I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə36/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   139

EİRENE KULESİ

146

147

EKREM

' ' ' t r- —ı ı r ^ ı ı~ —ı ı- -ı ı

Ekmekçizade Ahmed Paşa Medresesi'nin planı. Zeynep Abunbay, 1974

787'de tasvirkırıcı harekete nihai darbeyi vurmak için, Hıristiyan dünyasında 7. Ökümenik (birleştirici) Konsil olarak tanınan II. iznik Konsili'ni toplayarak Batı ile arasım düzeltti ve Papa I. Hadrianus ile iyi ilişkiler kurdu. 790'da bir saray darbesi sonucu iktidardan uzaklaştırıl-dıysa da iki yıl sonra imparator oğlu sayesinde eski statüsünü kazanarak onunla ortak hükümdarlığını ilan etti. Konstan-tinos, karısı Paflagonyalı Maria'yı terk ederek Teodote ile evlenmeye ve ona "au-gusta" unvanı ile taç giydirmeye kalkınca, kilise çevrelerinin desteğini alan Eirene, 797'de oğlunun gözlerine mil çektirdi ve tek başına iktidar oldu. Kendisinin kanunnamelerinde, kadın hükümdarlarca kullanılan "basilissa" yerine, imparatorlara ait "basileus" unvanım kullanmış olması da ilgi çekicidir.

Dışta, Frank Kralı Büyük Kari (Şadken) ile diplomatik ilişkiler kuran, hattâ onunla evlenmeyi planlayan, öte yandan Papa I. Hadrianus ile yakınlaşarak Doğu ve Batı kiliselerini birleştirmeye çalışan Eirene, başarılarına karşın, rakipleri tarafından 31 Ekim 802'de tahttan indirildi. Önce Prinkipo'ya (Büyükada), sonra da Lesbos'a (Midilli) sürüldü, burada öldü.

Dinsel ve politik olaylarda takındığı ihtiraslı tavırlarının yamsıra, hayırseverli-ğiyle de tanınan Eirene, başkentte birçok düşkünlerevi, bir de yoksullar mezarlığı yaptırdı. 9- yy'da mezarından çıkarılan bazı kalıntılar, Konstantinopolis'e getirilerek, Havariyun Kilisesi'ne yerleştirilmiştir.

Bibi. L. Burgmann, "Die Novellen der Kaise-rin Eirene", Fontes Minores, S. 4 (1981), s. l-36; Ostrogorsky, Bizans, 163-182.

AYŞE HÜR


EİRENE KULESt

Bugün Eminönü'deki Çakmakçılar Yoku-şu'nda bulunan Valide Ham'nın(->) kuzeydoğu köşesinin içinde yer alan kule.

Ne amaçla yapıldığı ve tarihçesi hakkında bilgiler bulunmamakla birlikte, büyük ihtimalle Bizans orta dönemine aittir. Bazı tarihçiler (Schneider) tarafından, Biglentias(-0 (veya Bigla) ile kurulmaya çalışılan ilgi, topografik nedenlerden dolayı imkânsız görülmektedir. 16. yy'da İstanbul'u ziyaret eden Fransız seyyah Pierre Gilles(->) kuleden ilk söz eden ve aynı zamanda ona Eirene Kulesi adım ilk veren kişidir.

Kare şeklinde bir taban üzerinde yükselen kule bugün yaklaşık 27 m boyundadır. Fakat, 1559-1561 arasında Mel-chior Loch tarafından yapılan panoramik tablodan edinilen izlenime göre, ilk yüksekliğinin daha fazla olduğu düşünülmektedir. Kubbesel çatı kemeri, büyük olasılıkla, kule Valide Hanı'nın içine alındıktan sonra eklenmiştir.



Bibi. Schneider, Mauern, 86-87; A. M. Schneider, Archâologischer Anzeiger, 59/60, 1944, s. 77; Müller-Wiener, Bûdlexikon, 45. ALBRECHT BERGER

EİRENE SARAYI

bak. ELEUTHERlUS SARAYI



EKMEKÇİZADE AHMED PAŞA MEDRESESİ

Vefa'da Kovacılar Caddesi'nin Taştekne-ler Sokağı ile birleştiği köşededir.

I. Ahmed dönemi (1603-1617) defterdarlarından Ekmekçioğlu Ahmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. 19. Yüzyıl istanbul Haritasında, medresenin yalnız doğu ve güney yönü sokakla çevrilidir. Medreseyle aynı kavşakta yer alan Molla Hüs-rev Mescidi ve onun kuzeyindeki Hüs-rev Kethüda Darülkurrası, bu sokak dokusunun 16. yy'da biçimlenmiş olduğuna işaret etmektedir. Bugün medrese üç yanından sokakla çevrilidir.

Ekmekçioğlu Ahmed Paşa, 16. yy'm sonunda yapılan Gazanfer Ağa, Koca Sinan Paşa külliyelerine benzer düzende, türbe ve sebille bütünleşen bir medrese yaptırmıştır. Hadîkatü'l Cevamî'ye göre sebil Hüsrev Kethüda'nın hayrıdır; yapıyı Hüsrev Kethüda Sebili olarak tanıtan İzzet Kumbaracılar da yapım tarihini 1565 olarak vermektedir. Ancak sebilin mimarisinde, daha önce burada Hüsrev Kethüda tarafından yaptırılmış bir sebil bulunsa da, onun 17. yy'da, Ekmekçioğlu Ahmed Paşa'nm türbesinin yapımı sırasında yenilendiğine ilişkin yapısal ve üs-lupsal özellikler gözlenmektedir.

Medresenin giriş kemeri üzerinde kitabe bulunmamaktadır; Ekmekçioğlu Ah-' med Paşa l606'da başdefterdar olduğuna ve I6l8'de öldüğünde, hazır olan türbesine gömüldüğüne göre, külliyenin bu yıllar arasında yapıldığı kabul edilebilir. 17. yy'ın başında hassa mimarbaşı olan Sedefkâr Mehmed Ağa'nın külliyeyi tasarlamış olması ihtimali yüksektir ve medresenin mimari özelliklerinin onun uygulamalarıyla benzerliği de bu olasılığı güçlendirmektedir.

Medreseye Kocacılar Caddesi cephesinin ortasında bulunan basık kemerli ka-

pıdan girilmektedir. Profilli bir dikdörtgen çerçeve içine yerleştirilen kapının üstünde kırma çatılı ahşap bir saçak olduğu, duvardaki kiriş deliklerinden ve kurşun örtü izlerinden anlaşılmaktadır. Halen İlim Yayma Vakfı Yüksek Tahsil Talebe Yurdu'nun kullanımında olan medresenin cadde üzerindeki asıl girişi kapatılmış; batı duvarına açılan kapıyla, yandaki binayla ilişki kurulmuştur.

Medrese dikdörtgen planlı bir avluyu çepeçevre saran revakların gerisinde "U" oluşturacak biçimde dizilen hücreler ve "U"nun açık kalan ucuna yerleştirilen dershaneden oluşmaktadır. Ana ekseni kuzey-batı-güneydoğu doğrultusunda olan yapının dershanesi girişin karşısında değil, yanda, uzun eksenin ucundadır. 19l4'te yapılan tespitte susuz olduğu belirtilen şadırvan sekizgen planlıdır. Uzun kenarları boyunca beş, kuzeybatı kenarında dört açıklıklı olan revak, dershanenin bulunduğu cephede özel bir düzene sahiptir. Mimar Sinan ve Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından uygulanan, tam ve yarım açıklıklı kemerlerin ardışık olarak dizilmesiyle (l, 1/2, l, 1/2,1) elde edilen ritim, güneydoğu cephesine canlılık katmaktadır. Cephenin dershaneyi eksenine alan orta bölümü aynalı tonozlarla örtülüdür; revağın diğer bölümlerinden daha yüksek olan giriş aksı özel biçimli sütun ve başlıklarla da vurgulanmıştır.

Avlu eksenine yerleştirilen dershanenin güneybatısına, dershane ile eş boyutlu olan türbe kütlesi birleştirilmiştir. Revak döşemesinden iki basamakla yükseltilen mescit-dershane kare planlıdır. Kıble cephesinin ortasında mihrap nişi, iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Kuzeydoğu duvarında iki pencere ve bir dolap yer almaktadır. Türbe ile ortak o-lan yan duvara açılan üç pencere, iki iç mekân arasında görsel ve simgesel ilişki sağlamaktadır. Güneydoğudan, Taştekne-

ler Sokağı'ndan girilen küçük bir bahçeden ulaşılan türbenin ana cephesi Kovacılar Caddesi üzerindedir. Dershane, türbe ve sebilin kenetlenmiş bir kütle olarak yan yana getirilmesi gene Mimar Mehmed Ağa'nın mimarbaşılığı döneminde yapılan Kuyucu Murad Paşa Külliyesi'ni çağrıştırmaktadır. Eşit boyutlu iki kubbeyle örtülü olmakla birlikte dershane ve türbede farklı geçiş öğeleri kullanılmış; geçişler dershanede ayrıtlı pandantif, türbede tromplarla sağlanmıştır. - İlk tasarımında 17 hücresi olan medresenin türbeye bitişik olan ilk hücresi sokaktan kullanılan bir dükkâna çevrilmiştir. Bu değişiklik için hücrenin revak yönündeki kapısı iptal edilmiş, Kovacılar Caddesi üzerindeki duvarı yıkılarak cephesine bir sivri kemer yapılmıştır. Güney ve batı kolunda toplam 9, kuzeydoğu yönünde 8 hücre bulunmaktadır. Batı ve kuzey hücre kolları arasında dar bir geçit bırakılarak kuzeybatı köşesindeki hücreye revaktan düz giriş ve revak tarafına pencere açma olanağı verilmiştir. Güney yönündeki hücrelerin Kovacılar Caddesi'ne açılan birer penceresi vardır. Batı ve kuzeydeki hücreler ise revağa açılan pencerelerden aydınlanmaktadır. Hücrelerin özgün ocakları korunmuştur.

Pandantifli kubbelerle örtülen hücrelerin özgün çatı kaplama malzemesi kalmamıştır. Çatı avluya doğru eğimlendiril-miş ve sular, sütunların üstüne gelen çör-terüerle akıtılmıştır. Çoğu korunmuş olan bacaların sekizgen prizma gövdelerinin alt bölümü tuğladan, duman deliklerinin şapkaları küfeki taşından yapılmıştır. Hücrelerin kuzeybatı kolunun kuzey ucunda yer alan iki mekân hela ve gu-sülhanedir. Beşik tonozla örtülen bu hacimler örtülerinde yer alan filgözleriyle aydınlatılmıştır.

Cephelerde özenli bir kesme taş işçiliği gözlenmektedir. İri küfeki taşı bloklarla yapılan giriş cephesi üzerinde yer a-lan pencerelerin söveleri profilli mermer bloklarla yapılmıştır. Revak, dershane ve türbe kasnaklarının saçak kornişi alçak kabartma tekniğinde bezenmiştir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 201; Ayverdi, istanbul Haritası, C4; İ. Hami Danişmend, Osmanlı Devlet Erkânı, ist., 1971, s. 261-262; Evliya, Seyahatname, II, 20-21; C. Kayra, Eski istanbul'un Eski Haritaları, ist., 1990, s. 18; Kumbaracılar, Sebiller, 7; Kütükoğlu, istanbul Medreseleri, 322; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 72; 2. Nayır (Ahunbay), Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmet Külliyesi ve Sonrası (1609-1690), İst., 1975, s. 173-175; Demir-canlı, Evliya Çelebi, 318-319; E. Yücel, "Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Medresesi", Arkitekt S. 331 (1968), s. 132-134.

ZEYNEP AHUNBAY



EKMEL TEKKESİ

bak. SOFULAR TEKKESİ



EKONOMİ

İstanbul en eski çağlardan günümüze kadar, bulunduğu bölgenin, imparatorluğun, ülkenin ekonomik merkezi olma özelliğini korumuştur. Yine, Cumhuriyet önce-

si başkent niteliğiyle en büyük tüketici olan kent, Cumhuriyet sonrasında, Türkiye ekonomisinin geçirdiği büyük değişmeye bağlı olarak aynı zamanda en fazla üreten il konumuna da gelmiştir. İstanbul'un bölgede ekonomik merkez olmasının başlıca nedeni, özellikle Roma ve Bizans dönemlerinde, Doğu ile Batı, Karadeniz ile Akdeniz arasındaki ticaret yollan üzerindeki kavşak noktası konumudur. Kentte ticaretin tarihin her döneminde önemli ve belirleyici faaliyet olması da, büyük ölçüde kentin coğrafi konum ve özelliklerine bağlıdır.

Bizans döneminde Konstantinopolis' te kurulan kolonilerin varlık nedeni esas olarak ticaretti (bak. Amalfililer; Cenevizliler; Latinler; Pisalılar; Venedikliler). Kent, doğu-batı, gûney-kuzey ekseni üstünde, başta deniz ticareti olmak üzere ilkçağ ve ortaçağın en önemli merkezlerindendi. Osmanlı döneminde ticaret, dışalım ağırlıklı olarak önemini korumuş, 19. yy'dan itibaren bütün Osmanlı ekonomisi ile birlikte ticaret de dışa bağımlılıkla belirlenmiş; İstanbul, üreticiden çok tüketici olmayı sürdürmüştür. İstanbul'un toplumsal hayatı ve tabakalaşması da her zaman dışa bağımlı ticaret ağırlıklı ekonominin damgasını taşımıştır (bak. ticaret).

Tarım, İstanbul için hiçbir dönemde ekonominin önemli bir sektörü olmamıştır. İlin toplam gelirleri ve üretimi ile ülkenin tarım gelirleri içindeki en düşük pay, hep İstanbul'un olmuştur. Osmanlı döneminde payitaht olma konumu, toprak dağılımı, toprak mülkiyeti ve tarımsal işletme büyüklüklerinde günümüzde de süren kimi özelliklere yol açmıştır. Küçük işletmelerin sayıca yaygın olduğu ilde hanedan çiftlikleri, hassa çiftlikleri arazi büyüklükleriyle dikkati çekmiş, 1970' lerde bile 5.000 dekardan büyük özel tarımsal işletmelerin tüm ekili alanlara oranı İstanbul'da yüzde 17,6'yken Türkiye ölçeğinde aynı büyüklükteki işletmelerin toplam ekili alanlara oranının yüzde 2,7 olması, bu özelliğin bir göstergesidir. İstanbul, tarihin bütün dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de ülkenin tarımsal üretiminin en büyük bölümünü tüketen, buna karşılık tarımsal üretimde en geride yer alan il durumundadır (bak. tarım).

Sanayiye gelince, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde küçük imalathaneler ve küçük ölçekli üretim; 19. yy'm ikinci yarısından sonra devlet fabrikalarıyla sınırlı kalsa da görece büyük sanayi üretimi; nihayet günümüzde imalat sanayii başta olmak üzere tüm sanayi üretiminde İstanbul hep önde gitmiştir. Bizans'ta sabun ve mum imalatından çanak çömleğe, dokumadan kuyumculuğa, silah yapımından marangozluğa kadar imalat sıkı bir denetim altında loncalarda örgütlenmiş ve gelişmiştir. Osmanlı döneminde küçük atölye üretimi uzun süreler, özellikle de bazı alanlarda, kentin mamul madde ihtiyacına cevap vermiş; dışalımın öne geçtiği ve merkezi istanbul olan geleneksel üretimin gerilemeye başladığı 18. yy'a

kadar önemini korumuştur (bak. loncalar; gedikler; esnaf). 19. yy'ın ortalarından itibaren kurulan devlet fabrikalarında gelişmeye başlayan sanayi üretimi, bu dönemde, bütünüyle dış ticaretin ö-ne geçtiği İstanbul'da, çoğu yabancı sermaye yatırımlarıyla gerçekleştirilen, ithalatı tamamlayıcı özellikte ve manifaktür düzeyini az aşan nitelikte olmuştur. Değirmencilik, dökümhaneler, askeri ihtiyaçlara dönük sanayi, çuha fabrikaları, debbağhane, kâğıthane 19. yy İstanbul sanayiinin önde gelen dallarıdır. Cumhuriyet sonrasında geleneksel el sanatları gerilerken imalat sanayii Cumhuriyet Türkiye'sinin diğer bölge ve illeriyle arasına büyük farklar koyarak, en hızlı ve en fazla İstanbul'da gelişmiştir. 1927'den itibaren sanayi sayımları sonuçları, İstanbul'un, sanayi kuruluşu, sanayi kesiminde çalışanlar, sanayinin ilin toplam katma değeri içindeki payı açısından günümüze kadar gelen rakipsiz birinciliğini gösterir. 1933'te İstanbul firmalarının yarattığı toplam katma değerin Türkiye i-çindeki payı yüzde 33'tür. Sanayinin Türkiye ölçüsünde yaygınlaştığı günümüzde bu oran yüzde 25'i aşmakta ve İstanbul bu konuda yine birinci sırada yer almaktadır; imalat sanayii tek başına ele alındığında bu oran daha da yükselerek yüzde 30'ları bulmaktadır. 1950'de İstanbul, sanayide çalışan işçi sayısı ve toplam üretim ölçülerine göre, Türkiye genelinde yüzde 30'u aşkın paya sahiptir 1960 sonrası ise, İstanbul'un ekonomi ve sanayi açısından kendi sınırlarını aştığı ve çevre illere doğru yayılarak bir sanayi bölgesi halinde metropolleştiği dönemdir (bak. sanayi).

Türkiye nüfusunun yüzde 10'undan fazlasını barındıran İstanbul'da, faal nüfus, işçi sayısı ve işyeri başına ortalama işçi sayısı ve her kesimden çalışanların genel nüfusa oranı, her zaman, ama özellikle günümüzde Türkiye'nin diğer bölgelerine ve illerine göre çok yüksektir (bak. istihdam; nüfus). Yine hizmet sektöründe çalışanların oranı ve hizmet sektörünün katma değer içindeki payının yüksekliği açısından, İstanbul rakipsiz durumunu korumaktadır (bak. hizmet sektörü). En fazla enerji tüketen (bak. enerji); en büyük mali kuruluşların bulunduğu (bak. bankacılık; sigortacılık); inşaat sektörünün kentin özel konumu ve emlak rantı dolayısıyla en hızlı gelişme gösterdiği (bak. inşaat sektörü); Türkiye'nin e-konomi hayatını belirleyen holdinglerin en önemlilerinin ve büyüklerinin kurulu olduğu (bak. holdingler); ulaşım(-+) ve turizmin(->) kalbinin attığı il olarak, İstanbul'un Türkiye ekonomisi içindeki ö-nem ve yeri rakipsizdir.

İSTANBUL

EKREM (Recaizade)

(l Mart 1847, İstanbul - 31 Ocak 1914, istanbul) Şair ve yazar.

Babası Mehmed Şakir Recai Efendi de şairdi. Ekrem, Beyazıt Rüştiyesi'nde ve Mekteb-i İrfan'da okuduktan sonra bir



EKSARHLIK

148

149

ELÇİLİKLER

süre Mekteb-i Idadi-i Harbiye'ye devam etti. 1862'de kâtip olarak Hariciye Neza-reti'ne girdi. Bu yıllarda Namık Kemal, Leskofçalı Galib, Hersekli Arif Hikmet, Subhipaşazade Ayetullah gibi dönemin şairleriyle tanıştı. Özellikle Namık Kemal' le dost oldu.

Ekrem babasından Arapça ve Farsça öğrenmişti. Hariciye Nezareti'ndeyken de Fransızca öğrendi. Tasvir-i Efkâr gazetesinde ilk yazılarım yayımlarken bir yandan da Divan şiiri tarzında gazeller kaleme alıyor ve Fransızcadan çeviriler yapıyordu. 1866'da Vergi Idare-i Umumiyesi Kalemi'ne girdi. Namık Kemal 1867'de Avrupa'ya giderken Tasvir-i Efkâr'm yönetimini Ekrem'e bıraktı. Böylece Ekrem basın ve edebiyat dünyasının daha da i-çine girdi. 1868'de Şûra-yı Devlet (Danıştay) kurulunca bu kuruma geçti. Bu sırada amcasının kızıyla evlendi. 1870'te ilk oyun denemesi Afife AnjeliKi ve 1871'de ilk şiir kitabı Nağme-i Sehefi yayımladı. 1877'de Şûra-yı Devlet üyesi, 1878'de Mekteb-i Mülkiye, 1885'te Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) edebiyat öğretmeni oldu. Edebiyat açısından en verimli dönemi 1878-1898 arasında geçti. Bu dönemde şiir, roman, eleştiri ve edebiyat öğretimiyle ilgili ürünlerini yayımladı. 1888'de "Saime" adlı hikâyesi tefrika edilirken sansürce yarıda kesildi. Baskı ortamından uzaklaşmak için Trablusgarb'a gitti. Sonra Malta'ya geçti. Ama II. Abdül-hamid tarafından İstanbul'a dönmesi sağlandı. 1898'de Şûra-yı Devlet Temyiz Mahkemesi, ardından Tanzimat Dairesi üyesi oldu. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra önce evkaf sonra da maarif nazırı olduysa da bazı nedenlerden istifa etti. Ayan üyeliğine getirildi. Ölümüne kadar bu görevde kaldı. Mezarı, Küçüksu'da, genç yaşta ölen oğlu Nijad'ın mezarı yanındadır.

Ekrem şiirlerini Nağme-i Seher (1871), Yâdigâr-ı Şebâb (1873), Zemzeme (I-III, 1883-1885), Tefekkür (şiir-nesir karışık, 1888), Pejmürde (şiir-nesir karışık, 1895), Nijad-Ekrem (şiir-yazı-am-değinme, 1910) adlı kitaplarda topladı. Nefrin adlı şiir kitabı ölümünden sonra oğlu Ercüment Ekrem (Talu) tarafından yayımlandı (1916). Oyunları şunlardır: Afife Anjelik (1870), Vuslatyahud Süreksiz Sevinç (1874), Çok Bilen Çok Yamhr (1914). Saime (1888), Muhsin Bey yahud Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1889), Şemsa (1893), Araba Sevdası yahud Bihruz Beyin Âşıklığı (1898) hikâye ve romanlarıdır. Edebiyatla ve e-debiyat öğretimiyle ilgili kitaplarını Ta-lim-i Edebiyat (1879), Takdir-i Elhan (1886), Takrizât (1898), Kudemadan Birkaç Şair (1885) adları altında yayımladı.

Ekrem'in şiir ve oyunlarında istanbul doğrudan doğruya konu edilmez. "Küçüksu'da Bir Gece", "Yakacık'ta Mezarlık Âlemi" gibi şiirlerinde de, o zamanki istanbul'un mesire ve sayfiye yerleri olan bu semtlerin yalnızca adları söz konusudur. Oysa Araba Sevdast'nda olaylar istanbul'un Çamlıca, Şehzadebaşı, Beyoğlu gibi semtlerinde geçer.

Recaizade Ekrem

M. Sabrı Koz koleksiyonu

1886'da yazılıp 1895'te Servet-i Fünun' da tefrika edilen ve 1898'de kitaplaşan Araba Sevdası'nda. olay 1870'lerin ortasında geçer. Romanın başkişisi bir paşa oğlu olan ve babasının ölümü üzerine mirasyedi yaşamı sürmeye başlayan Bihruz Bey'dir. Dönemin modasına uyarak bir araba (atlı binek arabası) alır ve zamanının çoğunu mesire yerlerinde geçirir. Yazları Çamlıca'daki köşkte, kışları Sü-leymaniye'deki konakta yaşar. Bir gezinti sırasında Çamlıca'da gördüğü Periveş'e âşık olur. Ama kızı bir daha göremez. Bundan böyle bütün işi kızı aramaktır. Yalan söylemekte usta, Bihruz'un parasını yemekten, mirasyedi yaşantısından yararlanmaktan başka bir şey düşünmeyen arkadaşı Keşfî Bey Bihruz'a Peri-veş'in öldüğünü söyler.

Bihruz bu kez kızın mezarını aramaya başlar. Parasının tükenmeye, karasevdadan sağlığı bozulmaya başladığı bir sırada, bir ramazan gecesi Direklerarası'nda Periveş'e benzeyen bir kıza rastlar. Öldü diye bildiği Periveş'in kız kardeşi sandığı bu kız aslında Periveş'ten başkası değildir. Aralarında geçen bir konuşmayla her şey ortaya çıkar. Saf, namuslu ve duygulu bir kız diye âşık olduğu Periveş gerçekte o dönemin yosmalarından biridir.

Araba Sevdast'nda "asri" ya da "Avrupai" yaşama biçimi diye nitelenen, yüzeysel "Batıcılık" anlayışına bağlı çevreler söz konusu edilir. Dönemin gözde bir sayfiye yeri olan Çamlıca ve çevresi romanın girişinde uzun uzun betimlenir. Buradan Üsküdar'a, Beylerbeyi'ne, Kadıköy'e gidiş ya da ulaşım konusunda belgesel nitelikte anlatımlar vardır. Semtler konusunda bazı nitelemelere de rastlanır: "Kadıköyü gibi burjuva kartiye". İstanbul'un suriçi semtleri Aksaray, Şehzadebaşı, Babıâli, Kalpakçılarbaşı, Divanyolu, Süleymaniye, Beyazıt ile Beyoğlu yakasında (Feriköy, Tünel, Cadde-i Kebir) ve

Kadıköy yakasındaki bazı semtler (Kalamış, Fenerbahçe, Uzunçayır, Haydarpaşa, Bulgurlu) romandaki olayların geçtiği semtlerdir. Buralardaki dükkânlardan da söz edilir. Bihruz'un gittiği kitapçı, şekerlemeci (günümüzde pastane), ayakkabıcı, berber, terzi gibi yerler çoğunlukla Beyoğlu yakasındadır. Romanın konusu gereği araba tamircilerinden, araba vapurlarından, İstanbul'un'iki kıyısı arasında çalışan kayıklardan da söz edilir.

ERAY CANBERK

EKSARHLIK

bak. BULGAR EKSARHHANESİ



ELÇİ HANI

15. yy'da, Çemberlitaş'ta elçilerin ikametlerine ayrılmış bulunan ve günümüze u-laşmamış olan han.

Elçi Hanı, Atik Ali Paşa Külliyesi'nin(->) bir parçası olarak yapılmıştı. Eski Di-vanyolu'nda, yani günümüzün Yeniçeriler Caddesi üzerinde bulunan Atik Ali Paşa Külliyesi'nin cami, türbe ve zaviye-ima-reti Çemberlitaş'ın doğu tarafında, medrese ile han ise caddenin karşı tarafında yan yana inşa edilmişti. Hanın, külliyenin diğer bölümlerinden bir süre sonra, 1510-1511'de inşa ettirildiği anlaşılmaktadır.

16. yy'dan itibaren birçok yabancı elçi bu handa ikamet etmiştir. Bu handa 1553-1555 arasında kalan Hans Dernsch-wam'ın(->) hanın ahırında görüp kopya ettiği kitabe önemli bir tarih belgesidir. Kitabenin metni şöyledir: "..Bin beş yüz on beş yılında bunu yazdılar. Kral Las-lo'nun beş elçisini burada beklettiler. Bi-lâyi Barlabaş iki yıl burada idi... hükümdar, Kedeyi Se'kel Tamaş bunu yazdı, Hükümdar Selim Bey buraya (onu) yüz at ile koydurdu". Han yıktırılırken kaybolmuş olan bu kitabeden I. Selim'in (Yavuz) (hd 1512-1520) Nisan 1512'de tahta çıkışı sırasında hanın oturulabilir durumda olduğu anlaşılmaktadır.

23 Temmuz 1587 günü çıkan bir yangında bütün Çemberlitaş çevresi yanmış, ama kubbelerindeki kurşunların erimesine karşılık Elçi Hanı ayakta kalmıştır. Elçi Hanı 17. yy'ın başlarına kadar elçilere barınak olmaya devam etmiş, ama 1646' dan itibaren elçilerin Galata'da kalmalarına izin verilmesi ile bu vasfını kaybetmeye başlamıştır. l652'de çıkan bir büyük yangın Elçi Hanı ile birlikte pek çok binayı yakmıştır. Han, l660'ta üç gün süren yangın sırasında da tekrar harap olmuştur. Elçi Hanı'nın 1766 zelzelesinde de kısmen yıkıldığı tahmin edilmektedir.

J. von Hammer'e göre Elçi Hanı 19. yy'ın başlarında artık Tatar Hanı olmuş ve posta tatarlarına barınak yapılmıştır. Bu sırada binanın zaten çok harap vaziyette olduğu belirtilmektedir. Han 19 Eylül 1865 Hocapaşa yangınında bir kere daha harap olmuş ve uzun süre yıkıntı halinde kalmıştır.

Elçi Hanı daha sonra II. Abdülhamid' in (hd 1876-1909) serkarini Osman Bey'

in mülkiyetine geçirilmiş ve o da 1880' de (veya 1883'te) hanın kalıntılarını tamamen yıktırarak, yerine Matbaa-i Osmaniye denilen büyük binayı inşa ettirmiştir. Bu matbaa bir ara Çemberlitaş Sineması adıyla sinema olmuş ve nihayet yıktırılarak yerine şimdiki işhanı inşa e-dilmiştir. Bu sırada açılan çok derin temel çukurunda Bizans devrine ait duvarlar ile kemer ve tonoz kalıntıları, daha derinde ise antik Bizantion şehrinin mezarlığına ait mezar stelleri bulunmuştur. Handa kalan elçi ve seyyahların anı ve seyahatnamelerinde han hakkında oldukça ayrıntılı bilgi vardır. Bunlara göre bina tam bir kare biçimindeydi ve ortasında büyük bir avlu ile kuyu bulunuyordu. İkamet yalnız üst kattaydı. Arkadaki odaların önlerini bir revak çeviriyordu. Odalar manastır hücreleri gibi eşit ve küçüktüler. Alt katta ahırlar bulunuyordu. Bina, dahili kemerler üzerinde kuruluydu ve üstü kurşunla kaplanmıştı. Hans Dernschwam hanın mimarisi hakkında daha ayrıntılı bilgiler verir. Onun yazdığına göre hanın duvarları bir buçuk Viyana arşını kalınlığında ve 6 lachter (yak. 12 m) yüksekliğindeydi. Ortada bir kenarı 50 adım (37,50 m) olan bir iç avlu vardı. Avluya yük arabalarının girmesine izin verecek ölçülerdeki üç kapıdan girilirdi. Alt kattaki ahırlar avluya açılan mazgallardan hava ve ışık alırdı. Ahırların ortasında 6 kalın paye, tuğladan yapılma 7 tonozu taşıyordu. Giriş dehlizinde sağlı sollu 21 basamaklı iki merdiven üst kata çıkışı sağlıyordu. Her basamak 8 ayak genişliğindeydi. Sokaktan avluya kadar binanın derinliği 31 adım (23,25 m), galerinin her kenarı 48 adım (36 m) ve böylece binanın çevresi çepeçevre 192 adımdı (144 m). Galeride revak payeleri dibinde 9 ayak eninde ve l 1/4 ayak yüksekliğinde, üzerinde yazın yatmaya ve

Yazma bir kitapta Elçi Hanı'nın tasviri, 16. yy. Galeri Alfa

oturmaya mahsus bir set bulunuyordu. Birbirinden 12 ayak aralıklı, 22 tane (l 1/2x1 1/4 Viyana arşım ölçüsünde) kareye yakın paye. avluyu çevreliyordu. Bunların üzerlerine, her cephede 6 kemer olmak üzere 24 kemer atılmıştı. Bu payeler gerideki duvarlara 7 (toplam 28) kuvvetli kemer ile bağlanmış ve aralarına üç parmak kalınlığında demir gergiler konulmuştu. Revaklarda meydana gelen bölümler kurşun kaplı 28 kubbe ile örtülmüştü. Revaklarm gerisinde, dört tarafta 42 hücre sıralanıyordu. Kare biçimindeki hücrelerin bir kenarı 16 ayak boyutundaydı ve her birinde ocak bulunuyordu. Hücrelerin zeminleri tuğla döşeliydi ve biri revağa biri dışarıya açılan iki penceresi vardı. Dışa açılan pencereler demir parmaklıklı ya da tahta kepenkliy-di ve hiçbirinde cam yoktu. Kapı kanatları ahşaptı. Hanın üstü kubbeliydi ve cadde üzerindeki cephede kapının iki yanında kurşun kaplı 6 m genişliğinde bir saçağın koruduğu 10 dükkân vardı. Hanın içinde mutfak bulunmuyordu.

Elçi Hanı'nın en eski resimleri Sala-mon Schweigger'in(->) seyahatnamesinde bulunur. Hanı dışarıdan ve içeriden tasvir eden üç değerli resim Avusturya Milli Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (cod. 8615). Cornelius Gurlitt'in, aslının nerede olduğunu belirtmeden yayımladığı resim ise daha iyi fakat belki daha az doğrudur. İngiliz Kırım Şapeli rahibi C. G. Cur-tis 1876'da hanın o sıralardaki durumunu gösteren iki resmini çizmiştir. K. Koş tarafından çizilen resim ise Curtis'inkinin tekrarıdır. Hanın 1855'lerde çekilmiş fotoğrafları da olmalıdır. Bunlar şimdiye kadar ele geçmemiştir. Hanın alt (ahırlar) ve üst katlarının planları ile cephesi ve üstten rölövesi Ara Altun tarafından çizilerek yayımlanmıştır. Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 67-72; Evliya, Seyahatname, I, 325; Tarih-i Naima, IV, 356, VI, 257; Silahdar Tarihi, I, 67; S. Schweigger, Ein neve Reyssbeschreibung aus Teutschland nach Constantinopel und Jeru-salem, Graz, 1964, s. 52; R. Walsh, A Residen-ce at Constantinople, Londra, 1838, s. 351; L. Enault, Constantinople et la Turquie, Paris, 1855, s. 387; Gurlitt, Konstantinopels, I, 50; H. Dernschwam, Tagebuch einer Reise nach Konstantinopel und Kleinasien, Münih-Leip-zig, 1923, s. 37-41; Mamboury, Rehber, 347; O. C. Busbecq, Türk Mektuplun, ist., 1938, s. 123-124; T. Bertele, IIpalazzo degli Ambasci-atori di Venezia a Constantinopoli, Bologna, 1932, s. 329; M. And, "Elçiler ve Elçilikler", Hayat Tarih Mecmuası, S. 3 (1970), s. 22-23; S. Eyice, "Elçiham", TD, XXIV (1970), 93-130. SEMAVİ EYİCE


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin