I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə26/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   139

DURMUŞ DEDE TEKKESİ

106

107 DÜĞÜMLÜ BABA TEKKESİ

çük ve gösterişsiz bulduğu Beyoğlu'nda baştercüman Jouannin'in evinde kaldı.

Dupre istanbul'da Fener Kumlarından Sutzo ve Ermeni Düzyan ailesiyle(->) i-lişki kurdu. Bu yakınlıktan, o dönemin gayrimüslim büyük eşrafının günümüze kalan en güzel ve ilginç portreleri meydana çıktı. Bunlar 1819-1821 arasında Boğ-dan voyvodası olan Mihail Sutzo (kitaptaki XXXVIII no'lu resim) ve kızı Eleni'nin (no. XXXIX), Karabet (no. XXXII) ve Sar-kis Düzyan ile eşinin (no. XXXIII) portreleridir. Dupre ayrıca bu sonuncuların kız kardeşleri Takuhi Dudu ve İskuhi Dudu'nun portrelerim de yaptığını yazar, ancak bunlar kitaba alınmamıştır. Aynı zamanda bu resimler bir dönemin sonunu imgeler, çünkü Dupre'nin, voyvodalığına dönen Mihail Sutzo'nun yanında 9 Eylül 1820'de istanbul'dan ayrılmasından birkaç hafta sonra, dönemin güçlü kişisi Halet Efendi'nin gazabına uğrayan Düzyan ailesinin önde gelenleri asılır ve malları müsadere edilir. Birkaç ay sonra ise Eflâk Voyvodası Alek-sandr Ipsüanti'nin ayaklanmasından ve Yunan isyanından sonra Fenerli Rumların saltanatı sona erer, Mihail Sutzo ailesiyle Paris'e kaçar.

Bükreş ve Viyana yoluyla Roma'ya ve oradan da Paris'e dönen Dupre çizmiş olduğu resimleri, ki bunlar genellikle portrelerdir, basıma hazırlar, îlk levhaları 1825'te satışa sunulan bu kitap, ancak ressamın ölümünden sonra 1838' de bitirilir. Voyage â Athenes et â Constanti-nople au collection de portraits vues et costumes grecs et Ottomans peints d'ap-res nature en 1819, lithographies â Paris et colories par Lois Dupre, eleve de David adıyla yayımlanan kitap kısa bir metin ve kırk levha içerir. Bunlardan XXXH'den XXXIX numaraya kadar olanlar istanbul'da çizilmiştir ve yukarıda adı geçenlerin dışında bir yeniçeri ve bir bostancı portresi (no. XXXIV), Ermeni bile-zikçi (no. XXXV), kalyoncu (no. XXXVI) ve Memluk (XXXVII) portreleridir.

STEFANOS YERASlMOS

DURMUŞ DEDE TEKKESİ

Beşiktaş İlçesi'nde, Rumelihisarı'nda, Bebek Mahallesi'nde, Bebek-Rumelihisarı yolu üzerinde, Rumeli Hisarı'nın güneyinde, Kayalar Mezarlığı'nm yanında yer almaktaydı.

Gülşenî tarikatının piri Şeyh ibrahim Gülşenî'nin (ö. 1533) halifelerinden Şeyh Hasan Zarifi Efendi (ö. 1569) tarafından 935/1528'de kurulmuştur. I. Ahmed döneminde (1603-1617) Akkirmanlı Ali Baba' nın meşihatı sırasında, hemşerisi olan Durmuş Dede (ö. 1616) adında bir meczup Akkirman'dan gelerek tekkeye yerleşmiş ve kerametleri ile ün salarak o tarihten itibaren tekkenin adıyla anılmasına sebep olmuştur. Evliya Çelebi'nin bizzat tanımış olduğu Durmuş Dede'nin özellikle Karadeniz'e doğru sefere çıkan gemiciler tarafından ziyaret edildiği, bu kimselerin, tekkeye zahire ya da Durmuş Dede'ye sadaka verip kendisinin iznini ve hayır duasını almadan yola ko-yulmadıklan anlaşılmakta, aksi takdirde yolculuklarının başarısızlık hattâ felaketle sonuçlandığı rivayet edilmektedir. Durmuş Dede'nin vefatından sonra da bu gelenek yaşatılmış, adı geçen şahıs, istanbul'un dini folklorunda "gemicilerin koruyucu velisi" olarak yerini almıştır.

Tekkenin zaman içinde geçirmiş olduğu değişimler hakkında pek bir şey bilinmemekte, ancak Şeyh Hasan Zarifi Efendi Türbesi'nin 19. yy'ın birinci yarısında, asıl tekke binasının ise aynı yüzyılın ikinci yarısından son şeklini aldıkları, mimari özelliklerinden anlaşılmaktadır. Kapatıldıktan sonra kısmen mesken olarak kullanılan tekke binası 1938' den sonra Bebek-Rumelihisarı yolunun genişletilmesi sırasında Hasan Zarifi Efendi Türbesi ile birlikte yıktırılmıştır.

Kuruluşunda Gülşenîliğe bağlı olan Durmuş Dede Tekkesi, 18. yy'ın ortalarında Halvetî-Cerrahî piri Şeyh Nureddin Cerrahî'nin (ö. 1721) halifelerinden Ser-tarikzade Şeyh Mehmed Emin Efendi' nin (ö. 1758) posta geçmesiyle bu tarikata intikal etmiş, 19. yy'ın sonlarında kısa bir müddet Halvetî-Şabanîliğe hizmet etmesi dışında, sonuna kadar Cerrahîli-ğe bağlı kalmıştır.

Encümen Arşivi'nde bulunan 1938 ta-

Durmuş Dede Tekkesi ve Şeyh Hasan Zarifi Efendi Türbesi'nin Bebek-Rumelihisarı yolundan 1938 tarihli bir fotoğrafta görünüşü. ÎAM/Encümen Arşivi

rihlî bir fotoğrafta gerek tekke binasının, gerekse de Hasan Zarifi Efendi Türbesi' nin Boğaz'a bakan doğu cepheleri görülmektedir, iki katlı, ahşap bir bina olan ve tevhidhane, harem ve selamlık bölümlerim barındırdığı anlaşılan asıl tekke binası Rumeli Hisarı tarafında (kuzeyde) yer almaktadır. Dış görünüşüyle herhangi bir ahşap meskenden farksız olan yapının iki girişi, bunların üzerinde de, üçgen ahşap konsollarla desteklenen çıkmaları bulunmaktadır. Kagir olan Hasan Zarifi Efendi Türbesi'nin almaşık örgülü duvarlan, alternatif olarak bir sıra kesme küfeki taşı ve iki sıra tuğla ile örülmüş, yapı, doğu cephesinde üçgen bir alınlık (fronton) meydana getiren bir beşik çatı ile örtülmüştür. Doğu cephesinde, kesme küfeki taşından sövelerle çerçevelenmiş ve demir parmaklıklarla donatılmış üç adet dikdörtgen pencere sıralanmaktadır. Durmuş Dede'nin ise muhiplerinden birisi tarafından inşa ettirilen bir ahşap türbede gömülü olduğu bilinmektedir. Günümüzde tarihe karışmış olan bu türbenin duvarında asılı bir levhada şu beyit yazılı imiş: Hâk-i pây-i evliyaya yüzünü sürmüş dede / Bu hisânn kutbu olmuş Hazret-i Durmuş Dede.

Bibi. Evliya, Seyahatname^ I, ty, 267-268; Ayvansarayî, Hadîka, II, 125-126; Çetin, Tekkeler, 590; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 54;

Asitâne, 13; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 48-49, no. 74; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 12; Raif, Mir'at, 274; IhsaiyatU, 21; Vassaf, Sefine, V, 274; Şeyh İ. Fahreddin Efendi (Erenden), Tabahatü'l-Cerrahî, s. 20-21, 44-45, 64-66; E. S. Sünbüllük, Anadolu ve Rumeli Hisarları Tarihi, ist., 1953, s. 26-29; ISTA, K, 4769-4770; Ş. Yola, Schjejch Nureddin Mehmed Cerrahî und sein Orden (l 721-1925), Berlin, 1982, s. 80.

M. BAHA TANMAN



DÜĞMECİBASI MESCİDİ

Eyüp İlçesi'nde, Düğmeciler Mahallesi'nde, Oluklubayır Sokağı ile Düğmeciler Caddesi'nin kavşağında yer almaktadır.

Anadolu Kazaskeri Dökmecizade Mehmed Bakır Efendi (ö. 1589) tarafından Mimar Koca Sinan'a yaptırılmıştır, inşa tarihi tespit edilememektedir. M. Bakır Efendi'nin soyundan gelen Hüseyin Şah Efendi, mescidi bir minber eklemek suretiyle camiye dönüştürmüştür. II. Mahmud' un (hd 1808-1839) üçüncü hazinedarı La-lezâr Kalfa ile Hadîka zeylinin yazarı Ali Satı Efendi'nin yardımlarıyla 1238/1822' de şadırvan tamir edilmiş, su getirilmiş, mescidin zeminine yeni hasır döşenmiştir. Üzerindeki kitabeden, şadırvanın 1286/1869'da Fatma Hanım adında birisi tarafından yenilendiği anlaşılmaktadır. Mescit 1894 depreminde harap olmuş, 1313/1895'te Emine ve Fatma hanımlar tarafından onartılmış, bu husus yapının batı cephesine konulan bir kitabede belirtilmiştir. Mescit son olarak 1970'te ö-nemli bir onarım geçirmiştir.

Yapı, tuğla hatıllı taştan yapılmış sa-kıflı bir ana kitle, meşrutaya dönüştürülmüş bir son cemaat yerinden oluşur. Fakat geçirdiği tahribatlar ve onarımlar sonucunda 16. yy karakteri bozulmuş olmakla birlikte iyi durumdadır.

Ana mekân kare planlıdır. Yapıya önce camekânlı bir ön hazırlık bölümünden girilir. Son cemaat yerinde solda iki kapı yer alır. ilk kapıdan camekânla bölünmüş imam odasına, ikinci kapıdan da merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır. Son cemaat yeri dört tane pencere ile aydınlanır, içten de yarıya kadar mermer levhalarla kaplanmıştır. Ana mekâna bir basamakla inilir. Sağda ve solda maksureler bulunur. Doğu duvarında dikdörtgen, derin niş şeklinde açılmış bir pencere olup, batı cephesinde altta aynı ö-zelliği gösteren pencereler vardır. Bunların üstüne gelen yerde ise sivri kemerle son bulan pencereler yapılmıştır. Güneyde ise mihrap iki renkli mermerden, içten köşeli, üzeri mukarnaslı olarak yapılmıştır. Üzerinde kitabesi vardır. Mihrabın sağında ve solunda, altta ve üstte ikişerden toplam dört pencere açılmıştır. Vaaz kürsüsü mermerden olup güneydoğu köşesinde, duvara bitişiktir. Kürsü kısmı dört köşeli olup, içine mermerden para-lelkenar motifler yapılmıştır. Minberi ise ahşaptır.

Kadınlar mahfili düz balkon çıkması halinde olup ana mekânda bunu dört ahşap direk taşımaktadır. Kadınlar mahfiline kuzeyden kapı ile girilir. Önce ka-

re bir mekân vardır. Yapının tavanı ahşap olup çubuklarla kasetlenmiştir.

Ayrıca içten alttaki pencerelerin yarısına kadar mermerle kaplanmıştır. Üstteki pencereler ise alçı ile bölünüp, içine sarı, yeşil, kırmızı renkli camlarla bitki motifli süslemeler yapılmıştır. Kare planlı bir kaideye oturan minare yivli bir pabuç kısmı ve silindir biçiminde gövdesi ile dikkati çeker. Şerefesi taş konsollarla desteklenmiştir. Yapı son yıllarda dıştan mozaik sıva ile kaplanmıştır. Pencereler demir parmaklıklıdır. Güney cephe düz duvar halindedir. Yapının üzeri dört meyilli kiremit çatı ile örtülü olup, kirpi saçaklıdır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 266; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 6-7, no. 21; İSTA, IX, 4804; Öz, İstanbul Camileri, I, 49; Kuran, Mimar Sinan, 308; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 44.

N. ESRA DlŞÖREN



DÜĞÜMLÜ BABA TEKKESİ

Eminönü İlçesi'nde, Sultanahmet'te, Bin-birdirek Mahallesi'nde, ibrahim Paşa Sa-rayı'nın (Türk ve islam Eserleri Müzesi) içinde yer almaktaydı.

İbrahim Paşa Sarayı'nın içinde tesis edilmiş olan Düğümlü Baba Tekkesi'nin banisi ve kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilememektedir. İnşa tarihi II. Bayezid dönemine (1481-1512) kadar inen, adım I. Süleyman'ın (Kanuni) ünlü vezirazamı Makbul ibrahim Paşa'dan (ö. 1536) alan bu sarayın 18. yy'ın ortalarından itibaren özgün kullanımından iyice uzaklaşarak çeşitli faaliyetlere tahsis edildiği bilinmektedir. Bu arada tekkenin de II. Mah-mud'un (hd 1808-1839) arabacıbaşısı o-lan kişi tarafından bu hükümdarın dö-

Düğümlü Baba

Tekkesi'nin

tevhidhane ile

türbesinden bir

görünüm.


M. Baha Tanman

fotoğraf

koleksiyonu

neminde tesis edilmiş olması muhtemel görünmektedir.

Tekkeye adını vermiş olan "Düğümlü Baba" lakaplı Şeyh Hafız Mustafa Efendi (ö. 1866) geçen yüzyılda istanbul'un ünlü meczuplarındandır. Amasra'da 1786 civarında doğmuş, medrese tahsili görüp hafız olduktan sonra istanbul'da Laz Ahmed Paşa adında bir vezirin imamı olmuştur. Bazı kaynaklar Nakşibendî, diğer bazıları ise Rıfaî tarikatına girdiğini belirtmekte, ancak içinde yaşadığı, vefatından sonra da gömüldüğü tekkenin Rı-faîliğe bağlı olması bu rivayetlerden ikincisinin doğru olduğunu düşündürmektedir. Eline geçen iplere ya da şerit halinde yırttığı bez parçalarına durmadan düğümler atıp bunları sarığına ve elbisesine bağladığı için "Düğümlü Baba" lakabı ile ün salmış, söz konusu düğümler özellikle "aşk ve sevda hastaları" için şifalı olarak kabul edilmiştir.

Düğümlü Baba'mn mensuplarından, â-yan meclisi üyesi, ayrıca âlim ve şair olan Vecihipaşazade ismail Kemâl Sadık Paşa (ö. 1892) 1295/1868'de tekkeyi tamir ettirip bir vakfiye ile donatmış, özel kitaplığını buraya bağışlamış, ayrıca Kemâl-name-i Düğümlü Baba adında iki çildik manzum bir menakıbname kaleme almıştır.

Cumhuriyet döneminde terk edilerek harap olan tekke, ibrahim Paşa Sarayı'nın onarımına başlandığı 1965'ten kısa süre önce yıktırılmıştır. Bu arada tekkenin türbe bölümünde yer alan kabirlerin Sultan Ahmed Türbesi'nin bahçesine taşındığı söylenmekte, tekkedeki kitapların ise Sü-leymaniye Kütüphanesi'ne götürüldüğü tespit edilmektedir, ibrahim Paşa Sarayı' nın Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak

DÜĞÜN ÂDETLERİ

108

109

DÜĞÜN ÂDETLERİ

Düğümlü Baba Tekkesi'nin mihrabı. M. Baha Tanman fotoğraf koleksiyonu

kullanıldığı yıllarda arabacıbaşınm sandukası bir müddet korunmuş, çevresine başka bir yerden (muhtemelen bir rical türbesinden) getirilen, som gümüşten bir şebeke konmuş, sonradan bu sanduka ortadan kaldırılarak Düğümlü Baba Tekkesi'nin son izi de tarihe karışmıştır.

Rıfaî tarikatına bağlı olan tekkede pazar günleri ayin icra edildiği, burasının, Düğümlü Baha'nın şöhretinden dolayı, istanbul meczuplarının toplanma yeri haline geldiği bilinmektedir. Tekkenin şeyhleri içinde, 1889'da postnişin bulunan Raşid Efendi'nin, geçen yüzyılda İstanbul'un çeşitli "kıyamî" tekkelerinde reislik yapan İhsan Efendi'nin ve son postnişin Şahab Efendi'nin isimleri tespit edilebilmektedir.

İbrahim Paşa Sarayı'nın altyapısını o-luşturan, temellerinin Hippodrom'a ait olduğu anlaşılan kısmi zemin katta kıble doğrultusunda gelişen yuvarlak beşik tonozların örttüğü dikdörtgen planlı mekânlar sıralanır. Yuvarlak kemerli ikişer açıklıkla birbirine bağlanan, aynı türden birer kemerle de Atmeydam'na açılan bu mekânlardan birisi (fevkani avluya çıkan merdivenden sola doğru ikincisi) Düğümlü Baba Tekkesi'nin tevhidhanesi olarak kullanılmıştır. Kıble yönündeki açıklık, kemerin üzengi hizasına kadar çıkan bir duvarla kapatılmış, bu duvarın ortasına yuvarlak kemerli mihrap, mihrabın soluna dikdörtgen açıklıklı bir kapı, sağına da aynı türden bir pencere yerleştirilmiştir. Söz konusu kapı ile pencere, tev-hidhanenin kıble yönüne eklenmiş olan ve sarayın Atmeydanı cephesinde taş-

kınlık yapan mekâna açılmaktadır. Mihrabın içinde, II. Mahmud döneminden itibaren moda olan, kordonlarla iki yandan tutturulmuş dalgalı perdeler ve ortada kandilden oluşan kalem işi süsleme görülmektedir.

Tevhidhanenin doğu yönündeki mekâna bağlanan kemerli açıklıklar da türbe olarak değerlendirilmiştir. Alelade demir parmaklıklarla donatılmış olan bu a-çıklıklardan güneydeki Düğümlü Baba ile tekkenin banisi "arabacıbaşı"na ait iki ah-"şap sandukayı, kuzeydeki iki sıra halinde yerleştirilmiş diğer şeyh sandukalarını barındırmaktadır. Tekkenin ikinci banisi olan î. Kemâl Sadık Paşa'nın da bu türbeye gömüldüğü bilinmektedir. Düğümlü Baba'ya ait sandukanın başucun-da, vefat tarihini (1283) veren, sülüs hatlı manzum bir kitabe levhası, ayrıca camlı bir dolap içinde, kendisine ait bir "emanet" olduğu anlaşılan, üstünden düğümlerin sarktığı ahşap bir asa göze çarpmaktadır.

Tevhidhanenin kıble yönündeki tek katlı, kagir duvarlı ve çatılı mekânın şeyh odası ya da meydan odası türünden bir selamlık birimi olduğu tahmin edilebilir. Cephelerinde basık kemerli pencereler görülmektedir. Sarayın Atmeydam'na nazır fevkani avlusunun doğu kesiminde zemin kattaki tevhidhanenin üzerine isabet eden yerdeki tek katlı ahşap binanın da tekkeyle bağlantılı olduğu, harem dairesini barındırdığı düşünülebilir. Bu yapının Atmeydam'na bakan cephesi çıkmalarla hareketlendirilmiş, tevhidhane ile aynı hizada bulunan çıkma, II. Mahmud döneminin ampir üslubuna işaret eden üçgen bir frontonla (alınlık) taçlandırılmış tır.



Bibi. Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 72-73, no. 114; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; th-saiyat II, 20; Vassaf, Sefine, V, 270; Osmanlı Müellifleri, I, 88, II, 209-210; Ergun, Antoloji, II, 671; S. Eyice, Küçük Amasra Tarihi ve Eski Eserleri Kılavuzu, Ankara, 1965, s. 51-52; H. Kınaylı, "Düğümlü Baba", "Düğümlü Baba Tekkesi", ISTA, EX, 4806.

M. BAHA TANMAN



DÜĞÜN ÂDETLERİ ^ Bizans Dönemi

Bizans'ta evlilik seremonisi "mnesteia" denen nişanlanmayla başlar, kilisede kıyılan dini nikâh ve bunu izleyen eğlencelerle sürerdi. "Mesazontas" denen aracılar tarafından bulunan gelin ve damat a-dayları mülkiyet ilişkilerini düzenleyen sözleşmenin imzalanması ve "egkolpia" denen başlık parasının erkek tarafınca ödenmesinden sonra düğün hazırlıklarına geçerlerdi.

Hora Hora (sevinç günü) olarak tanımlanan düğünün öncesinde gelin odası süslendikten sonra, "kliturion" denen kalıplaşmış sözcüklerin yer aldığı davetiyelerle konuklar çağrılırdı. Gelinin yalnızca ayak bileklerine dek inen beyaz giysi giydiği düğünde, konuklar da beyaz ya da a-çık maviyi tercih ederdi.

Papaz tarafından takdis edilen yeni ev-

liler "epithalamia" denen özel şarkı eşliğinde, "nimfagogoi"lerin (refakatçi) öncülüğünde damadın evine giderdi. 4. yy' dan itibaren düğünlerde söylenen "epithalamia" şarkısı ise bazen nesir, bazen de manzum olurdu. Teodoros Prodromos'un, Arına Komnena(->) ve Nikeforos Bryen-nios'un çocuklarının düğünlerinde söylenen bu şarkının Grek mitolojisinden derlenmiş sözleri, 12. yy'dan itibaren pek çok şaşırtıcı imajla zenginleştirilmişti.

Düğün töreni sırasında geline takılan evlilik yüzüğü geleneğinin kökü Mısır'a ve Roma'ya gider. Önceleri basit metallerden yapılan yüzük, sonraları altın, gümüş ve bronzdan, halka ya da sekizgen biçiminde olmaya başladı. Üzerinde genellikle "omonoia" (uyum) sözcüğü kazılı olurdu.

6. yy'dan itibaren geline takılmaya başlanan evlilik tacı geniş basit madeni bir banttan ibarettir. "Stefanoi" denen bu tacın bilinen tek örneği bugün Atina Müzesi'n-dedir. 7. yy'dan kalma evlilik kemeri geleneği ise, düğünden çok zifaf odasına ait bir unsurdur. Kemer gelinle damadın ellerini birleştiren İsa figürü ile süslü o-lurdu. Günümüzde dek gelmiş bir örneğinin üzerinde "Tanrı'dan uyum, merhamet, sağlık" sözcükleri seçilmektedir.

Kedrenos'a göre, yedi gün süren düğün eğlenceleri Ayasofya civarında, Senato Evi'ne yakın Nimfaion(->) denen halka açık binada yapılırdı. Evlilik aklinin imzalanması ve dini törenin tamamlanmasından sonra konuklar ziyafete çağrılır, dansçılar ve pandomimciler onları eğ-lendirirdi. Kilise mensupları ise düğünü, eğlenceler başlamadan terk etmek zorundaydılar. Eğlencelerin bitiminde, konuklar gelinin bekâretine ilişkin kanıtı görmek isterlerdi.

Soyluların düğünleri ise aynı biçimde fakat çok daha görkemli olurdu. İmparator ailesine yabancı ülkelerden gelen gelinler Pege'de (Balıklı) karşılanırken, damatlar Blahernai Kilisesi(->) ya da Bu-koleon Sarayı'nda(-») beklenirdi. Bu düğünlerde, yoksullar ve öksüzler giydirilir, halka yemek dağıtılır, esirler azat edilirdi.

Bibi. L. Brehier, La civilisation byzantin, Paris, 1950; Ph. Koukoules, "Byzantinon bios kai politismos", Cottection de I'Instit ve Fran-çais d'Athenes, IV, Atina, 1951, s. 1-16; C. Diehl, Imperatrices deş Byzance, Paris, 1959; E. H. Kantorowicz, "On the Golden Marriage Belt and the Marriage Rings of the Dumbar-ton Oaks Collection", Dumbarton Oaks Pa-pers, 14, 1900, s. 1-16; D. Talbot-Rice, The Byzantines, Londra, 1962; M. Angold, "The Wedding of Digenis Akrites", He Kathemeri-ne zoe sto Byzantio, Atina, 1988, s. 201-215.

AYŞE HÜR


Osmanlı Dönemi

Osmanlı döneminde çok zengin olan düğün âdetleri "saray düğünleri", "eski İstanbul düğünleri" ve "İstanbul köy düğünleri" olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.



Saray Düğünleri: Osmanlı padişahlarının kızları daha beşikte iken nişanlanır ya da evlendirilir, yaşlı kocası ölünce aynı sultan 16 yaşına gelinceye kadar bir-

kaç kez daha evlendirilirdi. Bunun sebebi damattan ve devlet ileri gelenlerinden gelecek olan para ve armağanlarla padişahın açıklarını kapatmaya çalışmasıydı.

Padişahlar sultanları devletin ileri gelenleri arasından seçtikleri kişilerle ev-lendirirlerdi (bak. sur-ı hümayun).

Eski İstanbul Düğünleri: Evlenecek oğlu olan anneler ya tanıdık bir ailenin kızını doğrudan doğruya gidip ister ya da tanımadığı bir aileye yanına akraba komşu kadınlardan birkaçını alarak kız görmeye gider. Görücü usulü evlenme Cumhuriyet döneminde hızla azalmış, ancak 1950'lerden sonra yaşanan hızlı göç olgusu İstanbul'da Anadolu usulü görücülüğün yeniden canlanmasına yol açmıştır.

Görücüler kızı beğendilerse açıkça isterler ve evden ayrılırlar. Kız tarafı da damat adayıyla ilgili araştırmalar yapar ve o-lumlu ya da olumsuz bir karara varır. Her iki taraf anlaştığı takdirde damadın babası yanına birkaç hatırlı kimseyi alarak kız evine gider. Taraflar damadın içgü-veyi olup olmayacağı mihr-i muaccel (ağırlık da denir) ve mihr-i müeccel (nikâh bedeli) konularım karara bağladıktan sonra nişan işlerine sıra gelirdi (bak. nişan âdetleri).

Nişandan hemen sonra ya da daha ileride yapılacak olan düğün hazırlıkları, düğünden bir hafta önce akraba ve tanıdıklara okuyucu gönderilmesiyle başlar. Zengin ailelerde kalfalar, orta hallilerde kaynana ya da kızın akrabalarından birisi bu işle görevlendirilir. Gelin şehir dışına gidecekse davetliler saçılarını çeyiz gidinceye kadar getirirler.

Nişandan sonra damadın çamaşırları

Bir çarşı ressamından gelin ve çeyizini betimleyen resim. Galeri Alfa

Gelinin


tahtırevan ile

damat evine

getirilişini

betimleyen La

Hay ve

Ferriol'un



Recueil de Cent

Estampes

Representant

Differentes

Nations du

Levant adlı

kitabında yer

alan

Vanmour'un



bir resmi,

Paris, 1714.



Galeri Alfa

ve diğer lüzumlu eşyaların hazırlanması ile tamamlanan çeyiz pazartesi günü muhacir ya da öküz arabaları ile oğlan evine gönderilir. Çeyizle beraber kız evinden birkaç kadın da yerleştirmek üzere gider (bak. çeyiz alayı). Salı günü gelin hamamı yapılır. Oğlan tarafının bütün kadın akrabası ve en yakın dostlar davet edilerek bir hamam kapatılır; çalgıcılar, çengiler tutulur. Hamamda sıcaklığa girmeden önce dış avluda toplanılır. Geline ipekli peştamal kuşatılıp başına çarşaf tutularak avlu dolaştırıldıktan sonra içeride ilahiler, türküler eşliğinde gelin yıkanır. Yıkama işleminden sonra gelin gö-bektaşının etrafında üç kere dolaştırılır, ailesinin varlığına göre altın, gümüş taslarla üç tas su dökülür, başının üzerinden paralar serpilir, geline şerbet içirilerek hamam tamamlanır.

Çarşamba akşamı yapılan kına gecesinde erkekler selamlıkta, kadınlar haremde eğlenirler. Oğlanın akrabasından birkaç kişi gümüş bir tepsinin üzerine kına koyar, iki tane de mum dikerek gelin evine götürürler. Sabaha karşı kızın a-vuçlarına, parmak uçlarına ve ayak başparmağına kına yakılır. Sazendeler, hanendeler meclisi şenlendirip türküler söyler, çengiler oynatılır (bak. kına gecesi).

Perşembe "yüz yazısı" günüdür. Geline oğlan evinin nişan takımı ile birlikte gönderdiği gelinlik giydirilir. Gelin hazırlanınca kuşak bağlama merasimi yapılır. Babası ya da büyük erkek kardeşi şalı kızın belinde üç kere dolaştırdıktan sonra bağlar. Evdekilerle vedalaşan gelin, perdeleri kapalı gelin arabasına bindirilir. Gelin arabası önde olmak üzere bütün arabalar sıraya geçerek oğlan evine gelirler. Gelin çarşaflar tutularak indirilir. Damat gelini kapıda karşılayarak başının üzerinden bozuk paralar atar. Sonra koluna girerek gelin odasına çıkarır. Gelini görmeye gelen kadın davetlilere en yaşlı, en tanınmış olandan başlamak üzere yemek verilir. Akşam ise erkek davetlilere düğün yemeği ikram edilir. Yarı düğün olarak da adlandırılan nikâh töreni, bazı

aileler tarafından düğünden önce, bazıları tarafından da yüz yazısı gününde yapılır. Damat yatsı namazından sonra arkadaşları ile evin kapısına gelir. Hocanın duasından sonra içeri sokulur. İçeride seccade üzerinde namaz kılıp, yüz görümlüğü vererek gelinin duvağını açtıktan sonra önceden hazırlanan şekeri birlikte yerler. Ertesi gün gelin paçalık denilen elbisesini giyer. Başında tel-du-vak yoktur, elmasları ve yüzgörümlüğü takılıdır. Paça gününde düğün yemeğine kaymak ve paça tiridi eklenmiştir.

İstanbul Köy Düğünleri: İstanbul köylerinde de nişan öncesinde uygulanan gelenekler arasında görücü usulünün varlığı biliniyor. Düğünden bir hafta önce, davul, zurna ya da İstanbul'dan getirilen saz ve çengi takımının eşliğinde hazırlanan böreklerin, kız ve erkek tarafının köyündeki her eve dağıtılması ile davet işlemi tamamlanmaktadır.

Salı günü dışarıdan gelecek olan davetliler saz ve çengi takımının eşliğinde "dakı" denilen hediyeleri ile birlikte düğün evine giderler. O gün ziyafet ve eğlence günüdür. Kına gecesi ya da kına damı çarşamba gecesidir. Kız evinin hazırladığı helva, sini içinde damat evine gönderilir. Orada tepsiye kına konup, mumlar dizilip, helvaya para yapıştırılarak kız evine tekrar gönderilir ve kıza kına yakılır.

Perşembe günü gelin alma günüdür. Damat ile sağdıcı öğle üzeri dualarla ve davul-zurna eşliğinde tıraş edilirler. Damat, kız evinin gönderdiği çamaşırları ve damatlıkları giyer. Sonra en önde köyün hatırı sayılır kişileri, arkada gençler, damat ile çalgı takımı, kızlar, kadınlar, en arkada gelin arabası olmak üzere bir alay oluşturularak gelin almaya gidilir. Kızın çeyizleri arabaya yüklenirken gelin de kucakta bindirilir. Gelinin alınacağı gün at yarışları ve pehlivan güreşleri yapılır.

Gelin oğlan evine gelince damat kapıda başından para saçıp, koltuk yaparak odasına çıkarır. Bir süre sonra odadan çıkıp bayraktarın elindeki bayrağı



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin