EĞİTİM
138
139
EĞİTİM
lar») gündeme gelmiştir. İstanbul medreselerinin de Darü'l-Hilafetül-Aliyye Medresesi» adı altında ıslahına çalışılması, bağlı olarak Medresetü'l-Eimme ve'l-Hu-tebâ», Medresetü'l-Vaizin»), Medrese-tü'1-Mütehassisin»), Medresetü'l Hatta-tin», Medresetü'l-İrşad», Medresetü'l-Kuzat») gibi uzmanlık medreselerinin açılışı da bu dönemdedir.
Dört yüzyıldan fazla bir gelişme süreci içinde istanbul'a özgü Türk-Islam e-ğitiminin, âmin alayı»), mektep seyirleri») gibi birtakım gelenekleri de 20. yy'a taşıdığı gözlemlenir.
Cumhuriyet Dönemi
I. Dünya Savaşı yıllarında (1914-1918) istanbul'daki okulların birçoğunun öğretmen yokluğundan, yetişkin öğrencilerin askere alınmasından ve ödeneksizlikten kapandığı biliniyor. 1922'de saltanatın kaldırılması, 1923'te Ankara'nın başkent olması ve Cumhuriyet'in ilanı, 1924'te
ka eğitim kurumu da, bir önceki yüzyılda Sırp hükümdarı Stefan Uroş II. Milyu-tin'in Petra Manastırı'nda kurduğu hastaneye bağlı olan ve "Katolikon Mouse-ion" adıyla bilinen okuldur. Burada devrin meşhur âlimlerinden Mihael Aposto-les ve îoannes Argiropulos Osmanlı fethinden az öncesine kadar ders vermekteydiler. Bizans kilisesinin 11. yy'ın sonundan itibaren eğitim üzerinde giderek arttığı görülen etkisi ise 1453'ten sonra en üst seviyesine ulaşmış ve Osmanlı hâkimiyeti altında Ortodoks cemaatin-e-ğitimi tamamıyla kilisenin eline kalmıştır.
Bibi. G. Buckler, "Byzantine Education", N. Baynes-H. Moss, Byzantion, Orford, 1948, s. 200-220; F. Fuchs, Die höheren Schulen von Konstantinopel im Mittelalter, Leipzig-Berlin, 1926; P. Speck, Die kaiserliche Universitat von Konstantinopel, Münih, 1974; C. N. Cons-tantinides, HigherEducation inByzantium in the Thirteenth and Early Fourteenth Centuri-es, Nicosia, 1987; P. Armanien, "The Patriarc-hal School at Constantinople in the Twelfth Century", Byzantion, 1962-1963, 32-33; P. Le-merle, Le premier humanisme byzantin, Paris, 1971.
NEVRA NECİPOĞLU
Osmanlı Dönemi
istanbul'da 1453'ten Osmanlı Devleti'nin yıkılışına (1922) değin, 19. yy'daki Batılılaşma çabalarıyla birlikte çok yönlü özellikleri olan bir eğitim yaklaşımının egemenliği gözlemlenir. Bu yaklaşım, örgün biçimde üç ana eğitim alanına ağırlık vermiştir: Dini eğitim, askeri eğitim, saray eğitimi. Devletin bu üç alana ilgisi sürekli olmuş, ancak 19. yy'da, Tanzimat eğitimi denen ve çağdaş Batı eğitimlerini örnek alan bir kurumlaşmaya daha fazla önem verilmeye başlanmıştır.
Bu temel yaklaşımın, istanbul'daki a-zınlıklara, hattâ yabancılara diledikleri biçimde eğitim kurumları açabilmede bir engel çıkarmadığı da görülmektedir. Diğer yandan "istanbullu" kimliğini yoğu-ran ahlak eğitiminin ise aile ortamından
başlayarak mahalle mekteplerinde, semtlerde, çarşı-pazar ve işyerlerinde sürekliliği söz konusu olmuştur. Bu bireyleri, "istanbul çocuğu", "istanbul efendisi", "İstanbullu" (kibar, görgülü, kültürlü ve güzel konuşan) yapan yazılı programı olmayan özgün bir toplumsal eğitimdi. Taşradan ve uzak ülkelerden emilen hizmet nüfusları da bu atmosferde, kısa zamanda kent yaşamına uyum sağlama gereğini duymaktaydılar.
Örgün eğitim için, Ayasofya, Zeyrek ve Fatih'te üç medrese muhiti tesis eden II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) askeri eğitim için Acemi Ocağı'nı», sanat, diplomasi ve yönetim eğitimi için Enderun'u^) hizmete soktuğu saptanmaktadır. Bu ilk düzenlemede, medreselere» aday hazırlayan tetimmeler») ile Galata Sarayı Ocağı») ibrahim Paşa Sarayı Mektebi», darü't-tıb», darü'l-hadis» benzeri uzmanlık kurumlarına, sonraki dönemlerde yapılan yeni külliyelerde medreseler ve sıbyan mekteplerine») de yer verilmek suretiyle 17. yy'a değin gelişme göstermiştir. Aynı süreçte, askeri okulların») da Canbazhane»), Kılıçhane»), Mehterhane») gibi teknik ve sanat eğitimi veren kurumlarla geliştiği gözlemlenir.
Din-ordu-saray üçlüsü için öngörülen bu klasik eğitim yapılanmasının, tekkeler^), kütüphaneler(~>), zengin konak-larındaki görgü-bilgi ve özel öğretimlerle desteklenerek 18. yy'a değin korunduğu da anlaşılmaktadır.
Osmanlı ordusunun giderek etkinliğini ve gücünü yitirmesi sonucu 18. yy'da gündeme gelen en önemli konu, istanbul'da odaklanan askeri eğitimin modernleştirilmesi olmuştur. Bu amaçla ilk çağdaş askeri teknik eğitim kurumlarının, Humbarahane(-0, Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun(->) ve Mühendishane-i Berrî-i Hümayun'un» açıldığı görülmektedir.
19. yy'ın ilk yarısında, II. Mahmud'un
(hd 1808-1839) başlattığı yenileşme ve Batılılaşma hareketi, medreseler dışında kalan tüm eğitim kurumlarını da etkilemiştir. Asâkir-i Mansure-i Muhammedi-ye») örgütünün kurulması, Tıbhane-i Âmire(-0, Cerrahhane-i Mamure», Harbiye Mektebi»), Muzıka-i Hümayun») gibi eğitim kurumlarının açılması, bu sürecin başlangıcındadır. Aile korumasından yoksun çocukların eğitilmeleri düşüncesi de ilk kez bu yıllarda çırak mektepleri^) ile gündeme gelmiştir. Yine, medrese sisteminin ve askeri eğitimin dışında, sivil okullar aracılığı ile aydın insan yetiştirme çabasına da 1838'de, rüştiyelere^) yönelindiği saptanmaktadır. Mekteb-i Maarif-i Adliye», Mekteb-i Ulum-ı Edebiye») de aynı yıllarda hizmete girmiştir.
istanbul'daki sivil eğitim-öğretim işleriyle ilgilenecek bir merkezi örgüt ilk kez, Meclis-i Umur-ı Nafıa adıyla 1838' de faaliyete geçmiştir.
istanbul'u, olasılıkla dünyanın en hoşgörülü bir eğitim merkezi konumuna getiren ikinci önemli bir hareket Tanzimat' tır (1839-1876). Maarif Nezareti'nin kuruluşu, eski mahalle mekteplerinin») ıslahı ve iptidailer»), numune mektepleri» ve Taş Mektep» olarak adlandırılan yeni ilkokulların açılışı, Valide Mektebi», idadiler(-0, sultanileri» vb o-kullarla özel okulların», Galatasaray Lisesi», Darüşşafaka»), Darülfünun» gibi ileri programları uygulayan daha çağdaş okulların bu dönemde hizmete girmesi önemlidir. Azınlık okulları») kapsamında yer alan Rum, Ermeni, Katolik, Protestan okullarıyla yabancı okullar») kapsamındaki Fransız, Alman, Amerikan, ingiliz, Avusturya, Bulgar, Rus, italyan ve Iran okulları da yine Tanzimat dönemi boyunca artan sayılarda istanbul'da kapılarını açmışlardır.
istanbullu kız ve erkek gençlere meslek kazandırmayı amaçlayan Darülmual-
İstanbul Numune Mektebi'nin öğretmen ve öğrencileri. Resimli Kitap, S. 23 (Ağustos, 1910) Gözlem Yayıncılık Arşivi
limin»), Darülmuallimat»), Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane», Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye»), Eczacı Mektebi»), Ebe Mektebi»), baytar mektepleri»), Ziraat Mektebi»), sanayi mektepleri»), Orman ve Maadin Mektebi»), Mekteb-i Mülkiye-i Şahane») de Tanzimat dönemi boyunca ve izleyen yularda istanbul' da gelişme olanağı bulmuş kurumlardandır. Bu gelişmeye koşut biçimde, cami dersleri»), saraydaki huzur dersleri»), vezir ve rical konaklanndaki toplantılar, Babıâli'ye bağlı dairelerdeki şakirt (kamu görevlisi adayı) yetiştirme geleneği, encümen ve cemiyet adları altında açılan (bak. Encümen-i Dâniş, Cemiyet-i llmi-ye-i Osmaniye) dernekler de istanbul'u diğer Osmanlı kentlerinden çok farklı ve ileri bir eğitim ortamı yapan ilginç gelenekler ve yeniliklerdir. Oysa Ziya Gö-kalp (1876-1924) Tanzimat eğitiminin istanbul'daki bu tablosunu farklı bir bakışla eleştirerek kozmopolit eğitim olarak değerlendirir. Ona göre bu kozmopolitlik, istanbul kitapçılarında somutlaşmaktadır: Sahaflarda Arapça, Farsça; Beyoğlu kitapçılarında Batı dilleriyle; Babıâli'de ise Osmanlıca-Türkçe okul kitaplarının satılması bunun kanıtıdır. Gö-kalp ulusal eğitimin bu evrede okullara girmeyişinden yakınır.
II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) istanbul'da eğitim için yatırımlara ağırlık verilen yılları kapsar. Özel okul girişimciliği de bu dönemde artmıştır, istanbulluların olduğu kadar, ulaşım, iletişim o-lanakları sayesinde taşralı geçlerin de bu kentte okumaya aşırı istek duymaları, o-kul ve uzmanlık eğitimi almış insanlara duyulan gereksinimle bağlantılıdır. II. Abdülhamid döneminde, Aşiret Mektebi», Şehzadegân Mektebi»), Sanayi-i Nefise Mektebi, Hukuk Mektebi», Ticaret Mektebi vb yeni okullar yanında bir dizi rüştiye ve idadinin daha açılması, istanbul'u, Osmanlı Imparatorluğu'nun olanakları en geniş eğitim ve kültür merkezi konumuna getirmiştir.
20. yy'ın başına gelindiğinde, Maarif Nezareti salnamelerindeki sayılara göre istanbul'da mevcut 19 askeri okulda 7.560 öğrenci, 837 öğretmen; Darülfünun' da 80 öğrenci, 12 öğretim üyesi; resmi (sivil) yüksek ve orta 15 meslek okulunda 4.043 öğrenci, 353 öğretmen; 32 kız ve erkek idadi ve rüştiyesinde 6.949 öğrenci, 424 öğretmen; 27 özel okulda 3.433 öğrenci, 507 öğretmen olduğu saptana-bilmektedir. 284 iptidainin öğretmen ve öğrenci sayıları bilinememektedir. İstanbul'daki 62 medresede ise 2.500 öğrenci kapasitesi mevcuttur.
II. Meşrutiyet (1908-1918) ve Mütareke (1918-1922) dönemlerinde ise ilköğretimin yaygınlaştırılması, istanbul'daki askeri ve sivil okullara daha çok öğrenci alınması, okul aşamalarının yeniden belirlenmesi, programların yemlenmesi, gece dersleri (bak. akşam okulları) ile belediye hizmetleri kapsamında düşünülen özel kurslar, Darü'l-Elhân», Darülbeda-yi (bak. Şehir Tiyatroları) ve darüleytam-
Eczacı ve Dişçi
mektepleri
birinci sınıf
öğrencileri
(asker ve
siviller
bir arada)
nebatat
dersinde, 1924. Turhan Baytop mu
halifeliğin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesi, istanbul'u çok yönlü etkileyen gelişmelerdir. Ancak, yeni bir döneme girilirken de kent, eğitim ve kültür merkezi olma kimliğini korumuştur. Medreselerin kapanmasının istanbul yaşamında bir etkisi görülmezken çağdaş ve laik programlarla çalışmalarım sürdürmeye başlayan ilkokullar»), ortaokullar»), genel ve mesleki eğitim veren, karma, yatılı, gündüzlü liseler», İstanbul'u Anadolu'da uyanan okuma arzusunun da odağı konumuna getirmiştir.
Yabancı okullardan bazıları, konumlarını Cumhuriyet eğitiminin ilkelerine uyarlayamayan birçok özel okul ise kapanmıştır. Belediyenin ve özel kuruluşların okullarının da Maarif Vekâleti'ne devredildiği, İstanbul'daki eğitim ve kültür işleri için Maarif Müdürlüğü'nün kurulduğu görülür.
Bugün bazı liselerde bilgisayar eğitim aracı olarak kullanılmaktadır.
Beşiktaş Anadolu Lisesi, 1994
EĞLENCE HAYATI
140
141
EĞLENCE HAYATI
Atatürk'ün Harf Devrimi'ni (1928) İstanbul'da açıklaması, dil kurultaylarının istanbul'da toplanması, eğitim, kültür ve basın merkezi olan istanbul'a, Cumhuriyet rejiminin bakışını belirlemek bakımından önemlidir. Millet mekteplerinin (bak. akşam okulları) ve halkevlerinin(->) istanbul'daki faaliyetleri, halkın içtenlik-li yaklaşımı ile örnek düzeyde gerçekleşmiştir.
Başta Kara Harp Okulu olmak üzere bazı yüksekokulların Ankara'ya taşınmasına karşın, Deniz Harp Okulu(-»), Deniz Lisesi(->), Deniz Astsubay Hazırlama Okulu(-0, Kuleli Askeri Lisesi(->), Hava Harp Okulu(->), Harp Akademileri(->) İstanbul'da kalmış; Darülfünun'un yerini a-lan İstanbul Üniversitesi(-») başta olmak üzere, her biri alanında tek olan yüksek uzmanlık kurumlan, programlarım ve sistemlerini laik eğitim-öğretim ilkelerine ve çağdaş standartlara uyarlayarak hizmete devam etmişlerdir. İstanbul Teknik Üniversitesi^-»), Güzel Sanatlar Akademisi(-0, Yüksek Öğretmen Okulu(-»), Yüksek Denizcilik Okulu(-t), Devlet Konservatuva-rı(->), Yıldız Teknik Üniversitesi(->), Teknik Okul(->), İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi(->) bunlardandır. Köklü geçmişleri olan bu kurumlara, kentin hızlı nüfus artışına ve Türkiye genelindeki ö-zel konumuna koşut biçimde okulöncesi eğitimden üniversiteye değin yeni kurumların eklendiği de gözlemlenir. Ana-okulları(-*), yuvalar(->), ilköğretim okullar^-»), halk eğitim merkezleri(-»), çıraklık eğitim merkezleri(-0, öğrenci yurtla-rı(->), özel dershaneler ve kurslar(->), Kuran kursları(-0, rehberlik ve araştırma merkezleri(->), Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi(->), Boğaziçi Üniversite-si(->), Marmara Üniversitesi(->) gibi tüm eğitim kurumları bir arada dikkate alındığında bile, İstanbul'un, 10.000.000'luk kendi nüfusunun eğitim gereksinimi yanında Anadolu'dan gelen gençlerin okuma isteklerini karşılamakta giderek zorlandığı gözlemlenmektedir.
Nüfusu hızla artan kentte 2000'e doğru en büyük sorun, okul çağı nüfusundaki hızlı yükselişe koşut olarak eğitim yatırımlarının yetersizliği olarak görülmektedir. Kent ölçeğinde okul yeri temini giderek güçleşirken maliyetler de artmakta, diğer yandan yıpranan mevcut tesisler ve donanımlar, yenilenmeye ve eğitim teknolojisinin olanaklarına gereksinim göstermektedir.
İlk, orta ve lise düzeyinde normal e-ğitim koşullarının pek az okulda sağlanabildiği İstanbul'da, 1993-1994 öğretim yılı verileri tabloda görülmektedir.
BibL Ergin, Maarif Tarihi, I-V; Mahmud Ce-vad bin eş-Şeyh Nafî', Maarif-i Umumiyye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı, ist., 1338; Nafi Atuf (Kansu), Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, I-II, ist., 1930-1932; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964; S. C. Antel, Maarifimiz ve Meseleleri, ist., 1939; Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, ist., 1993; H. Aytekin, İtti-had ve Terakki Dönemi Eğitim Yönetimi, Ankara, 1991; Komisyon, Özel Okullar Rehberi,
ist., 1964; N. Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İst., 1991; ay, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, ist., 1992; Salnâme-i Nezaret-iMaarif-i Umumiye, Dördüncü Defa, İst., 1319, Altıncı Defa ist, 1321; istanbul Millî Eğitim Müdürlüğü 1993-1994 İstatistik verileri.
NECDET SAKAOĞLU
EĞLENCE HAYATI ^
Üç imparatorluk boyunca ve günümüzde hep bir başkent ve metropol konumunda bulunan İstanbul'da eğlence hayatının, kentin konumuna uygun olarak her dönemin kendi koşul ve olanaklarına göre, renkli ve hareketli olduğu söylenebilir. Yine her dönemde, halkın eğlence kavramı ve eğlenme biçimiyle imparator ya da padişah sarayları çevresinin, soyluların, devlet ricalinin, zenginlerin kısaca üst toplumsal, ekonomik tabakaların eğlenceleri arasında belirgin farklılıklar vardır. Günümüz Türkiye'sinde de gece hayatından kültürel sanatsal ağırlıklı gösterilere; spordan açık hava eğlencelerine, gezilere, mesirelere; restoranlardan, kulüplerden, meyhane ve kafelerden kumarhanelere; festivallerden kutlamalara, törenlere, şenliklere kadar çok geniş bir alanı kapsayan eğlence hayatının merkezi yine İstanbul'dur. Kentte yaşayan çok farklı toplumsal, ekonomik tabakaların eğlence türleri ve eğlence hayatından aldıkları pay da geçmişte olduğu gibi farklıdır. Bizans Döneminde İmparatorun ve soyluların saraylarında, zenginlerin saray yavrusu konaklarında başlıca eğlence türleri; çeşitli kutlama törenlerine eşlik eden ziyafetler, bu ziyafetlerin tamamlayıcı parçası olan pando-mim, taklit, parodi gibi gösteri sanatı kapsamındaki oyunlar; kitara denilen bir çeşit lirle yapılan müzik, bu müziğin eşliğinde söylenen şarkılar ve yapılan danslardı. Ayrıca yine saraylarda, soyluların ve zenginlerin evlerinde satranç, tavla türü oyunlar da oynanırdı. Halkın başlıca eğlencesi ise yılın belli günlerindeki karnavallar; Hippodrom'daki araba yarışları; yine Hippodrom'da veya büyük meydanlarda yapılan kutlama veya zafer törenleri sırasındaki çeşitli gösteriler; panayırlar sırasındaki oyunlar, yarışlar; ayı, maymun vb hayvanlarla gezen ve halkı eğlendirmek için parodiler de yapan soytarılar, • hokkabazlardı. Ayrıca sonraları taverna denilen "kapeleios'lar, şarap tacirlerinin dükkânlarının bir bölümünde açtıkları, şarabın yanında yiyecek de veren, daha sonraki dönemlerde müzik ve dansın da olduğu ve çoğu giderek batakhanelere dönüşen eğlence yerleriydi.
Bizans'ta soyluların ve zenginlerin en önemli eğlencesi olan ve sadece yemek içmekle kalmayıp başka eğlence çeşitlerini, dansı, müziği, gösteri sanatlarını da içeren sumposionlar (ziyafet), dinsel bayramlarda ya da imparatorluğun önemli kutlama günlerinde, aynca da düğün, doğum vb olayları kutlamak üzere düzenlenirdi. İmparatorun doğum günü, taç giyme, zaferle biten seferlerden dönüş
de ziyafetlere vesile olurdu. Davetliler en gösterişli giysilerini giyerler, bütün nişanlarını takınırlardı. Amaca ve kutlama vesilesine göre bu ziyafetlere yüksek devlet görevlileri, nüfuzlu zenginler, dini hiyerarşinin üst sıralarında yer alan ruhban sınıfından kişiler çağrılırdı. Masaya oturma düzeni sıkı bir protokole bağlıydı. İmparator en önemli altı konuğuyla birlikte şeref masasında oturur, sarayın çeşitli oda ve salonları diğer konuklara açılırdı. Bu ziyafetler sırasında konuklara hediyeler dağıtılır, pandomim, şarkı, müzik ve dans gösterileri yapılırdı. Filetos' un Kletorologion kitabında (899) bu türden ziyafetlerin protokolü ayrıntılı olarak tanımlanmıştır. 14. yy'a gelindiğinde bu türden resmi sayılabilecek ziyafetler sadece dini bayramlarda yılda beş defa verilmeye başlandı. Küçük ziyafet ve eğlenceler ise saray ve konaklarda çok daha sık olarak hep sürdü. Konstantinopo-lis'e gelen Batılı gezginlerin aktardıklarına göre bol içki tüketilen bu şölenler çok uzun sürer, kaba ve açık saçık eğlencelere sahne olur, bol baharatlı, sarımsaklı ağır yemekler yenirdi.
Resmi ziyafetlerin dışında, evlerde de ziyafetler verilir, konuk çağrılırdı. Ev sahibi ve misafirler yemek yenen mekândaki büyük bir masanın etrafında toplanırlar, eski Roma âdetlerinin bir uzantısı olarak, sandalye ve taburelere oturdukları gibi divan ve yataklara da uzanırlardı. Böyle davetlerde de din adamları özel itibar görürler ve ev sahibinin sağında otururlardı. Kadınlar ve çocuklar ayrı bir odada kendi aralarında yer içerler, erkeklerin eğlencesine nadiren katılırlardı. Ev sahibi yemeklerden olduğu kadar şarap, müzik, taklit, pandomim gösterileri, dans gibi eğlencelerden de sorumluydu.
Gösteri sanatı içinde ele alınabilecek başlıca eğlenceler pandomimcilerin, soytarıların, hokkabazların gösterileri; parodiler, müzik eşliğinde okunan eserlerdi. Bizans döneminde, özellikle de geç Bizans'ta, tiyatro öneminden çok şey kaybetmiş, hattâ aktörler, "mimos" denen o-yuncular, pandomimciler, taklitçiler aşağı görülmüş, ahlaksız ve serseri sayılmışlar; bu türden gösterilerin kilise tarafından yasaklandığı dönemler de olmuştu. Yine de saraylarda ve konaklarda olduğu kadar halk arasında da önemli ve ciddi o-laylarm kaba taklidine dayanan güldürücü oyunlar olan ve zaman zaman taşlama özelliği de taşıyan parodiler çok tutulurdu. Bu oyunların Hippodrom'da, büyük meydanlarda sergilendiği de olurdu. Soytarıların, altına tekerlekler yerleştirilmiş bir teknede yaptıkları ve Konstantinopo-lis'in kuruluşunu temsil eden bir parodinin imparatorun gelmesinden önce Hippodrom'da sergilendiğinden Patria'da. söz edilir. Yine kaynaklarda sözü geçen III. Aleksios'un (hd 1195-1203) sarayında, genç aristokratların sergiledikleri at yarışlarını alaya alan parodiler bir başka örnektir. Bizans'ta eğlence hayatının da bir parçası olan hiciv büyük ölçüde parodi biçiminde gelişmiştir.
Gösteri sanatları oyuncuları arasında, "timelikoi" adı verilenler ve "epithalamia" denen özel tören ve düğün şarkılarım müzik eşliğinde söyleyenler saygın bir konumdayken "mimoi" ve "skenikoi" denilen maskaralar, soytarılar, komikler aşağı görülürlerdi. VI. Leon'nun (hd 886-912) sarayında Lampudios adlı bir soytarının (skenikos) gördüğü itibar, II. İsaakios' un (hd 1185-1195) sarayında Kalibures adlı bir mimos'un misafirleri eğlendirdiği gibi tanıklıklar, sarayın bu eğlencelere yüz çevirmediğini gösterir. III. MihaeP in (hd 842-867) hicvedildiği bazı 10. yy metinlerinde imparatorun kendisi de aktörlük ve soytarılık yaparken gösterilir.
Bizans'ta eğlence olarak dans da önemliydi. Bizans, dansı eski Yunan ve Roma kültüründen almıştı. Kilise tiyatroyla birlikte dansı da yasaklamaya çalışmış ancak her dönem dansı savunanlar da çıkmıştı. Tiyatro ile birlikte sahnede dans gösterilerinin önemini yitirdiği, giderek kaybolduğu dönemde de dans Bizans sarayla-rındaki eğlencelerin parçası olmayı sürdürdü. Sadece saray eğlencelerinin parçası olarak da kalmayıp toplumun her katında rağbet bulan bir eğlence oldu.
Tavernalarda erkekler ve kadınlar müzik eşliğinde ve el çırparak dans ederlerken dansözler de sanatlarını saraylarda, zengin konaklarında sergileyerek Bizanslıların her katmanından halkı eğlendirmeyi sürdürdüler.
Bizans'ta, halkın eğlencelerinin başında karnaval geliyordu. Bizans karnavalı pagan tören ve bayramlarının izlerini taşıyordu. Maskeli olarak katılman karnaval eğlencelerinde çoğunlukla kaba cinsel şakalar ve sataşmalar olurdu. Karnavallar-daki aşırılığı engellemek için zaman zaman yasalar çıkarılmış, örneğin kostümlü gösteriler, rahiplerin asker veya hayvan kılığına girmeleri ya da yargıçların rahipleri taklit etmeleri yasaklanmıştı.
Bizans'ta halkın eğlence fırsatlarından biri de panayırlardı. "Panegiris" denen panayırlar esas olarak ticari amaçla kurulmakla birlikte halk buralara gösteri yapmaya, hünerlerini sergilemeye gelen soytarı, hokkabaz, canbaz ve benzerleriyle eğlenirdi.
Konstantinopolis'te halkın en önemli eğlencesi araba yarışlarıydı. Özellikle 4. ve 7. yy'lar arasında araba yarışları çok yaygın ve ünlüydü.
Hippodrom'da yapılan yarışlarda, mavi, kırmızı, beyaz, yeşil renklerim taşıyan dört takım, dört arabayla yarışırdı. Araba yarışları Konstantinopolis'in kurulmasıyla başlamış, daha sonra bütün Bizans topraklarına yayılmış ve imparatorun (devletin) desteklediği, âdeta resmi nitelikli bir gösteriye dönüşmüştü. 7. yy'dan sonra imparatorluğun diğer yörelerinde önemini kaybeden ve yapılmaz olan araba yarışları, Konstantinopolis'te imparatorluk ideolojisinin bir parçası olarak 1200'lere kadar önemli siyasal olaylara ilişkin kutlamalar sırasında sürdü. Bizans kaynakları 5. yy'da Konstantinopolis'te yılda 66 bayram günü araba yarışı yapıldığını, bazı
günler 20'yi aşkın yarışın art arda izlendiğini nakleder. De Ceremoniis(->) 10. yy'da ancak bir düzineye yakın bayram günü olduğunu ve günde en fazla 8 yarış yapıldığım yazar. 11. yy'da Konstantinopolis'te araba yarışlarının önemini sürdürdüğü anlaşılmakla birlikte yarışlar 12. yy'dan itibaren yeni spor gösterilerinin ve turnuvaların yaygınlaşmasıyla iyice gerilemiş 1204'ten sonra kentin hayatından silinmiştir.
Osmanlı Döneminde
Osmanlı döneminde de, halkın eğlence olanaklarıyla saray ve çevresinin, ulemanın, vükelanın, eşrafın eğlence olanakları farklı ve değişikti. Müslüman Türk tebaayla birlikte Rum, Ermeni, Yahudi, Cenevizli, Amalfili, Pisalı, Venedikli vb Latin nüfusu barındıran İstanbul'da her kesimin kendine ait yortuları, bayramları(->), törenleri ve bunlara eşlik eden eğlenceleri vardı. İstanbul'un fethini izleyen ilk yüzyıl boyunca kentte canlı bir eğlence hayatından söz etmek mümkün değildir. Kentin imarı, çeşitli yörelerden kenti "şenlendirmek" üzere getirilmiş nüfusun yerleşmesi, kökleşmesi; kentte kalmış Rum, Ermeni, Latin vb halkın tedirginliklerini atıp güven kazanmaları uzunca bir zaman almış olmalıdır. 16. yy'ın başından itibaren eğlence hayatının canlanmaya başladığının işaretleri vardır. Osmanlı sarayı, fetihle birlikte, Bizans saray haya:
Bir anonim
yazma eserde
bayram
gününde
Çemberlitaş'ta
eğlenenleri
betimleyen
resim.
Arka planda
sağda
Elçi Hanı
görülüyor,
16 yy.
Viyana Ulusal
Kitaplığı
Galeri Alfa
tından pek çok şey, bu arada eğlence tarzının bir bölümünü de almıştır. Müslüman İstanbul'da hem sıradan halkın hem de saray çevresinin yaşamının eğlence hayatı açısından önemli özelliği, kadınla erkeğin toplumsal yaşam ve eğlenceye birlikte katılmamalarıdır. Bu ö-zellik, kadınların kendi aralarında eğlenmelerine ve eğlence hayatından doğal o-larak çok daha az pay almalarına yol açmıştır.
Batı'mn etkisinin ve Batılılaşma akımlarının kendisim duyurmaya başladığı 19. yy'ın ortalarına kadar, İstanbul'da eğlence hayatını; saray ve çevresinin eğlenceleri, çeşitli dinsel ve etnik kökenden halkın kendi özel eğlenceleri ve İstanbul'un bir liman ve kavşak kenti olmasının getirdiği meyhane, batakhane türü eğlenceler olarak sınıflandırmak mümkündür.
Saray çevresi, devlet ricali, eşraf yani Osmanlı yüksek sınıf ve katmanlarının, zamanına göre debdebeli bir yaşamları ve eğlenme tarzları olduğu bilinir. Evlilik ve sünnet düğünleri (bak. sünnet âdetleri), cülus(->), fetih, zafer şenlikleri (bak. şenlikler), şehzadelerin, paşazadelerin doğumları en önemli eğlence vesileleridir. Çoğu zaman saray içinde olduğu kadar büyük meydanlarda halka açık olarak yapılan düğünlerde, kutlamalarda, eğlencenin ayrılmaz parçaları, Bizans sarayında da görüldüğü gibi dans ve müziktir. Ha-
Dostları ilə paylaş: |