I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə18/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   139

DİVANHANELER

70

71

DİVAN-I HÜMAYUN

K5^gsassaKfeagBraittMiiıiı.tıv-fflam^*asBe^^ u < ııiM»ıı«n^«mMEMi

Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'mn divanhanesi, H. Catenacci'nin bir deseninden gravür, 19. yy.

Ayşe Yetişkin Kubilay koleksiyonu

baroğunun olgunluk çağı olan 18. yy'ın sonlan ile 19. yy'ın birinci çeyreğinde, Batı'daki barok mimarinin belirleyici özelliklerinden olan beyzi (eliptik) mekân eğilimi istanbul'da birçok sivil mimari eserinde divanhanelerin tasarımında karşımıza çıkmaktadır. Bu tür örneklerin çoğunda divanhane sofalarında dikdörtgen yerine beyzi planın tercih edildiği, daha az sayıda örnekte ise kareden daireye geçildiği gözlenir. Sofanın üst katta yer alması halinde, söz konusu mekânlar, çatı altında gizlenen, bağdadî tekniğinde, basık beyzi kubbelerle taçlandırıl-makta, kubbe merkezine oturtulan beyzi bir göbekten kubbe eteğine doğru gelişen ışınsal süslemeler üstyapıya göz alıcı bir nitelik katmaktadır.

Topkapı Sarayı'nda, Sarayburnu sahilinde 1790'dan az önce inşa ettirildiği anla-

şılan Şevkiye Köşkü'nün(->) divanhanesi, büyük bir ihtimalle bu türün ilk örneğidir, istanbul'daki diğer hanedan yapılan arasında, Bebek sırtlarmdaki Nisbeti-ye Kasrı(->) (18. yy'ın sonları), Acıbadem' deki Hünkâr imamı Köşkü(->) olarak tanınan av köşkü (III. Selim veya II. Mah-mud dönemi), Kâğıthane'deki Çadır Köşkü^) (1809-1816), Üsküdar-Şemsipaşa' daki Şerefâbâd Kasrı(-0 (1816) ve Topkapı Sarayı'ndaki Gülhane Kasrı(->) da (II. Mahmud dönemi) beyzi sof alı divanhaneler barındırmaktadır. Aynı özellik Çengelköy'deki Sadullah Paşa Yalısı(->) (18. yy'ın son çeyreği), aynı semtin sırtlarmdaki Köçeoğlu Köşkü(->) (1800 civarı), Beylerbeyi'ndeki Hasib Paşa Yalı-sı(->) (II. Mahmud dönemi) ve Kanlıca'da-ki Prenses Rukiye Yalısı(->) (19. yy) gibi yapılarda da bulunmaktadır.

Acıbadem'deki Hünkâr İmamı Köşkü'nün divanhane restitüsyonu. Eldem, Köşkler ve Kasırlar

II. Mahmud döneminin (1808-1839) sonlarına kadar Osmanlı sivil mimarisi, Batı'dan gelen birçok etkiyi kendine özgü bir yorumla bünyesine dahil edebilmiş, tasarımda olduğu gibi mekânların iç düzenlemesinde, cephelerde, mimari ayrıntılarda ve süsleme programında özgünlüğünü koruyabilmiştir. Abdülmecid' in cülusundan (1839) itibaren bu özgünlüğün büyük ölçüde yitirildiği, mimaride, önceleri Batı neoklasisizminden, Ab-dülaziz (1861-1876) ve II. Abdülhamid (1876-1909) dönemlerinde ise yine Batı kaynaklı eklektizmden aktarılan çözümlerin tercih edildiği görülür. Yine de yapıların iç ve dış görünümlerine egemen o-lan bu "yabancı" havanın gerisinde, Tanzimat devri sivil mimarisinde merkezi so-falı ve eyvanlı divanhane geleneğinin â-deta gizliden gizliye yaşatıldığı fark edilir.

Tanzimat devri yapılarından verilebilecek örneklerin başında Abdülmecid'in yaptırdığı Dolmabahçe Sarayı(->) (1855) gelmektedir. Söz konusu sarayın harem ve selamlık kanatlarında, bir cephesi denize, diğer cephesi arka bahçeye açılan birçok sofa-divanhane teşhis edilebilir. Asıl mekân tasarımını algılamaya engel olan Batı kökenli yoğun süslemeye rağmen, dikkat edildiğinde, bu şatafatlı bölümlerin, merkezi sofalı ve eyvanlı "zülvec-heyn" divanhaneler oldukları göze çarpar. Bu arada sarayın en büyük ve en yüksek birimi olan, bayram sabahları hünkârın, Topkapı Sarayı'ndan getirilen altın tahta oturarak tebrikleri kabul ettiği muayede salonu, Tanzimat devri Osmanlı saray mimarisinin ürettiği en ihtişamlı divanhane olarak kabul edilebilir. Ayrıca Abdülaziz'in yaptırdığı Beylerbeyi Sarayı(->) (1865), Yıldız Sarayı'ndaki(-*) Büyük Mabeyn Köşkü (1866) ve Çırağan Sarayı(-») (1871), ayrıca yine Tanzimat devri yapıları olan, Salıpazarı ve Arna-vutköy'deki Çifte Saraylar, Ortaköy'deki Fatma Sultan Sarayı, V. Murad'ın Kurba-ğalıdere'de ve Kayışdağı yolunda bulunan köşkleri, geleneksel sofa-divanhane tasarımının görülebildiği örneklerdir. Bunlar arasında Yıldız Sarayı'nın Büyük Mabeyn Köşkü'nün zemin katında, divanhane eyvanlarından biriyle bağlantılı olan havuzlu ve selsebilli salon, su öğesinin Osmanlı saltanatının son günlerine kadar divanhane tasarımında canlı tutulduğunu kanıtlamaktadır. Sarayların yanısı-ra, Horhor'daki Subhi Paşa Konağı(-») gibi birtakım kagir Tanzimat devri konaklarında da geleneksel divanhane şemasının yaşatıldığı gözlenmektedir. Bibi. M. Refik, "Arz Odası", TOEM, V (1332" 110-116; R. E. Koçu, "Arz Odası", ISTA, II, 1078-1082; Koçu, Topkapu Sarayı, 69-72; Eldem, Plan Tipleri, 31-214; Ayverdi, Fatih IV, 715, 736-755; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I; Eldem-Akozan, Topkapı Sarayı; Eldem, Türk Evi; S. Eyice, Topkapı Sarayı, ist., 1985, s. 16-17; ay, "Arz Odası", DÎA, III, 445-446; G. Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power-The Topkapı Palace in the Fifteenth and Sixteenth Centuries, New York, 1991, s. 53-69; S. H. Eldem, Boğaziçi Yalıları-Rumeli Yakası, I, İst., 1993.

M. BAHA TAKMAN



DİVAN-I ÂLİ CAMÜ

bak. GEDÎKPAŞA CAMÎİ



DİVAN-I ÂIİ SOKAĞI SARNICI

Beyazıt-Çarşıkapı civarında, Divanyolu yakınında, Divan-ı Âli Sokağı'nda bulunan bu sarnıç, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi'nin hemen doğusundadır. Bugün sadece bir kısmı görülebilen sarnıç, bir işyerinin zemin katında koruma altına alınmış durumdadır.

Sarnıç düzgün dikdörtgen planlı, 23,95x 16,70 m ölçülerindedir. Örtü sistemini dörderli, altı destek sırası taşıyordu. Mam-boury'nin 1935'teki incelemeleri sırasında, kuzey ve güney bölümleri hemen hemen tavan seviyesine kadar toprak ve molozlarla doluydu. Sarnıcın orta kısmında ise sütun gövdeleri yarılarına kadar toprağa gömülmüşlerdi. Destek olarak sütun kullanılmışsa da bunların bir kısmı, üzerindeki yükü kaldıramayacakları düşünülerek sonradan çimentolanarak bir zarf içine alınmıştır. Böylece birer dikdörtgen kesitli paye havasına bürünen yedi tane destek tespit edilmiştir. Bu destekler arasındaki mesafeler, değişik sıralarda çok farklı olmakla birlikte, bu uzaklıklar ku-zey-güney doğrultusunda 2,25-2,40 m, doğu-batı doğrultusunda ise 2,25-2,50 m arasında değişmektedir. Sütun gövdeleri granitten ve 0,54 m çapındadır. Gövdeden başlığa geçişler çift kademeli birer bilezik ile olup bunların üzerinde çanak şeklinde, üzeri işlemesiz başlıklar kullanılmıştır (bazılarının üzerinde taşçı işaretleri görülür). Bunların üzerine yerleştirilmiş olan kesik piramidal formlu impost-lar, geniş ve yayvandır, bazılarının çift yüzleri üzerine Latin haçları işlenmiştir. Tuğla kemerler 1,15 m genişliğindedir. Geçişleri pandantifle sağlanmış olan tuğladan örme kubbelerin çapları da birbirinden farklılıklar gösterir.

Taş ve tuğla işçiliğine sahip olan sarnıcın duvarları oldukça masif ve cidar kalınlığı 3 m'dir. Böyle olunca, dört duvara da bol miktarda dar pencereler açılarak içerisi aydınlatılmıştır. Kemer boşluklarının yerlerine açılan pencereler, u-zun duvarlarda altı, kısa duvarlarda ise beşer tanedir.

Sarnıcın bugün yalnızca bir bölümü görülebilmektedir. Burada altı tane sütun bulunmakta olup bunlardan bir tanesi paye şeklinde örülmüştür.

Bibi. E. Mafnboury, "La nouvelle citerne de Tchifte Serail", Byzantion, XI (1936), s. 167-180; Janin, Constantinople byzantine, 208; Müller-Wiener, Bildlexikon; Ö. Ertuğrul, 'istanbul'da Bizans Devri Su Mimarisi", (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış doktora tezi), 1989, s. 325-326.

ENİS KARAKAYA



DİVAN-I HÜMAYUN

"Divanhane-i Hümayun" da denmiştir. Osmanlı Devleti'nin en yüksek karar, danışma ve yargı kurulu.

15. yy'ın ikinci yarısından 1826'ya kadar varlığını koruyan Divan-ı Hümayun, yerini Heyet-i Vükelâ'ya (bakanlar ku-

rulu) bırakmıştır. Topkapı Sarayı'ndaki Divanhane ya da Kubbealtı denen özel dairede vezirazamın başkanlığında toplanan bu kurulda genel ülke sorunları ve yönetimi, savaş sorunları, temyiz davaları, atamalar yanında istanbul'u ilgilendiren pek çok konuda da kararlar alınır ve uygulamaya konurdu.

Günümüze kadar ulaşan Kubbealtı üç kubbelidir. Buradaki büyük kubbenin altında divan görüşmeleri yapılıyordu. Kasr-ı Adil denen kafesli iç cumba, padişahın, dilediği zaman oturumları izlemesi içindi, ikinci kubbe altı, defter ve kayıtları tutan hâcegân, halife ve şakirtlerin çalıştıkları büroydu. Üçüncü kubbe altı, defter ve kayıtların saklandığı yerdi. Buraya Maliye Defterhanesi deniyordu. Her divan günü burası, sadrazamın mührüyle açılıp kapatılırdı. Divanhane'ye bitişik İç Hazi-ne'den, ulufe divanı günlerinde askere dağıtılacak para çıkartılırdı.

Divan-ı Hümayun'un çalışma düzeni ve protokolü kanunnamelerle belirlenmişti. Fatih Kanunnamesiile Tevkiî Ab-

erkânının \, A Kubbealtı'na t-,

1-1 - *ta\ i *3İ?¥*$f£

gelişlerim ve \j/ -îf*

Divan-ı Jj| %

Hümayun " f B.,

toplantısını '. i

gösteren bir ;

minyatür, ;

16. yy. m

Avusturya Ulusal Kütüphanesi, Viyana. Galeri Alfa ^



durrahman Paşa Kanunnamesi'nde, Esad Efendi'nin Teşrifat-ı Kadimetsinde ve daha pek çok kaynakta divana ilişkin kurallar ve ayrıntılar gösterilmiştir. Divan-ı Hümayun üyelerine "erkân-ı devlet" deniyordu. Vezirazamın başkanlık ettiği divanın üyeleri, Kubbealtı vezirleri, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, nişancı, başdefterdar ile istanbul'a geldiğinde Rumeli beylerbeyi idi. Ayrıca vezir rütbesinde olmak koşulu ile kaptan-ı derya ve yeniçeri ağası da divan üyesi sayılırlardı. Şeyhülislam, oturumlara katılmaz ancak gerektiğinde davet edilerek özel konularda görüşü alınırdı.

Divan üyeleri toplantı günlerinde sabah namazını Ayasofya Camii'nde kıldıktan sonra, Bâb-ı Hümayun önündeki askeri karşılama töreni ile içeri girerler ve sadrazamı beklerlerdi. Bu sırada Mehterhane nöbet (marş) çalardı. Saray ve ordu görevlilerinin törenle karşıladıkları sadrazamın Divanhane'ye girip baş sedirdeki yerini almasıyla o günkü oturum başlardı. Padişah adına yargı, yürütme, atama



?:>.-,:.m • - • -***pfâgymh -:--•.•-:.

f- l- '


}

DİVANYOLU

72

73



DİZDARİYE SARNICI

ve kanun koyma yetkilerine sahip olan divanda ilkin yönetime, ordu ve savaş işlerine dair konular ele alınırdı. Bazı oturumlarda din bilginlerine, komutanlara, eyalet beylerbeylerine kürk giydirilip rütbe verildiği de olurdu. Yeni vergiler konması ve toprakla ilgili sorunlar da tartışılırdı. Kararlar, doğrudan padişahın buyrukları sayılır ve bunlara "hüküm" denirdi. Oturumun son aşamasında, kişisel şikâyetler dinlenir, taşra mahkemelerinde sonuca bağlanamayan davalar, kazaskerlerce incelenir ya da sadrazamca dinlenirdi. Ulufe divanı ve elçi kabulleri, özel gündemlerine ve geleneklere göre yapılırdı.

Divan-ı Hümayun başlangıçta cuma günleri dışında her gün toplanırken 16. yy'da haftada 4 gün (cumartesi, pazar, pazartesi, salı), 17. yy'ın sonlarına doğru da 2 gün (pazar, salı) toplanmaya başladı ve giderek en yetkili karar ve danışma organı olma niteliğini yitirdi. III. Ahmed döneminde (1703-1730) toplantılar bir güne indirildi. Daha sonra ise Divan-ı Hümayun gündemlerinin ikindi divanında görüşülmesi, divan birimlerinin Paşa Kapı-sı'na bağlanması süreci yaşandı. Bu dönemde geleneksel divan toplantıları salt ulufe günlerine özgü oldu.

Divan-ı Hümayun çalışmalarının bir ö-zelliği de "arz günleri" denen pazar ve salı oturumları sonrasında üyelerin sırayla padişahın katına çıkmalarıydı. Buna "arza girmek" deniyordu, ilkin vezirazam, sonra kubbe vezirleri, ardından kazaskerler ve en son yeniçeri ağası arza girerlerdi. Bu sunuşlarda, divanda alınan kararlar padişaha özetlenir, onayı alındıktan sonra karar tutanakları "hüküm" niteliği kazanır ve Divan-ı Hümayun hâceleri (yazıcılar) tarafından ilgili defterlere yazılır; yerlerine gönderilecek hükümler de hazırlanırdı. Tüm bu işler öğleden önce bitirilir ve Divanhane'de üç ayrı sofra kurularak üyelere saray mutfağından yemek verilirdi. Bundan sonra devlet erkânı kendi konaklarına giderek çalışmalarını sürdürürler, sadrazam ise kalan günlük işlere Paşa Kapısı'nda ikindi divanında bakardı, istanbul için ise ayrıca çarşamba divanı(->) toplanırdı.

Divan-ı Hümayun çalışmalarım nişancı organize ederdi. Kendisine bağlı rei-sülküttab ise divan yazıcılarının şefiydi. Nişancının yardımcısı olan tezkireciler ile kararların yerine getirilmesiyle görevli çavuşbaşı dışında başlıca büro ve kalemler, beylikçi, tahvil, rüus, amedi, teşrifatçı ve vakanüvislik birimleriydi. Buralarda 150 dolayında şef ve yazıcı çalışmaktaydı. Taşradan ve istanbul'dan divana yansıyan olaylar ve sorunlarla ilgili kararların yazıldığı defterler mühimine adını taşımaktaydı.

Düzenlenen ve Maliye Defterhanesi denen bölümdeki sandıklarda saklanan diğer kayıtlar, ruzname, piyade ve süvari mukabele defterleri, mukataa, mevku-fat, varidat, teslimat, büyük ve küçük kaleler, maliye, teşrifat vb adlar taşıyordu. Defterlerin önceki padişahların dönem-

lerine ait olanları devlet arşivi durumundaki eski Divanhane'de (Hazine-i Evrak) saklanırdı.

Divan-ı Hümayun örgütü içinde birçok hizmet birimi vardı. Divan-ı Hümayun tercümanları, yabancı dille yazışmaları ve Türkçe bilmeyenlerin çevirmenliğini yaparlardı. Divan çavuşları ve mübaşirleri, oturumların güvenliğini ve düzenli sürdürülmesini sağlarlardı. Divan-ı Hümayun Ocağı sakaları, üyelere şerbet, macun sunarlardı. Kapıcılar kethüdası, padişahla iletişimi; tezkireciler, dilekçelerin okunması işini sağlarlardı.

Divan-ı Hümayun'un yaklaşık 350 yıl süren istanbul'daki çalışmaları boyunca kentle ilgili binlerce karar alındığı biliniyor. Bunlar, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'n-deki mühimme defterleri ve diğer belgelerle günümüze kadar gelmiştir. Bunlar üzerinde istanbul'a dönük çalışmalar yapan Ahmed Refik Altınay(->) "Geçen Asırlarda istanbul Hayatı" genel başlığı altında kitaplar yayımlayarak saray yönetimine, vakıflara; cami, çeşme, sebil, medrese, kütüphane, kültür işlerine; gündelik yaşam, kadınlar, ahlak sorunlarına; gayrimüslimlere, kiliselere, belediye işlerine; ev, sokak ve imar konularına; ücret, iaşe, erzak, gümrüklendirme, ticaret ve zabıta olaylarına ilişkin ilginç örnekler vermiştir.

Divan-ı Hümayun II. Mahmud tarafından 1826'da kapatılarak yerine Heyet-i Vükelâ (bakanlar kurulu) oluşturuldu.



Bibi. Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, I-II, Ankara, 1979, s. 65-66; I. Ortaylı, Türkiye İdare Tarihi, Ankara, 1979, s. 145-155; Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadime, (tıpkıbasım), İst., 1979, s. 1942; TevkiîAbdurrahman Paşa Kanunnâmesi, Ankara, 1935, s. 106-113; Pa-kalın, Tarih Deyimleri, I, 462 vd; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, 1-110; (Altınay), Onaltın-cı Asırda; (Altınay), Onbirinci Asırda; (Altınay), Onikinci Asırda; A. Mumcu, Divan-ı Hümayun, Ankara, 1976.

NECDET SAKAOĞLU



DİVANYOLU

Sultanahmet ile Beyazıt meydanları arasındaki yolun yaygınca bilinen adı.

Bizans'ta Konstantinopolis'in anacad-desi, Mese(->) denilen revaklı yoldu. Aya-

Divanyolu'nun

günümüzden

bir görünümü.



Nazım Timuroğlu, 1994

sofya Kilisesi'nin, Büyük Saray'ın, Hip-podrom'un, diğer bazı önemli yapıların bulunduğu Augusteion'da (bugünkü Sultanahmet Meydanı) başlıyor, Constantinus Forumu'ndan (Çemberlitaş) geçerek Fila-delfion'a varıyordu. (Filadelfion bazı kaynaklarda şimdiki Şehzadebaşı, bazılarında ise Laleli olarak gösterilir.) Resmi adı "imparatorluk yolu" anlamına gelen Re-gia olan, fakat halk arasında "merkez yol" anlamında Meşe denilen bu yolun, Fila-delfion'dan sonra ikiye ayrıldığı, bir kolunun bugünkü Edirnekapı'ya, diğerinin ise Yedikule'ye dek uzandığı söylenir. Meşe çeşitli yangınlarda tahrip olmuş, her yangın ya da yıkımdan sonra yapılan kalitesiz binalarla kötülemiş, daralmış ve Bizans'ın çöküş döneminde bir hayli köh-neleşmiş, fiilen ortadan kalkmıştı.

Kent Osmanlılara geçince, II. Mehmed (Fatih) halen istanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yere bir saray yaptırarak oraya yerleşmişti. Daha sonra, tarihi yarımadanın burun kısmında, Ayasofya Camii'nin yanında yeni bir sarayın ilk binaları inşa edildi. Başlangıçta Yeni Saray denilen, sonradan Topkapı Sarayı adını alacak bu sarayda Kubbealtı, Enderun, Hazine Dairesi gibi devletin ö-nemli merkezi birimleri bulunmaktaydı. Artık Eski Saray adını alan binada ikamet eden padişah, Yeni Saray'ı çalışma mekânı olarak kullanıyordu. Devlet işlerinin en önemlisi ise, Kubbealtı'nda başlangıçta her gün toplanan Divan-ı Hümayun idi. Toplantı dağıldıktan sonra vezirler arabalarına binerek saraydan ayrılırlar ve gösterişli bir şekilde Beyazıt, Aksaray, Fatih istikametine doğru konaklarına, evlerine giderlerdi. İşte bu yüzden yolun Sultanahmet ile Beyazıt arasında kalan bölümüne zamanla Divanyolu denildi. Mese'nin güzergâhının devamı olan ve Meşe gibi çeşitli yangınlara uğrayan Divanyolu, Mese'nin görkemli zamanla-rındakinin tersine bir hayli dardı. 1865'te büyük Hocapaşa yangım denilen yangından sonra yolun yeniden yapımına başlandı, Köprülü Mehmed Paşa'mn cadde üzerindeki türbesi geriye çekilerek, yol bugünkü genişliğe getirildi.

Divanyolu'nun Atik Ali Paşa Camii ile

Beyazıt arasındaki bölümü 1934 istanbul Rehberinde Yeniçeriler Caddesi olarak adlandırılmıştır. Daha sonra bu caddeden atlı tramvay,, sonra da elektrikli tramvay geçirildi, 1960'larm başında tramvaylar kaldırıldı. Eminönü-Sirke-ci'den Aksaray ve daha ileriye giden taşıtların, kamu ve özel iletişim araçlarının bütün yükünü taşıyan Divanyolu 1992'den itibaren, yeni tip hızlı tramvay haricinde taşıtlara kapatılarak yaya yolu haline getirildi.

İSTANBUL


DİVİTÇİZADE TEKKESİ

bak. DEVATI MUSTAFA EFENDi TEKKESİ



DİYARBAKIRLI TAHSİN

bak. SlRET, TAHSiN



DİYOJEN

ilk ciddi mizah gazetesi. Önce Fransızca ve Rumca yayımlanan haftalık gazetenin ilk Türkçe sayısı 24 Kasım 1870'te çıkmıştır.

Teodor Kasap'ın yönettiği gazetede Direktör Âli Bey(->), Namık Kemal(->), Ebüz-ziya Tevfik(-t), Ahmed Midhat Efendi' nin(->) genellikle imzasız yazıları yer almıştır. Gördüğü ilgi üzerine 23. sayıdan i-tibaren haftada iki, 148. sayıdan itibaren üç kere yayımlanmıştır. Ermenice nüshası da çıkarılmıştır. Döneminin karikatüre önem veren Çaylak, Hayal gibi mizah yayınlarına karşılık Diyojen, çıktığı 183 sayıda sadece üç karikatür basmış, daha çok yumuşak, alaycı bir anlatımla ülkenin temel sorunlarını hedef almıştır.

Diyojeriin ilk sayısındaki sunuş yazısında maksadının "efkâr-ı umumiye ve makasıd-ı hükümet-i seniyeye tercümanlık ve ahlak ve terbiye-i vatanımıza ec-

»-.M* "-H J*"**



'-jfaff-^f'i^H'^'il.l-- fil- l W." A*u «-Ü } i f

>^4j:öHl'ıa-1

•*:'±l- ^ ^--^ ^-^ •''"'

Diyojen'in 24 Kasım 1870 tarihli ilk Türkçe

sayısı.


Gözlem Yayıncılık Arşivi

Dizdariye

Camii'nin

güney


cephesinden

görünümü.



Emine Naza,

1993

nebi olan şeyler hakkında tariz" olduğunu belirtmesi, ciddi bir eleştiri yayını olmak niyetinin kanıtıdır. Yine bu yazısında hükümetin işlerine karışmayacağını belirttiği halde daha 4., arkasından 14. sayılarında kapatıldı. Halkın kolay anladığı bir dil kullandığı ve Bektaşî sohbetlerinin alaycı üslubuyla eleştiriler yönelttiği için çok tutundu. Sinoplu bir "meczubu kâmil" olduğu için filozof Diyojen'in yolunu izlediğini açıklayan gazete 9 Ocak 1873'teki 183. sayısıyla yayımına son verdi.

ORHAN KOLOGLU

DİZDARİYE CAMÜ

Binbirdirek'te, Dizdariye Çeşme Sokağı'n-dadır.

Caminin banisi, kapı üzerindeki kitabesine göre Mehmed bin ibrahim es-Sa-id el-Askeri'dir. Vakfiye hülasasında ise Mehmed Çelebi bin İbrahimü'd-Defteri eş-şehir be Dizdarzade olarak geçmektedir. Hadîkatü'l Cevâmi, baninin Yeniçeri Efendisi Mehmed Said bin ibrahim Efendi olduğunu belirterek bu kişinin ve Bayezid Camii inşaatında mutemetlik yaptığını ve binanın tamamlanmasından sonra, kalan enkazıyla bu camiyi inşa ettirdiğini kaydetmektedir. Cami, 9107 1505'te inşa edilmeye başlanmış, 5,5 ayda bitirilmiştir. Nitekim caminin kitabesinde de başlangıç ve bitiş tarihleri aynen verilmiştir.. Ayrıca son cemaat dış duvarında bir tamir kitabesi vardır. Üç satır olarak rık'a ile yazılmış olan bu kitabeye göre, II. Abdülhamid 1319/1898'de camiyi tamir ettirmiştir.

Caminin 925/1519 tarihli olan vakfiyesi, İstanbul Vakıftan Tahrir Defterfn-de hülasa olarak verilmiştir. Buna göre, mescitten başka bir de muallimhane yaptırılmıştır. Bu mescit ve muallimhane için evler, dükkânlar, hücreler, bağ bahçe ve 18.832 akçe vakfedilmiştir. Bütün bu hayratın geliri 19.703 akçeye ulaşmaktadır. Masraftan arta kalan olursa Büyükçek-

mece'deki imaretinin mütevellesine teslim edilecektir. Nitekim, Hadîka'da Babanak-kaş Köyü'ndeki cami, mektep ve hamamdan bahsedilmektedir.

Cami, 8,75x8,80 m iç ölçülere ve 4,20 m genişliğinde son cemaat yerine sahip, tek kubbeli ve tek minareli bir yapıdır. Minaresi son zamanlara kadar çatı hizasına kadar yıkık kalmıştır. Bina kesme taştan, derzli olarak yapılmıştır. Duvar kalınlıkları 110 cm'dir. Altta on, üstte altı penceresi vardır. Ayrıca on iki kenarlı kubbe kasnağında üç pencere daha mevcuttur. Caminin alt pencereleri içeriden basık kemer haline getirilmiş, üst pencerelerin kemerleri de yuvarlatılmıştır. Mihrap bir oyuk halindedir, minber ise ahşaptan, yeni ve boyalıdır, içeride kubbe köşeliklerinin püskülleri barok tarzında yapılmıştır. Son cemaat yerinin ortasında bir mihrap, yanlarında birer pencere ve sağda cümle kapısı bulunmaktadır. Minare binanın sağında ve giriş kapısı içeridendir. Eski bir resmine göre baklavalı olan pabuçtan sonra kalınca ve çok kenarlı bir gövdesi ve mukarnaslı bir şerefesi vardır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 109; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 79-80; S. Eyice, "İstanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve incelemeleri, I (1963), s. 47; Yüksel, Bâyezid-Yavuz, 243-245.

I. AYDIN YÜKSEL



DİZDARİYE SARNICI

Sultanahmet'te Fazlıpaşa Sarayı Mahalle-si'nde, Dizdariye Çeşmesi Sokağı, Dizdariye Yokuşu, Su Terazisi Sokağı ve Peyk-hane Caddesi arasındaki adadadır.

Bizans döneminde şehrin anayolu olan Mese'nin(->) güneyinde ve Septimius Se-verus Surları içinde bulunuyordu. 196l'de Çemberlitaş Kız Öğrenci Yurdu'nun inşaatı için temel kazısı yapılırken bulunmuş, gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra ortadan kaldırılarak üzerine yurt binası inşa edilmiştir.

DODEKA APOSTOIİ KİLİSESİ

74

75

DOĞAL AFETLER

Düzgün dikdörtgen planlı ve dahili ölçüleri 6,60x4,52 m olan bu sarnıcın örtü sistemini dört tane sütun taşımaktadır. Sütun gövdelerinden ikisi granit, diğer ikisi trahitten yapılmış olup bunlardan i-kisinin altında kaide bulunmamaktadır. Hattâ bir sütun kaidesi de başlık olarak kullanılmıştır. Sütunlar bu bina için yapılmamış olduğundan boyları bu şekilde a-yarlanmıştır. Bu yükseklik 1,75 m'dir. Tavan yüksekliği ise 2,60 m'dir. Basık, kare kesitli sütun başlıkları kemerler vasıtasıyla, örtü sistemini oluşturan üç tane beşik tonoza destek vermektedir. Ortada yer alan tonozun merkezine açılmış cilan bir delikten yukarıya su almıyordu.

Yapının büyük bir kısmı tuğladan, ho-rasanharcı ve az miktarda ufak taş tanelerinden inşa edilmiştir. İçi 0,30 m kalınlığında su geçirmez bir sıva ile sıvanmıştır. Sarnıç ayrıca 2,15 m yükseklik ve 0,35 m kalınlığında bir takviye duvarı tarafından desteklenmiştir.

Sarnıç, duvar işçiliği ve sütun başlıkları değerlendirilerek erken Bizans devrinin sonlarına (8. yy'm ilk yarısı) tarihlen-miş ise de sütun başlıklarının bu değerlendirmede güvenilir bir ipucu olarak kabul edilmemesi doğru olur. Çünkü bu sütun başlıkları, bu yapıya göre ne kadar eski olduğu tam olarak bilinmeyen devşirme malzemelerdendir.



Bibi. E. Ataçeri, "İstanbul'da Bilinmeyen Bir Bizans Sarnıcı", AMY, 4 (1962), 29-31; E. Yücel, "istanbul'da Bizans Sarnıçları II", Arkt-tekt, S. 326 (1967), s. 66; Ö. Ertuğrul, "istanbul'da Bizans Su Mimarisi", (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış doktora tezi), 1989, s. 292-293.

ENiS KARAKAYA



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin