DÜLGERZADE TEKKESİ
110
111 DÜYUN-I UMUMİYE BİNASI
1927'de Beyoğlu'nda bir Rum düğünü.
A. Selçuk Sakaoğlu koleksiyonu
üç kere öptükten sonra bayrağı alarak arkadaşının evine gider.
Yatsı namazından sonra damat arkadaşları tarafından eve getirilir. Daha önceden kıyılmamışsa nikâh kıyılır. Odada iki rekat namaz kıldıktan sonra geline yüz-görümlüğü vererek duvağını açar. Gerdek gecesinin sabahı, kadınlar duvak ya da paça denilen eğlence yaparlar. Gelin giydirilir. Eğlenceler düzenlenip, oyunlar oynanarak düğün tamamlanır.
Bibi. Melahat Sabri, "istanbul Düğünleri", HBH, II, S. 23-24 (Mayıs 1933); E. Cenkmen, Osmanlı Sarayı ve Kıyafetleri, ist., 1948; N. Ânafarta, "Ümmügülsüm Sultan'ın Düğünü ve Sonu", Hayat Tarih Mecmuası, II, S. 7 (Ağustos 1971); Ş. Rado, "III. Ahmet Devrinde Sultan Düğünleri", ae, II, S. 9 (Ekim 1971); S. Y. Ataman, "İstanbul Folkloru", Sivas Folkloru, VI, S. 63 (Nisan 1978); M. Ş. Ül-kütaşır, "Bizim Köyün Güreşli, Yarışlı Düğünleri", ae, VI, S. 64 (Mayıs 1978); And, Şenlikler; Uzunçarşılı, Saray; Musahibzade, İstanbul Yaşayışı, 1992, 13-30; Refik Halid (Karay), Üç Nesil Üç Hayat, İst., ty, s. 40-45; Ali Şeydi, Teşrifat ve Teşkilât-ı Kadîmemiz, by, ty.
MELTEM CİNGÖZ
DÜLGERZADE TEKKESİ
bak. NECCARZADE TEKKESİ
DÜMBÜLLÜ, İSMAİL
(1897, İstanbul - 5 Kasım 1973, istanbul) Ortaoyuncu ve tuluat sanatçısı.
Babası II. Abdülhamid'in silahdarların-dandı. Toptaşı Askeri Rüştiyesi'nin üçüncü sınıfında okurken Doğancılar'da seyrettiği Kel Hasan'dan etkilenerek okuldan ayrıldı. Önce amatör olarak Karagöz Hüseyin'in, 1917'de de profesyonel olarak Kel Hasan'ın tiyatrolarında sahneye çıktı. 1926'ya kadar Kel Hasan'ın yanında çalışarak tuluat geleneğini öğrendi. İkinci komik olarak Küçük İsmail, Âsim Baba, Ali Bey ve Naşit Özcan gibi döneminin ünlü ortaoyuncularıyla çalıştı. 1928'de
Tevfik İnce'yle birlikte kendi topluluğunu kurdu ve Şehzadebaşı'ndaki Hilal Ti-yatrosu'nda oyunlarını sergilemeye başladı. 1933'ten sonra Anadolu turnelerine çıktı. İsmail Dümbüllü tiyatro sahnelerinde ortaoyunu tiplerim canlandırdığı için, bu oyunu sahneye çıkarmış da sayılabilir. Bu dönemde "Ayşem", "Cebe Gitti", "Bülbül" gibi operetlerde oynadı. Döneminin tiyatro anlayışı ve beğenisinin giderek değişmesine karşın Naşit'in ölümünden sonra geleneksel tiyatronun en ünlü adı oldu ve ortaoyunu geleneğini tek başına sürdürdü. 1947'den sonra özgün ses tonu, saf görünüşü, en olmadık nükteleri savurup geçivermesi, seyirciyle kolayca bütünleşebilmesi ve sevimli mi-mikleriyle sinemada da görünmeye başladı. Önce Memiş (1947), ertesi yıl da Dümbüllü Macera Peşinde ve Keloğlan filmlerinde başrol oynadı. Harman So-
İsmail
Dümbüllü
(solda)
Beyazıt Çınar-
altı'nda
bir sohbette,
1961.
Eser Tutel
koleksiyonu/
fotoğraf Azmi
Nihad Erman
nu (1950) ve bir sonraki yıl çevirdiği İncili Çavuş, Ne Sihirdir Ne Keramet, Sihirli Define filmleriyle sinema oyuncusu olarak da ününü pekiştirdi. 1953'te Dümbüllü Sporcu ve Kırk Gün Kırk Gece, 1954'te Mihrimah Sultan, 1956'da Dümbüllü Tarzan, Bayram Gecesi, Nasrettin Hoca ve Timurlenk gibi filmlerde oynayan İsmail Dümbüllü, 1968'de jübile yaparak sahneyi bıraktı ve Kel Hasan' dan aldığı kavuğu geleneğe uyarak Münir Özkul'a devretti. Sonraki yıllarda zaman zaman sahneye çıkmayı ve radyo oyunlarında yer almayı sürdürdü. Dümbüllü hem ortaoyununda, hem o-perette, hem de sinemada başardı olabilmiş ender sanatçılardandır. Kel Hasan' dan öğrendiği ortaoyunu ile birçok seyirlik oyunun ve çeşitli oyunculuk tekniklerinin günümüze aktarılmasında önemli bir zincir halkası görevini gören hattâ kendi de yeni tuluat oyunları getiren Dümbüllü, öğrendiklerini kendi kişiliğiyle birleştirerek oluşturduğu "Dümbüllü tarzı"nı hem sahnede, hem de perdede sergilemeyi sürdürmüştür. Karagözcüler ve Ortaoyuncular Derneği'nin İsmail Dümbüllü adına 1980'de koyduğu en başarılı güldürü sanatçısı ödülünü ilk kez Münir Özkul, 1987'de de Suna Pekuysal kazandı. Ses bandına kaydedilen anıları Sadi Yaver Ataman'ın Dümbüllü İsmail Efendi (İst., ty) adlı kitabında yer almıştır.
Bibi. M. And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, s. 241-242; "Dümbüllü, ismail", İSTA, IX, 4818-4820; S. Y. Ataman, Dümbüllü ismail Efendi, îst, ty 1(1974)1, Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I, İst., 1985, s. 383-386; M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967; C. Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, I, İst., 1987, s. 32.
RAŞİT ÇAVAŞ
DÜRRÎZADELER
18-20. yy'larda İstanbul'un önde gelen ilmiye ailelerinden. Osmanlı şeyhülislamlarının altısı bu ailedendir. Dürrîzadeler, kentte ve Boğaziçi sayfiyelerindeki ya-
samları ile de İstanbul kültürünü ve sosyal hayatını etkilemişlerdir.
Ailenin atası İlyas Efendi'nin (17. yy) Ankaralı veya İstanbullu olduğuna ilişkin farklı bilgiler vardır. Aileye adım veren Dürrî Mehmed Efendi (?-1736) İlyas Efendi'nin oğludur. Medrese eğitimi yanında özel dersler de aldı. İstanbul medreselerinde müderrislik etti. Kazasker Abdülka-dir Efendi'ye damat olarak ilmiye ricali aileleri arasında yer edindi. 1709'da yargı mesleğine geçerek Halep, Kahire, Mekke kadılıklarında bulundu. 1719'da İstanbul kadısı iken, kentte ciddi bir ekmek kıtlığı yaşandı. Bu nedenle görevden alındı. 1726'da Anadolu kazaskeri iken, hakkındaki şikâyetler üzerine azledildi.. Patrona Halil Ayaklanması'mn (1730) ardından Rumeli kazaskerliğine getirildi. Şeyhülislamlığı l yıldan fazla sürdü (31 Ekim 1734-13 Nisan 1736) Üsküdar'daki yalısında felçten öldü. Karacaahmet Mezarlığı' na gömüldü.
Dürrîzade Mustafa Efendi (1702-1774) Mehmed Efendi'nin oğludur. Medresede okudu. Babası şeyhülislamken Süleyma-niye müderrisi oldu. 1734'te Galata, 1739' da İstanbul kadılığı, 1746'da Anadolu, 1750'de Rumeli kazaskerliği yaptı. Üç kez şeyhülislamlık görevinde bulundu (26 Temmuz 1756-18 Şubat 1757; 29 Nisan 1762-23 Nisan 1767; 27 Şubat 1774-29 Eylül 1774). Bu görevde iken öldü. Edir-nekapı'da Lâ'lizade Çeşmesi arkasında cadde kenarındaki mezarına gömüldü. İstanbullulara özgü inceliği, konağının yoksullara açık oluşu ile tanınan Mustafa Efendi aşırı dindar ve dürüsttü. Din bilimleriyle uğramış, fıkıh alanında Dürretü'l-Beyzâfî Beyân-ı Ahkâm-ı Şe-riatü'l-Garrâ adlı bir eser yazmıştır. Konağı Fatih'teydi. Yenikapı Mescidi'ni o-nartmıştır. Beş oğlundan ikisi şeyhülislam olmuşlardır. Diğer üç oğlundan Mehmed Tâhir Efendi (ö. 1767) kadılık, Ebu'l-Be-rekât Mehmed Nureddin Efendi (ö. 1765) müderrislik, Mehmed Nurullah Efendi (ö. 1778) Mekke, İstanbul kadılıkları, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmışlardır. Mehmed Nurullah Efendi'nin o-ğulları Mehmed İlyas (ö. 1817), Mehmed Es'ad (ö. 1818), Mehmed Âbid (ö. 1829) de kadılık, müderrislik ve kazaskerlik gibi ilmiye görevlerinde bulunmuşlardır. Mehmed Âbid Efendi'nin oğulları Mah-mud Aziz (ö. 1849) ve Ahmed Reşid (ö. 1866) de müderris, kadı idiler. Bunların oğullarından ve torunlarından 19. yy'da yine ilmiye sınıfı içinde yer alan başka bireyler de vardır.
Seyyid Mehmed Ataullah Efendi (1729-1785) Şeyhülislam Mustafa Efendi'nin büyük oğludur. 6 yaşında iken "beşik ule-ması"ndan oldu ve müderrislik payesi verildi. Babasının konağında özel eğitim gördü. 1758'den itibaren il kadılıklarında bulundu. 17ö9'da İstanbul kadısı oldu. 1744'te Anadolu, 1778'de Rumeli kazaskerliği yaptı. 1783'te ikinci kez atandığı Rumeli kazaskerliği sırasında kendisine reisü'l-ulema (bilginlerin başkanı) sanı verildi. Aynı yıl şeyhülislamlığa atan-
dı (19 Mayıs 1783-31 Mart 1785). Sadrazam Halil Hamid Paşa ile bir ihtilal düşüncesi içinde olduğu gerekçesiyle azledildi. Hacca giderken Gelibolu'da öldü. Aynı yerde gömüldü. Oğlu Mehmed Hâ-mid Efendi (ö. 1805) ile torunu Mehmed Ataullah (ö. 1825) mevleviyet (il kadılığı) görevinde bulunmuşlardır.
Şeyhülislam Mustafa Efendi'nin küçük oğlu Dürrîzade Mehmed Arif Efendi (1740-1800), 1774'te Bursa kadısı, 1780' de İstanbul kadısı oldu. 1781'de nakibü'l-eşraflık makamına atandı. İzleyen yıllarda Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yaptı. 1784'te reisü'l-ulema, sonra iki kez şeyhülislam oldu (22 Ağustos 1785-10 Şubat 1786; 12 Temmuz 1792-30 Ağustos 1798). İlk azlinden sonra hacca gitti. İkinci azlinde İstanbul'daki yalısına çekildi. Üsküdar'da Miskinler Tekkesi mezarlığında gömülüdür. Oğulları Mehmed Emin (ö. 1781) ve Mehmed Raşid (ö. 1790) müderristiler.
Dürrîzadelerden beşinci şeyhülislam, Seyyid Abdullah Efendi'dir (1769-1828). 1793'te Galata kadılığı yaptı. 1800'de İstanbul kadısı, 1801'de Anadolu kazaskeri oldu. 1807'de Kabakçı Mustafa Ayaklanması sırasında nakibü'l-eşraftı. Bu ayaklanmanın bastırılmasının ardından düzenlenen hücceti (uzlaşma tutanağı) imzalayan din bilginlerindendi. Alemdar Ola-yı(-t) sonrasında da şeyhülislamlığa getirildi (22 Kasım 1808-22 Eylül 1810). İkinci şeyhülislamlığından (12 Haziran 1812 -22 Mart 1815) sonra Üsküdar'da Tunus-bağı'ndaki konağına çekildi. 1820'de Manisa'ya sürgüne gönderildi. 1823'te İstanbul'a döndü. Vak'a-i Hayriye sırasında II. Mahmud'u destekledi. Konağında ve Bebek'teki yalısında görkemli bir yaşamı vardı. Gösterişsever ve mağrurdu. Karacaahmet Mezarlığı'nda gömülüdür.
Oğlu Mehmed Şerif Efendi (ö. 1861) 1855'te Rumeli kazakerliğine yükselmiştir. Diğer oğlu Rumeli kazaskeri payeli Mehmed Dürrî Efendi'nin (ö. 1899) oğlu Dürrîzade Abdullah Beyefendi (1867-1923) Osmanlı Devleti'nin son şeyhülislamlarm-dandır (5 Nisan 1920-31 Temmuz 1920). Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) arkadaşlarım "vatan haini" ilan eden ve idamlarının gerektiğini ileri süren fetvayı vermiş,
Düyun-ı Umumiye binasının planı. Sözen, Cumhuriyet Mimarlığı
yakın dönem siyasi tarihinde kötü bir ad bırakmıştır. Milli Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasından sonra İstanbul'dan kaçmış ve Mekke'de ölmüştür.
Dürrîzadelerin Bebek'teki yalısı 1782' de Şeyhülislam Mehmed Ataullah Efendi tarafından yaptırılmıştı. Ailenin sonraki bireyleri uzunca süre burada oturmuşlar, daha sonra satılan yalıda Sadrazam Mehmed Emin Rauf Paşa, Âli Paşa da ikamet etmişlerdir. II. Abdülhamid bu eski yalıyı Hazine-i Hassa'ya aldırtarak Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa'nın annesine hediye etmiş, daha sonra yıkılan yalının yerine Mısır Elçiliği binası yapılmıştır.
Bibi. Müstakimzade Süleyman, Devhatü'l-Meşayih, (tıpkıbasım), ist., 1978, s. 91, 100, 108, 109, 122; Şeyhî, Vekayiü'l-Fuzalâ, II-III, 737-739, 525; ismet, Tekmiletü'ş-Şakaik, 108-110, 168, 245, 251, 340; A. Altunsu, Şeyhülislamlar, 125, 139, 154, 156, 175, 260; Y. Öz-tuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1989, s. 629-631.
NECDET SAKAOĞLU
DÜYUN-I UMUMİYE BİNASI
Cağaloğlu'nda Türk Ocağı Caddesi üzerindedir.
Osmanlı Devleti'nin borçlarını ödeme konusunda güçlüklerin ortaya çıkması ü-zerine Avrupalı alacaklılarla başlayan görüşmeler önce Rüsum-ı Sitte (altı vergi), daha sonra da Düyun-ı Umumiye yönetiminin kurulması ile sonuçlanmıştı. 28 Aralık 1881'de imzalanan Muharrem Karar-namesi'nin ardından kuruluş ve örgütlenme çalışmalarına başlayan Düyun-ı Umumiye (kamu borçları yönetimi) önceleri Rüsum-ı Sitte İdaresi'nin Celal Bey Ham'ndaki bürolarına yerleşti. Büro kısa sürede yetersiz kaldı ve Düyun-ı Umumi-ye'nin kendine ait bir bina yaptırması gerekti. Yeni bina Cağaloğlu'nda Türk Ocağı Caddesi üzerinde yıkılmış Çifte Konaklar arsası üzerine 1897'de yapılmıştır. Yapının tasarımı, dönemin tanınmış mimarı Alexandre Vallaury'ye(->) aittir.
Yapı, geniş ve eğimli bir arsa üzerine kurulmuştur. Üzerine oturduğu platform, kuzeyde Halic'e doğru oldukça büyük bir eğimle iner. Bu topografik özellik, yapıya geniş manzara olanakları sunarken yapının da İstanbul peyzajı içinde anıtsal bir konum edinmesini sağlar.
DÜYUN-I UMUMİYE BİNASI 112
113
DÜZYAN AİLESİ
Bina doğu-batı doğrultusunda yerleştirilmiş, dıştan dışa yaklaşık 120x48 m boyutunda, ana çizgisiyle dikdörtgen planlı ve üç katlı, kagir bir yapıdır. Dikdörtgen plan aksiyal ve simetriktir. Doğu ve batı uçlarında köşeler, uzun eksene dik yönde taşınlmış kitlelerle belirginleşmiştir. Köşelere verilen bu vurguya doğu-batı ekseni üzerinde yer alan beşgen çıkmalar da katılmakta ve binanın dikdörtgen ana çerçevesini değiştirmektedir.
Planın dikdörtgen çerçevesini asıl değiştiren öğe ise kuzey-güney ekseni üzerindeki düzenlemedir. Mimar, yapıtına klasik anlamda aksiyal bir vurgu yapmayı tasarlamakta ama bunu gerçekten şaşırtıcı bir buluşla İstanbul mimarlığının kimi biçim örgelerim anıtsal boyutlara ulaştırarak denemektedir. Düyun-ı Umumiye
Düyun-ı Umumiye binasından kapı ayrıntısı. Erkin Emiroğlu, 1982
binasının kitaplara ve kartpostallara geçen ünlü portali ve saçağı, Vallaury' nin en iddialı tasarımlarından biridir. Binadan öne çıkan ve üç katlı binanın yüksekliğini, yaklaşık iki kat oranında aşan anıtsal portal, Osmanlı mimarlığının klasik ve barok motiflerinin plastik potansiyelinin yeniden keşfedilmesine dayandırılmıştır. Girişin içine yerleştiği sivri kemer, dört kat yüksekliğindedir. Kemer, ayrıca iri taş desteklerle öne çıkarılmıştır. En üstte bir veranda ve yine öne çıkarılmış üç küçük "loggia" vardır. Böylece ö-ne çıkmalar sürdürülür ve portal, barok üslupta eliböğründelere yaslanan geniş, dalgalı bir barok saçakla sona erdirilir.
Portal, içeride gerçekten görkemli bir giriş holüne açılmaktadır. Yaklaşık olarak 15x15 m boyutunda kare plan üzerine yerleşmiş çift kollu anıtsal merdiven ve örtüsü, yalın çizgisiyle yine iddialı bir öneridir. Vallaury, örtüde klasik bir geometriden ve çerçeveleme motifinden yola çıkmış ama bu sadeliği özellikle anıtsal bir boyutlandırma, çok iyi hesaplanmış oranlar ve elbet son derece özenli detaylar ve işçilikle sanat yapıtına dönüştürmüştür. 1892'de Pera Palas'tal» daha küçük boyutlarda denediği cam kubbe burada egemen motif olmuştur. Örtüde modern bir uygulama olan cam malzeme kullanımının getirdiği ışık ve renk olanağının mekâna katkısı da eklenmelidir.
Güney cephesindeki bu aksiyal vurgu, kuzeyde bir beşgen çıkma ile karşılanmaktadır. Bu bölüme, aslında anıtsal merdivenlerin karşısındaki kolonadlı bir antreden sonra geçilmektedir. Düyun-ı Umumiye direktörüne ait olması gereken beşgen planlı oda, büyük ve yüksek beş pencereyle Ayasofya'dan başlayıp Halic'e dönen eşsiz bir istanbul panoramasına açılmaktadır. Güneydeki bu beşgen
Düyun-ı
Umumiye
binasının
güneydoğudan
görünümü.
Erkin Emiroğlu,
1982
planlı kitle, ikinci katta muhtemelen bir toplantı salonu olarak düzenlenmiş; üst kata ayrı çıkışı olan bir galeri yapılarak mekân yükseltilmiş ve yine her iki katta beş büyük ve yüksek pencereyle panoramaya açılmıştır. Bu salonun örtüsünün ve galerisinin düzenlenişinde yüksek ve sofistike bir ahşap işçiliği vardır.
Dikdörtgen çerçevenin içindeki plan ise çok sade bir şema gösterir. Doğu-batı ekseni üstünde bir geniş koridor, bir baştan öbürüne uzanır ve iki uçta birer çift merdivenle sonlamr. Parklı büyüklükte -muhtemelen farklı işlevlere ait- salon ve odalar iki yana dizilmişlerdir. Koridorun üzerinde iki yanda, yalnızca giriş ve birinci bodrum katı bağlayan birer simetrik merdiven daha vardır.
Bina giriş kotuna göre üç katlıdır. Ancak eğimden yararlanılarak güney cephesinde bir kat kazanılmıştır. Buna göre bina aslında dört kadı sayılmalıdır. Ayrıca köşelerdeki çıkmalar ve beşgen kitleler birer kat daha yükseltilmiş; çatı arası da kullanılarak çok katlı bir yapı elde e-dilmiştir.
İki uçta ve ortada öne çıkan ve yükselen kitlelerle plastik bir vurgu kazanmış bu yüksek yapı, döneminin İstanbul'u için gerçekten etkileyici olmalıydı. "Bos-sage" tekniğinde kabartmalı taşlarla ö-riilmüş duvarlar, etkileyici görünümü güçlendiren görsel bir katkı olmaktadır. Bossage, portal bölümünde farklı bir almaşık dizi olarak kullanılmıştır.
Cepheler kat kornişleriyle üç kuşağa ayrılmış ve neorönesans kökenli bir cephe düzenlemesi yapılmıştır. Birinci katta dikdörtgen söveli pencereler kullanılırken ikinci katta yerini kilit taşları, renkli ve altta küçük bir korkuluk panosu olan Bursa kemerli pencereler almıştır. Üçüncü kattaki sivri kemerli pencerelerde ise
hayli maniyerist bir düzenleme yapılmıştır. Pencerenin kemerli kısmı öne çıkarılmış ve kafes biçiminde bölümlenmiş; alt parça, dikdörtgen çerçeveli, dekoratif parapeti! ve konsollar ile öne çıkarılmış ve ayrı bir percere gibi biçimlenmiştir. Bu pencere birimlerini, düz bir şerit dolaşıp çerçeveler.
İki uçtaki kitlelerin pencere düzeni, birinci ve ikinci katta aynı çizgiyi izlerken üçüncü katta farklı bir düzenle karşılaşılır. Burada, ortadaki daha geniş olan ve ince kolonlarla ayrılan üçlü pencere grupları oluşturulmuştur.
Üçüncü katta beşgen kitlelerde çok daha geniş ve yüksek, yine sivri kemerli pencereler kullanılmıştır.
Pencerelerin biçimleri ve tasarımlarında kullanılan mimari öğeler, Osmanlı anıtsal mimarlığından alınarak yorumlanmış ve kendine özgü dizgeler içinde yeniden kullanılmıştır. Bu yapıda Osmanlı mimarlığı referansları pencere tasarımı ile sınırlı değildir. Osmanlı mimarlık terminolojisi ile betimlenen anıtsal portal dışında iki uçtaki kitlelerde kullanılan yuvarlatılmış geniş saçaklar, ahşap kafesler ve kendi başına anıtsal ölçüsü ve biçimi olan bahçe girişindeki geniş barok saçaklı kapı da bu söyleme eklenmelidir.
Bibi. M. S. Akpolat, "Fransız Kökenli Levanten Mimar Alexandre Vallaury", (Hacettepe Üniversitesi, basılmamış doktora tezi), Ankara, 1991; A. Batur, "Ondokuzuncu Yüzyıl istanbul Mimarlığında Bir Stilistik Karşılaştırma Denemesi: A. Vallaury-R. D'Aranco", Osman Hamdı Bey ve Dönemi, ist., 1994, s. 146-158; H. Kazgan, "Düyun-ı Umumiye", TCTA, III, 691-710; ay, Galata Bankerleri, ist., 1991; A. Nasır, "Türk Mimarlığında Yabancı Mimarlar Üzerine Bir Deneme", (iTÜ, basılmamış doktora tezi), ist., 1991, s. 70; N. Yıldıran, "istanbul'da II. Abdülhamid Dönemi (1876-1908) Mimarisi", (MSÜ, basılmamış doktora tezi), ist, 1989, s. 150-154.
AFİFE BATUR
DÜZGÜNMAN, MUSTAFA
(9 Şubat 1920, istanbul - 12 Eylül 1990 istanbul) Ebru sanatçısı.
Babası Mehmed Saim Efendi, Aziz Mah-mud Hüdaî Camii imamlarındandı ve Üsküdar'da aktarlık yapmaktaydı. Annesi Emine Şükriye Hanım'dır. Düzgünman, ilköğrenimini tamamladıktan sonra babasının ve amcasının işlettiği "Aktar Hocalar" adlı dükkânda çalışmaya başladı. Cilt işlerine elinin yatkın olmasından dolayı annesinin dayısı ünlü hattat Necmed-din Okyay(->) tarafından 1938'de Güzel Sanatlar Akademisi'nin geleneksel Türk sanatları bölümüne misafir talebe olarak kaydedildi. Okyay iyi bir ebru sanatçısı olduğu için yeğenini bu sanat dalında yetiştirdi.
Düzgünman, ürettiği ebrularla bu sanatı geniş kitlelere tanıtmış ve yaşamasını sağlamıştır. Hocası Necmeddin Okyay' in ilk defa bulduğu çiçekli ebruları ıslah etmiş, bunlara âdeta kendisinin sembolü sayılan papatyalı ebruyu da ilave etmiştir. Necmeddin Okyay tarafından yapılan çiçekli ebrular, daha önceden sadece cilt işlerinde kullanılırken, Düzgünman çiçek-
Mustafa Düzgünman
Isa Çelik, 1990
li ebruları diğer ebrularla birlikte kullanıp kompozisyonlar meydana getirerek ebrunun dekoratif bir malzeme olarak tanınıp yaygınlaşmasına da öncülük etmiştir. Ebru sanatının tekniği ve genel hususiyetlerini, tasavvufi bir eda ile yazdığı 20 dörtlükten meydana gelen "Ebruname" adlı şiirinde dile getirmiştir.
Uzun emek isteyen bu sanatta pek çok kişiye hocalık yapmış; Sabri Mandıracı, Timuçin Tanaslan, Fuat Başer ve Alpaslan Babaoğlu'na icazet vermiştir. Dini musikiyle de ilgilenmiş, ilahiler bestelemiştir. 1953-1979 arasında da Aziz Mahmud Hüdaî Türbesi'nin fahri türbedarlığını yapmıştır.
Konuşması, alaycılığı, nükteciliği ile tipik bir İstanbul efendisi olan Düzgün-man'ın müze niteliğindeki evinde bulunan koleksiyonu ayrı bir öneme sahiptir. Bunların başında hat levhaları gelir. Zengin sayılabilecek tespih koleksiyonunda ise Tophaneli İsmet, Horoz Usta, Halil
Mustafa Düzgünman'ın ebru çalışmalarından bir örnek, 1990. Isa Çelik
Usta, Niyazi Sayın gibi devirlerinin ünlü tespihçilerinin eserleri bulunur. 1900'lü yılların sayılı cilt sanatçısı Baha Efendi' nin cilt kalıpları da koleksiyonun önemli bir parçasıdır. Düzgünman bu klasik şemse ve köşebent motiflerini kullanarak o zamana kadar yapılmamış deri çerçeveli ciltler meydana getirmiştir.
Ayrıca Üsküdar'ın eski resimlerini, hat ve tezhip sanatçılarını, İstanbul'un çeşitli cami ve türbelerinde bulunan hat sanatı örneklerini içeren kendisinin çektiği yüzlerce cam negatif, bu koleksiyonun "belge" niteliğindeki örnekleri olup ölümünden sonra Türk Petrol Vakfı'na intikal etmiştir.
Bibi. A. Çoktan, Türk Ebru Sanatı, ist., 1982, s. 10; U. Derman, Türk Sanatında Ebru, ist., 1977, s. 49; ay, "Ebrunun Ustası Mustafa Düzgünman", Antika, S. 36 (Nisan 1988), s. 17; U. Göktaş, "Son Ebru Ustası Mustafa Düzgünman", Türkiyemiz, S. 49 (Haziran 1986), s. 27-31; ay, Ebru Terimleri Sözlüğü, ist., 1987, s. 17; A. Sabih, "Suya Renk Veren Adamın Öyküsü" Cumhuriyet Dergi, S. 238 (30 Eylül 1990), s. 17.
UĞUR GÖKTAŞ
DÜZYAN AİLESİ
Bireyleri 17-19. yy'larda İstanbul'da ö-nemli görevlerde bulunmuş Ermeni aile.
Ailenin İstanbul'a gelişi ve saray hizmetine girişleri hakkında çok az şey bilinmektedir. 17. yy'da İstanbul'a göç eden aile bireylerinden Hacı Harutyun'un atalarının Kılıcoğlu soyadı ile İran Ermenilerinden olduğu, Azerbaycan üzerinden Erzurum, Erzincan'a geldikleri, sonunda da Divriği'ye yerleştikleri bilinir.
Hacı Harutyun İstanbul'a gelerek aile mesleği olan kuyumculuk sayesinde ünlenir ve saray hizmetine alınır. Yenikapı semtinde ikamet etmeye başlayan ailenin tüm fertleri aynı meslekle uğraşage-lirler.
Hacı Harutyun'un ölümünden hemen sonra oğlu Sarkis, III. Ahmed (hd 1703-1730) tarafından saray kuyumcubaşılığı görevine getirilir. Sultan tarafından "Düz" soyadı verilen Sarkis'in Hovhannes ve Devlet adlı iki çocuğu olur. 1721'de ölen Sarkis, Kuruçeşme Mezarlığı'na defnedilir.
Ailenin bir diğer ünlü siması Sarkis
DÜZYAN AİLESİ
114
115
EBERSOLT, JEAN
Sarkis Çelebi Düzyan (solda), Mikayel Çelebi Düzyan (ortada) ve Hagop Çelebi Düzyan.
V. K. Zortavyan, Hışadogaran (Anı Kitabı), ist., 1910 Vağarşag Seropyan koleksiyonu
Düz'ün büyük oğlu olan Hovhannes'tir G-1744). Babası gibi kuyumcu olan Hov-hannes, I. Mahmud'un (hd 1730-1754) dostluğunu kazanır. Hripsime adlı bir kızla evlenerek Mikayel, Garabed, Hagop ve Yeranuhi adlı dört çocuğu olur. Bunlar arasında en ünlüsü şüphesiz Mikayel Çelebi Düzyan'dır (1723-1783).
Hovhannes Düzyan'ın ölümü üzerine, I. Mahmud 21 yaşında bir genç olan Mikayel Düzyan'ı saray kuyumcubaşılığı görevine getirir. Dört sultan (I. Mahmud, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamid) devrinde de görevini sürdüren Mikayel Düzyan'a 1758'de Darphane yönetimi de verilir. Fakat Düzyan kabul etmez.
Mikayel Düzyan'ın çocukları arasında en ünlüsü Hovhannes Çelebi Düzyan'dır (1749-1812). Babasının ölümünden sonra saray kuyumcubaşılığı ve Darphane yöneticiliğine getirilen Hovhannes Çelebi Düzyan, 1802'de ipek tekelini de kiralayarak Artin Bezciyan'ın(->) yönetimine verir. 1807'deki Kabakçı Mustafa Ayaklanması sırasında öldürülmek istenen Hovhannes Çelebi Düzyan, Artin Bezciyan'ın çabaları sonucu kurtulur. Eğitimi destekleyen Hovhannes Düzyan birçok okula yardım etmesinin dışında Galata ve Kartal'da şahsi parasıyla birer okul kurar. Düzyan, Arşagunyatz Kültür Kurumu'nun da kurucusudur.
Düzyan ailesinin altıncı nesil üyelerinden olan Hovhannes Çelebi Düzyan' m oğlu Krikor Çelebi Düzyan (1774-1819), babasının ölümünden sonra saray kuyumcubaşılığı ve Darphane yönetimi görevlerini üstlenir. Kardeşi Sarkis Çelebi
(1777-1819) ile Düzyan ailesinin süregelen işlerini devam ettirir.
Yeniköy'de bir yalı yaptıran Krikor ve Sarkis Düzyan kardeşlere, inşaat giderinin bir bölümü II. Mahmud (hd 1808-1839) tarafından hediye edilir. Bağlılıkları nedeni ile sultan tarafından samur kürk giydirilen Düzyanların saraya girişleri tümüyle serbest bırakılır.
Düzyanların bu durumu çok kişiyi rahatsız eder. Çevrilen birçok entrikadan sonra, Düzyanların yanında yetişen Halet Efendi'nin kurduğu tuzak sonucu, saray Düzyanlardan mal beyanında bulunmalarım ister. 27 Ağustos 1819'da Darphane' de hapsedilirler. Bu arada yirmi beş milyonluk borcu kısa bir sürede kapatama-yan Krikor Çelebi Düzyan, bir dizi entrikalar sonucu, 2 Ekim 1919'da idam edilir.
Krikor ve Sarkis Çelebilerin hapsedildiği gün, evleri bostancıbaşı tarafından basılarak aranır. Ailenin kadın ve çocuk, toplam on sekiz üyesi bir kayıkla patrikhaneye gönderilir. Tüm eşyaları ve değerli her şeyleri satılır, bir kısmı ise yağmalanır. Birkaç gün sonra yapılan ikinci aramada, evde bir şapelin varlığı saptanır. Bu yüzden idamlarının bir sebebi de Katolik olmaları olur. Tüm mal varlığının satışı sonucu elde edilen gelirle borçları ödenecek duruma gelen Düzyanlar, bu kez de Katolikliğe geçmekle suçlanıp, sürgün emirleri çıkar. Hesaplarını kapatmak için Darphane'ye giderken, yolda Bâb-ı Hümayun'un karşısında idam edilirler (2 Ekim 1819).
Krikor ve Sarkis Çelebilerin kardeşi
Mikayel Çelebi Düzyan (1789-1819), kardeşleri ile Darphane yönetimine gelir. Muhasebede dengeyi sağlayamaz. 2 Ekim 1819'da, iki ağabeyinin idam günü, am-caoğlu Mıgırdiç Çelebi ile Yeniköy'deki yalılarının penceresinden asılarak idam edilir. Düzyan kardeşlerin küçüğü olan Hagop Çelebi ise olaylar sırasında Mora' da bulunur, iradeyi saygı ile karşılayarak istanbul'a dönen Hagop Çelebi, kardeşleri Garabed ve Boğos ile 26 Şubat'ta Kayseri'deki Surp Garabed Manastırı'na sürülür. Ailenin kalan diğer bireyleri çeşitli yerlere yollanılır.
II. Mahmud 1823'te aileyi affederek sürgünden geri çağırır. Harutyun Amira Bezciyan'ın ölüm döşeğindeki vasiyeti sonucu Hagop Çelebi Düzyan'a Darphane yönetimi verilir. Darphane'ye buharlı makineler koyan ve yenileyen Hagop Çe-lebi'nin çabaları ile altın mecidiyeler bastırılır, izmir'deki kâğıt fabrikasını finanse eden Hagop Çelebi Düzyan 1847'de vefat eder.
Aynı kuşağın temsilcilerinden Garabed Bey Düzyan (1779-1855) Abdülmecid'in yakın dostluğunu kazanır. 1849'da o döneme kadar hiçbir azınlığa verilmeyen bâlâ derecesine yükseltilir. 1850'de valide sultanın şahsi sarraflığına getirilir.
Boğos Bey Düzyan (1797-1871) ise Kayseri Surp Garabed Manastırı'ndaki sürgün hayatından dönüşünde istanbul'a yerleşir. 1839'da özel fermanla Hagop Çe-lebi'nin himayesi altında getirildiği saray kuyumcubaşılığı görevini uzun yıllar sürdürür.
VAĞARŞAG SEROPYAN
Dostları ilə paylaş: |