk, genel olarak şu şekilde tanımlanabilir: "Hukuk, adalete yönelmiş toplumsal bir yaşama düzenidir." Bu tanımdan, hukukun üç ayrı fonksiyonu yerine getirdiğini görmekteyiz. Bu fonksiyonlar düzen, pratik yarar ve adalettir.
1. Düzen Fonksiyonu
Hukukun bu fonksiyonu ile anlatılmak istenen, hukukun toplumsal yaşamı düzenleyip insanların barış ve güvenlik içinde bir arada yaşamalarını sağlamasıdır.
2. Pratik Yarar Fonksiyonu (Sosyal İhtiyaçların Karşılanması)
Hukukun pratik amacını, toplumsal gerçeklik belirler. Hukuk bu fonksiyonu ile toplum içinde yaşayan insanların birbirleriyle kurmak zorunda oldukları ilişkilerini ve biyolojik ve psikolojik bir varlık olarak insanın yapısından kaynaklanan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Hukuk bu fonksiyonu ile doğum, evlenme, ölüm vb. önemli biyolojik olayları da çeşitli hükümlerle düzenler. Hiçbir hukuk düzeni yaşamın temel gerçeklerini görmezden gelemez. Hukuk düzeni, insanın doğal yapısına ve bundan ileri gelen ihtiyaçlarına uygun olmak zorundadır. Hukuk önemli ölçüde ekonomik gerçeklere de bağlıdır; ekonomik ihtiyaçlara uymalı ve onları karşılamalıdır.
3. Adalet Fonksiyonu
Hukuk bu fonksiyonu ile belirli bir düzenleme altına aldığı sosyal ihtiyaçları, özü salt bir eşitlik düşüncesi olan adalet ölçüsüne vurarak gerçek kimliğini kazanır. Hukukun idesi ve ideali adalettir. En kısa tanımıyla adalet, “bir eşitlik düşüncesidir”.
Adalet, nesnel (objektif) ve öznel (sübjektif) olmak üzere iki değişik anlamda kullanılır. Adalet aslında ahlâki bir kavramdır; Bu kapsamda, erdem ve fazilet anlamında kişisel bir özelliği deyimler.
Kişi her zaman haklı olana yönelir; herkese kendine düşeni vermek yolunda sürekli ve değişmez bir çaba gösterir. İşte bu tutum ve çabayı gösteren adalet, özne (süje) ile ilgili oluşundan ötürü öznel (sübjektif) adalet olarak nitelenir. Bir erdem olan öznel adaletin dışında ve ondan önce nesnel (objektif) bir adalet kavramı da vardır. Nesnel adalet, kişinin bir özelliğini değil, kişilerin somut durumlarda gerçekleştireceği ilişki biçiminin bir özelliğini deyimler.
İşte hukuk alanında hukuki değer olarak söz konusu olan adalet de, bu nesnel anlamda adalettir. Çünkü hukuk, insanlar arası ilişkileri biçimlendiren, onlara görünür ve algılanabilir bir düzen veren, bu amaca yönelen normlar bütünüdür.”
Toplum içindeki davranış ve ilişkilerin değerlendirilmesini içeren kurallar bütünü olarak, hukuk, bu değerlendirmelerde adalet ölçüsünü kullandığı ve kullanmak durumunda bulunduğuna göre, adaletin böylece hukukun da bir değerlendirme ölçüsü olacağı doğaldır. Hukuk normlarında adalet acaba ne ölçüde yansıtılmıştır? Mevcut hukuk ne denli adaletlidir? İşte burada yasa üstü adalet kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu, tüm hukuk sistemine ve sistemlerine egemen bulunan, nesnel ve salt bir değer niteliğindeki adalettir. Hukuk bir toplum düzenini içerir. Hukukun varlık nedeni de adalettir; gerek mevcut düzeni korumak, gerekse onu değiştirmeyi meşrulaştırmak için her zaman adalete başvurulur. Nesnel ve yasa üstü adalet hukukta karşımıza kurulu hukuk düzenlerinin asli örneği, ‘olması gereken hukuk’ anlamında hukuk idesi olarak çıkar. Bu niteliği ile adalet, mevcut hukuk düzenlerinin kendisine uygun olup olmadığı açısından bir değer ve değerlendirme ölçüsü olur. Yine bu özelliği ile adalet, aynı zamanda hukukun idealidir. Hukukun gerçekleştirmek amacını güttüğü şey adalettir.
Birbirleri ile olumlu ve olumsuz karşılıklı ilişkilerde bulunan bu üç fonksiyon denge içinde olduklarında, adil bir hukuk düzeninin gerçekleşmesi sağlanır. Normal olarak tüm hukuk normları bu üç fonksiyonu da kapsar.
Sonuç olarak, hukuk, hem adaleti gerçekleştirecek, hem toplumsal yaşama uyacak, hem de bu toplumsal yaşamın barış içinde sürebilmesi için bir düzen görünümünü sağlamaya çalışacaktır.
Dostları ilə paylaş: |