Charles Diehl
Melanges Charles Diehl, Librairie Ernest Leroux, Paris, 1930.
Diehl, C. E. Arseven'in(-») Paris'te basılan İstanbul hakkındaki kitabına (.Constantinople, De Byzance â Stamboul, Paris 1909) bir de önsöz yazmıştır. Buradaki küçümser ifadeli bazı cümleler dikkati çeker.
Diehl, İstanbul hakkında genel bir kitabın da {Constantinople, Paris, 1924) yazandır. Bu kitap uzun zaman önce Alman H. Barth tarafından Almanca ve Fransızca olarak yazılmış kitabın yerini tutmak üzere hazırlanmıştır. Bunun içinde şehrin tarihi ile gerek Bizans ve gerek Türk dönemi zenginlikleri çekici bir üslupla anlatılmıştır, istanbul'a dair yayınlar arasında beğenilen bir kitap olan bu eser N. J. Singels tarafından Hollanda diline de çevrilmiştir (Zutphen, 1926).
Bibi. J. Ebersolt-R. Guüland, "Bibliographie de M. Charles Diehl", Melanges Charles Di-
Dırağman
Külliyesi'nin
planı.
Ali Saim Ülgen, 1947
ehl, Paris, 1930, s. XHI-XXXI (l Mayıs 1930'a kadar yayınları); R. Guilland, "Hommage â Charles Diehl", Etudes Byzantines, III (1946), s. 5-18 (bibliyografyasının devamı ile).
SEMAVİ EYİCE
DIRAĞMAN KÜLLİYESİ
Fatih İlçesi'nde, Dırağman (Draman) semtinde, Derviş Ali Mahallesi'nde, Draman Caddesi, Tercüman Yunus Sokağı ve Draman Camii Sokağı'mn sınırladığı arsa üzerinde bulunmaktadır.
Dırağman Külliyesi cami, tekke, medrese, sıbyan mektebi ve darülkurra bölümlerinden oluşmaktadır. Külliyenin çekirdeği olan, birbirleriyle bağlantılı cami-tekke 948/154l'de, "dırağman" veya "dra-goman" tabir edilen saray tercümanlarından, I. Süleyman (Kanuni) döneminde görev yapmış olan Yunus Bey (ö. 1551) tarafından tesis edilmiştir. Yunus Bey'in aynı yerde daha önce yaptırmış olduğu sıbyan mektebi ile birlikte küçük bir külliye oluşturan bu manzumenin, aynı zamanda tekkenin tevhidhanesi olarak da kullanılan bir cami ile derviş hücrelerinden meydana geldiği anlaşılmaktadır. Ca-mi-tevhidhanenin tasarımı mimar Koca Sinan'a aittir. Günümüze ulaşmamış olan medresenin de aşağı yukarı aynı tarihte inşa edildiği söylenebilir. Yunus Bey'in kardeşi Mustafa Ağa'nın bu yapı topluluğunun yakınına bir darülkurra eklemesi, bu arada tekke şeyhlerinin ikameti için bir harem binasının yaptırılması, tekkenin ilk postnişini Bosnalı Şeyh Abdül-mümin Efendi'nin (ö. 1595) aynı yüzyılın üçüncü çeyreği içinde, arsanın, muhtemelen batı sınırındaki bir evi satın alarak bunun yerine bağımsız bir tevhidha-ne inşa ettirmesi sonucunda külliyenin mimari programı bir miktar daha genişlemiştir. Başlangıçta cami-tevhidhane olarak faaliyet gösterdiği anlaşılan yapı bu tarihten sonra yalnızca cami olarak kullanılmış olmalıdır.
Dırağman Külliyesi'nin zaman içinde geçirmiş olduğu onarım, yenileme ve de-
ğişimler arasında şunlar kaydedilebilir: 1729'daki Balat yangınında hasar gören tekke yangından sonra 1143/1730-31'de III. Ahmed (hd 1703-1730) tarafından yenilenmiş, bu tarihe kadar "Dırağman" veya "Tercüman Yunus" adları ile andan tekke bundan böyle o tarihteki postnişini İsazade Şeyh Mehmed Salih Sahvî'nin (ö. 1759) lakabı ile de .(tsazade) anılır olmuştur. III. Mustafa (hd 1757-1774), tamire muhtaç olduğu kendisine arz edilen tekkeyi 1178/1764'te yeni baştan inşa ettirmiş, cami-tevhidhane ile harem bölümlerini tamir ettirmiş, îsazade'nin kabrinin üzerine ahşap bir türbe yaptırmıştır. Cami-tevhidhane ile sıbyan mektebinin Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafından 1290/1873'te onarıma tabi tutuldukları bilinmektedir. 22 Eylül 1914'te "mâil-i inhidam" (yıkılmaya yüztutmuş) olduğu gerekçesiyle cami-tevhidhanenin çatısı ile son cemaat yeri yıktırılmış, bu bölüm özgün tasarımına uymayan pencere oranları ile yemden inşa edilmiştir. Darülkurra ile medrese de tespit edilemeyen tarihlerde ortadan kalkmıştır. 1925'te tekkelerin kapatılmasından sonra cami-tevhidhane cami olarak kullanılmaya devam etmiş, sıbyan mektebi bir ara Cihan Güreş ve Halter Kulübü olarak faaliyet göstermiş, kullanımını yitiren diğer bölümler (tekkenin selamlık, harem, mutfak bölümleri, derviş hücreleri) ortadan kalkmıştır. 1970'li yıllarda cami-tevhidhane ile Kuran kursu olarak kullanılmaya başlayan sıbyan mektebinin kuzey (giriş) cephelerine, mimari özelliklerine bütünüyle yabancı duran birtakım ekler yapılmış, son yıllarda kurulan bir derneğin önayak olmasıyla cami-tevhidhane Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından önemli ölçüde değiştirilerek ihya edilmiştir.
Dırağman Tekkesi kuruluşundan kapatılışına kadar Halveti tarikatına (sırayla Muslihî, Sivasî, Sünbülî kollarına) bağlı bir zaviye olarak faaliyet göstermiştir. Tekkenin meşihatını üstlenen önemli simalar arasında Ayasofya'daki vaizliğinin yanı-
DffiAĞMAN KÜLLİYESİ
50
51
DİKİLİTAŞ
Dırağman Külliyesi'nde cami-tevhidhanenin içinden görünümler: Mihrap duvarı (solda) ve kuzey duvarı (sağda). Fotoğraflar M. Baha Taranan, 1983
Dikilitaş'm temel kısmında taşın yerine yerleştirilişim betimleyen kabartmanın bulunduğu yüz. Erkin Emiroğlu, 1982
sıra "ordu-yı hümayun şeyhi" sıfatı ile 1592'de başlayan Eğri seferine katılan i-kinci postnişin Tefsirî Şeyh Hafız Ömer Fanî Efendi (ö. 1624), Türk tasavvuf musikisi tarihinde önemli bir yeri olan, bestekâr, zâkirbaşı ve şair, "Nefesanbarı'la kaplı beşinci postnişin Şeyh Osman Efendi (ö. 1684) zikredilebilir. Tekkenin ayin günü 1840 tarihli Âsitânefde çarşamba, 1889 tarihli Mecmua-i Tekâyâ dz ise salı olarak gösterilmekte, Dahiliye Nezareti' nin hazırlattığı 1301/1885-86 tarihli istatistikte tekkede iki erkek ile bir kadının ikamet ettiği, 1325/1910 tarihli bir belgede de bu tekkenin Maliye Nezareti'nden günde bir okka et ve her sene Kurban Bayramı'nda yedi adet koyun istihkakı olduğu tespit edilmektedir.
Külliyenin cümle kapısı, doğudaki Dra-man Caddesi boyunca uzanan istinat duvarı üzerinde yer alır. İki taraftan merdivenle ulaşılan, basık kemerli cümle kapısının dış yüzünde cami-tekkenin inşa tarihini (948/1541) veren, Farsça manzum metni Şeyhülislam Ebusuud Efendi'ye (ö. 1575) ait talik hatlı bir kitabe, iç yüzünde de yine talikle yazılmış, Osmanlıca manzum metni "Sahib" mahlaslı bir şaire ait, III. Ahmed'in 1142/1729-30 tarihli yenileme kitabesi bulunmaktadır. Avlunun kuzeyindeki Tercüman Yunus Sokağı'na açılan tali girişin üzerinde ise, aynı yenileme işlemi sırasında tevhidhane kapısına konduğu, daha sonra 1178/1764 onarımında buraya taşındığı bilinen, sülüs hattı bizzat III. Mustafa'ya ait diğer bir Osmanlıca manzum kitabe bulunmaktadır.
Cami ve Tekke: Cami-tevhidhane binası, enine gelişen dikdörtgen planlı bir hatimden, bunun kuzeyindeki kapalı son cemaat yerinden ve harimin kuzeybatı köşesinde yükselen minareden meydana gelir. Zaman içinde birçok onarım ve değişim geçirmesine rağmen özgün tasarımını yakın zamana kadar büyük ölçüde koruyabilen yapıda, son cemaat yerinin aslında ahşap direkli bir sundurma biçiminde tasarlandığı tahmin edilebilir. Kuzey cephesinin ekseninde yer alan, taç
kapı niteliğindeki harim girişinin basık kemeri ile mukarnaslı kavsarası arasına, ilk inşa tarihini veren, "Kudsî" mahlaslı bir şaire ait, sülüs hatlı Osmanlıca manzum bir kitabe yerleştirilmiştir. Harimin, kısmen moloz taş, kısmen de kesme taşla örülmüş olan duvarlarına, ikili gruplar halinde dörder pencere açılmıştır. Bu pencerelerin sonradan değişime uğradıkları, muhtemelen 1290/1873'teki Abdülaziz o-nanmında, alt sıradaki pencerelerin üst söve başlıklarının iptal edildiği, tuğladan örülmüş özgün sivri hafifletme kemerlerinin içine ampir üslubuna(-0 bağlanan sepet kulpu biçiminde kemerlerin oturtulduğu, diğer taraftan, aslında sivri kemerli olması gereken tepe pencerelerinin de 1178/1764-65'teki III. Mustafa onarımı sırasında yuvarlak kemerlerle taçlandırılmış bulunduğu gözlenmektedir.
Harimin kuzey duvarı boyunca, alttaki erkeklere, üstteki kadınlara ait olmak üzere, iki katlı mahfiller uzanmakta, mahfillerin sınırında dizili olan kare kesitli, ampir üslubunda çubuklu kabartmalarla süslü ahşap dikmeler bu bölümün Abdülaziz onarımında yenilendiğini kanıtlamaktadır. Son yıllara kadar kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olan harimin ahşap tavanının ortasında bir zamanlar ahşap veya bağdadi bir kubbenin bulunduğu ileri sürülebilir. Mekânda kayda değer bir süsleme öğesi bulunmamaktadır. Pencere açıklıklarım kuşatan klasik üsluptaki kalem işleri, III. Mustafa döneminin barok mimari(->) özelliklerini sergileyen basit mihrap ile alelade ahşap minber bu arada zikredilebilir.
Bütün klasik dönem yapılarında olduğu gibi cepheler son derece yalın tutulmuş, süsleme olarak, yapının güneybatı köşesindeki pahı taçlandıran mukarnas-larla yetinilmiştir. Minare, kare kesitli kaidesi, üçgen yüzeylerden oluşan pabuç kısmı, çokgen gövdesi ve kurşun kaplı ahşap külahı ile ilk inşa dönemine ait olduğunu belli eder.
Cami-tevhidhane binası Vakıflar İda-resi'nin son onarımı sırasında önemli bir
değişime uğramış, harimin ahşap çatısı iptal edilerek yerine kagir bir kubbe inşa edilmiş, son cemaat yeri de mermer sütunlara oturan sivri kemerlerin taşıdığı kubbelerle donatılmıştır.
Günümüze ulaşmamış bulunan ve mimari özellikleri hakkında kesin şeyler söylemenin imkânsız olduğu tekke bölümlerinin cami-tevhidhane yapısının kuzey ve batı yönlerinde, bir avlunun çevresinde sıralandıkları tahmin edilebilir.
Sıbyan Mektebi: Bazı yayınlarda tekkenin bağımsız tevhidhanesi ya da talebe hücreleri bulunmayan gündüzlü medresenin dershanesi olarak nitelendirilen sıb-yan mektebi, cami-tevhidhanenin kıble yönünde yer almaktadır. Kare planlı ve kübik hacimli yapı, içeriden pandantiflerle, dışarıdan sekizgen kasnakla donatılmış bir kubbe ile örtülüdür. 1970'ler-de gerçekleştirilen tadilatla gerek iç bünyesi gerekse de giriş (kuzey) cephesi ö-nemli ölçüde tahrip edilmiştir. Düzgün kesme taş işçiliği gösteren cephelerine, cami-tevhidhane cephelerindeki tertibe uygun olarak dörder pencere yerleştirilmiştir. Giriş cephesinin zamanında ahşap bir sundurma ile donatılmış olduğu tahmin edilebilir.
Hazire ve Isazade Türbesi: Cami-tevhidhane ile sıbyan mektebi arasında yer alan hazire, bani Yunus Bey'in yanısıra tekke şeyhlerinin ve mensuplarının mezarlarını barındırır. Hazire içinde bulunduğu bilinen, Isazade Şeyh M. Salih Sah-vî'nin ahşap türbesi ortadan kalkmış o-lup mimarisi hakkında bilgi bulunmamaktadır.
Medrese ve Darülkurra: Mimar Koca Sinan'ın eserlerinin dökümünü içeren a-na kaynaklarda (.Tezkiret'ül-Ebniye, Tez-kiret'ül-Bünyan, Tuhfe-i Mimarin) ve Evliya Çelebi Seyabatnamesi'nde adı geçen medresenin konumu, mimari programı ve tasarımı hemen hiç bilinmemektedir. Birtakım başka külliyelerde olduğu gibi, burada da medrese (talebe) hücrelerinin, tekke (derviş) hücreleri ile birlikte, aynı zamanda dershane olarak da
kullanılan cami-tevhidhanenin kuzeyindeki avlunun çevresinde sıralandıkları varsayım olarak ileri sürülebilir.
Cümle kapısının önündeki merdivenlerden inildiğinde karşıya gelen köşede yer aldığı bilinen ve tamamen tarihe karışmış olan darülkurranın da mimari özellikleri bilinmemektedir.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 417-418, no. 2438; Evliya, Seyahatname, ty, I, 211, 219; Ayvansarayî, Hadîka, I, 113-115; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 217, 258, 361; Kut, Dergehname, 232, no. 44; Çetin, Tekkeler, 585; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 52; Âsitâne, 13; Osman Bey, Mecmua-i Ce-vâmi, I, 42-43, no. 207; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 12; thsaiyatll, 21; Vassaf, Sefine, V, 21; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 47-48; Ergun, Antoloji, I, 40-41; Konyalı, Mimar Sinan, 70-73; Öz, istanbul Camileri, I, 49; Meriç, Mimar Sinan, 28, 76; H. Göktürk, "Dırağman Camii", "Dırağman Tekkesi", ISTA, VIII, 4540-4543; Sözen, Mimar Sinan, 371; Kuran, Mimar Sinan, 265, 305, 354; M. B. Tanman, "Sinan'ın Mimarîsi/Tekkeler", Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İst., 1988, I, s. 322-323; Osmanlı Müellifleri, ty, I, 133. M. BAHA TANMAN
DİHİPPİON
Konstantinopolis'te bugünkü Sultanahmet Meydam'nda yarış arabalarıyla, atlara tahsis edilmiş Hippodrom'un(-0 kuzeydoğu bölümüne verilen ad.
Dihippion'un bir bölümünde, atlar tarafından çekilen iki tekerlekli yarış arabalarından yaklaşık 10 veya 12'sinin çıkış yapmasına uygun bölmeler bulunurken, diğer bir bölümünde, yarış atlarını yöneten sürücüler kalırdı. Dihippion'un ortasında bulunan kulenin üstünde ise dört atın çektiği bir arabayı temsil eden ünlü quadriga heykeli vardı. Söz konusu heykelin atları 1204'te Dördüncü Haçlı Sefe-ri'nden sonra, Venedik'teki San Marco Ki-lisesi'ne götürüldü.
Bazı kaynaklara göre, Dihippion, bugün II. Wilhelm Çeşmesi'nin (bak. Alman Çeşmesi) bulunduğu yerde idi. 500 yılından kısa bir süre öncesine kadar Heksa-hippion (altı atlı yer) olarak anılan bu mekân, ancak 8. yy'da Dihippion (iki atlı yer) adını almıştır. Bundan anlaşıldığına göre, o dönemde yapının önünde duran altı at heykeli, zaman içinde tahrip olmuş ve 8. yy'da ancak iki at seçilebilir halde kalmıştır. Bazı yazarlar ise, Dihippion'un, Mese'den(->) Hippodrom'a giriş yapılan yerde olduğunu iddia ederler.
15. yy'da Konstantinopolis'i ziyaret e-den seyyahların anlattıklarından anlaşıldığına göre, Dihippion o dönemde henüz ayakta idi. Dihippion ile Mese'nin arasındaki alanın kuzeyinde, Aziz Fokas ile Evangelist İoannes'e ithaf olunmuş bir kilise bulunuyordu. Tahminlere göre, İmparator Fokas (hd 602-610) tarafından yaptırılan bu kilise, Osmanlı imparatorluğunun ilk dönemlerinde Arslanhane(-») olarak kullanıldıysa da, 17. yy'da artık ondan söz edilmez oldu.
BibL A. Vogt, "Le hippodrome de Constanti-nople", Byzantion, 10, 1935, s. 471-488; C. Mango, "Le Dipion", Revue deş Etudes
Byzantines, VIII, 1951, 152-161; Janin, Cons-tantinople byzantine, 102, 342-343; A. Ber-ger, Untersuchungen zu den Patria Konstan-tinupoleos, Bonn, 1988, s. 277-280.
ALBRECHT BERGER
DİKER, HAYRULLAH
(11 Kasım 1875, İstanbul - 23 Ağustos 1950, istanbul) Hekim.
1897'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane' den (Askeri Tıbbiye) yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. Birçok asker hastanesinde, tabur tabipliklerinde ve frengi ile savaşım örgütünde çalıştıktan sonra 1910'da Bahriye Nezareti'nce Paris'e gönderildi. Orada üç yıl psikiyatri ağırlıklı adli tıp, psikiyatri ve nöroloji kliniklerinde çalıştı. İstanbul'a dönüşünde Bahriye Merkez Hastanesi(-0 asabiye mütehassıslığına a-tandı. Bu arada Adli Tıp Müessesesi'nin kuruluşunda etkin görevler üstlendi. 1919 yılı ortasında, o zaman psikiyatri hastalarının barındığı Zeynep Kâmil Hastanesi ve daha sonra Toplası Bimarhanesi başhekimliğini üstlendi.
Nöroloji 20. yy'm başında bağımsız bir bilimdalı değildi. 1908'de, Askeri Tıbbiye Psikiyatri Kliniği içinde, nöroloji hastalarına ait özel bir poliklinik açıldı. Ancak 1924'te 50 yataklı özerk bir kürsü kuruldu ve başına profesör olarak Diker seçildi. Miralay (albay) rütbesindeyken askerlikten ayrıldıktan sonra geçtiği bu görevi yaş sınırı dolayısıyla emekli olduğu 194l'e değin sürdürdü. 1933'teki üniversite reformunda yerini koruyan ender hocalardandı. 1936'da ordinaryüslüğe yükseltildi. 1927-1930 arasında Adli Tıp Kür-süsü'nü de yönetti. Emekli olduktan sonra iki dönem Kastamonu ve İstanbul milletvekili olarak TBMM'de bulundu.
Diker, Türkiye'de hekimlik alanında birkaç yeniliğin öncüsü olmuştur. Nöroloji dalındaki yayınları, tanıyanların övdüğü sağaltım becerisi ve hocalık yeteneği ile çağına göre olağanın üstüne çıkmış-
tır. Uzmanlık alanına uygulama, araştırma, öğretim ve topluma hizmet sunma açısından, günümüzde de geçerli olan çağdaş koşullan, ilkeleri yerleştirmek için savaşım vermiştir. O zaman Bakırköy Akıl Hastanesi kapsamında olan Tıp Fakültesi Nöroloji Kliniği'nin kent içine taşınmasını yıllarca savunmuş, gerçekleştirmiştir.
Freud ile başlayan çözümlemeci ruh-bilim ve onun klinik uygulamalarını psikiyatri kliniği hocalarının değil de Diker' in tanıtmaya uğraşması ilginçtir. Bu konuda özgün deneyimlerini yayımlamış (Freud'un Psikolocyası Hakkında Tec-rübe-i Tetebbuiye, ist., 1935), önemli çeviriler yapmıştır (C. G. Jung'dan Ruhi Hayatta Lâşuur, İst., 1936).
Diker'in bunların dışında hepsi İstanbul'da yayımlanmış, Pazartesi Takrirleri, Emraz-ı Asabiye (2 cilt), Gazi inkılabının Psikolojisi, Yarının Hekimlerine Tababet-i Adliye ve Akliye başlıklı yapıtları; Muhtasar ve Tatbiki Tıbbi Semiyo-loji (N. Ö. Irdelp ile), Sinir Hastalıkları adlı çevirileri vardır. Uzun yıllar Şeriri-yat Mecmuası'm yayımlamıştır.
METiN ÖZEK
DİKİLİTAŞ
Sultanahmet Meydam'nda yer alan anıt sütun.
Batı dillerinde obelisk denilen anıt sütunların Türkiye'deki en ünlü örneği Sultanahmet'teki dikilitaş olduğu için, sözcük aynı zamanda bir özel isim gibi, bu sütunun adı haline gelmiştir. Dikilitaş, eski Mısır'da 18. sülale hükümdarlarından III. Tutmosis (MÖ 1502-1488 ?) adına, MÖ 1450'ye doğru, bir benzeriyle birlikte, Karnak'taki Amon-Re Mabedi önüne yerleştirilmişti.
I. Constantinus (hd 324-337) yeniden kurduğu ve kendi adını verdiği Kons-tantinopolis'in meydanlarını ve Hippod-rom'unu süslemek üzere çeşitli anıtları
DİKİLİTAŞLAR___52___53__DİLENCİLER'>DİKİLİTAŞLAR
52
53
DİLENCİLER
kente taşıtmıştı. III. Tutmosis'in obeliskini de I. Constantinus yerinden indirtmiş olmalıdır. Oğlu Constantius (hd 337-361) obeliski İskenderiye'ye kadar getirtmiş, a-ma bilinmeyen bir nedenle bu taş kitlesi orada kıyıda bırakılmıştır. Daha sonra imparator İulianus (hd 361-363) İskenderiyelilere yazdığı bir mektupla "... gemileriniz Karadeniz'e çıkarken sizleri o kadar cömertçe karşılayan ve beslenmesine yardımcı olduğunuz bu şehrin güzelleşmesine katkınız olması için bu yekpare taşı yollamanız yerinde olur" diyerek obeliskin Konstantinopolis'e gönderilmesini istemiştir.
Obeliskin İskenderiye'den ne vakit getirildiği bilinmemekle birlikte taşıma işinin İulianus'un ölümünden sonra yapıldığı, uzunca bir süre yerde yattıktan sonra da, Marcellinus Comes'in tarihine göre 390'da, yani I. Theodosius'un hükümdarlık dönemi (379-395) içinde yerine dikildiği anlaşılmaktadır.
19,59 m yüksekliğindeki taşın ilk halinin daha yüksek olduğu ve bugüne kalan kısmının, aslının ancak üçte ikisini o-luşturduğu söylenebilir. Anıtın alt kısmı muntazam bir biçimde düzletilmiş ve bu arada da hiyerogliflerden biri tam ortasından kesilmiştir. Anıt taşıma sırasında kırılmış ya da bir dereceye kadar hafifletilmesi amacıyla kesilmiş de olabilir.
Dikilitaş mermerden bir kaide üzerine oturtulmuştur. Kaidenin yine mermerden yapılmış temel kısmının iki yüzüne Grekçe ve Latince kitabeler işlenmiştir. Diğer iki yüzde ise taşın yerine yerleştirilişi ile burada yapılan araba yarışları tasvir olunmuştur. Bu kısmın üzerine konu-
Dikilitaş (solda) ve esas kaidenin üzerine oturduğu bölümleri gösteren bir ayrıntı.
Nazım Timuroğlu, 1993 (sol), Erdal Yazıcı (üst)
lan 50 cm yüksekliğindeki dört bronz kitle esas kaideyi taşır.
Dikilitaş'ın dört yüzünde hiyeroglifler yer alır. Taşın en tepesinde piramit biçiminde yontulan uçta, dikdörtgen çerçeve içinde Firavun III. Tutmosis ile Mısır Tanrısı Amon-Re karşılıklı olarak el ele görülürler. Bunun altında, dört yüzde de dikdörtgen çerçeve içinde yine tanrı ve firavun vardır. Daha da altta kutsal Horus yer alır. Esas yazı ise Horus'un altından başlar. Her hiyeroglif şeridinde Tanrı Amon-Re'nin tasvir edildiği yerlerde o-nun "her şeye hayat, ebedilik ve tat veren" ve "tanrıların kralı, gökyüzünün sahibi" olduğu bildirilir. Firavunun ise, "Yukarı ve Aşağı Mısır'ın kralı, Re'nin oğlu ve onun gibi ebedilikte hayat, devamlılık ve hazza sahip olduğu" söylenmektedir. Dikilitaş'ın gövdesindeki işaretlerle, Re'nin oğlu, Yukarı ve Aşağı Mısır'ın hükümdarı ve Gerçekler Tanrıçası Maat' in taçlandırdığı Tutmosis'in babası için, çifte ülkenin tahtı yani Karnak olan yerde tepesi elektrum kaplı kırmızı granitten yüksek bir obelisk diktirdiği ve güney sınırının ise dünyanın bir ucuna, kuzey sınırının Naharin'e (yani Mezopotamya'ya) kadar götürülmesine yardımcı olduğu için anıtı yaptırdığı, değişik biçimlerde anlatılmaktadır.
III. Tutmosis'in obeliski, bütün Bizans dönemi boyunca, Hippodrom'un ortasında, Spina denilen ayırma setinin üzerinde durdu. Üstünde bulunan çam kozalağı şeklindeki tepeliğin 869'daki depremde düştüğü bilinir.
Osmanlı dönemi boyunca Dikilitaş'ın etrafındaki zemin zamanla yükseldiği i-
çin kaidenin alt kısmı toprağa gömülmüştür. İngiliz araştırmacı C. T. Newton Nisan 1857'de kaidenin etrafında bir kazı yaparak en alt seviyeye kadar açmıştır. O tarihten beri Dikilitaş'ın kaidesi, etrafı demir parmaklıklı kare bir çukurun içinde bulunmaktadır.
Bibi. Gerda Bruns, Der Obelisk und seine Basis auf dem Hippodrom zu Konstantino-pel, İst., 1935; Erik iversen, Obelisks in Exüe, II - The Obelisks of İstanbul and England, Kopenhag, 1972.
SEMAVİ EYİCE
DİKİLİTAŞLAR
Benzerleri Roma, Paris ve Londra'da da bulunan, kaideler üzerine oturtulmuş sütun halindeki taş anıtlar. Türkçe tarihi kaynaklarda ve halk arasında dikilitaş ismiyle anılan anıt sütunların kökeni çok eskilere gitmektedir. Bunların en güzel örneklerini Mısır'da Ebu Gurab Güneş Mabedi'nde, Karnak'ta Akad Kralı Naniş-tusu ile Asur Kralı III. Salmanasar yaptırmıştır. Mezopotamya'da Sümerler, Babil-ler, kutsal alanlarda da Hititler dikilitaşları anıt olarak dikmişlerdir. Eski Yunanlılar da mezar yerlerini gösterebilmek i-çin obelisklerden (dikilitaş) yararlanmışlardır. Avrupa'da dikilitaşları ilk kez Romalılar gemilerle Mısır'dan getirmiş, daha sonra Avrupa'nın bazı şehirlerinde dikilitaşlar peş peşe görülmeye başlamıştır. Roma San Giovanni Latarano Meydanı'n-daki Circo Massimo, Vatikan San Pietro Meydam'ndaki Caracalla, Roma'daki Cam-pus Martius, Paris Concorde Meydam'ndaki Luksor, Thames Nehri kıyısındaki Londra obeliski bunların en tanınmış örnekleridir.
İstanbul'un en eski dikilitaşı, Sultanahmet Meydanı'nda, eski Hippodrom' un spinası üzerine yerleştirilen Dikilitaş' tırC-0.
Sultanahmet'te spina üzerinde yer a-lan diğer bir dikilitaş, ne zaman yapıldığı bilinmeyen Örme Sütun'dur. VII. Kons-tantinos'un (hd 913-959) diktiği bu sütun üzerinde I. Basileios'un (hd 867-886) kazandığı zaferleri resmeden tunç levhalar vardı. Ancak Konstantinopolis'i ele geçiren Latinler (1204) bu levhaları yerlerinden sökmüşler ve para bastırmak amacıyla eritmişlerdir. Geriye yalnızca kesme taşlar üzerindeki çivi izleri kalmıştır. Bazı kaynaklarda buna Mıknatıslı Sütun da denmektedir.
Sultanahmet'te yer alan istanbul'un en eski anıtlarından diğeri Burmalı Sütun(->) adıyla bilinen dikilitaştır.
Günümüz Cerrahpaşa'sında, Haseki Kadın Sokağı'ndaki, Arkadios Forumu' nun(-0 ortasında yer alan Arkadios Sü-tunu(->) bir başka dikilitaştır.
Kıztaşı(-») olarak isimlendirilen bir dikilitaş da Fatih'te bir meydanın ortasında yer almaktadır. Asıl adı Markianos Anıtı olan bu dikilitaş halk arasında Kıztaşı ismi ile tanınmıştır. Öte yandan, Kıztaşı ismi şehrin üçüncü tepesindeki porfirden bir dikilitaşa da verilmişti. Afrodit'in heykelini taşıyan bu sütun bugün yerin-
de yoktur. Seyyah Pierre Gilles (16. yy) Fatih Camii civarında bu sütunu gördüğünden söz eder.
Gülhane Parkı'nın Sarayburnu yönünde bulunan ve Gotlar Sütunu(->) olarak tanınan bir abide de Bizans'tan günümüze kalmış bir başka dikilitaştır. Roma İmparatoru Marcus Aurelius' zamanında dikildiği rivayet edilir. Şehrin en eski sütunudur.
Sultanahmet ile Beyazıt Meydanı arasında uzanan caddenin (Divanyolu) bir kenarında yer alan ve semte kendi ismini veren Çemberlitaş(-») da diğer bazı dikilitaşlar gibi Romalılar devrinde kalma bir eserdir.
Kentte günümüze dek ulaşmayan bazı Bizans dikilitaşları daha vardı. İmparator I. Theodosius tarafından 380'de yaptırılan ve Tauri Forumu'nu süsleyen Theodosius Dikilitaşı muhtemelen bugünkü Beyazıt Meydanı'mn batısmdaydı. Bu sütundan günümüze birtakım kabartma levhalar gelebilmiştir. Bunlara da bugün Ba-yezid Külliyesi'ne dahil hamamın temellerinde rastlanmaktadır.
I. İustinianos'un heykelini taşıyan bir sütun ise Augusteon'un ortasında idi. 1350'de tamir edilen sütun 16. yy'da yandı. Bazı kaynaklarda sütunun kaidesinin Osmanlı döneminde (1650'lerde) hâlâ sağlam olduğu yazılıdır. Bu sütunun II. Teodosios döneminde dikildiği de iddia edilmiştir. Ayrıca I. Constantinus annesi Augusta Helena'mn adını ebedileştirmek amacıyla bir dikilitaş yaptırmıştı. Günümüze gelememiş olan bu dikilitaş hakkında bütün bilinen, Dafne Sarayı yakınlarında, Augusteion'da olduğuydu. (Ayrıca bak. Augusteion.) Augusteion'da bulunan günümüze ulaşmamış bir diğer sütun ise, kız kardeşinin İmparator I. Leon' un (hd 457-474) anısına Senato'nun karşısında yaptırmış olduğu dikilitaştır.
Eudoksia Sütunu(->), 403'te, şehir valisi Marcellius tarafından İmparator Arka-dios'un eşi Eudoksia'nın hatırası için dikilmiştir. Ayasofya'nın batısında, Senato' nün da önünde bulunan bir porfir sütun üzerindeki imparatoriçenin heykeli gümüşten yapıldığı için, Gümüş Eudoksia ismi ile tanınmıştı.
Sütunun üzerindeki Eudoksia'nın heykeli ancak VI. yy'a kadar yerinde kalabilmiş, İustinianos zamanında indirilerek yerine, İmparatoriçe Teodora'nın heykeli konulmuştur. Bununla beraber bu heykellerden hiçbiri günümüze kadar gelememiş, sadece mermer kaidesi 1848' de tesadüfen bulunmuştur. Kaide, halen Ayasofya Müzesi'ndedir.
Dostları ilə paylaş: |