I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q


DOĞAL YAPI 78 79 DOĞAN APARTMANI



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə20/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   139

DOĞAL YAPI

78

79

DOĞAN APARTMANI

yükselti basamaklarının ve zirvelerinin dağılışı bakımından Boğaz'ın her iki yakasında asimetrik bir durum gösterir. Batıda en yüksek kısımları Karadeniz kıyılarına (Kocataş ve Belgrad Ormanı çevreleri 200-300 m), doğuda ise Marmara De-nizi'ne (Büyükçamlıca 262 m, Kayışdağı 438 m, Aydos Tepesi 537 m) çok daha yakındır. Bu durum kısmen genç defor-masyonların, kısmen de litolojik farkların (kayaç yapısı farklarının) bir sonucudur. Platonun nispeten yakın bir jeolojik devirde kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda, Belgrad Ormanı'ndan Aydos'a doğru çekilecek bir eksen boyunca kub-beleşmiş olması ve bunun sonucunda oluşan eğim koşullarının, akarsu ağını da etkileyerek en uzun akarsuların Boğaz'ın batısında Marmara Denizi'ne, doğusunda ise Karadeniz'e doğru yönelmelerine yol açmış olması mümkündür. Ancak Boğaz platosunda yükselti şartları kayaç yapısı ile yakından ilgilidir. Dirençli kuvarsitler bazen birkaç yüz metreye ulaşan bir farkla plato düzlükleri üzerinde yükselirler. Bunlar özellikle Kocaeli Yarımadası'nın güney yakasında, kıyı şeridi ile platolar arasında iklim bakımından da çok olumlu sonuçları olan bir zirveler sırası oluştururlar. Adalar da esas olarak, sular altında kalmış bir peneplen üzerinde yükselen kuvarsit tepelerdir.

istanbul İli'nin Çatalca ve Kocaeli yarımadaları dışında kalan Armutlu Yarıma-dası'ndaki parçasında arazi, diğer yerlere oranla daha engebelidir. Kıyıdan başlayarak güneye doğru Samanlı Dağları'nın batı uzantıları üzerinde yükselir. Su bölümü hattı boyunca İstanbul ve Bursa illerinin sınırları birbirinden ayrılır. İl sınırları içinde kalan alanın sadece yüzde 16' sı dağlıktır.

Trakya'da, Istranca Dağları'nın, en yüksek yerinde 325 m'yi geçmeyen uzantıları ile Anadolu yakasında Kocaeli Sıra-dağları'nın uzantıları olan 537 m yükseklikte Aydos Dağı, 438 m yükseklikte Kayışdağı, 268 m yükseklikte Büyükçamlıca Tepesi, daha alçak Küçükçamlıca Tepesi (bak. Çamlıca Tepeleri), Beykoz-Ana-dolukavağı arasında 201 m'lik Yuşa Tepesi önemli yükseltilerdir. Yalova bölgesinde kalan Samanlı Dağları'nın İstanbul İli sınırları içindeki Beşpmar Tepe (926 m), ilin en yüksek noktasıdır. Ayrıca Ömerli ve Şile yönünde Alenıdağı(->) (442 m) ve diğer başka tepeler vardır, istanbul'a "yedi tepeli şehir" denmesine neden olan, eski kentin yayılma bölgesindeki tepeler de Boğaziçi ile Haliç vadilerinin II. ve III. zamanlardaki kırılmalarıyla oluşmuştur. Yerleşme bölgesinde kalan bu yedi tepe, Topkapı Sarayı'nın, Aya-sofya'nın vb bulunduğu Sarayburnu Tepesi; bugün üzerinde Nuruosmaniye Camii, Çemberlitaş vb yer alan Nuruosmaniye Tepesi; üzerinde İstanbul Üniversitesi bulunan Beyazıt Tepesi; Fatih semtinin ü-zerinde kurulu olduğu Fatih Tepesi; Beyazıt'la Fatih arasında Halic'e bakan bölgedeki Sultan Selim Tepesi; Aksaray Va-

disi'nin batısında Davutpaşa Tepesi ve Edirnekapı Tepesi'dir.

Boğaz platosu bir aşınım yüzeyidir. Teşekkülü pliyosene denk gelir. Ancak platoyu meydana getiren yüzey parçaları aynı yaşta değildir. Daha sonraki yükselme ve yarılmalar esnasında örtü tabakalarının sıyrıldığı birçok yerlerde (Bostancı, Tuzla ve Belgrad Ormanı çevreleri ile güneybatıda neojen örtü tabakalarının sınırındaki alanlar gibi) paleozoik temelin daha eski aşınım dönemlerine ait fosil yüzeyi de meydana çıkar. Plato üzerinde yoğun bir vadi ağının varlığı; vadi yoğunluğunun paleozoik temel ü-zerinde çok daha fazla olduğu ve bütün bu vadilerin plato içine derin bir şekilde gömülerek onu parçaladıkları dikkati çeker. Platoyu yaran vadilerin en önemlisi İstanbul yöresini ortadan ikiye ayıran İstanbul Boğazı'dır. Bu yarılma ve onun çok önemli sonuçları olan topog-rafik parçalanma ve kuvveti! eğimler ku-aterner esnasında, muhtemelen son buzullaşmaya denk gelen daha alçak bir taban seviyesine göre meydana gelmiş olmalıdır. Gerçekten de Boğaz'ın tabanı 110 m'ye kadar indiği gibi birçok vadinin tabanında da alüvyal dolgu kalınlığı 20-30 m'yi aşar. Bu yarılma aşamasını denizin son yükselişi izlemiş ve bunun sonucunda Boğaz vadisi deniz tarafından kaplanmış, aynı zamanda birçok vadi ağzında da Büyükçekmece, Küçükçekme-ce, Haliç, Terkos, Tuzla çevresindeki koylar ve adacıklar, Adalar, Yenikapı ile Yeşilköy arasında bir kısmı sonradan alüvyonlarla doldurulmuş girintiler gibi genellikle boğulmayı gösteren şekiller meydana gelmiştir. Böylece İstanbul ve çevresindeki bugünkü görünümün yeryüzünün oluşması açısından çok yakın bir geçmişteki olayların sonucu olduğu; bugünkü kıyı çizgisinin, anahatları ile günümüzden 10.000 yıl kadar önce şekillenmiş olabileceği ortaya çıkmaktadır.

İstanbul Boğazı ve çevresinin morfolojik özellikleri çok eskiden beri yörenin insan tarafından değerlendirilmesi ve kullanılması üzerinde değişik yollardan etkili olmuştur. Bunlardan en önemlisi sık vadi ağının plato yüzeyi içinde derin bir şekilde gömülmesi ve sonuçta platonun alçak rakımına rağmen oldukça arızalı ve kuvvetli eğimler gösteren façetalar-dan (ön yüz) oluşan bir topografya görünümü almış olmasıdır. Geniş düzlüklerin azlığı ve eğimlerin fazlalığı yerleşme yerlerinin seçiminde, bunların gelişim tarzında ve yol ağlarının belirmesinde etkili olmuştur. Boğaz boyunca, yerleşimler daha antik çağda daima vadi ağızlarındaki küçük düzlüklerde, birikinti konileri ü-zerinde kurulmuştur. Birbirinden yüksek alanlarla ayrılan bu eski yerleşmelerin çevre ile iletişimleri uzun süre eksik kalmıştır. Şehrin Haliç ile Marmara Denizi arasında yer alan üçgen şekilli bir yarımadada kurulan ilk çekirdeğinin zamanla batıya doğru aşama aşama genişlemesine denk gelen Bizans, Septimius Seve-rus, Constantinus ve Teodosios surları-

nın yerleri hep vadi sisteminin ve topografyasının belirlediği koşullara bağlı olmuştur. Kentin gelişiminde ve tarih boyunca arazi kullanımında, bugünkü adlarıyla Edirnekapı'dan Beyazıt'a ve Topka-pı'dan Yenikapı'ya doğru uzanan iki sırt sahası ile bunların arasında yer alan Ye-nibahçe (Langa) Vadisi uzun süreler ö-nemli rol oynamış ve bu sırtlar üzerinde gelişen yerleşme merkezlerinden esas çekirdeğe yaklaşan anayollar da bu sırtları izlemiştir. Yerleşmeye ve yol geçirilmesine elverişli geniş düzlüklerin azlığı, şehrin kuzey mahallelerinin kuruluşu ve yakın geçmişteki gelişimi üzerinde de rol oynayan önemli bir faktördür. Gerçekten Galata çekirdeği zamanla kuzeye doğru yayılırken, bugünkü İstiklal Caddesi, Har-biye-Şişli-Levent arasında uzanan, dar fakat az eğimli bir su bölümünü izlemiş, böylece alansal yayılma yerine bir ağacın dalları gibi kol kol yayılan (dantri-tik) vadiler arasındaki sırtları izleyen çiz-gisel bir şehirleşme ortaya çıkmıştır.

Jeomorfolojik özelliklerin olumlu bir etkisi de, geniş sahalara yayılmış dallanıp budaklanan kolların birleşmesi ile oluşan temele gömülü esas vadilerin (Göksu, Ali-beyköy Deresi, Riva Deresi gibi), genellikle su depolama ve baraj kurma bakımından elverişli karakterlerinde de kendini gösterir.

Kıyılar. İstanbul kıyıları zamanımızdan yaklaşık 10.000 yıl kadar önce, bugünkü düzeye ulaşan son deniz kabarması (flandre transgresyonu) sonucunda sular altında kalmış "boğulmuş kıyılar" dır. Denizin istila ettiği sahaların değişik morfolojik özellikleri olarak farklı kıyı tiplerinin teşekkülüne yol açmış ve bu tipler ayrıca aradan geçen zamanda kıyı olaylarının etkisiyle bazı önemli değişikliklere uğramışlardır.

Güneyde Trakya kıyılarında bazı büyük vadiler deniz istilasına uğrayarak Büyükçekmece ve Küçükçekmece gibi koylara dönüşmüşler, sonradan kıyı setleri ile denizden ayrılarak birer lagün haline gelmişlerdir. Kocaeli Yarımadası'nın Marmara kıyılarında eski temelin üzerindeki az yüksek aşınım yüzeyinin sular altında kalması ile adalar, adacıklar, yarımadalar ve geniş kavisli koylardan meydana gelen bir kıyı oluşmuştur. Bu alan kuytu koyları ve sonradan tombolalarla (bir adayı karaya veya adaları birbirine bağlayan doğal set) karaya bağlanan ada ve adacıkları ile iyi korunan birçok doğal limana sahiptir. Bu durum özellikle Tuzla çevresinde çok belirgindir.

İstanbul Boğazı'nın kuzey ağzının her iki yanında volkanik kayalardan oluşan platoların kenarında, yüksek falezleri (ya-lıyar) ile çentikli ve genç bir kıyı tipi görülür. Buna karşılık Kilyos ve Karaburun arasında, genellikle neojen arazisinde hemen hemen düz denebilecek kadar hafif eğimler çizen falezli bir kıyı tipi uzanır. Çünkü, kuvvetli bir dalga aşındırması, dirençsiz neojen formasyonundan oluşan bu sahada asli kıyı çizgisini kısa zamanda düzenlemiştir. Ayrıca anılan kıyıdaki

gevşek kumlu maddeler ve bu kumların şiddetli rüzgârlarla aşınmaya uğraması, bazı kesimlerde kumulların gelişmesine ve hattâ içerilere doğru 1-2 km kadar sokularak zararlı etkiler yapmasına yol açmıştır (Kilyos çevresi ve Terkos Gölü' nün kuzeyi gibi). İstanbul'da, gerek Karadeniz gerek Marmara kıyılarında, önemli sonuçlan olan bir enkaz göçü de vardır. Bu göçün yönü kuzeyde doğudan batıya, Marmara Denizi kıyılarında ise batıdan doğuyadır ve asli kıyı şeklinde birtakım önemli değişikliklere yol açar. Boğaz kıyıları ise dik ve derindir. Kıyı boyunca bazı vadi ağızlarında, kuvvetli akıntılardan dolayı gelişememiş küçük deltalara veya birikinti konilerine rastlanır. Boğaz'ın girintileri olan Haliç, İstinye ve Ta-rabya kıyıları da tipik bir "ria"dır. Ancak Haliç kendisine akan Alibeyköy ve Kâğıthane derelerinin getirdikleri, ayrıca yamaçlardan aşınan malzeme ve dökülen sanayi atıkları ile hızla dolmaktadır (bak. Haliç).



Toprak: İstanbul İli sınırları içinde çok çeşitli toprak tipleri yer alır. Bunlar arasında en yaygın olan toprak tipi kahverengi orman topraklarıdır. Bu topraklar İstanbul'un Anadolu yakasındaki alanının bütün kuzey kesimlerini bir kuşak halinde kaplar. Şile'nin doğusunda kısmen volkanik arazi, kısmen de kalkerler üzerinde gelişen bu topraklar, batı kesimde arkoz, grovak, şist ve kuvarsitier ve yer yer de volkanik kayalar üzerinde o-luşmuşlardır. Türkiye'de genellikle yayvan yapraklı ormanlar altında yayılış gösteren bu topraklar orta veya kuvvetli asit reaksiyon gösterirler. Renkleri kahverengi ve gri-kahverengi arasında değişir. Kahverengi orman topraklarında görülen humus tipi, yağışı emme yeteneğine sahiptir ve mikroorganizma türleri bakımından da zengindir. İstanbul İli'nde yayılış gösteren ve önemli alan kaplayan bir toprak tipini de kireçsiz kahverengi topraklar oluşturur. Kireçsiz kahverengi topraklar İstanbul'un Kocaeli Yarımada-sı'nda bulunan bölümünün güney kesimlerini, Trakya'da bulunan bölümünün ise kuzeydoğu ve güneybatı kesimlerini kaplar.

İklimi ılıman, orta derecede yağış alan ve iyi drenaj şartlarına sahip alanların toprak tiplerinden olan kireçsiz kahverengi toprakların geliştikleri sahalarda anakaya genellikle kalker, arkoz, grovak, şist ve kuvarsittir. Kireçsiz kahverengi topraklar içerdikleri orta derecedeki organik madde nedeniyle bitkilerin yetişmesine elverişli bir zemin oluştururlar. Buna karşılık elverişsiz pH oranları, besin maddelerinin bitkiler tarafından kullanılmasını zorlaştırırsa da, yağışın fazla olması bu olumsuzluğu bir ölçüde gidermektedir. Kireçsiz kahverengi topraklar fiziki yapı bakımından tınlı topraklar grubuna girerler. Bu topraklarda kum oranı kilden fazladır. Gevşek ve taneli bileşimleri nedeniyle su tutma yetenekleri zayıf olduğundan buharlaşmaya elverişli zemin meydana getirirler. Bu bakımdan yağış-

ların az ve sağanak karakterinde olduğu, yazın sıcaklıkların yüksek değerlere eriştiği yerlerde kireçsiz kahverengi topraklar bitki örtüsü için olumsuz bir faktördür. İstanbul'un Anadolu yakasında, güney kesimlerde yerleşmeden ve tahripten arta kalan yerlerde kuru ormanların ve maki elemanlarının yayılış göstermelerinde toprağın bu yapısının da etkisi büyüktür.

İntrazonal topraklardan olan rendzi-nalar (organik ve mineral maddeler içeren verimli topraklar) İstanbul'un Trakya alanında oldukça geniş bir alan kaplarlar. Bu topraklar genellikle eğimin orta derecede veya daha çok olduğu yüzeylerde görülür ve tüm Trakya topraklarının yüzde 13,6'smı oluştururlar. Rendzi-nalarm anakayasını genellikle eosen kalkerleri meydana getirir. Derinlikleri az yüzeysel topraklar olan rendzina toprakları, birçok kısımda henüz ayrışmamış anakaya parçacıkları içerirler. Organik madde bakımından orta derecede zengin topraklardır. PH bakımından düşük değerler gösterirler. Ancak içerdikleri mineral ve organik madde sayesinde bitki yetişmesine elverişlidirler, Diğer yandan, kil oranlarının fazla olmasına karşılık yüksek oranda kireç ve organik madde içermeleri nedeniyle kuruyunca büyük çatlaklar oluşmaz. Bu özellik, su kaybını da önlemektedir.

Genellikle .sel yatakları ile vadi kenarlarında bulunan alüvyal topraklarda toprak profili henüz belirmemiştir. Verimli alüvyal topraklar, tarım alanları olarak dikkati çeker. İstanbul'da Küçükçekmece Gö-lü'nün kuzeyinde yayılış gösteren hidro-morfik tuzlu alüvyonlar, drenaj şartları çok bozuk olan ve tuz içeren topraklardır. Renkleri beyaz, koyu gri arasında değişmektedir. Bitki yetişmesine uygun bir alan oluşturmazlar. Ancak tuzlu ortamlarda yetişebilen bazı bitki türleri ile bataklık bitkileri bu topraklar üzerinde görülebilir. Kumullar ise Trakya'da, kıyılardaki dar plaj şeritleri dışında Terkos Gölü ile Karadeniz arasında kalan sahada, Kocaeli Yarımadası'nda ise Karadeniz kıyılarında Şile ve Ağva gerisinde, Riva Deresi ağzında görülür. Bu kumullar üzerinde kıyı bitkileri yetişmektedir.

Hidrolojik Yapı: İstanbul İli'nin doğal yapı faktörlerinden biri de hidrolojik (su) özellikleridir. İstanbul'da hidorolojik açıdan en önemli su kütleleri denizlerdir. İlin kuzeyinde doğal bir sınır oluşturan Karadeniz, kıtalararası bir içdeniz özelliğine sahiptir. Elips şeklinde, orta büyüklükte bir deniz olan Karadeniz'in yüzölçümü 424.000 km2'dir. Yüzeyde tuzluluğu binde 18 kadar olan Karadeniz'de oksijen yalnız yüzey sularında vardır ve derinlere inildikçe oksijen miktarı hızla azalır. Yüzey sularının sıcaklığı temmuz ve ağustos aylarında 20-26°C arasında değişir, şubat ayında ise 2-3°C kadardır. Suyun tuzluluk derecesinin az oluşu yanında sıcaklığın zaman zaman 0°C'nin de altına düşmesi nedeniyle bazen donmalar meydana gelir. Böyle şiddetli kışlarda

Tuna ağzından ve daha güneydeki Romanya ve Bulgaristan kıyılarından kopan buz parçaları akıntı ile güneye doğru sürüklenerek bazen İstanbul Boğazı'na kadar gelir, Boğaz'da yığılarak iki kıyı arasındaki ulaşımı güçleştirir, ilin güneyinde yer alan ve diğer önemli bir su kütlesini oluşturan Marmara Denizi ise doğu-batı doğrultusunda uzanan tipik küçük bir içdenizdir. Yüzölçümü 11.352 km2 olan Marmara Denizi'nin doğu-batı yönündeki ekseni 278 km kadardır. Yüzey suları genellikle az tuzludur (binde 22). İlin kuzeyinde yer alan Karadeniz ile güneyinde yer alan Marmara Denizi arasındaki su alışverişi İstanbul Boğazı ile sağlanır. Boğaz'ın en belirgin özelliği iki tabakalı akıntı sistemidir (bak. akıntılar). İlin akarsuları ise Karadeniz havzasına dökülen akarsular ve Marmara Denizi'ne dökülen akarsular olmak üzere ikiye ayrılır (bak. akarsular). Bunlar içinde en ö-nemlileri Istranca Deresi, Çakıl Deresi, Karasu Deresi, Sazlıdere, Nakkaşdere, Alibeyköy Deresi, Kâğıthane Deresi, Riva (Çayağzı) Deresi, Hiçiz Deresi, Göksu ve Sellimandıra Deresi'dir. İl içinde yer alan doğal göller ise, körfezlerin ağzında dar bir şekilde kıyı kordonlarının oluşmasıyla meydana gelmiş yalı gölleridir (bak. göller).

Bibi. A. Ardel, Hidrografya, Okyanuslar ve Denizler, ist., 1975; t. Atalay, Toprak Coğrafyası, izmir, 1982; T. Bilgin, Samanlı Dağlan, İst., 1967; Y. Dönmez, Trakya'nın Bitki Coğrafyası, ist., 1968; ay, Kocaeli Yarımadasının Bitki Coğrafyası, ist., 1979; S. Erinç, "istanbul Boğazı ve Çevresi, (Doğal Ortam: Etkiler ve Olanaklar)", İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, ist., S. 20-21.

MERAL AVCI



DOĞAN APARTMANI

Galata'da, İstiklal Caddesi'ne paralel o-lan, bugünkü Serdar-ı Ekrem Sokağı ya da eski adıyla Yazıcı Sokağı no. 56'dadır. Bulunabilen fotoğraf ve belgelere dayanarak, binanın yapımına 1892-1893'te başlandığı ve 1894-1895'te tamamlandığı söylenebilir. Yapının mimarına ilişkin bilgi bulunamamakla birlikte, yaptıranın, o dönemin varlıklı ailelerinden, Belçikalı Helbig ailesi olduğu bilinmektedir. Yapı 1893-1919 arasında ailenin adına bağlı olarak, "Helbig Apartmanları" ya da "Nahid Bey Apartmanları" adlarıyla kaynaklara geçmiştir. 1919'da sigara kâğıdı fabrikası sahibi ve Osmanlı uyruklu bir Musevi olan Mair de Botton'un bir açık artırmada apartmanı satın almasıyla, bina "Botton Han" adını almıştır. Ancak 1929' da borçlanma nedeniyle binanın ipotek-lenmesi sonucunda, Berlin'deki Victoria Sigorta mal sahibi olmuş ve binanın adı "Victoria Han" olarak değiştirilmiştir. Victoria Sigorta'mn mal sahipliği 1942'ye kadar sürmüş, bu arada 1935'te apartmandaki tüm daireler elden geçirilerek, mutfaklar küçültülmüş, her daireye banyo eklenmiş ve ıslak mekânlar fayans kaplanmıştır. 1942'de Kâzım Taşkent'in sahibi olduğu Doğan Sigorta'ya satılan bina, "Doğan Apartmanı" olarak anılmaya baş-



DOĞANCILAR

80

81

DOĞANCILAR PARKI

Doğan Apartmanı ve çevresini gösteren yüzyılın başından bir fotoğraf kartpostal.



Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi

lanmıştır. 1950'lerden 1970'lere kadar geçen süre içinde ise, apartmandaki daireler tek tek satılarak kişisel mülk olmuştur.

"U" biçimli planı olan altı katlı kagir bina, iç avlusu doğuya bakacak şekilde dogu-batı doğrultusunda yerleşmiştir. Ana giriş Serdar-ı Ekrem Sokağı'na bakan batı cephesinin ortasında, avlu aksında yer almaktadır. Ortasında bir de süs bahçesi bulunan orta avlu, doğuda iki kanat arasında yer alan ve üzerinde yuvarlak kemerli bir niş olan istinat duvarı üzerinde bulunmaktadır. Binanın güney kanadı kuzey kanadından daha kısadır ve kademeli olarak parselin doğu ucuna doğru daralmaktadır. Bina her birinin bağımsız merdiveni ve asansörü olan dört bloktan oluşmakta ve Kölemen Çıkmazı'na bakan güney cephesinde Abdülmümin Çeşmesi ile yalnızca binanın güney kanadındaki bir giriş katma hizmet eden ikinci bir giriş kapısı yer almaktadır. Binadaki dört blokta çeşitli büyüklüklerde farklı plan tipleri olan toplam 49 daire ve ayrıca çatı katlarında bugün eski eşya deposu olarak kullanılan hizmetçi odaları bulunmaktadır. Avluya bakan balkonların dökme demir parmaklıkları, batı cephesindeki Fransız balkonları ve pencerelerdeki ahşap kepenklerle İtalyan mimarlığını, anımsatan bina, kuzeybatı köşesindeki pilastrlarda da açıkça gözlenebildiği gibi özellikle Roma ağırlıklı geç barok dönem özellikleri taşımaktadır. Kuzey cephesi dışındaki kilit taşlan vurgulanmış tüm basık kemerli pencerelerde, taş sö-veler oldukça yalındır. Kuzey cephesinde ise, merdiven kovasının pencerelerinde cephedeki diğer pencerelerden farklı olarak, sövelerin üzerinde bir kesik alınlık bulunmaktadır. Alınlık, pencerelerin iki yanındaki akant yapraklan ile bezeli furuşlar, kesik uçlarındaki rozetler ve bu uçların arasında yer alan vazo ve altındaki girland ile tümüyle barok üslup özelli-

ği göstermektedir. Ayrıca pencere ve alınlık arasında kalan kısımda, ortada bir palmet motifinin yer aldığı bir taş bezeme bandı da vardır. Kat silmeleri kuzey cephesi dışında tüm cephelerde kesintisiz olarak devam eder. Bu silmeler ve çıkıntılı çatı silmesinin altındaki küçük konsollar da pencere söveleri gibi taştır. Binanın her iki kanadında simetrik bitki motifli bezemelerin bulunduğu ana giriş kapısı dışında diğer blok kapıları da demirdir.

Günümüzde oturanlar olmakla birlikte, bina genelde oldukça bakımsız durumdadır.

Bibi. C. Meyer-Schlichtmann, Prusya Elçiliğinden Doğan Apartmanına, ist., 1992, s. 37-55.

YILDIZ SALMAN



DOĞANCILAR

Üsküdar'da Karacaahmet yönünden inen Tunus Bağı Caddesi ile birleşen ve rıhtıma kavuşan Doğancılar Caddesi'nin ana eksenini oluşturduğu ve İhsaniye, Ayazma, Salacak üstleri, Şemsi Paşa, Gülfenı Hatun, Ahmed Çelebi ve Kefçe Dede mahallelerinin bazı bölümlerini içine alan tarihi semt.

Doğancılar semtinin bulunduğu bölgede ilk yerleşmenin ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Üsküdar yöresininin isa'dan öncelere uzanan tarihi göz önünde bulundurulursa, eski bir yerleşme bölgesi olduğu düşünülebilir. Bizans döneminde yöre "Krisopo-lis", yani "Altınşehir" olarak biliniyordu. Bu bölgede varlığı bilinen 6. yy ve sonrasına tarihlenen Bizans saray ve manastırlarının kesin yerleri tespit edilemese de, bugünkü Doğancılar'ın denize ve çevreye hâkim konumu düşünülürse bir bölümünün bu yörede bulunduğu söylenebilir. 12. yy'da, Doğancılar'ın eteklerinde kalan Salacak'ta, "Skutarion" olarak adlandırılan büyük bir yazlık sarayın varlığı bilinmektedir. Osmanlı döneminde yörede

Bizans izlerinin varlığını gösteren tek tuk işaretlerden biri, Semavi Eyice'ye göre III. Mustafa (hd 1757-1774) tarafından 1760 dolaylarında yaptırılan Ayazma Camii'ninC-») adının belki de Bizans dönemindeki bir ayazmadan gelmesi ve yine bir ihtimal olarak Filipikos-Kriso-polis Manastırı'mn burada bulunmasıdır.

1350'lerde Konstantinopolis'e çok yaklaşan ve bu çevrede at oynatan Orhan Gazi'nin, otağını Doğancılar ile Kuzguncuk arasındaki hattın biraz doğusuna kurduğu bilinmektedir. Bu yöre, erken dönemlerden beri sık çanı ormanları ile kaplıydı ve Bizans saray çevrelerinin seçkin bir av bölgesiydi.

Evliya Çelebi'nin aktardığına göre, bölgenin adı padişahların av kuşlarını (doğan kuşu) yetiştiren ve av eğlencelerinde hizmet gören Doğancılar Bölüğü'nden gelmektedir. Bu teşkilat 40 kişilik bir cemaat olup bunlar Enderunluların beşinci kısmı kabul edilmişlerdi. Başlarında bulunan genç ağa "doğancıbaşı" adım taşır, padişah ava çıktığında neferleriyle birlikte onun maiyetinde bulunurdu. Üsküdar'daki Doğancılar Meydanı Doğancılar Ocağı'mn ana mekânı idi. Öte yandan Üsküdar'da padişahın kaldığı Doğancılar Sarayı'nın da bu meydanın yanında olduğu rivayet edilir. Bugün herhangi bir izine rastlanmayan saray, Evliya Çelebi'ye göre Mimar Sinan'a ait çok güzel bir yapıydı. Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde bu yapıdan Hacı Paşa Sarayı olarak söz eder.

Doğancılar semti, burada bulunan bir tulumbacı sandığı (teşkilatı) ile de ünlüydü. 18. yy'ın başlarında yangın söndürme teşkilatı olan tulumbalarda çoğunlukla yoksul gençler çalıştığından, Doğancılar'ın zengin ve kibar ahalisi, çocuklarını tulumbacı olarak vermek istemezler, buna karşı tulumbacı sandığım desteklemek için her türlü maddi yardımı yaparlardı. Doğancılar tulumba sandığı döneminde büyük üne sahip olmuştu (bak. tulumbacılık).

III. Mustafa döneminde Doğancılar önemli bir menzilhane (konaklama yeri) idi. Padişah fermanlarının ve mektupların elden ele süratle ulaştırılmasına çalışan piyade ve ulakların konaklaması için yapılan bu menzilhanelerden iki tanesi daha Üsküdar dolaylarındadır. Yine aynı dönemde, Doğancılar'da bulunan su maksimi (taksim), Üsküdar çeşmelerine su sağlayan Fatma Sultan-İbrahim Paşa suyolunun üçe ayrıldığı önemli bir merkezdi. Şerefâbâd Su Taksimi olarak bilinen yapı, yarım kubbeli, taş ve tuğladan örülmüş, sekiz köşeli güzel bir yapı olup Doğancılar Camii'nin yakınlarındadır. Bugün metruk durumdadır.

Tarihte Doğancılar Meydanı olarak bilinen yerde bugün Doğancılar Parkı(->) bulunmaktadır. 1890'lara kadar pazar yeri olarak kullanılan meydan, II. Meşruti-yet'ten sonra 1909'da parka dönüştürülmüştü. Halen bakımlı bir bahçe olarak halkın kullanımına açık olan parkın gü-

neybatı köşesinde, Tunus Bağı Caddesi'nin karşısında Paşakapısı Cezaevi vardır. Bina 19l6'da yapılmıştır. Cezaevine ve semte adını veren Paşa Kapısı ise 19. yy yapısıdır. Önceleri hassa ordusunun müşirlik binası olup sonra kulluk karakolu haline getirilmiş; Üsküdar Paşası diye tanınan müşir yüzünden de Paşa Kapısı adını almıştır. 1975'ten beri Jandarma Komutanlığı tarafından kullanılmaktadır. Cezaevinin yanında adliye binası bulunmaktadır.

Halen Üsküdar Kaymakamlığı'nın bulunduğu bina ise, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Halkevi binası olarak inşa edilmiş, bir süre evlendirme dairesi olarak hizmet gördükten sonra kaymakamlığa devredilmiştir. Doğancılar Parkı'nın karşısındaki Sümbülzade Sokağı'nın girişinde bulunan itfaiye Grup Başkanlığı binası ise 1940'larm başında yapılmıştır. Burada halen 7 araç ve 32 personelle itfaiye teşkilatı faaliyet göstermektedir.

Doğancılar Parkı'nın çevresinde sıralanan okullar arasında Özel Doğan Lisesi, Paşakapısı ilkokulu, Halide Edip Adı-var Lisesi, Mithat Paşa Kız Meslek Lisesi, Özel Mualla Anaokulu sayılabilir. Doğancılar semtini sınırlayan diğer bir anayol olan Halk Caddesi'nin üzerinde, Şehir Ti-yatroları'nın Musahipzade Celal Sahnesi bulunmaktadır. Yaklaşık 350 kişilik olan bina, 1961 sonlarında tamamlanmıştır.

Doğancılar'ın önemli dini yapılarından biri olan Doğancılar Camii Sümbülzade Sokağı'nın girişindedir (bak. Çakır-cıbaşı Camii). Caminin mihrabı önünde, III. Mehmed'in vezirlerinden Koca Meh-nıed Paşa gömülüdür. Ayazma Mahallesi' ne doğru giderken Ahmet Çelebi Mahal-lesi'nde bulunan Aziz Mahmud Hüdaî Efendi'nin türbesi, camisi, imarethanesi ve yanındaki meşrutası Doğancılar yöresinin en tanınmış mekânlarındandır (bak. Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi). Eyüb Sultan gibi, istanbul halkı tarafından yoğun biçimde ziyaret edilmekte olan Aziz Mahmud Hüdaî Türbesi 1589-1595 arasında inşa edilmiştir. Gülfem Hatun Mahalle-si'nde, Mahkeme Arkası Sokak'ta bulunan Gülfem Hatun Camii ise Sinan dönemi eserlerinden olup, I. Süleyman'ın (Kanuni) cariyelerinden birinin vakfiyesinden-dir. 186,8'de onarım görmüştür, thsani-ye'de, III. Osman (hd 1754-1757) tarafından yaptırılan İhsaniye Camii yörenin önemli dini yapılarındandır. Caminin yer aldığı İhsaniye Mahallesi III. Osman'ın vakfettiği çeşitli yapılardan ve evlerden oluşuyordu. Doğancılar Caddesi civarında bulunan iki katlı ahşap bina ise pek çok şair ve edip yetiştirmiş olan Üsküdar Mevlevîhanesi'dir(-t). Son şeyhi Kayserili Ahmed Remzi Efendi olan Mevle-vîhaneyi, 1793'te Mevlevî Numan Dede yaptırmıştı. Pek çok Mevlevî dedesinin mezarının bulunduğu bu yapı, II. Mahmud döneminde (1808-1839) onarım görmüştür. Müştemilatı, halen Vakıflar Mü-dürlüğü'ne bağlı Taşdelen Memba Suları Işletmesi'nin merkezi olarak kullanılmakta olup Mevlevihane bölümünde hafta-

nın belli günleri dini toplantılara devam edilmektedir.

Doğancılar Parkı'nın karşısındaki çıkmazda bulunan Nasuhi Tekkesi Mescidi ise, IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) kızı Hatice Sultan'ın eşi Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ahşap olan yapı 1766'da yandıktan sonra, Rüstem Paşa tarafından taştan yapılmak suretiyle yenilendi. Doğancılar Caddesi'nden inerken sağdan ikinci sokakta bulunan Süleyman Paşa Camii ise 18. yy'ın sonlarına ait bir yapıdır; eskiden yakınında Süleyman Paşa Sarayı'nın olduğu söylenir.

Ayazma Mahallesi'nde bulunan Ayazma Camii müştemilatından olan sıbyan mektebi, hamam ve muvakkithane yıkılmıştır. Padişah tarafından, camiye gelir temin etmek amacıyla kurulan dokuma kârhane-si ve bir bükücü kârhanesi ileriki yıllarda "basmahane" olarak tanınmıştı. Bunun yerinde kalan boş arsa, şimdiki adı Şemsi-paşa ilkokulu olan tarihi Ayazma Mekte-bi'nin yeni dersliklerinin yapımında kullanılmıştır (bak. Mustafa III Mektebi).

1970'te yaklaşık 15.000 kişinin yaşadığı Doğancılar yöresinin bugünkü nüfusunun 25.000 civarında olduğu sanılmaktadır. Çevrede bulunan pek çok tarihi konak, cami, mescit, türbe bakımsızlıktan harap durumdadır. Az sayıda konak, ikinci derece tarihi eser onarımı kapsamında son yıllarda yenilenmektedir.

Üsküdar'ın en işlek kavşaklarından birini oluşturan Doğancılar, Tunus Bağı, Salacak iskele ve Halk caddelerinin kesiştiği yer olan Doğancılar merkezinden başka, bölgenin diğer önemli ulaşım yolları arasında Sümbülzade, Uncular, Açık Türbe, Öğdül, Tahriye, Enfiyehane, Değirmen, Salacak Bostanı, Halk Dershanesi, Paşakapısı, Viransaray, Şair Naili ve Eski Belediyeönü sokakları sayılabilir. BibL Konyalı, Üsküdar Tarihi, I-II; M, 4641-4645; Eyice, Boğaziçi.

AYŞE HÜR


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin