I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə15/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   139

Bibi. S. Gerlach, Stephan Gerlachs dess Ael-teren Tage-Buch, Frankfurt, 1674, s. 208, 397; P. A. Kerameus, "Naoi tes Konstantinoupoleos kata to 1583 kai 1674.", Ho en Konstantinoupolei Hellenikos Philologikos Syllogos, XXVIII (1904), 118-145.

ZAFER KARACA



DİMİTRİOS (AYİOS) KİLİSESİ

Kuruçeşme'de, batı ve kuzeyde Kırbaş Sokağı, güneyde Alayemini Sokağı ile çevrelenen ve Kırbaş Sokağı'nda bulunan kilise, eğimli bir arazi üzerindedir. Kilisenin güney cephesi ile batı cephesi sokağa açıktır. Aynı adlı ayazma kuzeyinde, çan kulesi kuzeybatısında yapıya bitişiktir.

Bizans döneminden kaldığı kabul edilen kiliseyi 17. yy'da Kömürciyan, "imparator yapısı" olarak nitelenen ayazması ile birlikte "Ay'Dimitri" adıyla belirtir. III. Selim döneminde (1789-1807) yeniden inşası sırasında kubbesi çöken kilisenin örtüsü, Sadrazam Mehmed Paşa' nın emriyle, yakınında bulunan Ermeni kilisesinin tavanı örnek alınarak yenilenmiştir.

Kilisede naosun kuzey duvarında bulunan çeşmenin kitabesinde, 1820'de inşa edildiği, 1870'te genişletildiği belirtilmektedir.

Kilise, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Doğuda kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı apsis dışa çıkıntılıdır. Dışta iki yüzlü kırma çatı ile örtülü yapıda apsisin de örtüsü kırma çatıdır, içte ve dışta sıvalı olan yapı, kaba yönü taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Cephelerde tuğla sıraları ve devşirme malzeme görülür. Pencere kemerlerinin tuğla ile örüldüğü yapıyı saçak altında, üstü sıvalı iki düz silme arasında bir içbükey silme dolanır. Bazilikal plan tipindeki kilisede naos üç netlidir. Naos, doğusunda nefler hizasında içte yarım yuvarlak üç apsis, batısında kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı narteks ile sınırlanır. Nef ayrımı altışar sütunlu sıralar ile sağlanmıştır. Narteks üzerindeki galeri, yan nefler üzerinde kare biçiminde, orta nef üzerinde yarım daire biçiminde az çıkıntılıdır. Galerinin yan nefler üzerinde son sütunlar hizasına kadar uzanan çıkıntıları tavana kadar kapatılmıştır. Galeriye giriş, ayazmanın da girişi olan üstte kuzeybatıdaki geçiş mekânından sağlanmıştır.

Naosta nefleri sınırlayan sütunlar basık kemerlerle bağlanır. Sütunlar kare kesitli ahşap postamentler üzerindedir. Sti-

Kuruçeşme'deki Ayios Dimitrios Kilisesi'nin güneyden görünümü.

Yavuz Çelenk, 1994

lize edilmiş Korint tipi sütun başlıkları kartonpiyer tekniğinde yapılmıştır. Kilisenin örtü sistemi ahşaptır. Orta nef ve yan nefler beşik tonoz ile örtülüdür. Apsislerin örtüsü içte yarım kubbedir.

Yapının naosa açılan üç girişi narteks-tedir. Biri eksende, ikisi yanlarda ve simetrik olan girişlerden, eksendeki basık kemerli, diğerleri dikdörtgendir. Narteksin girişi batıda eksendedir. Yapının kuzey ve güneyinde yer alan karşılıklı beşer pencere aynı hizada, eş aralıklı, eş boyutlu ve yuvarlak kemerli açıklıklardır. Doğu ve batıda orta nef hizasında üstte bulunan karşılıklı üçer pencereden biri eksende ve dikdörtgen, ikisi yanlarda ve daire biçimindedir. Kilisenin apsisinde ve apsisin yanındaki duvarlarda ayin sırasında kullanılan litürjik malzemenin muhafaza edildiği yuvarlak kemerli nişler yer alır.

Kilisede naoson doğusunda üç nefi kapsayan ahşap ikonostasis ve kuzeydeki taşıyıcı sıranın doğudan dördüncü sütununa oturan ahşap ambon ile güneydeki sıranın doğudan üçüncü sütunu ö-nündeki ahşap despot koltuğu, oyma ve kabartma tekniğinde bitki motifleriyle bezelidir.



Bibi. Ayverdi, istanbul Haritası, 79; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 41.

ZAFER KARACA



DİNİ MUSİKİ

Musiki, İslamiyette türü ve icra biçimi yönünden dinleyende insani değerleri al-çaltıcı duygular uyandırıyorsa "lehv", yani "vakti boşa harcamak", hattâ "haram" sayılmış; ama manevi, yüce duygular u-yandırıyorsa "mubah", hattâ "helal" sayılmıştır. Bu yorumda, musikiyi icra edenler ile dinleyenlerin duyguları göz önünde tutulmuştur. Hz Muhammed de gerek "Ku-ran'ı güzel sesle süsleyiniz" hadisi, gerekse sesinin güzelliğiyle tanınan Bilâl-i Habeşî'yi müezzinlik ve ezan okumakla görevlendirmesi ile, musikinin İslamdaki yerini belirtmek istemiştir. Kuran okunurken uyulması gerekli kurallar bilgisi demek olan "kıraat" ve "tecvid" musiki ile iç içe oluşan bilgilerdir. Dinin bir başka yönü olan tasavvuf ise musikiyi "kişilik

terbiyesi" ve "kalp temizliği" için en etkili araç olarak kabul etmiştir. Böylelikle ortaya çıkan "dini musiki" doğuşu ve icra ediliş biçimi yönünden iki türe ayrılmıştır: Cami musikisi, tasavvuf yahut tekke musikisi (bak. tekke musikisi).

Cami musikisi temelde namaz ibadetiyle ilgili musikidir. En önemli özelliği yalnızca söz musikisi olmasındadır, bu musikide hiçbir saz kullanılmaz. Namaz vaktinin geldiğini bildiren ezan ile, temcid, münacaat, cenaze, cuma ve bayram salaları minarede icra edilen cami musikisi şekilleridir. Namaz sırasında imam ile müezzinin sağladıkları perde ve makam u-yumu farzdan önceki kamet, namazdan sonraki teşbihler, dua, mihrabiye de cami musikisinin namazla ilgili şekilleridir. Ayrıca, tekbir, salavat, mevlit, miraciye, tevşih, nât, muhammediye, mukabele gibi cami musikisi beste şekilleri ve türleri de vardır. Bunlar genellikle tek kişi tarafından okunur, sadece "cumhur müezzinliği" denen usulde toplu icra söz konusudur. Mevlit ilahileri ile teravih namazı a-rasmdaki ilahiler de toplu halde okunur.

istanbul Osmanlı döneminde hem halifeliğin, hem de islam dünyasının en ö-nemli bilim, kültür ve sanat merkezi olduğu için, cami musikisi en gelişmiş biçimine bu şehirde ulaşmıştır. Bu musikide besteli eserlerden çok, serbest, doğaçlama (irticali) icra önemli olduğu halde, İstanbul'da bu serbestlik bile bir sanat kuralına bağlanmış ve cami musikisinde çok değerli eserler bestelenmiştir. Bu bestecilerin en önemlileri Hatip Zâkirî Hasan Efendi ile Buhurîzade Mustafa It-rî'dir.

Hasan Efendi (ö. 1623) İstanbul'da, Edir-nekapı dışında, Sakızağacı'ndaki Halveti Tekkesi Şeyhi Nureddinzade Muslihiddin Efendi'ye (ö. 1571) derviş, sonra da tekkeye zâkirbaşı olmuştur. Aynı zamanda cami hatibiydi. Ama asıl ünü dini eserler bestecisi olmasından kaynaklanır. Beyati makamındaki cuma ve bayram salaları, ırak makamında nât, nühüft mersiye, rast ve uzzal teşbihler, pençgâh ve rast ilahiler günümüze gelebilmiş eserleridir. Dil-keşhâveran sabah salası, hüseyni cenaze salası, segah salât-ı ümmiye ve ırak temcidin Itrî'ye ait olduğu söylenmekle birlikte, Subhi Ezgi bu eserlerin de Hatib Zâkîrî'nin olduğu görüşündedir.

Itrî (ö. 1712) ise yalnız dini değil, dindışı Türk musikisinin de en parlak beste-cilerindendir. Segah Mevlevî ayini, rast nât, maye salât, nühüft durak ve tevşih, neva kâr, dügâh beste, segah yürük semai gibi erişilmez güzellikteki eserleri bir yana, sadece segah bayram tekbiri bile Itrînin bestecilik gücünü göstermeye yeter. Sabah ezanının dilkeşhâveran, saba, dügâh; öğle ezanının saba, hicaz, şehnaz; ikindi ezanının uşşak, hüseyni; akşam e-zamnın segah; yatsı ezanının da rast yahut uşşak makamlarından okunması kuralına bağladığı, özellikle teravih nama-zındaki rast, uşşak, saba, eve, acemaşiran sıralamasını düzenlediği kaydedilen Itrî cami musikisinin en önemli temsilcisidir.

DİNİ MUSİKİ

58

59

DİONİSİOS

Besteli cami musikisi eserlerinden saba makamındaki mahfel sürmesinin hayatı hakkında hiçbir bilgi elde edilemeyen Gülşenî Şeyhi Abdülganî Efendi'nin (18. yy.) eseri olduğu tahmin edilmiştir. Şaheser denilebilecek bir eser olan saba teşbihin de Gülşenî Abdülganî'ye yahut gene Gülşenî şeyhi olan büyük besteci Ali Şirüganî'ye ait olduğu tahmin edilebilir.

Türk dini musikisinin en uzun beste şekli ve en uzun eseri Kutb-ı Nâyî Osman Dede'nin Miraciye'siâir. Peygamberin miracını konu alan bu eser "bahr" denilen beş bölüme ayrılmıştır. Bu bölümler güfteleri Mevlana ile Nasuhî'ye ait, değişik makamlarda tevşihlerle başlayıp besteciye ait güftelerle devam eder. Eserde pek çok makam geçkisi kullanılmıştır. Subhi Ezgi'nin notayla tespit ettiği Mira-ciy&nin neva ve hüseyni bahirlerindeki on sekiz mısranın bestesi unutulmuştur. Kazasker Abdülbâkî Arif Efendi'nin bestelediği Miraciye'nin. de tamamı unutulmuştur. Miraciye zor bir eser olduğundan, geçmişte de sık sık okunmamıştır. En çok okunduğu yerler Üsküdar'da Hü-daî ve Nasuhî dergâhlarıydı, istanbul'da miraciye okumakta ün kazanmış kişiler arasında Üsküdarlı Dellâl Şeyh Osman Efendi (ö. 1878), Şeyh Sırrı Efendi (ö. 1878), Nuruosmaniye müezzini Şeyh Hulusi Efendi (ö. 1898), Aziz Mahmud Hü-daî Âsitanesi Şeyhi Ruşen Efendi, Yeni-kapı Mevlevîhanesi kudümzenbaşısı Hü-sameddin Dede Efendi en başta gelenlerdir. Son dönemlerde Aksaray Valide Camii müezzini Hasan Efendi, Hopçuza-de Şakir Çetiner, Albay Selahattin Gürer ve Nail Kesova bu büyük eseri geleneksel tavrıyla okuyabiliyorlardı. Cami musikisinde, miraciye dışında "regâibiye", "nevrûziye", "iydiye", "berâatiye" ve "mevlidiye" gibi, kutsal gün ve gecelerde okunmak üzere bestelenmiş eserlerin varlığından söz edilirse de bu eserlerin elde örneği yoktur.

Cami musikisinin beste şekillerinden biri de mevlittir. Türk edebiyatının en ünlü dini eseri olan Mevlid'i Bursa Ulu-cami'de imamlık ettiği için musikiye aşina olduğuna kesin gözüyle bakılabilecek olan Süleyman Çelebi'nin (ö. 1422) bestelediği düşünülebilir. Daha sonraki dönemlerde başka mevlitler de bestelendiği bilinmektedir. Sinaneddin Yusuf Çelebi ve Bursalı Sekban adlı iki mevlit bestecisinden söz edilirse de bu konuda kesin bir bilgi elde edilememiştir. Besteli mevlit ise tamamıyla unutulmuştur. Ancak, bugün çargâh-saba, hicaz-şehnaz, rast, uş-şak-beyati, hüzzam-segâh, muhayyer-ta-hir gibi gelenekselleşmiş bir ana makam sıralamasıyla okunmakta olan mevlitte eski besteli mevlidin etkisi ve izleri olduğu düşünülebilir. "Salâf'lı ve "Hay Hay" terennümlü iki ayrı mevlit bestesi son zamanlara kadar bilinmekteydi. Koca-mustafapaşa Âsitanesi'nde yakın zamanlara kadar bu "Hay Hay"lı mevlit okunurdu. Hüdaî Âsitanesi'nde de besteli mevlit okuma geleneği vardı. Miraciye gibi bes-

teli Mevlid de ancak çok meraklı musiki-cilerce öğrenilmiş, halka çok yayılmamıştır, istanbul'da besteli Mevlid'i bilenler daha çok tekke musikicileri arasından çıkmıştır. Bedevî Şeyhi Ali Baba, Balat Sünbülî Dergâhı Şeyhi Kemal Efendi, Hüdaî Şeyhi Ruşen Efendi, Hüdaî Zâkir-başısı Şeyh Mehmed Efendi (Paşa Meh-med), Mutafzade Ahmed Efendi bunlardan birkaçıdır. Son dönemde Hafız Kemal Batanay da Mevlid'i bestelemiştir. Sadettin Kaynak'm da mevlit bestesi olduğundan söz edilirse de böyle bir eser ortaya çıkmamıştır.

Mevlit okunmasında bilinen tavır cilan bestesiz, serbest okuyuşta istanbul' un en önde gelen mevlithanı "Said Paşa imamı" diye anılan Hasan Rıza Efendi" dir (ö. 1889). Mehmed Akifin Safahat' ında yer verdiği Rıza Efendi, Mutafzade Ahmed Efendi'nin öğrencisiydi. Çok güzel mevlit okumasının yamsıra, ilahi ve mersiye okumakta, bir de Kuran kıtaatında üstattı. Beylerbeyi Camii hatibi Rifat Efendi, Selimiye Camii hatibi Şeyh Ömer Efendi, zâkirbaşı Hacı ibrahim Efendi, Şemsi Efendi, Hopçuzade Hacı Şakir Efendi aynı dönemin ünlü mevlithanlarıydılar. 1700'lü yıllarda İstanbul'un en ünlü mevlithanları arasında Emir Buharî Camii hatibi hattat ve şair Hafız Şühûdî Mehmed Efendi, Beşiktaş Sinanpaşa Nak-şîbendi Tekkesi Şeyhi Mustafa Rızaed-din Efendi, Zeyrek Cami müezzini Hüseyin Dede (ö. 1718), âmâ Şeyh Halil Efendi, Çalakzade Şeyh Mustafa Efendi ve Sultan imamı Hacı Mustafa Efendi (ö. 1720) ile oğlu Nizameddin Efendi (ö. 1737) sayılabilir.

Son dönemin ünlü mevlithanlarının başında Hafız Sami (1874-1943) gelir. Sultan Selim Camii imamı Hafız Hasan Efen-di'den hıfzım tamamlayan, Bolahenk Nuri Bey ile Bestenigâr Ziya Bey'den musiki öğrenen Sami Efendi Halıcıoğlu Topçu Okulu ile Galata Camii'nde imamlık etmiş, Fatih ve Bayezid camilerinde de mukabele okumuştur. Yeğenleri olan, Şişli Camii imamlarından Hafız Cevdet Soy-danses ile Necati Soydanses de üstat o-kuyuculardır.

II. Abdülhamid (1876-1909) ile V. Mehmed (Reşad) döneminde (1909-1918) "Mevlidhan-ı Şehriyârî" (Sultan mevlithanı) unvanını taşıyan Boyabatlı Mustafa Şevki Efendi de (ö. 1936) Hafız Sami gibi Sultan Selim Camii imamının öğrenci-lerindendir. Son dönemin bir başka ünlü mevlithanı Süleymaniye Camii Başmü-ezzini Hafız Kemal'dir. Nâthan ve mersi-yeci Cerrahpaşalı Hafız Kemal Efendi'den ayırmak için "Büyük Kemal" diye anılan Kemal Efendi (ö. 1939) çok sanatlı ve vakarlı bir tavırla okurdu. Daha çok doldurduğu plaklarla üne ulaşan Hafız Burhan Sesyılmaz da (1897-1943) mevlit o-kumakta çok başarılıydı.

Bugün hayatta olmayan Mecit Sesigür, Esat Gerede, Ali Gülses, Hüseyin Sebilci, Hafız Aşir Efendi, Ağa Camii imamı Hafız Rıza Efendi, Yeraltı Camii imamı Ali Üsküdarlı ile, özellikle geleneksel is-

tanbul tavrı içinde mevlit okumasıyla tanınan Kenan Rıfaîzade Kâzım Büyükak-soy istanbul'un en tanınmış mevlithanla-rındandır. Günümüzde de Zeki Altun, Kani Karaca, H. ibrahim Çanakkaleli, Fevzi Mısır, Aziz Bahriyeli, Mahmud Hataylı, Hüseyin Top, Kemal Erdağ gibi değerli mevlithanlar vardır.

Mevlit törenlerinde mutlaka Kuran da okunur. Adları geçen mevlithanlar aynı zamanda değerli birer Kuran okuyucu-sudur. Cami musikisinin temeli olan Kuran kıraatında bu mevlithanlardan başka, İstanbul'da son dönemlerde önde gelen Kuran okuyucuları arasında Üsküdar Kaptanpaşa Camii imamı Ahmed Nazif Efendi (ö. 1931), Selimiye Camii imamı besteci Hoca Fehmi Efendi (ö. 1942), Hünkâr İmamı Ahmed Niyazi Araş (ö. 1945), besteci Enderunlu Hafız Hüsnü Efendi, Ağa Camii imamı Rahmi Şenses, Nuruosmaniye Camii imamı Akkuş, Hey-beliada Camii imamı Ahmed Hızal, Süleymaniye Camii başmüezzini besteci Şevket Efendi, Bayezid Camii imamı Hendekli Abdurrahman Gürses gibi adlar sayılabilir, istanbul'da bu şehre özgü bir Kuran okuma tarzı vardır. Bu tarz "Yusuf Efendizade mesleği" diye anılır, istanbul'da Kuran okumak gibi farz olan bir ibadet bile sanatın ince zevk imbiğinden geçirilerek estetik bir yüceliğe ulaştırılmıştır.

Dini musiki cami ve tekke musikisi diye ikiye ayrılırken bu ayrımın kesin sınırları olmadığı gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Sözgelimi ilahiler dini musikinin her iki dalında da kullanılan bir beste şeklidir. Aynı şey mersiye için de geçerlidir. Türk dini musikisinde mersiye özellikle imam Hüseyin ile Kerbela şehitleri için yazılmış ve okunmuştur. "Ehl-i Beyt" sevgisini dile getiren bu eserler daha çok Allah'a sevgi ile ulaşma yolu cilan tasavvuf çevrelerinde, tekkelerde yayılmışsa da camilerde de okunmuştur. Beylerbeyi Camii imamı Hafız Hamdi, Üsküdar Yeni Cami Başmüezzini Hasan Tevfik, Cerrahpaşa Camii hatibi Hafız Kemal (ö. 1943), Mollagüranili Münib (ö. 1890), Aksaraylı âmâ Hafız Hasan, zâkirbaşı Yaşar Baba, Üsküdarlı Siyahî Ahmed, Şehremini Camii imamı Niyazi (ö. 1927) efendiler hem tekkelerde, hem de camilerde okudukları mersiyelerle istanbul'da tanınmışlardı. En son mersiyehan Hüseyin Sebilci'ydi (ö. 1975). Onun öğrencilerinden Celal Yılmaz ile Arif Hikmet Gök bugün mersiye tavrını başarıyla yaşatmaktadırlar.

Camilerde cuma ve bayram namazları öncesinde okunan nâtlar da hem tekke, hem cami musikisinde kullanılır. Aynı nât hem camide, hem Mevlevî ayini öncesinde, hem de tekkelerde "ism-i celâl" zikri sırasında okunabilir. Cami ve tekke musikilerini kapsayan dini musiki en gelişmiş biçimine İstanbul'a erişmiş, istanbul'da zenginleşmiş ve istanbul'dan bütün ülkeye, hattâ ülke sınırlarını aşarak islam ülkelerine kadar ulaşmıştır.

ÖMER TUĞRUL INANÇER



DİNO, ÂBİDİN

(23 Mart 1913, İstanbul - 7Aralık 1993, Paris) Ressam ve heykeltıraş.

Çocukluğu isviçre ve Fransa'da geçti. 1925'te ailesiyle istanbul'a döndü. Robert Kolej'de okudu. Resme olan ilgisi yüzünden öğrenimini yarım bıraktı, ilk çalışmaları 1931'de Artist dergisinde yer aldı. 1933'te sanatçı arkadaşlarıyla D Grubu' nu(-0, 1939'da da Liman Grubu'nu kurdu. 1934'te sinema öğrenimi için Sovyetler Birliği'ne gitti. 1937'ye kadar kaldığı bu ülkede bir de film çekti. 1938'de İstanbul'a döndükten sonraki çalışmaları yine desen, karikatür, resim ve seramik alanlarında oldu. 194l'de siyasal görüşleri yüzünden Adana'ya sürgüne gönderildi. Sürgün bittikten sonra 1945'te eşiyle birlikte yerleştiği Ankara'da ancak altı yıl kadar kalabildi. Sanatsal çalışmaları üzerine giderek artan baskılar onu 1951'de Roma'ya, ardından da Paris'e gitmeye zorladı. 1952'de İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi'ndeki görevinden ayrılan eşi Güzin Dino ile birlikte kesin olarak Paris'e yerleştiler. 1952'den sonra başta Paris olmak üzere, Avrupa'nın hemen bütün ülkelerinin sanat merkezlerinde, ayrıca Cezayir, New York ve California'da çeşitli sergiler açtı, karma sergilere katıldı, müzelere yapıtları alındı. Değişik dönemlerde Fransa Plastik Sanatlar Birliği şeref başkanlığı ve New York Dünya Sergisi sanat danışmanlığı yaptı.

Çağdaş Türk sanatının en verimli, en ilginç kişilerinden biri olan Dino, yalnızca resim dalında değil, heykel, desen, karikatür, seramik gibi plastik sanatların değişik alanlarında sayısız ürünler verdi. Yazınsal yeteneğini birçok kitapla kanıtladı.

Dino'nun sanat serüveni boyunca kesin olarak bağlandığı bir akım olmamıştır. Kübizmden sürrealizme, toplumsal gerçekçilikten soyut sanata dek geniş bir yelpaze içinde farklı akımlar Dino'nun değişime açık yapısı üzerinde onun kişisel ilgisine göre birtakım tortular bırakmıştır.

Dino'nun birçok yaratı alanlarım kapsayan çalışmalarında istanbul onun vazgeçemediği ilham ve yorumlama kaynaklarından biriydi. Ayasofya'nm dünyanın gizli merkezlerinden biri olduğuna inanan sanatçı, 1930'lardan itibaren Sultanahmet'i, Beyazıt Meydam'm, Galata Ku-lesi'ni, İstanbul sokaklarını, Pera'yı kendine özgü çizgileriyle gerçekçi bir tarzda yorumladı. Dino'nun genelde siyah-be-yaz olarak çizdiği istanbul temalı desenlerinde görülen çizgi kıvraklığı, sanatçının hat sanatıyla olan yakınlığını gösteren coşkulu bir yapıya sahiptir. 1960'larda "Adalar" dizisinde yoğun olarak renk kullanmaya başlayan Dino'nun Yaşar Kemal' in Deniz Küstü romanını konu alan çalış-malarındaysa, İstanbul şehrinin güncel yaşamı açık ve özlü bir biçimde ortaya çıkar.

Dino'nun resimlerine konu olan istanbul çoğu kez ölçülerini yitirmiş bir iç dünyanın, özlemlerin, kavuşamamanın dışa-

Âbidin Dino'nun "Adalar" dizisinden suluboya bir tablosu, 60x43 cm, 1960'lar, Kile Sanat Galerisi Koleksiyonu (üstte) ve kendisi (yanda). Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi(üst), Ara Güler (yan)

vurumudur. Gerçekçi görüntüleri fantastik düşler ve erotik çağrışımlarla birlikte ele alan sanatçı için İstanbul şehrinin tarihsel ve güncel anaforu araştırılması gereken bir gizdi. Uygulayıcısının Metin Deniz olduğu ve Dino'nun "Eller" çeşitlemelerinin bulunduğu bir anıt Şişli Belediyesi tarafından 1993'te Maçka'da, Demokrasi Parkı'nm karşısına dikildi.

Paris'te ölen Dino, vasiyeti üzerine istanbul'da Aşiyan Mezarlığı'na gömüldü. NECMI SÖNMEZ

DİOMSİOS (Bizantionlu)

Yaşadığı dönem tam olarak bilinmeyen Bizantionlu Dionisios, Boğaziçi(-») bölgesi ve Byzantion(->) şehrinin büyük bölümü hakkında yazılmış önemli bir kaynak olan Anaplus Bosporu (Boğaziçi'nde Yolculuk) adlı yazmaların yazarı olarak kabul edilir.

Söz konusu elyazmalarmın ne zaman kaleme alındığına ilişkin açık bir bilgi yoktur, fakat büyük olasılıkla, Bizantion'un henüz Konstantinopolis olmadığı zaman-

larda, MÖ 2. ya da 3. yy'da yazılmıştır. Yazmalar, 16. yy'da yaşamış Fransız seyyah Pierre Gilles tarafından Latinceye çevrilen tam metin sayesinde fark edilmiş fakat, çevirinin dayandığı orijinal yazmalar, Gilles'in ölümünden (1555) sonra kaybolmuştur.

Bizantionlu Dionisios eserinde, Haliç kıyılarının ayrıntılı bir tasvirini yapmış, ayrıca şehrin kuzey kısımlarını, Boğaz'ın Avrupa ve Asya kıyılarını, Angulus St. De-metrii'den (Sarayburnu) başlayarak Hal-kedon'a (Kadıköy) kadar tek tek anlatılmıştır. Yazmada, denizden görülebilen yaklaşık 150 kadar tapınak ve diğer binalara değinilmiştir.

Anaplus Bosporu, Boğaz'ın ve şehrin kuzey bölümlerini en ayrıntılı biçimde anlatan başlıca coğrafya kaynaklarından biri olmakla beraber, yazarın açıkça görülen antikite eğilimi yüzünden, dikkatli biçimde kullanılmalıdır.

Bibi. Dionysii Byzantii Anaplus, (R. Günge-rich tarafından yayımlandı), Berlin, 1958.

ALBRECHT BERGER



DİPLOKİONİON

60

61

DİRİMTEKİN, FERİDUN

DİPLOKİONİON

Bugünkü Beşiktaş'ta Barbaros Hayred-din Paşa Türbesi'nin(->) bulunduğu yerde olduğu sanılan Bizans sütunları.

Bu yapıya ilk kez, 10. yy'da yazılmış belgelerde değinilmiştir. O dönemde, Ze-ukta Kionia (Bağlantılı Sütunlar) diye adlandırılıyorlardı. 12. yy'dan kentin Osmanlılara geçmesine kadar (1453) ise, Diplo-kionion (Çift Sütunlar ya da Çifte Sütun) olarak anıldı.

12. yy'da yıkılmış olan Ayios Mamas Sarayı'nın(-0 bir parçası olduğu düşünülen Diplokionion, Cristoforo Buondel-monti(->) tarafından 1420'de yapılan bir haritada yer almaktadır. Semavi Eyice bu haritada çifte sütunun Galata'nın kuzeyinde gösterildiğini söyleyerek, yerlerinin Fındıklı ile Ortaköy arasındaki sahil şeridinde herhangi bir mevki olabileceğini belirtir. Orijinali 1480'lerde hazırlanan Vavassore Panoraması'nda tek sütun olarak resmedilmiştir. Fransız seyyah P. Gilles tarafından yazılan fakat ölümünden altı yıl sonra (1561) ortaya çıkan kitapta ise, söz konusu iki sütunun bir deprem sonucu yıkıldığı ve kalıntılarının Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi'nin temelinde kullanıldığı öne sürülür.



Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 471-

472; A. Berger, Untersuchungen zu den Pat-



ria Konstantinpoleos, Bonn, 1988, s. 700-701.

ALBRECHT BERGER



DİREKLERARASI

Şehzadebaşı'nda, bugünkü Vezneciler Caddesi'nin Vezneciler ile ibrahim Paşa Mescidi'nin arasındaki bölümünde oluşan 19- yy'm önemli eğlence merkezi.

Bizans döneminde önemli caddelerin kavşak noktası olan bu yerin adı Filadel-fion'du. O yıllarda Halkun Tetrapilon ve Sintetos Kion anıtları da buradaydı. Osmanlı döneminde ise 19. yy'a kadar yeniçerilerin gezi yeri olan Direklerarası'nın a-dı, caddenin sağındaki Damat ibrahim Paşa Külliyesi'ne(->) gelir sağlamak için yaptırılan kagir dükkânların önündeki mermer sütunlu revaklardan gelmektedir. Buradaki "direkler" 1910'da elektrikli tramvay hattının yapımı sırasında yıkıldıysa da Direklerarası adı burası ve yakın çevresi için uzun yıllar kullanıldı.

Direklerarası'nın istanbul'da modern tiyatronun kuruluş ve gelişmesinde çok önemli bir yeri vardır. Ancak Direklerarası'nın asıl eğlenceleri, hemen her geniş kahvehanede ve çayhanede ramazan a-yında sergilenen Karagöz, meddah, hokkabaz ve kukla ile pehlivan güreşleri hattâ at canbazhğıydı. Daha sonra bunlara saz toplulukları da eklendi. Hattâ uzun süre Direklerarası'nda kantocular da önemlerini korudular.

Güllü Agop'un(->) II. Abdülhamid'den Türkçe suflörlü oyun oynama tekelini almasından sonra bazı oyuncular suflörsüz oyunlar oynamaya giriştiler. Böylece daha sonra adına tuluat tiyatrosu denecek olan ve Kavuklu Hanıdi, Abdürrezzak, Küçük ismail, Şevki ve Kel Hasan gibi büyük

oyuncuların kurduğu topluluklar oyunlarını özellikle ramazan geceleri Direklerarası'nda kiraladıkları büyük kahvehane biçimindeki salonlarda ve hemen o günlerde yaptırılan ve daha çok kiralayan grupların adıyla anılan tiyatro salonlarında sergilemeye başladılar. 1880'lerde Şems Tiyatrosu, Mınakyan Tiyatrosu ve Benli-yan Kumpanyası gibi dönemin önde gelen toplulukları da burada temsiller verdi. Direklerarası'nda oyunlar önceleri kıraathanelerde oynanıyordu. 1880'den sonra çeşitli tiyatro binaları yaptırıldı. Bunlar Beyazıt yönünden gelirken solda üç ve sağda iki olmak üzere toplam beş taneydi. Ferah, Turan, Milli, Felek ve Hilal sinemaları da buradaydı. Mustafa Gökmen, adlan değişerek de olsa burada film gösterileri yapmış tam 18 sinema adı vermekte, Metin And ise yalnızca 1908-1923 arasında, Vezneciler'de (ve Şehzadebaşı'nda) faaliyette olan şu tiyatro binalarını saymaktadır: Meşrutiyet Tiyatrosu, Kagir Tiyatro, Sanayi-i Nefise Mektebi Tiyatrosu, Sahne-i Musiki-i Os-mani Tiyatrosu, Bizans Tiyatrosu, istanbul Tiyatrosu, Küçük Kagir Tiyatro, Fev-ziye Kıraathanesi (onarılarak önce Em-peryal Tiyatro, sonra Milli Sinema), Şark Tiyatrosu, Millet Tiyatrosu, Ferah Tiyatrosu, Malul Gaziler Millet Tiyatrosu. Elektrikle aydınlatma istanbul'da 1908'den sonra başladığı için, II. Meşrutiyet öncesi bu tiyatrolar, gaz kokusu, sigara dumanı ve kötü havalandırmanın sonucunda gayet sağlıksız, çoğu da küçük sahnelere sahip ve dar koltuklarla dolu yerlerdi. II. Meşrutiyet sonrasında Sahne-i Heves, Sanayi-i Nefise Tiyatrosu, Mürebbi-i Hissiyat, Burhaneddin Tiyatrosu, Darü't-Temsil-i Osmani gibi topluluklar Direklerarası'nda kurularak gelişti, daha sonra

Direklerarası'nın 19- yy'daki görünümü. Gözlem Yayıncılık Fotoğraf Arşivi

Şehir Tiyatroları'na dönüşecek olan Da-rülbedayi-i Osmani de burada kuruldu. Cağaloğlu'nda kurulan Darü'l-Elhân(->) da Direklerarası'na taşınmış ve burada konserler vermiştir. Naşit Tiyatrosu, temsillerini uzun yıllar Turan Sineması'nda sürdürdü. 1924'ün ünlü "Ferah Sezonu", Muhsin Ertuğrul yönetiminde Darülbeda-yi'den ayrılan sanatçılarla Direklerarası'n-daki Ferah Sineması'nda gerçekleşti. 1931' de Raşit Rıza (Samako), Nurettin Şevka-tî, Ertuğrul Sadi Tek, Vedat Örfi (Bengü) ve arkadaşları ünlü Fevziye Kıraathane-si'ni kiralayarak temsiller verdiler.

İstanbul'un gece yaşamının Beyoğlu tarafına kaymasıyla Direklerarası eski canlılığını yitirdi. Buradaki salonlar birer birer kapandı, yakın zamana kadar çalışan sinemalar biri dışında iş hanına dönüştü.

Direklerarası, birçok edebiyat yapıtına konu ya da esin kaynağı olmuştur. Çünkü burası yalnızca gösterilerin sergilendiği bir yer değildi, her ramazan ayında yenilenen küçüklü büyüklü tiyatrolarıyla, çeşitli eşya ve aktar malzemelerinin satıldığı dükkânlarıyla Direklerarası bir "piyasa mahalli" halini alırdı. Yayalardan başka caddeyi paytonlar doldurur, trafik tıkanır, paytondan paytona ya da yayalardan paytonlardaki kadınlara göz sü-züşler, söz atışlar olur, semt özellikle akşamüstleri bir bayram yeri görünümünü a-lırdı. Direklerarası'nın bu hali Recaizade Ekrem'in Araba Sevdastnda, Çankırılı Hacı Şeyhoğlu Ahmet Kemal'in Görüp İşittiklerim'inde ayrıntılı olarak anlatılmış, ayrıca Mithat Cemal Kuntay'ın Üç istanbul'unun da bir bölümünün fonunu oluşturmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar da Da-rü't-Ta'lim Kıraathanesi'nde tanıdığı tiplerden bir kısmını Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanının kahramanları a-

Direklerarası'nın ünlü

kantocuları



Dondurmacı

oyununda.

(Soldan sağa:

Naşit Özcan,

Şamram,

Küçük Virjin,



Mari, Aventia,

Amelya,


Bardbesyan

Virjin.


Tuğrul Acar

fotoğraf arşivi

rasına katmıştır. Refik Erduran Direklerarası'nın iç dünyasını yansıtan Direklera-rasında adlı müzikli bir oyun yazmış, müziklerini de Arif Erkin yapmıştır.

Direklerarası'nın eğlence yaşamının dışında, istanbul entelektüel çevresinde de bir ağırlığı vardı. Buradaki bazı kahvehaneler ve çayhaneler, devrinin önemli şair ve yazarlarının sürekli buluştukları yerler olmuştu. Fevziye Kıraathanesi'nde, Tatyos Efendi ile Vasilaki'nin yönettiği fasıllara birçok ünlü saz sanatçısı katılmış, Hacı Reşid'in çayhanesine Muallim Naci, Ahmed Mithat Efendi, Nabizade Nazım ve Ahmed Rasim; yerine açılan Mersin Efendi'nin dükkânına Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu ve Mustafa Sekip Tunç; Hacı Mustafa'nın çayhanesine Mehmed Akif Ersoy, Neyzen Tevfik, Ibnülemin Mahmud Kemal sık sık gitmiş, Ali Baba Çayevi, Şule Kıraathanesi, Acemin Kahvesi ve Yavrunun Kahvesi de 1960'lara kadar gene tanınmış kimselerin gittiği yerler olmuştur. Burada uşak arayan zenginlerin başvurduğu ve lonca disipliniyle çalışan Uşaklar Kahvesi de vardı.

Direklerarası'nın hemen aynısı ama bir minyatürü o yıllarda Cerrahpaşa Avrat Pa-zarı'nda da kurulmuştu. Kiremit çatılı "direkler"! bulunan revaklar 1905'te kaldırılarak dükkânları sokağa çıkarılan küçük Direklerarası'nda dört bahçeli kahvehane, bir tatlıcı, iki bakkal ve bir manav vardı.



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin