GECEKONDU
384
355
GEDÂÎ
süreler kiracı olarak yaşadıktan sonra gecekondu sahibi olabiliyorlardı. Kente geldikten sonra ortalama kirada kalma süresi 7 yılı aşıyordu. Kısa sürede gecekondu sahibi olabilmenin çekiciliği çok yüksekti. Türkiye'nin siyasal yaşamında 1970'li yılların ikinci yarısında hem solda hem sağda etkili hale gelmiş radikal siyasal gruplar bu alana el attılar. Kente yeni göç edenlere gecekondu yapma olanağı sağlayarak yandaş edinme yolunu seçtiler. Gecekondu alanlarında "kurtarılmış bölgeler" oluşturuldu. Gecekondu alanları siyasal kamplara ayrılarak parçalandı. Bu parçalanma 1980 askeri müdahalesine kadar sürdü. Bu tür gelişmelerin, 1970'li yılların sonunda basma en çok yansıyanı, Ümraniye'deki l Mayıs Mahallesi olmuştur. Alibeyköy Güzeltepe'deki Kurtuluş Mahallesi, Küçükköy'deki Gazi ve Karadeniz mahalleleri, Rumelihisarı üstündeki Hisarüstü Mahallesi bu türden gecekondu bölgelerinin bazılarıdır. 1980 askeri müdahalesinden sonra tüm gecekondu mahalleleri belediyelerinin kaldırılıp, metropoliten alanın tek bir belediye altında toplanmış olmasının gerisinde, bu tür gelişmeler bulunmaktadır.
1983'te kabul edilen 2805 sayılı yasayla Haziran 1981'e kadar yapılan gecekondular affedilmiştir. Bu yasa Boğaziçi alanındaki gecekonduları af kapsamı dışında tutuyordu. Aynı yıl çıkarılan 2960 saydı yasayla Boğaziçi alanındaki gecekondular da af kapsamına alınmışlardır. Bu yasaların uygulanmasındaki zorlukları azaltmak için 1984'te 2981 sayılı bir başka af yasası çıkarılmıştır. Bu yasa, başlangıçta sadece gecekondulara af sağlıyor ve tapu sahibi olmalarını kolaylaştırıyor gibi gö-
Alibeyköyü'nde
oluşan bir
gecekondu
yerleşmesinde
sağlıksız
koşullardan
en büyük payı
alan çocuklar.
Cumhuriyet
Gazetesi
Arşivi
rünse de, uygulamada, yönetmelikler yoluyla, çok önemli bir nitelik değişmesine yol açılmış; gecekondu sahiplerine, kendi parselleri üzerinde 4 kata kadar bina yapma hakkı verilebileceğine ilişkin bir hüküm getirilmiştir. Böylece, devletin gecekondu sahiplerine kentteki yaşamlarında güvence sağlamak için getirdiği gecekondu affı anlayışından, gecekondu sahiplerinin kent toprağındaki değer artışından pay almasına olanak vererek yap-satçılar eliyle gecekonduları imarlı konuta dönüştürmek için yapılan bir gecekondu affına geçilmiştir. Gecekondu sorununa böyle yaklaşılması, kentte gecekondu kiracılarının durumunun daha da zorlaşması sonucunu doğurmuştur. Gecekondu alanları için getirilen imar-ıslah planı kavramı da, daha sonraki yıllarda, ilçe belediyelerince, büyükşehir belediyesinin denetiminden kaçınarak yeni alanları yerleşmeye açmak için kötüye kullanılan bir araç olmuştur.
1965'ten 1990'lara kadar geçen sürede, gecekonduların istanbul'un metropoliten mekanındaki yaydımı iki yönden değişiklik göstermiştir. Hem eski gecekondu mahalleleri dönüşerek apartmanlaşmış, hem de sanayinin mekânda yayılmasına paralel olarak yeni alanlara yayılmıştır, ilk gecekondu bölgesi Zeytinburnu, 1970 sonrasında hemen hemen tamamıyla apartmanlaşmış; sur dışında oluşmuş bulunan Bayrampaşa, Rami, Topçular, Topkapı sanayi yayı üzerinde kurulan çok katlı sanayi siteleriyle sanayi yoğunlaşması artmış ve bu alanlarda ancak apartmanlaşan gecekondular varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Rami Topçular sanayi kümelenmesi, kuzeybatı ekseni üzerinde Gaziosmanpaşa ilçe-
si boyunca Küçükköy ve Habibler'e kadar uzanmıştır. Gecekondu gelişmesi de bunu izlemiştir.
Bakırköy ilçesi içinde sanayi yerleşmeleri Londra Asfaltı'mn kuzeyinde Atışala-nı, Esenler, Göngören ile Bakırköy merkezine ulaşıyordu. Londra Asfaltı'nın kuzeyinde, merkezden Küçükçeknıece Gölü' ne kadar uzanan alanda Yenibosna; Sefa-köy asfaltı boyunca Kocasinan, Küçükçeknıece, sanayinin yoğunlaştığı diğer alanlardı. Bu alanlarda, kısmen ucuz yapsatçı apartmanlan, kısmen de gecekondu apartmanları bulunuyordu. Bu sanayi bandının kuzeyinde ikinci bir sıra olarak Kirazlı, Güneşli, Halkalı sanayi bandı oluşmuştu. Bunun kuzeyinde de Mahmutbey ve ikitelli gelişmeleri vardı. Küçükçekmece Gö-lü'nün doğusunda gelişen Kanarya Mahallesi, kadınların fason üretim yaparak giyim sanayiine entegre olduğu bir başka gecekondu gelişmesiydi. Küçükçekme-ce'nin batısında ise Avcılar ve Firuzköy, sanayinin geliştiği alanlardı. Bu gelişme, yoğunluğu azalarak Çatalca ve Tekirdağ sınırlarına kadar uzanıyordu. Bunlar da çevrelerinde kendi gecekondu gelişme alanlarını yarattılar.
Halic'in kuzeyindeki gecekondu gelişmelerini, Kâğıthane Deresi boyunca ve Çağlayan ile Hürriyet Mahallesi'ndeki sanayi gelişmeleri kadar, 1973 sonrasında Boğaziçi Köprüsü ve çevre yollarının açılmasıyla bu alanların kent içi ulaşılabilir-liğinin değişmesi de etkilemiştir. Hasköy, Gürsel, Kâğıthane, Çağlayan, Harmantepe, Gültepe, Telsizler ve Ortabayır'da apart-manlaşma hızlanmıştır. Halic'in kuzeyindeki sanayinin ikinci gelişme eksenini, Büyükdere Caddesi yakınında kurulan sanayi siteleri ve çevresi oluşturmuştur. Bu eksen, çevresinde gecekondu gelişmeleri yarattığı gibi Boğaziçi srrtlarındaki gecekondu gelişmelerini de artırmıştır. Tarab-ya sırtları, Hacı Osman Bayırı, 1990'lı yıllarda da Küçükarmutlu bu şekilde gelişen gecekondu alanları olmuştur.
Boğaz'ın Anadolu yakasında Beykoz' daki sanayi faaliyeüeri bu dönemde gelişme göstermediğinden gecekondu genişlemesi de sınırlı kalmıştır. Buna karşılık şişe ve cam fabrikasının evlere işlemek üzere verdiği parça başı işler gecekondu alanı ile sanayi arasında çok sıkı ilişkilerin gelişmesine neden olmuştur. Üsküdar II-çesi'nde Ümraniye, Şile yolu boyunca Aşağı Dudullu ve Yukarı Dudullu, sanayi sitelerinin ve dolayısıyla gecekonduların bu dönemde geliştiği alanlar olmuştur. 1990 sayımına göre Çekmeköy, Aşağı Dudullu ve Yukarı Dudullu'da toplam 87.000 kişi yaşıyordu. Anadolu Otoyolu'nun gelişmesi üzerine de 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren Sarıgazi, Şamandıra ve Sul-tanbeyli âdeta kaçak apartmanlardan oluşan birer "gecekondu kenti" olarak gelişmiştir. Gecekondu mafyasının elinde yapılaşmaya açılan bu alanda 26.000 kaçak bina bulunuyordu. 1990 sayımına göre Sa-mandıra'da 20.000, Sultanbeyli'de 82.000 kişi yaşıyordu. 1991'de Sultanbeyli ve Şamandıra belediyelerinin kurulması sonra-
sında hazırlanan planlarla bu gelişmelere yasallık kazandırılmaya başlamıştır.
Önceleri Kadıköy'deki gecekondular Hasanpaşa'daki küçük sanayi sitesi ve Fi-kirtepe etrafında gelişirken, gelişme daha sonra Ankara Asfaltı üzerine kaymıştır. Bu dönemde Acıbadem ve Küçükçamlıca çevresindeki tek katlı gecekondular çok katlıya dönüşmüş, 1974'ten sonra Merdiven-köy'de gecekondu gelişmesi başlamıştır. Ankara yolu doğrultusundaki sanayi ve gecekondu gelişmesi ise Kartal ve Gebze ilçelerinde olmuştur. Bu eksende gelişen gecekondu alanları arasında, Maltepe'de Gülsuyu, Pendik yakınında Kavakpınarı, Yayalar, Orhanlı, Aydınlı, Şifa, Esenyalı, içmeler, Aydıntepe, Kurtköy ve Şeyhli, Kartal Soğanlık, Darıca Esentepe sayılabilir. Bu gecekondular daha çok hisseli parseller üzerinde gelişmiştir.
Gecekondu olgusu nitelik değiştirerek varlığını sürdürürken sadece gecekonduların fiziki yapısında değil aynı zamanda gecekonduda yaşayanların kültürlerinde de bir değişme ortaya çıkmıştır, ilk yıllarda kente yeni gelen kitleler marjinal konumda iken zamanla kentin olanaklarından yararlanma yollarını geliştirmişlerdir, ikinci ve üçüncü nesil gecekondulular doğmuş, kentin rantlarından pay almaya başlamışlardır, ilk geldikleri yıllarda kendi yaşamlarını eski kırsal yaşamla karşılaştırıp kendilerini görece daha iyi durumda hissederlerken, 19öO'lı yılların sonuna doğru artık kendilerini kentli gruplarla karşılaştırarak göreli yoksunluk duygusu içine girmişler, bu durum 1969'daki seçimlerde olsun, daha sonraki dönemlerde ve bu son 1994 genel yerel seçimlerinde olsun gecekonduluların oy davranışlarına yansımıştır. Bu değişmelere karşın, gecekondulular başlangıçta beklendiği gibi kentli burjuva kültürel değerlerini benimsememişler ve kendileri yeni kültürel kalıplar oluşturmuş ve bunun yeniden üretilmesi yollarım bulmuşlardır.
Bibi. E. Zadil, "istanbul'da Mesken Meseleleri ve Gecekondular", İçtimai Siyaset Konferanstan, 2. Kitap, İst., 1949; M. Güney, "Üsküdar Kazasında Gecekondu Problemi", Sosyoloji Konferanstan, 4. Kitap, ist., 1964; C. W. M. Hart, Zeytinburnu Gecekondu Bölgesi, İst., 1969; N. Saran, "İstanbul'da Gecekondu Problemi", Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, ist., 1971; T. Şenyapıh, Bütünleşmemiş Kentli Nüfus Sorunu, Ankara, 1978; K. Karpat, The Gecekondu, Cambridge, 1976; A. Uzel, İmara İlişkin Bağışlamaların Gelişimi ve Değerlendirilmesi, Ankara, 1987; İ. Tekeli-T. Şen-yapılı-A. Türel-M. Güvenç-E. Acar, Develop-ment of istanbul Metropolitan Area and Low CostHousing, İst., 1992; İ. Alpar-S. Yener, Gecekondu Araştırması, Ankara, 1991.
ilhan tekeli
GECEKONDU ÖNLEME BÖLGELERİ
Birinci Beş Ydlık Planla birlikte gelişen, merkezi hükümet eliyle gecekondu sorununa çözüm arayışının ortaya çıkardığı bir kurumdur. 1963-1984 arasında Türkiye'nin ve istanbul'un gündeminde kalmıştır, istanbul'da yeni gecekondu yapımını en-
gelleyecek genişlikte ve başarıda bir uygulaması olmasa da istanbul'un yerleşme deseni üzerinde etkiler yapacak bir düzeyde uygulanmıştır.
istanbul'da ilk gecekondu önleme bölgesi uygulaması Veliefendi koşu alanının yakınındaki Osmaniye'de imar ve iskân Bakanlığı Mesken Genel Müdürlüğü'nün 230 nüve konut uygulamasıyla 1963'te başlamıştır denilebilir. Bu, aynı yılda bakanlığın gecekonduların ıslah ve önlenmesi i-çin yapılacak yardımlara diskin bir yönetmelik çıkarmasından sonra, istanbul Belediyesi ve bakanlık arasında yapılan bir protokol sonucunda uygulamaya konulmuştur. Yeni gecekondu yapımım önlemek için devletin altyapılı arsa arz etmesi ve burada konut yapacaklara teknik ve mali yardım sağlaması fikri 1966'da çdca-rılan 775 sayılı yasada daha yeterli bir kurumsal yapıya kavuşturulmuştur.
775 sayılı yasanın 5. maddesinde kurulması öngörülen gecekondu önleme bölgeleri, belediye meclislerince kabul edddik-ten sonra bakanlık tarafından onaylanacaktı. Yasa kamunun ve vakrfların arsalarının bu amaçla kullanılmasına ve özel toprakların kamulaştırılmasına kolaylıklar getiriyor, önleme bölgelerinin gerçekleştirilmesinde kullandabilecek fonlar oluşturuyordu. Önleme bölgelerinde mülk konut olduğu kadar devletin kiralık konut yaptırması da amaçlanmıştı.
Yasanın uygulanmaya başlandığı 1966' da 48 hektarlık Osmaniye ve 63 hektarlık Maltepe-Gülsuyu, bakanlıkça uygulama yapdan iki gecekondu önleme bölgesiy-di. istanbul'da gecekondu önleme bölgelerinin sayısı 1970'te 35'e, 1982'de de 53'e yükselmişti, istanbul'un batı yakasındaki 19 önleme bölgesi 518 hektar, doğu yakasındaki 34 önleme bölgesi 816 hektar olmak üzere, toplam l .334 hektar alanı yerleşmeye açıyordu. Bunlardan 50 hektar a-landan büyük yer kaplayanları, Sinekli-tepe-Örnek, Şerifali Çiftliği, Alibeyköy, Kemerburgaz, Küçükköy, Dolayoba, Soğanlık ve Halkalı'daki bölgelerdir.
ilk gecekondu önleme bölgelerindeki konut uygulamalarının nüve evlerle başlamış olmasına karşın, daha sonraki ydlar-da, bu alanlarda ya kooperatiflere tahsis edilen ya da devletin yaptırdığı kiralık konutlar olarak apartmanlar halinde gerçekleştirilmiştir. 1982'ye kadar ilan edilen gecekondu önleme bölgelerinin planlanmasında 272.000 nüfusun yerleşmesi öngörülmüştü. 1982'de bu alanlarda ancak 51.000 kişi yaşamaya başlamış, önleme bölgelerinin bir kısmı ise fiilen gecekondu işgaline uğramıştı. Boş kalan alanlar daha sonraki yıllarda doldu. 1984'te kabul edilen 2981 saydı gecekondu affına ilişkin yasadan sonra gecekondu önleme bölgeleri pratdrte uygulamadan kalktı.
Bibi. Gecekondu Önleme Bölgeleri Albümü, (yay. İmar ve İskân Bakanlığı), Ankara, 1981; 2. Görgülü, "İstanbul Metropoliten Alanında Gecekondu Önleme Bölgelerinin Mekânsal Konumlan ve Fizik Mekân Çözümlemeleri", (Yıldız Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), İst., 1982.
ilhan tekeli
GEDÂÎ (Beşiktaşlı)
(1810 ?, Tokat -1888/1889, İstanbul) Âşık.
Asd adı Ahmed'dir. Tokatlı olduğu halde istanbul'a geldikten sonra yerleşip kaldığı semtten dolayı "Beşdctaşlı Gedâî" diye anılmıştır.
İlkgençlik yıllarını Tokat'ta babasının keresteci dükkânında çalışarak geçirdi. Âşık olduğu genç kızla evlenememesi ve bu kızın bir süre sonra veremden ölmesi üzerine büyük bir üzüntüye kapddı. Arkadaşları tarafından sıkıntılarına iyi geleceği düşünülerek sazlı sözlü eğlencelere götürülen Ahmed, musikiye olan yeteneği de saz çalmaya ve şiirler söylemeye başladı. Bir ara Tokat'a gelen Batumlu Yesârî Baba, sazını ve sesini dinledikten sonra, yeteneğini keşfederek, kendisine Gedâî mahlasını verdi. Gedâî kısa sürede Tokat ve çevresinde bir âşık olarak saz ve sözüyle kendisini tanıttı. Adı ve tarihi kesin olarak saptanamayan bir savaş dolayısıyla askere alındı ve cephede tutsak düştü. Tutsaklık hayatı sona erdikten sonra memleketine dönerken istanbul'a uğradı.
istanbul'un doğal ve tarihsel güzelliklerine, âşddarın saz ve söz âlemlerine hayran olan Gedâî, şehre gelen taşralı âşıkların uğrak yeri olan kahvehanelere devam etmeye başladı. Bu kahvehaneler içinde ün yapmış olan Tavukpazan Âşıklar Kah-vesi'ndeki âşıklar arasında kişiliği, saz ve şiirdeki gücü ile kendini kısa sürede kabul ettirdi. Bir süre Üsküdar Selimiye'deki Çiçekçi Kahvesi'nde bulunan Gedâî, burada da âşık fasılları başlattı.
Herhangi bir belgeye dayanmamakla birlikte âşıklar arasındaki geleneğe ve kendisini tanıyanların ifadesine göre şöhreti saraya kadar ulaşan Gedâî, Abdülaziz'in (hd 1861-1876) huzurunda saz çaldı ve be-ğenddiği için incesaz heyetine kabul edildi. II. Abdülhamid'in tahta çıkışıyla (1876) birlikte saz heyeti dağıtıldı, Gedâî de e-mekliye ayrıldı. Bu tarihten sonra Beşiktaş'ta Dönme Mehmed Efendi'nin kahvesinde arzuhalcilik etmiş, bir ara kendisine ait bir arzuhalci dükkânı bile açmıştı. Bu dönemde başta Üsküdar olmak üzere İstanbul'un çeşitli semtlerinde bulunan dostlarıyla âşık fasılları düzenledi. Bu yıllarda bazı şiirleri bestelenmiş, özellikle "Meded Tophaneli top top kıvırcık kırma perçemli" nakaratlı semaisi, semai kahvelerinde moda olmuştu.
Gedâî'nin şiirlerinde istanbul'un bazı semderine özel bir ilgi gösterildiği görülür. Bahar aylarında Üsküdar'ın, Bağlarba-şı'nın tadına doyum olmayan bahçeleri ve buralarda düzenlenen eğlenceler; Haydarpaşa, Gebze, Kartal, Pendik ve Alemdağ' m unutulamayan gün ve geceleri Gedâî' de hayal ve özlem dolu bir geçmişin ipuç-larıyla doludur. Onun için Beşiktaş, adıyla bütünleşen bir yer olmakla birlücte Çengelköy, Kanddli ve Göksu da andmaya değer yerlerdir.
Gedâî Bektaşîliğe girmiş ve bu tarikatta babalığa kadar yükselmiştir. S. N. Ergun, Şahkulu Sultan Tekkesi Postnişini Mehmed Ali Hilmi Dedebaba'ya; M. Y. Dağlı
GEDİKLER
386
387
GEDİKLER
Portefaix Ttırcs (Hamal).
istanbul'da hamallar izleri günümüze kadar gelen en etkili gedik örgütüne sahipti. Fotoğraf kartpostalda sırık hamalları görülüyor.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
ise Şehidlik Tekkesi Postnişini Nafi Baba' ya bağlandığım yazar. Şiirlerinde bu tarikatın ileri gelenlerinden saygıyla söz e-dildiği, bazı tasavvuf terimlerinin kullanıldığı görülür. Ayrıca Bektaşî geleneğinde önemli bir yeri olan Kerbela olayını iki u-zun mersiye yazarak şiirleştirmiştir.
Gedâî'nin destanlarında istanbul hayatının türlü yönlerine yer verilmiştir. Görücü usulüyle evlenen ve evlilikte aracılık yapan kılavuz kadınların kurbanı olan bir taşralının, fettan bir İstanbul kızı yüzünden başına neler geldiğini "Karı-Koca Desta-m"nda görmek mümkündür. "Vasf-ı İstanbul" başlıklı destanı ise 19. yy İstanbul'unda görülen hızlı değişmenin aynası gibidir. Düzenin bozulduğu, kıyametin yaklaştığı, inancın zayıfladığı, sapıklıkların ve suç sayılan davranışların çok arttığı, devlet dairelerinin çalışmadığı, şeyh ve dervişlerin yoldan çıktığı, bu destanda dile getirilir. "Baskın Destanı", bir çapkının başına gelenleri anlatırken eski mahalle düzeninin ve halkın kendi kendini denetlemesinin güzel bir örneğini verir. "Şairname" diye adlandırılan destanı ise tanıdığı âşıkların mahlaslarına yer veren, fazla dikkat çekmemiş bir belge niteliğindedir. Bazı Divan şairlerinin gazellerini tahmis edecek ölçüde klasik kültüre aşina olan Gedâî'nin 19. yy şehir âşıklarının kullanmaya özen gösterdiği kelime ve tamlamalara oldukça fazla yer verdiği görülür.
Gedâî'yi yalnız İstanbullu âşıklar değil, bu şehre yolu düştüğü için tanıma imkânı bulan Anadolulu âşıklar da üstat olarak kabul ederler.
Gedâî'nin de hemşerisi Tokatlı Nurî gibi Erzurumlu Emrah'ın çıraklarından olduğu rivayet edilmişse de doğrulanmamıştır.
Hayatı ve sanatıyla ilgili bilgilerle derlenen şiirleri S. N. Ergun (1933) ve M. Y. Dağlı (1943) tarafından kitaplaştırılmıştır.
Bibi. S. N. Ergun, XTX'uncu Asır Sazşairlerin-den Beşiktaşlı Gedâî, İst., 1933; ay, Halk Edebiyatı Antolojisi, ist, 1938; ay, "Gedâî (Beşiktaşlı)", İSTA, XI, 6061-6062; A. T. (Onay), Aşık Tokatlı Nurî, Çarıkın, 1933, s. 59-60; Tunaoğlu Ahmet Şükrü, "Gedai", CHP Konya Halkevi Dil, Edebiyat, Tarih Araştırmaları, no. l, Konya, 1934, s. 20-37; M. (Uraz), Halk Edebiyatı Şiir ve Dil Örnekleri, ist., 1933, s. 18, 97, 413-417; M. Y. Dağlı, Bektaşî Edebiyatından. Tokatlı Gedâyî, ist., 1943; M. F. Köprülü, Türk Sazşairleri, IV, Ankara, 1964, s. 527, 599-600; M. S. Koz, "Gedâyî (Tokadı/Beşiktaşlı)", TDEA, III, s. 312.
r M. SABRİ KOZ
GEDİKLER
Batı'da bir ortaçağ kurumu olarak sanayi devrimine kadar izlerine raslanan loncaları nasıl iktisadi şartlar ortaya çıkarmış-sa gedikleri de Osmanlı başkenti ve bazı liman kentlerinin ekonomisini etkileyen bazı doğal ve siyasi şartlar oluşturmuştur. II. Mehmed (Fatih) İstanbul'u fethettikten kısa süre sonra kentte bazı malların, hizmetlerin ve mesleklerin sıkıntısı baş göstermişti. Özellikle Karadeniz ve Çanakkale Boğazı'mn hava şartlarına bağlı olarak zaman zaman geçit vermemesi ve bu ara-
da İstanbul'u, Trakya ve Anadolu'yu İzmir Körfezi'ne bağlayan yolların kış aylarında mal ve eşya nakline elverişli olmaması yüzünden İstanbul'un başta gıda maddeleri olmak üzere çeşidi ihtiyaçlarını karşılamak zorlaşıyor, fiyatlara konan narhlara rağmen istenilen sonuç alınamıyordu. Fatih'ten sonra gelen padişahlar bu işe bir çare bulmak için o günlerde Venedik ve diğer İtalyan prensliklerinde uygulanmakta olan usulü İstanbul'da denemeye başladılar. Hele 17. yy'ın sonlarından itibaren İstanbul'un yabancı donanmalar ve ordular tarafından tehdit edilmesi ile şehrin beslenme meselesi büsbütün çıkmaza girmiş, gelen erzak ve diğer malları belirli yerlere yerleşmiş esnafa dağıtmak usulüne başvurulmuştu. Mahallelerin kapsadığı nüfus kayıtlarda belli olduğu için o mahallenin esnafı gelen maldan kendi payına düşeni mahallesinin nüfusuna göre alabilmekteydi. Böylece her mahallede örneğin bir tek fırın, bir bakkal, bir manav, bir terzi, bir berber, bir kömürcü barındırılıyor, bu hizmetleri yerine getirenler de tekel hakkına sahip oluyorlardı.
Zaman zaman İstanbul'da çeşitli sebeplerden dolayı nüfusun artması karşısında gedik esnafı sayısını artıracak yerde, örneğin kıtlık hallerinde son 5 yılda bu kente gelip yerleşmiş olanların geldikleri yerlere gönderilmesi kararı bile alınıyordu.
Bu şekilde İstanbul ve civarının ekonomisi âdeta tam anlamıyla planlı bir ekonomi görüntüsündeydi. Dış ülkelerden gelen mallar dahi pazarlama safhasında gedik teşkilatının tekeline geçiyordu.
Gerçekte, gedik usulü rekabeti tamamıyla ortadan kaldıran bir usûl olmakla birlikte her esnaf malını istediği fiyata sa-tamıyordu. Kente gelen her mal için her malın ait olduğu gedik teşkilatı kâhyaları malın miktarı ve kalitesine göre bir alış fiyatı saptıyorlardı. Perakende satış fiyatları ise malın geldiği iskeleden perakende olarak satılacağı yere kadar olan taşıma masraflarına göre en fazla yüzde 10'luk bir fiyat farkı gösteriyordu.
Gediklerin hukuki yapısı oldukça karışıktır. Zaman zaman temel hukuk kaidelerine ters düşen haklar ve uygulamalar dolayısıyla Tanzimat hukuku ile bağdaşmamış, fakat Avrupa'da olduğu gibi üretim alanında bunların yerini alacak fabrika düzenine geçilememesi sebebiyle varlıklarını sürdürmelerine izin verilmiştir. Gerçekte bu hoşgörü yabancı malların rekabetine karşı yerli imalatı teşvik etmek politikasından çok, üretici ve pazarlayıcı gediklere alternatif iş olanaklarının bulu-namamasından güç almıştır.
Gedik herhangi bir zanaat, üretim veya pazarlama faaliyetine ait alet ve araçlara denilirdi.
Bu araç ve gereçlerle bir zanaat icra e-den zanaatkar gedik sahibi sayılırdı. Gedik sahipleri arasında ustabaşı, usta-çırak düzeni her türlü gedik faaliyetindeki işletmeleri oluştururdu. Ayrıca, aynı işi yapan gediklerin bir üst makamı olarak kethüdalar vardı. Bu kethüdalar ait olduk-
ları gediklerin içinde çıkan ihtilafları gidermede büyük rol oynadıkları gibi devletle gedik esnafı arasındaki anlaşmazlıklarda esnafı temsil ederlerdi.
Gediklerin yani aletlerin bulunduğu ve kullanıldığı bina veya yerlere, bunların gerçek sahiplerinin vakıf veya kişi olması ayırımı yapılmaksızın "mülk" denilirdi. Bir mülk örneğin berber gediği ise başka işte kullanılamazdı. Ayrıca mülk sahibi gedik sahibinden kira alır, fakat bu kirayı artıramaz ve şayet mevcut gedik sahibinin mirasçısı bulunmazsa o işyerini aynı gedik, yani aynı meslek için kiraya verebilirdi. Tanzimat'tan sonra yabancı malların içeride pazarlanması için dükkân ihtiyacı arttığında mülk sahiplerinin gedikten boşalan dükkân ve diğer işyerlerini Avrupa malı satacak olanlara yüksek kiralarla kiraya verme fırsatı ortaya çıkmış, fakat gerekli hukuki düzenleme yapılıncaya kadar bu iş ancak gedik sahiplerinin rızası ile gerçekleşmiştir.
Gedikler "müstakar" ve "havai" olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Müstakar gedikler dükkân veya mağaza olduğu gibi, bazı hallerde bir evin bir odası, bir katı veya tümü de olabilirdi.
Müstakar gedik bir işyerine yerleştirilen sanayi yani iş araçlarının kullanılmasına bağlı faaliyet icra etmek hakkı olarak ifade edilebilir. Havai gedik ise bir işe ve işyerine bağlı olmayıp bir şahsa veya belirli bir gruba ait olmak üzere belirli bir işi veya zanaatı icra etmek hakkıdır. Bakkallar, manavlar, yemeniciler, şekerciler vb gedik sayılan bir dükkân veya işyerine bağlı olarak bu hakkı kullanabildikleri halde, örneğin hamallar ve seyyar satıcılarda gedik hakkı şahsa bağlı idi. Berberlik mesleğinde vb mesleklerde ve işlerde hem müstakar ve hem de havai gedik o-labiliyordu. Dükkânında çırak kalfa ile çalışıldığı halde berber gediği, müstakar, gezici berberlerde ise havai oluyordu.
Hiç kimse müstakar veya havai gedik sahibi olmayan belirli bir zanaat veya ticareti icra edemezdi. Bu hak ilk önce bir teamül, yani bir nevi alışkanlık olarak ortaya çıkmış ve sonradan kanuni bir hak halini alarak sırf mülk olan gedikler ğay-rimenkuller ve vakıf olan gedikler de, gerçek vakıf hüküm ve kaidelerine tabi tutulmaya başlanmıştır.
Bir dükkân, bir mağaza, bir hane, bir han veya bu hanın bir-iki odası gedik ise her türlü emlak gibi tapuya kaydolunur ve alınıp satılabilir, kiraya verilebilir, hibe e-dilebilir, miras yoluyla intikal edebilirdi.
Özellikle 19. yy'ın ikinci yarısında aynı gayrimenkul üzerinde gerek mülk, gerekse gedik sahibinin tasarruf hakkına sahip olması ve hattâ zamanla bu haklan gedik sahibi lehine kullanılabilir hale gelmesi, gediklerin ortadan kaldırılmasında en büyük rolü oynamıştır, denebilir.
Aslında 17. yy'ın sonlarına doğru mülkü başkasına ait olan her türlü gedik hakkı padişah fermanı ile şahıslara verilmişti. Örneğin bir esnaf başkasının mülkiyetinde olan bir işyerinde yararlı bir iş gördüğü saptanınca, kendisine mülk sahibinin
hiçbir rızası olmadan, aynı mülke ait gedik hakkı bahsedilebilirdi. Bu şekilde gedik hakkına sahip olan kişiler senelerce, örneğin altın ve gümüş paraların'ayarı ve vezninin hükümet tarafından düşürülmesi veya dış ticaret hadlerinin Osmanlı Devleti aleyhine dönmesi üzerine iç fiyat seviyesi arttığı halde, kiralar artırılamazdı. Gedik hakkı tescil edilmiş işyerlerinin vakıflara ait olması halinde durum aynı idi. Vakıfların masrafları arttığı halde, üzerinde gedik hakkı olan akarından piyasa rayicinin çok altında kira alabiliyorlardı.
Fakat gedik hakkının vakıflara ve mülk sahiplerine verdiği bu zarann önemli olan tarafı, kiraların fiyatlar genel seviyesindeki yükselişin, örneğin yarısında kalması sebebiyle sahip oldukları her türlü binaya hiçbir tamirat koyulmaması idi. Gedik korkusundan varlıklı kişiler ve bu arada vakıflar, bina ve akar yaptırmamak için gerekli olan iktisadi dürtüden yoksun kalmış oluyorlardı.
Osmanlı Devleti'nde her kademede e-ğitirn vakıf usulüyle yürütülmekteydi. 17. yy'ın sonlarından itibaren vakıfların gedik esnafına kiraya vermiş olduğu dükkân, mağaza ve diğer işyerlerinin kirası hayat pahalılığının gerisinde kalınca, vakıf gelirlerinde büyük düşme kaydedilmiştir. Bu düşüş bir taraftan medrese ve diğer eğitim kurumlarına vakıfların destek gücünü a-zaltırken, diğer taraftan vakıfların sahip oldukları binalara her türlü tamir ve bakımda aciz kalmalarına yol açmıştır. Böylece örneğin gedik dükkân ve işyerleri ve bu arada han ve hamamlar harap olmuş ve hiçbir gelir getiremez hale düşmüştür. Bunun yanında gedik esnafının Avrupa rekabeti dolayısıyla işlerinin bozulması bu esnaf çocuklarının eskiden olduğu gibi eğitim görmelerini önlemiş ve çocuklar küçük yaştan itibaren çıraklığa verildikleri için toplumda genel eğitim seviyesi düşmüştür. II. Mahmud döneminde (1808-1839) İstanbul'da Müslüman çocukların a-ileleri tarafından okul yerine çıraklığa verilmesini önlemek üzere ferman üzerine ferman çıkartılmasına rağmen, Tanzimat'a girilirken kadroların doldurulmasında çok güçlük çekilmiştir.
Gediklerin ortadan kaldırılması ile ilgili olaylar içeride oluşmuş, fakat sanayi devriminin sağladığı güçle dünya ekonomisine yeni bir şekil vermeye hazırlanan İngiltere ve Fransa, daha sonra da Almanya'nın dış ticaret yoluyla Osmanlı Devleti' ne kabul ettirdikleri yeni iktisadi düzen i-le bağdaşamayan gedikler âdeta kendi kendileri lağvetmişlerdir.
Napolyon savaşlarından sonra uzun bir barış devrine giren Avrupa sanayi devrimini başaran ülkeler kısa bir zaman sonra aralarında büyük rekabete girişmişlerdi. Sorun ucuza hammadde satın almak ve sanayi mamullerine devamlı pazarlar bulmaktı. Ancak bu şekilde süratle güçlenen işçi hareketlerine karşı gelebileceklerdi. İşçilere taviz vermek, özellikle Osmanlı Devleti gibi coğrafi bakımdan hammadde sağlamak ve mamulleri pazarlamak için elverişli ülkelere yakınlaşmak, onlarla ti-
cari, siyasi antlaşmalar yapmak zorunda idiler. Nitekim İngiltere ve Fransa I. Mahmud döneminde (1730-1754) diplomatik yoldan sürdürdükleri bu yöndeki ticari ilişkilerini Osmanlı hükümeti ile yaptıkları iki ticari antlaşma ile sağlamlaştırdılar. Bu antlaşmalara göre, gümrük resimleri yüzde 12'den yüzde 3'e indiriliyor, her türlü malın alım ve satımı şerbet bırakılıyor, İngiliz ve Fransız tüccarlarına ve onların temsilcilerine Osmanlı ülkesinde şerbet dolaşım ve istedikleri malları alıp satmak hakkı veriliyordu. Birkaç yıl içinde Avrupa'nın geri kalan ülkelerine de teşmil edilen bu antlaşmalar sonucunda Osmanlı Devleti'nin ithalatı beş misli ve ihracatı da üç misli arttı. Doğal olarak ithalatın artması bütün pazarlayıcı üretici gediklerin işini bozmuştu. Ayrıca ihracatın artması hammadde fiyatlarını yükselttiği için, örneğin İstanbul ve civarındaki yemeniciler bile pahalılaşan pamuk yüzünden ardı ardına tezgâhlarını kapatmak zorunda kalmışlardı.
II. Mahmud saltanatının ilk günlerinden itibaren yoğunlaşmaya başlayan Avrupa sanayi mamulleri ithalatı içerideki ü-retici gedikler yanında pazarlayıcı gedikleri de etkiledi. Bunun sebebi pazarlayıcı gediklerin üretici gedikleri korumak için yeniçeri desteği ile devamlı olarak yabancı mal alıp satmamak üzere eyleme geçmiş olmalarıdır. Hattâ hamal gedikleri yabancı malları karaya taşımak tekelim ellerinde tuttukları için üretici gedikleri desteklemek üzere "Malın bedeli kadar hamaliye isteriz" diye diretmişlerdi. Bu ve benzer direnmelere karşı ne yapacağını şaşıran ve yabancı elçilerin her gün hediyelerle kapısını aşındırıp kendi tüccarlarına kolaylık göstermelerini istemelerine karşı koyamayan II. Mahmud, sonunda yabancı elçilere Beyoğlu sırtlarında çadır kurmak suretiyle tüccarlarının mallarım satabileceklerini garanti etmek zorunda kalmıştı.
Fakat yeniçeriler o dönemde gediklerin sırtından geçindikleri için, geceleri hücum edip Beyoğlu'ndaki çadırları yağmalamaya dahi teşebbüs etmişlerdir.
Fakat 1826'da yeniçerilik ortadan kaldırıldıktan sonra gediklerin direnci azalmış, hele bir yoruma göre Tanzimat'ın i-lanı ile direnişlerine hiç lüzum kalmamıştı. Zira işleri bozulan ve birçok haklarım kanunla kaybetmiş olan gedik esnafı işyerlerinin gedik hakkını büyük paralarla yeni ticaret erbabına devretmişler ve okuryazar olmaları, biraz da hesap kitaptan an-lamalan sebebiyle devlet kadrolarını işgal etmişler, yani bir anlamda proleterleşerek kapıkulu haline gelmişlerdir.
Batı'da korporasyonlar sanayi devrimine kendilerini uydurmak suretiyle gösterdikleri gelişmeye karşılık Osmanlı ülkesinde devlet kadrolarını doldurmakla sonuçlanmıştır. Bunların içinde üretici gedikler de vardı.
Yeniçeriliğin 1826'da karili bir şekilde ortadan kaldırılışı, gedik esnafını bir bakıma kanun ve nizam dışı desteklerden mahrum bırakmıştı, ama II. Mahmud döneminde gedik haklarını sınırlayan bir siyasete de rastlanmamaktadır. Zira, Avrupa ticaretinin işyerlerine sağladığı rantlardan gedikler de şu veya bu şekilde pay aldığından, yeniçerilerden sonra hiçbir gedik hareketi olmamıştır. Hattâ Tanzimat Fer-manı'nda bile ticarette serbestlik, yani piyasa ekonomisi geçerli kılındığı halde hukuken buna uymayan gedik usulünün ortadan kaldırılması gereği ile ilgili hiçbir hükme rastlanmamaktadır. Keza 1856'da çıkarılan Islahat Fermanı'nda da gedikler hakkında hiçbir madde yoktur. Yalnız gediklerle ilgÜİ 28 Zilhicce 12777 7 Temmuz 1861 tarihli bir nizamname vardır. Bu nizamnameyle gedik usulünün varlığı kabul edilmekle beraber bazı sınırlayıcı hükümler getirilmektedir. Bunlar 1831'den sonra kurulmuş olan gediklerin kayıtla-
Dostları ilə paylaş: |