I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə10/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   139

DERNSCHWAM, HANS

(23 Mart 1494, Brux [bugün Çek Cum-hunyeti'nde Mostj - 1568 sonlan, Krem-nica) Alman gezgin.

Macar asıllı olan Dernschwam Bohemya'da doğdu, Viyana ve Leipzig üniversitelerinde okudu.

1533'te Avusturya Arşidükü Ferdinand tarafından İstanbul'a gönderilen ve başında Pecs Piskoposu Anton Vrancic (1504-1573) ile Macar asilzadesi Ferenc Zay (1498-1570) bulunan bir elçilik heyetine katıldı. 22 Haziran'da Viyana'dan yola çıkan heyet 16 Temmuz'da Budin'e ve o-radan Tuna'dan gemilerle Belgrad'a ve karayoluyla Niş ve Sofya üzerinden 25 Ağustos'ta İstanbul'a vardı.

Heyet İstanbul'a geldikten iki hafta sonra Avusturya ve Alman elçilerinin daha önce barındıkları Eminönü civarındaki Yahudi mahallesinde bulunan kervansaraydan, bundan böyle Alman elçiliği olarak kullanılacak olan, Çemberlitaş'ta-ki Atik Ali Paşa Külliyesi'nin parçası olan kervansaraya (Elçi Hanı) taşınırlar. Bu fırsatla yazar külliyenin ve kervansarayın ayrıntılı bir tasvirini yapar. Bir Bizans kilisesinin yerine yapılan kervansaray 1539' da yenik düşen Alman ordusunun tutsaklarını barındırmıştı. Elçilik heyetine verilen erzak bahanesiyle de zamanın yiyecek âdetlerinden ve fiyatlarından uzun uzun söz edilir. Aynı dönemde, Fransız elçisinin, bir Rum evini satın alıp yerine bir elçilik binası inşa ettiğini de yazar ki bu, bugünkü Fransız Sarayı için en eski kayıtlardan biridir.

Dernschwam'm İstanbul'da görmüş olduğu yerler, Ayasofya, Yedikule'deki Karamanlılar kilisesi (bugün Ayios Kostan-tinos ve Eleni), ki bu fırsatla bu topluluk hakkında ilginç bilgiler verilir, yapılmakta olan Süleymaniye Camii, çarşı ve bedestenler, Çemberlitaş'ın yakınında olan Tavuk Pazarı, Avrat Pazarı, Atmeydam'dır.

Ayrıca kentin ahşap evlerinden ve neden oldukları yangınlardan söz edilir. Bunların dışında çoğu zaman günlük biçiminde yazılan metinde, olaylar, kentte yaşayan yabancılar, Osmanlı paşaları ve aileleri, Yahudi cemaati hakkında çok sayıda bilgi vardır.

İstanbul'da bir buçuk yıl kaldıktan sonra Dernschwam, yeni elçi Busbecq(->) ile birlikte 9 Mart 1555'te yola çıkarak Amasya'da kışlayan I. Süleyman'ın (Kanuni) yanına gitti. 23 Haziran'da geri döndükten sonra, 3 Temmuz'da, Busbecq' le birlikte yola çıktı ve 11 Ağustos'ta Viya-na'ya vardı.

Demschwam bu tarihten sonra hayatını Viyana'da ve kuzey Macaristan'da geçirir. Büyük bir olasılıkla 1568 sonlarında

ölür. Osmanlı topraklarına yapmış olduğu seyahatin günlüğü Franz Babinger(~>) tarafından HansDernschtvam's Tagebuch, einer Reise nach Konstantinopel und Kleinasien (1553-1555) adıyla yayımlanmıştır (Münih-Leipzig, 1923, tıpkıbasım 1984). Yaşar Önen tarafından yapılan Türkçe çevirisi istanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü (Ankara, 1987) adıyla basılmıştır.

STEFANOS YERASİMOS

Derunî

Mehmed


Efendi

Tekkesi'nin

doğu cephesi,

1970.


H. Necdet îşli arşivi

DERSAADET

Der-i Saadet de denmiştir. Osmanlı Dev-leti'nin son yüzyılında, başkent anlamında İstanbul'a verilen unvanların en yaygınıdır. "Mutluluk kapısı" anlamına gelen bu resmi ad, daha önceki Konstanti-niyye, Âsitane(-0 deyimlerinin yerini almış, 20. yy'ın başında ise Dersaadet'in yanısıra Darü'l-Hilafetü'l-Aliyye (halifelik başkenti) deyimi de kullanılmıştır.

Dersaadet, çeşitli dönemlerde İstanbul'a verilen Âsitane, Darü'l-Hilâfe, Da-m's-Saltana, Darü's-Saltanat-ı Aliyye, Süd-de-i Saltanat, Pây-ı Taht-ı Saltanat, Der-gâh-ı Selâtin, Deraliyye vb Osmanlıca başkentlik unvanlarının en yaygınıdır. Diğerleri, İstanbul'un salt başkentliğini vurgulayan birer deyimken, Dersaadet ve Deraliyye, 19. yy'daki gelişmelerle Bilad-ı Selase(->) ile diğer kasaba ve Boğaz köyleriyle kentsel bütünlük sergileyen yeni metropolün birer adı oldu. Bunda, Osmanlı sarayının Beşiktaş'a taşınması, Boğaziçi'ne yazlık saraylar ve sefaret binaları yapılması da etkili olmuştur. Bununla birlikte Galata ve Beyoğlu semtlerinde oturan yabancılar ve azınlıklar, İslami bir ad saydıkları Dersaadet ve Deraliyye yerine, kentin Bizans dönemindeki bir adı olan Kostantinopl'u kullanmaya başlamışlardır.

Abdülmecid döneminden (1861-1876) itibaren, resmen "başkent" anlamında kullanılması yaygınlaşan Dersaadet deyiminin, II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) daha da yerleştiği ve pek çok kurumun özel adıyla bütünleştiği izlenir. Posta ve Telgraf Nezareti'nin zarflara "Dersaadet" mührü vurdurtması bu yıllarda-

La Corres

21.2.1330 (6 Mart 1913) tarihli bir posta kartında yer alan Dersaadet ve Şehzadebaşı damgası (solda), bir Osmanlı banknotundan "Bedeli Dersaadet'te altın olarak tediye olunacaktır" ibaresini taşıyan ayrıntı (sağ üstte), "Dersaadet Emvâl-i Eytâm ve Beytülmâl İdaresi" makbuzundan aynı ibareyi taşıyan ayrıntı (sağ altta). Fotoğraflar Necdet Sakaoğlu koleksiyonu

banisinin vefat tarihinden dolayı 18. yy' m son çeyreğinde veya 19. yy'ın başlarında yaptırılmış olduğu tahmin edilmektedir. 19. yy'm ikinci yarısında yenilendiği anlaşılan ahşap tekke binası 1925'ten sonra bakımsız kalarak harap düşmüş, İstanbul Üniversitesi tarafından kamulaştı-rılarak yıktırılmış, yerine Fen Fakültesi' ne bağlı Zooloji Enstitüsü inşa edilmiş, bu arada Derunî Mehmed Efendi'nin kabri Hallacı Mansur Sokağı ile Bozdoğan Kemeri Caddesi'nin köşesine taşınarak üzerine, aslı ile hiçbir ilişkisi olmayan betonarme bir türbe kondurulmuştur.

Kaynaklarda "Derunî Tekkesi" olarak da anılan bu kuruluşun sonuna kadar Nakşibendîliğe bağlı kaldığı, burada perşembe günleri ayin icra edildiği, 1885' te bir erkek ile üç kadının tekkede ikamet ettiği, 20. yy'm başlarında Maliye Ne-zareti'nden yılda 1.200 kuruş tahsisatı olduğu tespit edilmektedir. Derunî Mehmet Efendi'den sonra posta geçen şeyhlerin tam bir dökümü elde edilememiştir. Ancak, Üsküdar'daki Selimiye Tekkesi post-nişinlerinden Konyalı Şeyh Ali Behçet Efendi'nin (ö. 1823) halifelerinden Şeyh Veliyüddin Efendi'nin (ö. 1861) bu tekkenin meşihatını üstlendiği, vefatında Ka-racaahmet'e gömüldüğü, ayrıca Şeyh Bekir Efendi adında bir şahsın 1889'da bu görevde bulunduğu tespit edilmektedir.

Tamamen ortadan kalkmış olan binanın mimari özellikleri, Necdet İşli Arşivi'n-de bulunan plan krokileri ve fotoğraflar sayesinde büyük ölçüde aydınlanmaktadır. Derunî Mehmed Efendi Tekkesi, son devirde İstanbul'da çok sayıda inşa edilmiş olan ve çevrelerini saran meskenlerle gerek malzeme (ahşap), gerekse de tasarım açısından tam bir uyum sağlayan ufak boyutlu bir yapıdır. Ahşap iskeletli olan duvarlar içerden bağdadi sıva, dışardan ahşap kaplama ile donatılmış, çatı alaturka kiremitlerle kaplanmıştır.

Tekkenin, Hallacı Mansur Sokağı üzerindeki kuzey kesimine tevhidhane ile türbe, güney kesimine ise, Derunî Mehmet Efendi Sokağı'na açılan iki katlı ha-rem-selamlık kanadı yerleştirilmiştir. Kare planlı (6x6 m) tevhidhaneye, batı ve kuzey yönlerine açılan iki kapıya sahip bir giriş taşlığından geçilmekte, söz ko-



DERVİŞ ALİ MESCİDİ

38

39

DESTANLAR

nüsü taşlıktan kadınlara ait fevkani mahfile çıkılmaktadır. Kıble eksenine göre yönlendirilmemiş olan tevhidhanenin basık kemerli basit mihrabı güneydoğu kö-şesindedir. Harem-selamlık kanadına bitişik olan güney duvarı sağırdır. Kuzey duvarı boyunca, kare kesitli ahşap dikmelerle donatılmış iki katlı mahfiller uzanmakta ve sokağa bakan iki pencere bulunmakta, doğu duvarında da türbeye açılan bir kapı ile iki pencere yer almaktadır.

Tarikat yapılarına özgü bir biçimde i-badet mekânına bağlanan türbe, yapının kuzeydoğu köşesinde, sokakların kesiştiği noktada yer alır. Tek katlı türbenin, ahşap iskeletli ve moloz taş dolgulu cephelerinde her iki sokağa birer pencere a-çılmış, dikdörtgen açıklıklı olan bu pencereler ahşap pervazlarla çerçevelenmiş ve demir parmaklıklarla kapatılmıştır. Hallacı Mansur Sokağı üzerindeki kuzey cephesine, pencerenin sol yanına, günümüzde muhdes (özgün olmayan) türbenin duvarında bulunan kitabe levhası yerleştirilmiştir. Sülüs hatla yazılmış olan ve herhangi bir tarih içermeyen bu mensur kitabede Derunî Mehmed Efendi'nin tekkenin banisi olduğu belirtilmekte ve ruhu için Fatiha talep edilmektedir. Türbe Derunî Mehmed Efendi ile daha sonra tekkenin postuna geçmiş iki şeyhe ait, üç adet ahşap sandukayı barındırmaktadır.

Derunî Mehmet Efendi Sokağı üzerinde yer alan ve tamamen sivil mimarinin özelliklerini sergileyen harem-selamlık cephesinin ekseninde, zemin katta, yanlardan topal pencerelerle kuşatılmış bir kapı, üst katta da yarım altıgen biçiminde bir çıkma göze çarpar. Çıkmada ve cephenin yan kesimlerinde dikdörtgen açıklıklı giyotin pencereler sıralanmaktadır. Girişi izleyen ve bir kuyu ile donatılmış olan zemin kat taşlığından farklı boyutlarda mekânlara girilmekte, arka bahçeye çıkılabilmekte ve bir merdivenle üst katın sofasına ulaşılmaktadır.



Bibi. Aynur, Salih a Sultan, 35, no. 51; Asitâ-ne, 16; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 42-43, no. 58; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 14; Ih-saiyat II, 19; "Derunî Mehmed Efendi Sokağı", İSTA,VIll, 4515-4516; Behcetî İsmail Hakkı el-Usküdarî, Merâkid-i Mu 'tebere-i Üsküdar, İst., 1976, s. 30.

M. BAHA TANMAN



DERVİŞ ALİ MESCİDİ

Derviş Ali Mescidi, Dırağman'da Derviş Ali Mahallesi'nde Dilmaç Sokağı'ndadır.

Banisi vakfiyesine göre Mimar Derviş Ali'dir. Bazı kaynaklarda mescit, Mimar Sinan'ın tezkirelerine atfen "Gümrükha-ne kurbünde Emir Ali Çelebi" olarak geçmektedir. Kabri bugün bilinmemekle beraber, vakfiyesinde Bostancıbaşı Osman Mahallesi'nde bulunan kabri üzerinde veya mescidinde cüz okumak kaydına rastlıyoruz.

Çatılı ve bir minareli olan mescidin dış ölçüleri 13,50x9,05 m'dir. İki sıra tuğla ve bir sıra taş ile yepyeni olarak tamir edilmiştir. Yanlarda üçer, mihrap duvarında iki pencere vardır. Mescidin son



Derviş Ali Mescidi

Araş Neftçi, 1990

cemaat yeri de camiye dahil edilmiş ve girişi sol tarafa alınmıştır. Minaresi mihrap duvarına bitişiktir. Kesme taştan ve tuğladan kare bir kaide üzerinde uzun bir pabuçtan sonra sekiz kenarlı fakat kısadır. Şerefe yerine her yüze bir ezan penceresi açılarak, gövde içinden kullanılmaktadır. İstanbul'da pek az örneği kalan bir tarzdadır. Ayrıca kısa kurşun külahı üzerinde alem yerine bir Mevlevi sikkesi kondurulmuştur.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 109; Barkan-Ay-verdi, Tahrir Defteri, 416; R. M. Meriç, "Baye-zid Camii Mimarı", AÜİlahiyat Fakültesi Yıllık Araştırmalar Dergisi, II (1957), s. 30-31; Meriç, Mimar Sinan, 30, 87; S. Eyice, "istanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve incelemeleri, I (1963), s. 77; Kuran, Mimar Sinan, 309; Yüksel, Bâyezid-Yavuz, 285.

İ. AYDIN YÜKSEL



DER-YEĞYAYAN, ZAVEN

(1869, Bağdat veya Musul - Haziran 1947, Bağdat) Ermeni patriği.

İlköğrenimini Bağdat'taki-Ermeni okulunda gördü. Daha sonra aynı şehirde



Zaven Der-Yeğyayan

Armaş Ruhban Okulu, 25. Yıl Hatıra Kitabı, istanbul,

1914.


Vağarşag Seropyan koleksiyonu

birkaç yıl öğretmenlik yaptı. Aralık 1890' da Armaş'taki (bugün Kocaeli İli'ne bağlı Akmeşe) ruhban okuluna girdi. 1895'te mezun olduktan sonra, 26 Mayıs 1896' da Zaven adıyla rahip takdis edildi. Okul müdürü Başpiskopos Mağakya Orman-yan tarafından öğretmen tayin edilen Rahip Zaven Der-Yeğyayan bir süre sonra İstanbul'a gelerek 1897-1907 arasında Sa-matya ve Hasköy'deki Ermeni kiliselerinde vaizlik yaptı. Daha sonra Anadolu'ya geçerek önce kilise işleri müfettişliği görevinde bulundu. 1901'de Erzurum ruhani önderi (marhasa) tayin edildi. Aynı görevi 1908-1909'da Van'da, 1909-1913 a-rasında da Diyarbakır'da sürdürdü.

Der-Yeğyayan 1910'da Ermenistan' daki Eçmiadzin Başpatriklik Katedrali'n-de episkopos takdis edildi. Ağustos 1913' te Türkiye Ermenileri patrikliği görevine seçildi. Aynı yılın kasım ayında İstanbul'a gelerek 79'uncu patrik olarak I. Zaven adıyla görevine başladı. 1915'te Ermeni tehcirine karşı Osmanlı hükümeti nezdindeAralık yaptığı protestolar sonuçsuz kaldı. Ağustos 19l6'da da tutuklanarak sürgüne gönderildi.

Der-Yeğyayan 19 Şubat 1919'da İstanbul'a gelerek yeniden makamına oturdu. 12 Şubat 1920'de Londra'ya gitti. Oradan Paris'e geçti. İngiltere Kralı V. George, Fransa Cumhurbaşkanı Paul Deschanel' le,Aralık İngiltere Başbakanı Lord Cur-zon, Fransa Başbakanı Millerand ve Yunanistan Başbakanı Venizelos'la görüşmelerde bulundu. Haziran 1920'de İstanbul'a döndü. 1922'de İstanbul'u terk etmek zorunda kalarak, önce Kudüs'e sonra da Bağdat'a gitti.

Zor yılların patriği olan L Zaven döneminde günümüzdeki patrikhane binası ilk kez kullanılmaya başlandı. Yine onun döneminde kurulan Fakirlere Yardım Kurulu yıllar boyu kimsesiz çocuklara ve muhacirlere yardım eli uzatmıştır.

Hayatının son yıllarında anılarını kaleme aldı. Bir boğaz hastalığı nedeniyle konuşamaz hale gelen Der-Yeğyayan, Bağdat'ta vefat etti; naaşı 10 Haziran 1947' de Kudüs'e nakledilerek, orada toprağa verildi.

KEVORK PAMUKCİYAN

DESTANCILIK

Başlangıçta yalnız İstanbul'a özgü bir iş iken zamanla diğer şehirlere de yayılmış, günümüzde ise ancak bazı Anadolu şehirlerinde görülmektedir.

19. yy'da İstanbul'da her alanda görülen yenileşme atılımları, toplumdaki haberleşme isteğini de kamçılamıştı. Gazetelerin bir haberleşme ve bilgilenme aracı olarak 19. yy "m ikinci yarısında yaygınlık kazanması, öteden beri söyledikleri destanlarla buna benzer bir görev yapmakta olan âşıkları destan türüne daha fazla ağırlık vermeye yöneltti.

İstanbul'da gezici gazete satıcılarının öncülüğünü yapmış olan destancılar, yanık sesli, başıboş ve biraz da gösterişli gençler arasından çıkardı. İstanbul'da ilk gazeteler sucu, tütüncü dükkânlarıyla ba-

zı kıraathanelerde satılırken destancılar kollarına aldıkları, tek yaprak üzerine basılmış bir deste destanı kalabalık yerlerde yüksek sesle tanıtıp, yanık yanık okuyarak başlarına biriken meraklılara satarlardı.

Bu dönemi yaşayanlardan yazar Ser-met Muhtar Alus, bir destan satıcısı delikanlıyı tanıtırken giyim kuşamını şöyle tasvir eder: Başta kalıpsız bir fes vardır, kaküller perişan ve perçemler afilidir. Omuzdan düğmeli yelek, ucu belden a-şağı sarkık, bacakta yarım Fransız pantolon, genellikle çıplak ayaklarda yumurta ökçeli terlik yemeni karışımı bir ayakkabı bulunur. Destancı, bakışları baygın, gözleri mahmur, sakalı tıraşsız olmalı; yayık ağız ve çatlak sesle, bazen ma-kamlı okuyanları da görülmekle birlikte, bağırmalrydı.

Kolunda beyaz, sarı, pembe, yeşil gazete ya da helvacı kâğıdına basılmış destan yaprakları ile Galata Köprüsü'nün üstünde ya da iki başındaki meydancıklarda, Yeni Cami'nin arkasında, Mahmutpa-şa Yokuşu'nda, Kapalıçarşı'mn içinde ya da kapı önlerinde, Bitpazarı'nda ve Ba-lıkpazarı, Galata, Tophane, Beyoğlu gibi külhanbeylerinin, ayaktakımımn uğrak yeri olan meyhanesi bol semtlerde destancılara rastlamak mümkündü. Özellikle toplumun her kesiminden insanların ilgi duyacağı yeni bir olay olmuşsa destancı âşıkların herkesten önce haber alıp bunları destan haline getirmeleri uzun sürmezdi. Halk arasında acısı unutulmayan olaylar için de güncelliği uzun süre devam eden destanlar yazıldığı olmuştur.

19. yy'da destancılık destan yazan ve bastıran destancı âşıkların yönetimindeydi. Bir tür gazete yayımcısı gibi çalışan tanınmış destancılar vardı. Destanlarına numara verenler, destan yaprağının altında dağıtım adresi belirtip mührünü basarak mühürsüz nüshaların sahte olduğunu duyuranlar da vardı. Destancı âşık destanlarını kendisi de bastırıp satabileceği gibi gezici destancılara toptan satarak bir tür üreticilik de yaparlardı. Destanlar genellikle yaprak halinde basıldığı gibi 4, 8, 16 sayfalık risaleler halinde basıldıkları da olurdu.

Destanlar özen gösterilip toplanmadığı ve ceplerde, kuşak aralarında saklanıp yıpratıldığı, güncelliği geçtikten sonra bir köşede unutulduğu için günümüze çok azı ulaşabilmiştir. Elde bulunan destanların incelenmesiyle bu işi meslek haline getirmiş destancı âşıklardan bazılarının adlarını tespit etmek mümkün olmaktadır. Bunlar arasında güncel olayları çok iyi izleyerek 19. yy'ın sonlarından 20. yy' m ilk çeyreğine kadar uzun bir süre destancılık yapmış olan Eyüplü Mustafa Şük-rü(->) eserleriyle ön plana çıkmaktadır. Bunun dışında önemli destancı âşıklardan Mehmed Kemâli(->), Mehmed Saf-vet, Vasıf Hiç, Âşık Razî, Destancı Behçet, Fıtnat gibi isimler belirlenmektedir.

Destancılık artık günümüz İstanbul'unda unutulmuştur. Ancak 1980'li yılların sonuna kadar zaman zaman Trabzon,

Eyüplü Mustafa

Şükrü'nün

1917'de Rusya

ile imzalanan

mütareke

üzerine yazdığı

"Moskoflarla

Mütareke ve

Sulh" destanı.

M. Sabrt Koz

koleksiyonu

Samsun, Bolu, Adapazarı gibi şehirlerde bastırdıkları destanları, boyunlarına astıkları teyplerden etraflarına biriken meraklılara dinleterek satan son destancılara Yeni Cami arkası, Beyazıt Meydanı gibi yerlerde arada sırada rastlanırdı. Son yıllarda bunlar da görülmez olmuştur.

İstanbul'da destancılık Ermeni aşuğ-lar tarafından da sürdürülmüştür. Özellikle Nâmî(->), Bîdârî(-0, Lisânı gibi aşuğla-rın Arap ya da Ermeni harfleriyle yaprak ya da risale halinde basılmış destanları, bu şairlerin de İstanbul hayatının güncellik taşıyan her yrönüyle ilgilendiklerini göstermektedir.

Destancılık 19. yy'ın son çeyreğinde şarkı, türkü ve kanto sözü satıcılığı gibi yeni bir mesleğin doğmasına da yol açmıştır. Yeni çıkan ya da çok beğenilen şarkıları tek yaprak üzerine ya da risale halinde bastıran şarkı sözü satıcıları son yıllara kadar varlıklarını korumuşlardır.



Bibi. Ahmed Rasim, Muharrir Bu Ya!, İst., 1926, s. 247-257, 277-282, 313-318; Kaygılı, istanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri, İst., 1937; T. Alangu, Çalgılı Kahvehanelerdeki Külhanbey Edebiyatı ve Numuneleri, İst.,

1943; A. Balım, Destanlar ve Türküler, Ankara, 1957; "Destanlar, Destanlar", ISTA, VIII, 4521-4523; S. M. Alus, "Destan, Destan Satıcıları", ISTA, VIII, 4523-4524; K. Z. Gencosman, Türk Destanları, ist., 1972; Bayrı, İstanbul Folkloru (1972); C. Öztelli, uyan Padişahım, İst., 1976; T. Acaroğlu-F. Ozan, "Türk Halk Ozanları ve Destanları Kaynakçası", Folklora Doğru, S. 47-48-49, (1978); Y. Çotuksöken-M. S. Koz, "Destan", TDEA, II, 263-271; M. S. Koz, "Aşık Edebiyatımızda Destan ve Destan Konulan", Türk Halk Edebiyatı ve Folklorunda Yeni Görüşler, II, Ankara, 1985, s. 92-104; ay, "19. Yüzyıl Aşuğlarından Nâmî ve Divançesi", IV. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri-Bildiriler, Eskişehir, 1991, s. 231-235; A. Yalçın, "19. Asır Türk Edebiyatında Destan", /. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri-Bildiriler, Eskişehir, 1987, s. 373-384; ay, "19. Asır Türk Halk Edebiyatında Destan", ///. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, II, Ankara, 1986, s. 427-439.

M. SABRİ KOZ

DESTANLAR

İstanbul, âşıkların 17. yy'dan bu yana büyük ilgi gösterdikleri bir şehirdir. Yeniçeri Ocağı'ndan yetişen büyük âşıklar yanında çeşitli zamanlarda uğrayıp geçen, bir süre burada yaşayan taşralı âşıklar si-



DESTANLAR

40

41

DETfflER, PHIUPPE ANTON

illerinde doğrudan ya da dolaylı olarak istanbul'dan söz etmişlerdir (bak. âşık edebiyatı).

Âşık edebiyatında konu bakımından herhangi bir sınırı olmayan tek tür olan destanlar tarihe, toplum hayatına ışık tutan belgeler olarak da değer taşırlar. 19. yy'da matbaacılığın özellikle de taşbasma-cılığın yaygınlaşmasıyla destancılık da bir meslek halini almış, kendi yazıp bastırdığı ya da basımevlerinden temin ettiği destanları şehrin kalabalık yerlerinde yüksek sesle ve çoğu zaman ezgiyle okuyup satan destancılar da ortaya çıkmıştır (bak. destancılık). İstanbul üzerine yazılmış destanlardan en eskisi 1660'taki büyük yangınla ilgilidir. Ermeni aşuğlardan Az-navuroğlu tarafından yazılmış, iki bölümden ve 14 dörtlükten oluşan bu destan, tarihsel kaynaklar tarafından da doğrulanan bilgiler içermektedir. İstanbul yangınları, şehrin tarihinde önemli bir yer tuttuğu için her dönemde söylenmiş yangın destanları bu doğal afetle iç içe var olan İstanbul'un tarihi gibidir.

17. yy'ın ünlü yeniçeri âşıklarından Âşık, Kâtibi, Kuloğlu, Kayıkçı Kul Mustafa doğrudan doğruya İstanbul üzerine şiir söylememişler, ancak padişahlardan, savaşlardan, kazanılan zaferlerden söz etmişlerdir. Âşık Ömer(-0 bütünüyle İstanbul'u anlatan ilk destanın sahibidir. 17 dörtlükten oluşan İstanbul Destanı'nda. şehrin bazı kapı ve semtlerinden söz edilir, buraların özellikleri dile getirilir.

IV. Mehmed'in tahtan indilmesi (1687) üzerine padişahın çok sevdiği kadınlardan Afife Kadın tarafından söylenen destan da çok dar bir çevreyle ilgili olmakla birlikte İstanbul halkı arasında yayıla-bildiği ölçüde eski padişah yanlılarının duygularına seslenmiş olmalıdır. 18. yy âşıklarından Abdî(->) doğrudan doğruya İstanbul'u anlatan hece ve aruzla söylenmiş şiirlerin sahibidir. 22 Mayıs 1766' da İstanbul ve çevresinde büyük bir deprem olmuş, birçok bina yıkılmış, pek çoğu da harap olmuştur. Ermeni asıllı şairlerden Pere (ya da Bedros) bu doğal afet için kavuştakları üçer mısralık 26 kıtadan oluşan bir destan yazmıştır. Aynı deprem için Ceryanoğlu (yak. 1730-1813) mah-laslı bir aşuğ tarafından da 11 dörtlükten oluşan bir destan söylenmiştir. Her iki destanda da depremin şehirde yarattığı tahribatla halkın içine düştüğü sıkıntılı durum dile getirilmiştir.

19. yy, âşık edebiyatında bir canlanma ve büyük isimler yetiştirme çağıdır. Aynı zamanda destan türünün büyük bir yaygınlık kazandığı, toplumda yarı edebi bir dille haberleşme, etkileşme ortamı yarattığı bir dönemdir. Bu yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşan gazeteler yanında tek yaprak halinde basılıp satılmak suretiyle halka hitap eden, halkın duygu ve düşünce dünyasını yansıtıp bir tür halkın sesi olan destanlar da görülmeye başlanmıştır. Destan, bu işi meslek edinenlerin elinde farklı boyutlar kazanmış, birtakım nazım kusurları taşısa da geleneğin devamına yardımcı olmuştur.

19. yy İstanbul'uyla ilgili ilk destanlardan biri Niğâri mahlaslı bir âşık tarafından 1807'deki Kabakçı Mustafa Ayaklanması üzerine söylenmiştir. Nigârî, 17 dörtlükten oluşan destanında isyancılardan yana olduğunu, III. Selim döneminde (1789-1807) yapılan yeniliklerden hoşlanmadığını açıkça belirtmiş, yeni padişah IV. Mustafa'yı ve isyancıları övmüştür.

II. Mahmud'un padişah olmasında etkili olan Sadrazam Alemdar Mustafa Pa-şa'mn hazin sonu da (bak. Alemdar Olayı) İstanbul'da söylenmiş bir destana konu olmuştur. Derviş Osman mahlaslı bir yeniçeri âşığın destanında sadrazamın konağının basılması, yeniçerilerle çarpışan paşanın ölümü, isyanın Nizam-ı Ce-did ve sekbanların çağrılmasıyla yatışır gibi olması, IV. Mustafa'nın boğdurul-masıyla, isyanın bastırılması hikâye edilmektedir.

Tarihte Vak'a-i Hayriye diye de anılan Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması (1826) İstanbul açısından da çok önemli bir o-laydır. Beş yüzyıl boyunca devletin en büyük silahlı gücü ve son yüzyıllarda da baş belası olan Yeniçeri Ocağı, kanlı bir biçimde ortadan kaldırılmış, olayın tanıklarından olduğu tahmin edilen Ispar-talı Seyranî de 30 dörtlükten oluşan Vak'a-i Hayriye Destanı'm söylemiştir. Destanda olay tarihsel belgelerde anlatıldığı biçimde sıralanmış, padişaha karşı duyulan sevgi dile getirilmiştir.

19. yy âşıklarından İstanbullu Gülzârî II. Mahmud'un ölümü (1839) üzerine bir destan söylemiş, böylece halkın çok sevdiği bu padişahın ardından toplumun duygularını dile getirmiştir. 29 dörtlükten o-luşan bu destan Anadolu ve Rumeli'de büyük bir yaygınlık kazanmış, bu dönemde yazılan cönk ve mecmualarda ilk biçimi bozularak da olsa yaygın olarak yer almıştır. Destanda padişahın hastalanıp ölmesi, Abdülmecid'in tahta geçmesi acıklı bir dille anlatılmış, gerçekleştirdiği yeniliklerle kendini kabul ettiren genç padişah için gözyaşı dökülmüştür.

Tanzimat'ın ilanı da Şevkî mahlaslı bir âşığın destanına konu olmuş; 18 dörtlük-lük destanda dünyanın bozukluklarından söz edilmiş, halk Tanzimat'a itaat etmeye çağrılmıştır.

Abdülaziz'in ölümünden (1876) sorumlu tuttuğu devlet adamlarını öldürmek için Midhat Paşa'nın konağını basan Çerkeş Hasan'ın yaptıklarını (bak. Çerkeş Hasan Olayı) anlatan 27 dörtlük-lük Şehid Olan Zevât-ı Kiramların Destanı Ahmed Hayret Dağıstanî tarafından söylenmiştir.

19. yy'ın sonları ile 20. yy'ın ilk çeyreğinde İstanbul'la ilgili destanların sayısında büyük artış olmuştur. Semai kahveleri, çalgılı kahveler, tulumbacı mekânları, Galata Köprüsü'nün iki başı ve Yeni Cami arkası, çarşı ve pazar yerleri destancıların yüksek sesle okuyup satış yaptıkları yerlerdir. Belli muhitlerde ad bırakmış ünlü tulumbacıların ölümü (bak. tulumbacı destanları), şehrin dört bir yanını harabeye çeviren yangınlar (bak.

İSTANBUL DESTANI

Coşkun sular gibi çağladım, aktım Bülbül gibi âh ü efgânımız var Şadırvan altların seyrine baktım Ahurkapısı'nda seyrânımız var

Akıntıya saldık biz de gemimiz Çatladı'da mevcud oldu cümlemiz Kumkapı'da sürdük zevk-ı demimiz Çok şükür Yezdan'a devrânımız var

Ben seni severim tâ ki ezelî Takınmış başına fıstık kazeli Sereserpe Yenikapı güzeli Lângakapısı'nda yaranımız var

Davud Paşa arayerde yücedür Samatya'nın sefaları iy(ü)cedür Narlıkapı hepisinden üçedir , Köşk ü saray ile unvanımız var

Yedikule enbiyâlar durağı Silivrikapı'da yanar çerağı Yenikapu dervişlerin ocağı Mevlevihane'yle devranımız var

Topkapı kilidin kimse açamaz EdirnekapGOsı'na konan göçemez Eğrikapı'dan üç adam geçemez Meyyitler elinden efgânımız var (...)

Ne hoş bula Petro kuy(u)su yerini Yenikapı iyân itmez sırrını Ayakapısı'nda gördüm birini Ağlardı yangından vîrâmmız var

Cibâli'de içtim aşkın dolusun Baştan başa seyreyledim yalısın Tüfenkçiler zabteylemiş delisin Unkapam gibi mizanımız var

Ayazmakap(ı)sı'nda dayana durdum Odunkapısı'nın darlığın gördüm Borcu olanlara Hak ide yardım Zâlimlere çengel, urganımız var

Zindankapısı aşikâr olunur Borcu onların bağrı delinür Her ne millet ister isen bulunur Baba Cafer gibi zindanımız var

Balıkçılar şikârına dolaştır Müşteriyi aldatmağa uğraşur Gümrükte de dîdebanlar savaşur Üsküdar'dan gelür kervanımız var

(...)

Bağçekapısı'ndan taşra irince Yalıköşkü'nün önüne varınca Topkapı'nun toplarım görünce Kanlıca'dan gelen kurbânımız var



Pâdişâh'ı âleme kaldı dua Muammer ola feyziyle ulemâ Cümle erbab-ı devlet hep vüzerâ Sultan Ahmed gibi bir Hân'ımız var

Âşık Ömer muradın Hak'tan dile Şâir olan bunun mânâsın bile Bizden sonra nice şâirler gele Ko disünler dilde destanımız var

ÂŞIK ÖMER

M. F. Köprülü, Türk Sazşâirleri, II, Ankara, 1962, s. 300-302

yangın destanları), çeşitli amaçlarla işlenmiş cinayetler, Kurtuluş Savaşı'na kadar süren ve toplumu derinden etkileyen önemli savaşlar, bu dönem destanlarının bellibaşlı konularını oluşturur.

19. yy'da yaşanan büyük kolera salgını da (1865) Ermeni aşuğlardan Nâmî ile Fevrî adlı âşık tarafından destanlaştı-rılmıştır. Bu salgınla ilgili olarak söyleyeni belli olmayan iki destan daha basılıp satılmıştır. 10 Temmuz 1894 günü İstanbul'da büyük yıkıma yol açan deprem için Halit Hoca adlı bir âşık tarafından 22 dörtlükten oluşan Büyük Hareket-i Arz Destanı yazılmış, halkın çektiği acılar dile getirilmiştir.

19. yy İstanbul destanlarının konularından birini de şehrin çeşitli yerlerinde bulunan çarşı ve hamamlar oluşturur. Se-gâhî'nin 36 dörtlükten oluşan istanbul Çarşısı, Kalpakçılarbaşı Destanı, İstanbul'u ziyaret eden bir taşralının gözüyle Bahçekapı'dan başlayarak Mahmutpaşa, Mercan ve Kapalıçarşı'yı hayranlıkla tasvir eder. Tosyalı Âşık Mustafa'nın İstanbul hamamlarını anlatan 150 dörtlüklük uzun destanı, Konyalı Âşık Mehmed'in 19 dörtlüklük Bayezid Hamamı Destanı, Âşık Veysel'in 20 dörtlüklük Üsküdar Büyük Hamam Destanı şehir hayatında önemli bir yeri olan hamamların yapısı ile, çalışanlar ve buralarla ilgili gelenekler bakımından tanıtıldığı önemli belgelerdir. 19- yy destanlarında eski İstanbul meyhane, kahvehane ve berberleri de tanıtılır, buralardaki esnaf güzellerinden söz edilir. Bu tür destanlara örnek olarak Sivaslı Âşık İbrahim'in 17 dörtlüklük Bahkpazarı Meyhaneleri Destanı, Âşık Râzî'nin 17 dörtlüklük Üsküdar Balaban İskelesi Kahvehaneleri Destanı, Sivaslı Veli'nin Küçükpazar'daki bir berber güzelini tasvir ettiği 26 dörtlüklük Berber Destanı verilebilir.

Beşiktaşlı Gedâî(->) de 19. yy İstanbul'u üzerine destan söylemiş âşıklardandır. Vasf-ı İstanbul başlıklı 31 dörtlüklük destanında şehirde görülen ahlak bozukluğundan söz edilir; Frenk özentisi, dinsel inançların zayıflaması, tarikatların bozulması, dünyanın iyiye gitmediği açıkça belirtilir. Gedâî eski İstanbul hovardalarının korkulu belası olan baskınlardan birini anlatan ve çapkınlığın nelere yol açtığını çarpıcı bir dille sergileyen 23 dörtlüklük Baskın Destam'yla. da bir destan türünün öncülüğünü yapmıştır. Ayrıca, bir İstanbullu hanımla evlenen fakir bir gencin başına gelenleri anlattığı 28 dörtlüklük bir destanda geçen yüzyılın evlenme gelenekleriyle, bu yolla kurulan aile hayatının çarpıklıkları sergilenir.

Kayserili Seyranî'nin, Zileli Fedayî'nin, Aşuğ Namî'nin doğrudan doğruya İstanbul'a seslenen destanları 20. yy'da bu yolu izleyen Yusuf Acıkök, Talibi ve Âşık Veysel'e de örneklik etmiş, âşıklar övgü ve yergilerini destanlara dökmüşlerdir.

II. Meşrutiyet'in (1908) basın hayatına getirdiği serbestlik, destan yayımcılığında da görülmüş, sayı ve çeşit bakımından dikkati çekecek ölçüde bir artış ol-

muştur. Naçârî'nin 27, Mehmed Safvet'in 19 dörtlükten oluşan destanları bu döneme övgüler sıralayan örneklerdendir.

Bu dönemde yetişen Eyüplü Mustafa Şükrü(-0, Mehmed Kemalî(->), Mehmed Safvet gibi destancı âşıklar dikkati çekmektedir.

20. yy'ın ikinci yarısında da toplumdaki yerini koruyan destancılık, daha çok taşralı âşıkların Kore Savaşı (1950-1953), Dumlupınar Denizaltısı (1953) ile Üsküdar Vapuru'nun (1958) batışı, 27 Mayıs 1960 harekâtı, Kıbrıs olayları ve savaşı (1963-1974) ile Varto depremi (1966) konulu destanlarıyla İstanbul dışında yaşamaya devam etmiştir.

Günümüze kadar kaç destan basıldığını kesin olarak tespit etme olanağı yoktur. Ancak 1928'e kadar 200, bu tarihten sonra da 1.500 destan basıldığı tahmin edilmektedir. 1934'ten sonra basılanlar bir ölçüde derlendiği için eski harfle yazılmış destanlara nispetle daha azı kaybolmuştur.


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin