EBU'L-HASAN ALİ
122
123
EBÜZZİYA TEVFİK
sen üzerinde, ortada bulunan mescit-ders-hane, üstü kubbe ile örtülü büyük kare bir mekândı. Kubbe geçişleri köşe trompları ile sağlanmıştı. Kasnaksız olan kubbenin başlangıcını mukarnaslı bir friz çemberi süslüyordu.
Mahmud Efendi'nin türbesi dershanenin yan cephesine bitişik olarak sonradan yapılmıştı. Mahmud Efendi'nin medrese yıktırılırken sökülen mezar taşının Şehzade Camii haziresine taşındığı söylenmişse de bütün aramalara rağmen bulunamamıştır.
Bu türbenin yanına bir mekânın daha eklendiği, sonra buna bir de hol ilave edildiği görülüyordu. Bu mekân, bir cephesindeki iki sıra pencereden ışık alıyordu. Burasının bir sıbyan mektebi olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Zaten önünden geçen sokak da Mahmud Efendi Mektebi Sokağı olarak adlandırılmıştı.
Mahmud Efendi Medresesi'nin mescit-dershanesi çok zengin biçimde bezenmişti. Kubbeyi süsleyen malakâri tezyinatın üstü 19. yy'da kalın bir sıva ve badana tabakası ile kaplanarak, bunun üstüne siyah ve gri renklerde kalem işi tezyinat yapılmıştı. Duvarların yukarı kısımları, trompların içleri ve kemerler, beyaz, kırmızı, yeşil malakâri tekniğinde süslemelere sahipti.
Kubbenin bütün iç yüzeyini kaplayan bu süsleme klasik dönem Türk sanatında pek az yerde kullanıldığından nadir ve değerli bir örnekti. Dershanenin yıkılan kapısının üst kemeri de mermer üzerine alün yaldızla işlenmiş nakışlara sahipti. Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 314; Şeyhî, Ve-kayiu'l-Fuzalâ, I, Süleymaniye Ktp, Beşir Ağa, no. 479, vr 429b; Ayvansarayî, Hadîka, I, 65; Sicill-i Osmanî, IV, 390; Mimar Kema-leddin, "Yenicami Tâmiratı ve Ebu'1-Fazl Medresesine Dâir", Türk Yurdu, III (1329), s. 186-191; S. Eyice, "Türk Sanatının Bir Eseri Tahrip Ediliyor", Yeni Sabah, (2 Şubat 1954); ay, "istanbul'un Kaybolan Bir Eski Eseri: Kazasker Ebu'1-Fazl Mahmud Efendi Medresesi", 773, X7l4 (1959), s. 147-162; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 44, no. 116; Kütükoğlu, Darü'l-Hilâfe, 80, no. 63.
SEMAVi EYİCE
EBU'L-HASAN ALİ
(yak. 1560, Tamgrut - 1594, Merakeş) Faslı gezgin. Tam adı Ebu'l-Hasan Ali bin Muhammed el-Tamgruti'dir.
Ulemadan olan Ebu'l-Hasan Ali hakkında İstanbul'a yapmış olduğu seyahat dolayısıyla yazmış olduğu kitaptan ve ö-lüm tarihinden başka hiçbir şey bilinmemektedir. Fas sultanlarının sarayında resmi bir vazife almış olması muhtemeldir ve 1574'te Osmanlılar Fas'ı vergiye bağladıktan sonra her yıl İstanbul'a gönderilmesi âdet haline gelen vergi ve hediyeleri iletmekle görevli olarak İstanbul'a gelmiştir.
Heyet 13 Ağustos 1589'da Tetuan'da gemiye binerek ekim ortalarında İstanbul'a varır. Ebu'l-Hasan Ali için İstanbul, dünyanın en büyük kentlerinden biri ve eski Roma (Rum) İmparatorluğu'nun başkentidir. Hattâ burada oturan Müslüman-
lar kendilerine Rumî deyip öz adlarını kullanmazlar. Çok kalabalık olan kentte deniz surlarının dışında denize atılmış kaya parçalarının ya da ahşap kazıkların üstünde binalar kurulmuştur.
Ebu'l-Hasan Ali için İstanbul'daki en önemli bina, uzun uzun anlattığı Ayasof-ya'dır. Yazara göre binanın mimarisi diğer camilerde taklit edilmek istenmiş ancak bu başarılamamıştır. Bu konuda en başarılı bina, planı ve mimarisiyle Aya-sofya'ya benzeyen Süleymaniye Camii'dir. Burası için İskenderiye'den dört sütunun getirildiğini, ancak ikisini taşıyan gemi yolda battığından yalnızca diğer ikisinin getirilip yerlerine konduğu yazılır, oysa Ö. L. Barkan'ın Süleymaniye Camii ve İmareti inşaatı adlı eserinde yayımladığı belgelerden, önce dört sütunun getirilmesi düşünülürken sonradan ancak ikisinin yola çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Ebul'l-Hasan Ali Ayasofya ile Süleymaniye Camii arasında yaptığı karşılaştırmada birincisini daha sağlam, görkemli ve ağır, ikincisini daha zarif ve hoş bulur.
Sözü edilen diğer önemli bina Eyüb Sultan Camii'dir. Bu caminin çevresinde gömülmek için Osmanlı ileri gelenlerinin yarış halinde olduklarını ve yerleri çok büyük fiyatlara satın aldıklarını anlatır. Bundan başka Eski Saray'dan, Atmeyda-nı'ndan ve kendisinin İstanbul'a gelişinden bir yıl önce (7 Nisan 1588) kentte büyük yıkıma yol açmış yangından söz e-der. Eminönü arkasındaki Yahudi Ma-hallesi'ni ve Bitpazarı'nı Beyazıt'a kadar yakan bu yangına ait bilgiler Osmanlı ta-rihlerince de doğrulanmaktadır.
Sarayda kabul edilişlerini uzun uzun anlatan Ebu'l-Hasan Ali Türklerin âdetlerinden de söz eder. Kışı İstanbul'da geçiren heyet 11 Haziran 1590'da kentten ayrılır. Yazarın en-Nefhatü 'l-Miskiye fi 's-Sefare-ti't-Türkiye adıyla kaleme aldığı metin Fransızcaya çevrilerek 1929'da Henry de Castries tarafından yayımlanmıştır.
STEFANOS YERASİMOS
EBU'R-RIZA TEKKESİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa ile Tatav-la (bugünkü Kurtuluş) semtlerinin sınırında, Hacı Ahmet Efendi Mahallesi'nde, Eburrıza Dergâhı Sokağı ile Eburrıza Dergâhı Çıkmazı'nın kavşağında yer almaktaydı.
İstanbul'da Bedevî tarikatına bağlı tekkelerin en eskisi olan ve bu tarikatın âsi-tanesi olarak kabul edilen Eburrıza Tekkesi, Eburrıza Şeyh Seyyid Mehmed Şem-seddin Efendi (ö. 1740) tarafından tesis e-dilmiştir. Tam olarak tespit edilemeyen kuruluş tarihinin 18. yy'in birinci çeyreği i-çinde yer aldığı tahmin edilebilir.
Hayatı ve kişiliği hakkında, birtakım el yazması menakıbnamelerde ve günümüze ulaşabilmiş rivayetlerden başka kaynak bulunmayan söz konusu şeyh, Bedevî tarikatını İstanbul'da ilk olarak tanıtan kişi olarak kabul edilegelmiştir.
Tekkenin ilk zamanlarındaki mimari özellikleri ve daha sonra geçirmiş oldu-
ğu değişimler hakkında bilgi bulunmamakta, ancak 1264/1847'de Sahhaf Emin Efendi adında bir şahsın tekkeyi yeni baştan inşa ettirdiği, halen türbenin duvarındaki bir kitabede belirtilmektedir. Kapatıldıktan sonra bakımsız kalan tekke 1926-1930 arasında ortadan kalkmış, günümüze ancak, son yıllarda bütünüyle yenilenmiş olan türbe ile haziredeki mezar taşları ulaşabilmiştir.
Eburrıza Tekkesi'nin mimari kuruluşu hakkında bilgi veren yegâne belge 1925 tarihli bir Pervititch paftasıdır. Tekkelerin kapatılmasından birkaç ay önce çizilmiş olan bu paftada, çevresi bostanlar ve çiçek bahçeleri ile kaplı bulunan tekke binalarının konumları, boyudan ve malzeme ö-zellikleri belirtilmiştir. Sokak üzerinde yer alan, tevhidhanenin yanısıra muhtemelen selamlık birimlerini de barındıran asıl tekke binasının, kagir duvarlı kısmi bir bodrumun üzerine oturduğu ve iki ahşap kattan oluştuğu görülür. Bu yapının güney yönüne bitişen bodrumlu ve tek katlı ahşap yapının da, sokağa açılan müstakil kapısına bakarak harem dairesi olduğu tahmin edilebilir.
Asıl tekke binasının kuzeyindeki küçük avlunun, biri sokağa diğeri çıkmaza açılan iki girişi bulunmakta, kuzeydoğu köşesinde de ufak boyutlu ahşap türbe yer almaktadır. Ortadan kalkan özgün türbenin yerine 19öO'lı yıllarda aşağı yukarı aynı büyüklükte alelade bir betonarme türbe inşa edilmiş, tekkeye ait üç adet kitabe bu yapının duvarlarına iliştirilmiştir. Türbenin sokak üzerindeki doğu duvarında bulunan ta'lik hatlı küçük kitabede tekkenin adı ve niteliği belirtilmektedir. Tarihsiz olan bu kitabenin zamanında cümle kapısı üzerinde bulunduğu muhakkaktır.
Türbenin kuzey duvarında da alt alta yerleştirilmiş iki kitabeden üstteki, sülüs hatlı ve tarihsiz olup Seyyid Ahmed Be-devî'ye ithaf edilmiş manzum bir methiye ile başlamakta, Şeyh Eburrıza'nın Nakşibendîliğe intisabını belirten bir satırla son bulmaktadır. Ta'lik hatlı olan alttaki kitabe ise 12647 1847 tarihini taşımakta ve tekkenin Sahhaf Emin Efendi tarafından yenilendiğini anlatan bir dörtlükten oluşmaktadır.
Çıkmaz sokağın sonunda, derviş hücreleri olduğu anlaşılan dört adet kare planlı ahşap birim sıralanmakta, bunların karşısında aynı boyutlarda bir dizi mekânın izleri seçilmektedir. Bu yıkık kanadın arkasında da mutfak-taamhane olması muhtemel bir birim seçilmektedir. Kısmen tahribe uğramış bulunan hazirede, Bedevî tarikatının İstanbul'daki gelişimi açısından önemli mezar taşları yer almaktadır.
Bibi. Çetin, Tekkeler, 589; Aynur, Sallha Sultan, 34, no. 35; Âsitâne, 7; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, II, 20-21, no. 43; Münib, Mecmua-i Tekâyâ 7; Raif, Mir'at, 536; Ihsa-iyatll, 22; Vassaf, Sefine, V, 271; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 79; H. Göktürk, "Eburrıza Dergâhı Sokağı", "Eburrıza Dergâhı Çıkmazı", "Eburrıza Dergâhı", İSTA, K, 4862.
M. BAHA TANMAN
EBUSSUUD EFENDİ
(30 Aralık 1490, İskilip - 23 Ağustos 1573 İstanbul) Osmanlı şeyhülislamı. Osmanlı tarihinde bu görevde en uzun süre (28 yıl 11 ay) bulunmuş kişidir.
İstanbul'da Müderris Köyü'nde doğduğunu bildiren kaynaklar da vardır.
İskilipli "Hünkâr Şeyhi" Muhyiddin Mehmed Efendi ile Ali Kuşçu'nun kızı Sultan Hatun'un oğlu olan Ebussuud Efendi, babasından ve İbn Kemal'den dersler aldı. 1510'a doğru "çelebi ulufesi" bağlanarak ilmiye sınıfına girdi. İnegöl İshak Paşa Medresesi müderrisliğinden sonra İstanbul medreselerinde görev aldı. 1529' da toplum yaşamını etkileyen değişik öğretilerle ortaya çıkan İsmail Ma'şukî(->) olayı sırasında, Şeyhülislam İbn Kemal'in başkanlığındaki fetva kurulunda yer aldı. 1533'te Bursa, 1534'te İstanbul kadısı oldu. 1537-1545 arasında Rumeli kazaskerliği makamında bulundu. Bu görevde iken İstanbul medreselerinden mezuniyet ve müderrisliğe geçiş işlerini kıdem esasına bağlayarak düzene koydu. Ekim 1545'te şeyhülislamlığa getirildi.
Yirmi yıl süreyle I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) en yakın danışmam konumundaydı. Padişah, kendisine yazdığı mektuplarda "halde haldaşım, sinde (yaş) sindaşım, âhiret karındaşım, tarik-i Hak'da (hak yolu) yoldaşım" diyordu. Aynı saygıyı II. Selim'den de (hd 1566-1574) gördü. İlmiye sınıfının saygın bir konuma gelmesinde, önceki şeyhülislamların tutumunu izleyerek başarı gösterdi. İnce, hoşgörülü, sade giyimli, sevecen kişiliği, derin bilgisi, katı tutumlardan uzak yaklaşımı ile İstanbul'un sosyal yapısına ve özel koşullarına, doğru ve akılcı bakan bir din bilginiydi. Din konularında ödünsüz ve katı bir tutum sergileyen Bir-gili Mehmed Efendi'nin halk üzerindeki etkisini olabildiğince kırdı. O dönemde yayılma eğilimi gösteren tasavvuf akımlarına ve tarikatlara sıcak bakmadı. Tasavvufun aşırı ve dine aykırı önermelerini, tarikatların İslamiyetle bağdaşmayan yöntemlerini önlemeye çalıştı. Melamîliğin İstanbul'da ve taşrada yayılmasına şiddetle karşı çıktı. Buna karşılık ılımlı tarikatların şeyhleriyle dostluğu vardı. Vah-det-i vücud savını güden Şeyh Muhiddin Karamanî'nin idamına fetva vermekten çekinmedi.
Fıkıh (İslam hukuku) alanında kamu ve toplum yararlarını göz ardı etmemeye çalışan Ebussuud Efendi, örneğin Çiviza-de Mehmed Efendi'nin taşınır malların vakfedilemeyeceği, Birgili Mehmed Efendi'nin ücret karşılığı ibadet ve duaların günah olduğuna ilişkin fetvalarını geçersiz kılan fetvalar verdi. İlke olarak dinin özüne aykırı olmamak koşuluyla örf ve âdetlerin yaşatılmasını gözetti. Buna tipik bir örnek, İstanbul'a gelen kahve için önce "haramdır" fetvası vermişken, halkın buna alıştığını ve kahvehanelerin açıldığını gördükten sonra "zararsız alışkanlık" olduğu gerekçesiyle fetvasını kaldırmasıdır. Karagöz izlenmesine izin vermesi de ay-
nı yaklaşımına başka bir örnektir. Kuşkusuz onun açtığı bu çığır, İslam dininin İstanbul'da en geniş anlamda bir hoşgörü ortamı bulmasına, Müslümanlarla diğer dinlerden topluluklar arasındaki sosyal, kültürel ve ticari ilişkilerin, kent yaşamı içinde gelişmesine temel oluşturmuştur. Yüzyıl sonraki Kadızadeliler hareketinin İstanbul'da yeterli destek bulamamasında bu gelişimin etkisi vardır (bak. Kadı-zadeliler-Sivasiler).
Ebussuud Efendi'nin, Macuncu'daki konağında, İstanbul'a gelen Hoca Hafız (Kemaleddin Taşkendî) ile olan "istiare-i temsiliye" gündemli tartışması, ilmiye sınıfı çevresinde İstanbul'da gerçekleştirilen en önemli dini tartışma kabul edilmiştir. Ebussuud Efendi'nin fetvalarının toplandığı maruzat ve fetva mecmuaları, Ka-vanin-i Kadime adıyla bilinen arazi kanunnamesi, İradü'l-Aklü's-Selim adlı tefsiri ile Türkçe Duaname'si, eserlerinin başlıcalarıdır. Arapça ve Farsça bilen Ebussuud Efendi, şiirler de yazmış, güzel şiir yazmanın ve okumanın dince bir sakıncası bulunmadığına ilişkin fetva vermiştir. Fetvalarında ve Türkçe yazılarında İstanbul Türkçesini yer yer secilerle süsleyerek ve herkesin anlayacağı durulukta kullanmıştır. Türbesi Eyüp'tedir. Aynı yerde bir mektep, İstanbul'a bir suyolu ile Şehremini'de bir çeşme, Macuncu'da bir çeşme ve hamam yaptırmış, bir de vakıf tesis etmiştir. Öğrencileri arasında Hoca Sadeddin, Bostanzade Mehmed, Su-nullah efendiler gibi şeyhülislamlar, Şair Bakî, Kınalızade Hasan da vardır. Soyu, küçük oğlu Rumeli Kazaskeri Mustafa Efendi' den (ö. 1599) yürümüş, bir dönemden sonra aile, İsazadeler adını almıştır. İstanbul'da aşırı dindar kadınlar için söylenen "Ebussuud Efendi'nin gelini" halk deyimi, anısını taşımaktadır.
Bibi. Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, 183-188; M. C. Baysun "Ebussuud Efendi", İA, IV, 92-99; Al-tunsu, Şeyhülislamlar, 28-34; M. E. Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları, ist., 1982.
NECDET SAKAOĞLU
EBÜZZİYA TEVFİK
(10 Şubat 1849, İstanbul - 27 Ocak 1913, İstanbul) Gazeteci ve yayımcı.
Asıl adı Mehmed Tevfik'tir. Sürgündeyken yazılarında kullandığı Ebüzziya ismini sonradan resmen benimsemiştir. Maliye memuru olan babası Hasan Kâmil Efendi'nin küçükken ölmesi üzerine bir yandan memur olarak çalışmış, diğer yandan da öğrenimini kendi çabalarıyla tamamlamıştır. 1864'te Ruzname-i Ceride-i Havadiste yazmaya başlamasıyla basın dünyasına adım atmış oldu. Basın dünyasındaki hayatını üç bölümde ele almak mümkündür.
1878'e kadarki dönem Yeni Osmanlılarla birlikte eylemlere katıldığı, genellikle o çizgide yazılar yazdığı dönemdir. Şinasi ve Namık Kemal'le tanışmasının arkasından Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne girmiştir. Bunların İstanbul tarafındaki sıkı kontrolden sıyrılmak için, Beyoğlu'nda As-
Ebüzziya Tevfik'in çıkardığı Mecmua-i Ebüzziya'nm 110. sayısı, 1911. Gözlem Yayıncılık Arşivi
malımescit'teki Courrierd'Orient(-*) gazetesinde yaptıkları toplantılara katıldı, Mustafa Fazıl Paşa'mn Abdülaziz'e açık mektubunun çevrilip basılması ve dağıtılmasında fiilen rol oynadı. Genellikle imzasız olarak Tasvir-i Efkâr, Hakayikü'l-Ve-kayi, Diyojen, Çıngıraklı Tatar, Hayal, Ceride-i Askeriye gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Terakki ile bunun mizah ve kadın eklerinin yöneticiliğini yaptı. Gazetecilikle birlikte yürüttüğü memuriyetini 1872'de bıraktı ve Haziran 1872' de Avrupa'daki sürgünden dönmüş olan Namık Kemal, Kayazade Reşad ve Mena-pirizade Nuri beylerle birlikte İbret'i çıkardı. Ancak gazete bir ay dolmadan hükümet tarafından kapatılınca kendi gazetesi Hadika'yı (Kasım 1872), onu kapattıktan sonra da ilk sayısında toplatılan Cüzdan dergisiyle (Şubat 1873) Sirac gazetesini (Mart 1873) çıkardı. Sirac, padişahtan bahsederken devrin gazetelerinde kullanılması âdet olan sıfatları kullanmadığı için 13. sayısında kapatıldı (Nisan 1873). Bu yüzden, Namık Kemal ve arkadaşlarının Vatan Yahud Silistre piyesi bahane e-dilerek, daha açıkçası Veliaht Murad Efen-di'yle (V. Murad) ilişkileri sebebiyle sürülmeleri sırasında, o da Ahmed Mithat Efendi(->) ile birlikte Rodos'a gönderildi. Oradan gazetelere yazılar gönderdiği gibi kendi hesabına Muharrir mecmuasını da yayımlattırdı. 1876'da affedilerek İstanbul'a döndü. Kanun-ı Esasi'nin hazırlık çalışmalarında bulundu, 1877'de Bosna Vilayeti mektupçuluğuna atandı. Saraybos-na'da Bosna Vilayeti Gazetesi'm çıkardı.
Mart 1878'de İstanbul'a dönüşünden sonra yayımcılıkla uğraşmış, salnameler, takvimler ve Mecmua-i Ebüzziya'yı çı-
EBÜZZİYA VELED
124
125
ECZACI MEKTEBİ
lanabilir. Bu mekteplere bina olarak eski Sivil Tıbbiye Mektebi'nin kullandığı Menemenli Mustafa Paşa Konağı verilmiştir. Mektepler 1909-1926 arasında bu ahşap ve köhne binada öğretim yapmışlardır. Halen bu binanın arsasında Kadırga İlkokulu binası bulunmaktadır.
Eczacı Mektebi'nin (Eczacı Mekteb-i Âlisi) öğretim süresi 3 yıldı. Diploma a-labilmek için ayrıca bir eczanede 3 yıl çalışmış olmak (staj) gerekiyordu. Öğretim programı olarak hemen hemen aynen Paris Eczacılık Yüksek Okulu programı uygulanıyordu. Eczacı Mektebi'ne 1924'ten itibaren lise çıkışlı öğrenci alınmaya başlamıştır. Öğretim süresi, eskiden olduğu gibi, 3 yıldır.
EbüzziyaTevfik, 1876
Gözlem yayıncılık Fotoğraf Arşivi
karmış, Kitaphane-i Ebüzziya adım verdiği yayınevinde de 114 kitap yayımlamıştır. Bu dönemde II. Abdülhamid ile yakın ilişkileri sebebiyle gördüğü maddi destek sayesinde kurduğu Matbaa-i Ebüzziya en son basım tekniklerine sahipti ve Ebüzziya Tevfik'e genel kültür alanında istediği gibi kitap yayımlama imkânını sağladı. Mecmua-i Ebüzziya da, aralıklarla da olsa yayımlandığı 31 yıl süreyle topluma okuma zevkini kazandırmakta yararlı olmuştur, îlkini 1873'te Salname-i Radika adıyla yayımladığı yıllıklarıyla da bir geleneği Babıâli'ye sokmuştur. Aynı zamanda hattat olan Ebüzziya Tevfik, Yıldız Camii iç kubbe çemberine kufi hatla tam bir sureyi kuşak yazısı olarak yazmıştır. Bu özelliği sebebiyle 1891'de Sanayi Mektebi müdürlüğüne getirilmiştir. Şura-yı Devlet Bidayet Mahkemesi üyeliğine de atanacak kadar II. Abdülha-mid'e yakın olması, jurnaller yüzünden zaman zaman tutuklanmasına ve 1900'de Konya' ya sürgüne gönderilmesine engel olamamıştır.
1908'de II. Meşrutiyetin ilanı üzerine istanbul'a dönen Ebüzziya Tevfik ittihat ve Terakki'nin adayı olarak Antalya'dan mebus seçilmiş, gazeteciliğe dönmekte de gecikmemiştir. 20 Nisan 1909'da Fransızca Le Courrier d'Orient gazetesini yayımlamaya başladı, ama bir süre sonra bunu Celal Nuri'ye (ileri) devretti. 31 Mayıs 1909'da Şinasi'nin Tasvir-i Efkâr'mı Yeni Tasvir-i Efkâr adıyla yayımlamaya başladı. Gazeteciliğin bir çılgınlık halini aldığı o dönemde ağır başlı yayını ve İttihat ve Terakki'yi tutan çizgisiyle gazete büyük ilgi topladı. Ancak bir yandan sıkıyönetimlerin keyfi kapatma kararları, diğer taraftan mürettip grevleri gazeteyi zora soktu. Tesvir-i Efkâr, Tefsir-i Efkâr, İntibah-ı Efkâr, Tevhid-i Efkâr gibi isimlerle yaşamım güç sürdürdü. En önemli eseri, Yeni Tasvir-i Efkâr'da tefrika ettiği Yeni Osmanlılar Tarihi'diı (bas. ist., 1973-1974, 3 cilt).
Ebüzziya Tevfik'in oğulları Talha Ebüzziya (1881-1921) ve Velid Ebüzziya(->) da gazetecilik mesleğine girmişlerdir.
ORHAN KOLOĞLU
EBÜZZİYA, VELİD
(Temmuz 1882, istanbul - 12 Ocak 1945, İstanbul) Gazeteci-yazar.
Ebüzziya Tevfik'in(-0 küçük oğludur. Bakırköy Behram Ağa llkmektebi'nden sonra Mekteb-i Sultani'ye (Galatasaray Lisesi) girdi, ancak aynı okulda son sınıf öğrencisi olan ağabeyi Talha Ebüzziya ile babasının Konya'ya sürgün edilmeleri ü-zerine okuldan uzaklaştırıldı ve ev hapsine tabi tutuldu. Beş yıl süren bu ev hapsi müddetince, evlerinin bitişiğindeki Fransız Frerler Mektebi'ne gizlice devam ederek Fransızcasmı ilerletti, bir taraftan da kendi gayretiyle Arapça, Farsça ve Almanca öğrendi. Ev hapsinin sona ermesi ü-zerine girdiği Saint Benoit Lisesi'ni bitirdi ve Mekteb-i Hukuk'a girdi. Bu arada Düyun-ı Umumiye Idaresi'nde mütercim olarak çalışmaya başladı. Doktora yapmak üzere gittiği Paris'te, Le Temps ve Le Fi-garo gazetelerinde çalıştı, Siyasal Bilimler Okulu'nu bitirerek 1912'cle İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra babasının vefatı üzerine Tasvir-i Efkâr'm yazı işlerini üzerine aldı.
Mütareke'den (1918) sonra ilk direniş örgütü Mim Mim (Müdafaa-i Milliye) Gru-bu'nun kurucuları arasında olan Velid Ebüzziya, İstanbul'un işgali sırasında, Şeh-zadebaşı'nda şehit edilen askerlerin fotoğraflarını çekerek çoğalttığı için tutuklanarak 1920'de Malta'ya sürüldü. Sürgün dönüşünde Tevhid-i Efkâr'ı yeniden çıkarmaya başladı (2 Haziran 1921). Mim Mim Grubu'nda, özellikle Anadolu'ya cephane kaçırılmasında aktif rol oynadı. Bundan dolayı İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Velid Ebüzziya Cumhuriyet'in ilanından sonra kaleme aldığı tenkitler sebebiyle İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı
\
Velid Ebüzziya, İstanbul üzerinde uçan ilk uçağın önünde, 1912.
Engin Çizgen koleksiyonu
ve beraat etti. Şeyh Said isyanı sonucu çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu (1925) ile gazetesi kapatılarak, diğer bazı basın mensuplarıyla beraber Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nde tekrar yargılandı ve beraat etti. Bir süre siyasetten uzak kalarak, sadece Matbaa-i Ebüzziya'yı idare etti. İzmir suikastı (1926) üzerine yine İstiklal Mahkemesi'ne verildi ve yine beraat etti. 1934'te Zaman isimli bir gazete çıkararak gazeteciliğe döndü. Daha sonra yeğeni Ziyad Ebüzziya ile Tasvir-i Efkâr'ı yeniden yayımlamaya başladı (2 Mayıs 1940). Gazetenin defalarca kapatılması lazerine 1943'te yazarlığı bıraktı. 1944 sonlarında yakalandığı ağır bir zatürreeden kurtulamayarak öldü. Bakırköy Mezarlı-ğı'nda aile kabristanında gömülüdür.
Olayları fotoğraflarla verme uygulama
sını başlatması, spor için özel sütun aç
ması Türk basınına kazandırdığı yenilik
lerdendir. Yazılarında, kendi adı yanında
Ömer Vasfi, Osman Vehbi, A. Veysi, Selim
Sabit gibi takma isimler de kullanmıştır.
Bibi. Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tari
hi, (haz. Ziyad Ebüzziya), c. Mil, İst., 1973-
1974; "Ebüzziya, Velid", Ayhk Ansiklopedi, I,
İst., 1945, s. 269; "Ebüzziya, Velid", ISTA, K,
4867-4869; "Ebüzziya, Velid", TDEA, II, 417-
418; Gövsa, Türk Meşhurları, 109; M. C. Kun-
tay, "Ebüzziya Tevfik ve Neşredilmemiş Mek
tupları", Tarih Dünyası, S. 4 (Mart 1965), 485-
490. .. . „
ÖMER FARUK ŞERIFOGLU
ECEVİT, NAZLI
(4 Ocak 1900, istanbul -14 Ağustos 1985, Ankara) Ressam.
Babası Miralay Mehmed Emin Bey, annesi Adviye Hanım'dır. 19H'de Beşiktaş İnas Rüştiyesi'ni ve 19l4'te Darülmualli-mat'ı bitirdi. Bir süre Beşiktaş Mihrimah Numune Rüştiyesi'nde resim ve jimnastik öğretmenliği yaptı. Ressam Milıri Müşfik' in yönlendirmesiyle İnas Sanayi-i Nefise Mektebi-i Âlisi'ne girdi. Mihri Müşfik Hanımla Ömer Adil Bey'in öğrencisi oldu. Feyhaman Duran'dan da dersler aldı. 1922'de babasının Kastamonu'da görevlendirilmesi üzerine Kastamonu'da bir o-kula öğretmen oldu. Babası ile birlikte Bolu ve İzmit'e gitti. Bu kentlerde öğretmenlik yaptı. 1924'te İzmit'te tanıştığı Dr. Fahri Bey'le (Ecevit) evlendi. 1925'te oğulları Bülent Ecevit doğdu. Ankara Krz Li-sesi'nde, Musiki Öğretmen Okulu'nda 19 yıl resim öğretmenliği yaptı. 1951-1980 a-rasında Güzel Sanatlar Birliği'nin üyesiydi, uzun yıllar da başkanlığını yaptı. Bu birliğin sergilerine, Devlet Resim ve Heykel Sergileri'ne, karma sergilere, "Clube International Feminine"in Paris'te düzenlediği sergilere katıldı, 10 kadar kişisel sergi düzenledi.
Bir süre ara verdiği resme 1947'de yemden başladı. Eşinin ölümü üzerine yerleştiği İstanbul'da Salacak'ta resim yapmayı sürdürdü. Akademik kurallara, izlenimci tekniğe bağlandı. Yumuşak renkleri yeğledi. Anadolu'dan ve İstanbul'dan yaptığı manzaralarında rengi öne geçirdi, gerçekçi bir gözleme yer verdi. Karakalem, desen, portre, mekân içleri, figürlü kom-
Nazlı Ecevit'in "Salacak ve Kız Kulesi" konulu bir resmi, tuval üzerine yağlıboya, 81x60 cm, özel koleksiyon.
Gözlem Yayıncılık Fotoğraf Arşivi
pozisyonlar, manzara ve ölüdoğa resim-' leri boyadı. Önceleri figür ve çıplak çalıştı, sonraları manzara ve ölüdoğalara yöneldi. Müzelerde, kamu ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır. Bibi. G. Elibal, "Ressam Nazlı Ecevit'in Ardından", Sanat Çevresi, S. 83 (Eylül 1985); T. Toros, ilk Kadın Ressamlarımız, ist., 1988; N. Islimyeli, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, I, Ankara, 1967.
ZEYNEP YASA YAMAN
ECZACI MEKTEBİ
1909'da Askeri ve Sivil Tıbbiye mektepleri "Tıp Fakültesi" adı altında birleştirilerek, Haydarpaşa'da özel olarak yapılmış olan binaya taşınmış, eczacı sınıfı ise Kadırga'daki Sivil Tıbbiye Mektebi'nin eski binası olan Menemenli Mustafa Paşa Konağı'nda kalmıştır.
Dönemin Maarif Nezareti Meclis-i İlmi Reisi (sonradan maarif nazırı) Emrullah Efendi'nin isteği ve Tıp Fakültesi Dekanı Cemil Paşa'mn (Topuzlu) desteği üzerine, 1909'da Muallimler Meclisi, Eczacı ve Dişçi mekteplerinin bütçelerini Tıp Fakül-tesi'nin bütçesinden ayırarak bu mekteplerin özerk bir öğretim kurumu haline gelmesine olanak sağlamıştır. Yeni kurulan mektebin adı Darülfünun-ı Osmani Tıp Fakültesi, Eczacı ve Dişçi ve Kabile ve Hastabakıcı Mektepleri olarak saptanmıştır.
Eczacı
Mektebi'nin
(Eczacı
Mekteb-i Âlisi)
1318/1912
tarihli
bir diploması. Turhan Baytop
Mektebin idare müdürlüğüne, Tıp Fakültesi kadrosunda yer verilmeyen, eski fenn-i kıbale (doğum) hocası Mustafa Mü-nif Paşa (Kocaolçun) getirilmiştir.
Yeni kurulan mektepler 1909'da öğretime başlamıştır. Mekteplerin bir araya toplanmasının nedeni bir müdür ile idare etmek ve bazı dersleri birlikte okutarak (örneğin kimya, fizik, nebatat, hayvanat gibi) tasarruf sağlamak olarak açık-
Kadırga semtindeki köhne binada öğretim olanağı kalmayınca mektep müdürü Server Hilmi'nin (Büyükaksoy) gayretleri sonucu Beyazıt Meydam'ndaki eski jandarma komutanlığı binası (bugünkü Beyazıt Devlet Kütüphanesi), Eczacı ve Dişçi mektepleri olarak kullanılmak üzere, İstanbul Darülfünunu'na devredilmiş ve yapılan onarımdan sonra mektepler 1926'da Beyazıt'taki binaya taşınmışlardır. Bu binada birinci kat (zemin) Dişçi Mektebi, ikinci kat idare ve Eczacı Mektebi, üçüncü kat ise Eczacı Mektebi için ayrılmıştır.
1933 üniversite reformunda Eczacı ve Dişçi mektepleri birbirinden ayrılmış, Tıp Fakültesi'ne bağlanan mektebin adı Eczacı Okulu olarak değiştirilmiştir. Yeni bir öğretim ve imtihan yönetmeliği hazırlanmış ve eczacılık öğretimi için analitik kimya ve toksikoloji, farmasötik kimya, farmakognozi ve galenik farmasi adıyla dört kürsü oluşturulmuştur.
Eczacı ve Dişçi okullarının bina gereksinmesini karşılamak için Askeri Tıbbiye Okulu binası 1952'de İstanbul Üniversi-tesi'ne devredilmiştir. Uzun süre Maliye-Nezareti ve İstanbul Lisesi olarak kullanılmış olan bu bina 1933'te Savunma Ba-kanlığı'na devredilmiş ve Askeri Tıbbiye Okulu olarak kullanılmıştır. Üç bloktan oluşan binanın yalnız ön bloğunun tamiri 6 yıl sürmüş ve Eczacı Okulu 1959'da bu binaya taşmabilmiştir.
Eczacı Okulu öğretim üyelerinin devamlı istek ve girişimleri sonucu Tıp Fakültesi profesörler kurulu, 4 Şubat 1961 günü yaptığı toplantıda, Eczacı Okulu' nün Eczacılık Fakültesi haline getirilmesi teklifini kabul etmiştir.
Gerekli işlemlerin tamamlanmasından sonra İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi profesörler kurulu, 17 Ekim 1963' te dönemin Tıp Fakültesi dekanı Ekrem Şerif Egeli'nin başkanlığında toplanarak Eczacılık Fakültesi dekanlığına Prof. Dr.
Dostları ilə paylaş: |