GEDİKPAŞA
388
389
GEDİKPAŞA ERMENİ
rının geçerli saydamayacağı ve gediklerin vakfedilmemesidir. Fakat en önemlisi mi-rasçısız ölen gedik sahibinin hakkının satışını yasaklayan hükümdür. Gediklerin devamını sağlayan asıl hüküm olan müstakar yani herhangi bir yapıya bağlı gediklerin ortadan kaldırılması ise ancak 1908' de II. Meşrutiyet'ten sonra yürürlüğe ko-nabilmiştir. Gerçekte Abdülmecid döneminin (1839-1861) başlarından II. Meşrutiyet'in ilanına kadar şahıslara ve vakıflara ait binaların çoğunda gedik esnafının kiracı olarak bulunması, mahkemeleri çok meşgul etmişti.
Gedik sahipleri kendilerine gedik hakkım sağlayan işi yapmadan, örneğin gedik hakkına sahip oldukları işyerlerini o gedik ile ilgili olmayan işi yabancı bir ü-çüncü kişiye devrettikleri halde mal sahibi kişiler ve vakıflar buna mani olmak i-çin açtıkları davalardan hiçbir netice alamı-yorlardı. 1908'den sonra İttihat ve Terakki iktidarında liberal kanadın ağır basmasıyla 16 Şubat 1328 / l Mart 1913 tarihli Gediklerin ilgasına Dair Kanunla gedikler resmen ortadan kaldırıldı. Gerçekte gedik âdet ve uygulamaları bu kanundan sonra da devam etmiştir, ama gayrimenkuller-de ikili tasarruf yani bir gayrimenkul üzerinde hem mülk sahibinin hem de gedik sahibinin tasarruf hakkı iptal edilerek bu hak sadece mülk sahibine ait kılınmıştır.
Havai gediklere gelince, bu tür gediklerle ilgili uygulamalar bugün dahi göze çarpmaktadır. Günümüzde de hamallık, kamyonculuk ve manavcılıkta eski gedik usulünün bazı uygulamalarına rastlanmaktadır. 1908'den sonra eski havai gedik işlerine politika da bulaştığı için hükümetler bu esnafı kendi taraflarına çekmek i-çin mevzuattaki aykırı hükümlere rağmen bu gedik uygulamalarını yasaklamak bir tarafa, teşvik bile etmişlerdir. Bu düşünce bugün dahi geçerlidir.
Gedikler Osmanlı döneminde bir anlamda Müslüman tebaanın askerlik dışında beceri ve hüner kazanarak memleket iktisadiyatına katkı yapmak olanağı vermişti. Gediklerin lağvı ile üreticilik ve pazarlayıcılık azınlıkların eline geçmiş ve Müslümanlara gedik artığı olarak hamallık, arabacılık, sokak satıcılığı gibi bugün marjinal sektör olarak kabullendiğimiz ve aslında gelir yaratmaktan ziyade gelirden pay almaya yönelik işler kalmıştır.
Bibi. Sıdkı, Gedikler, ist, 1325; (Ergin), Mecelle, I; istanbul Ticaret ve Sanayi Odası Raporu, İst., 1924; M. Adil (Tayları), iktisat Dersleri, İst., 1912; ibrahim Fazıl (Pekin), İktisat, I, İst., 1927.
HAYDAR KAZGAN
GEDİKPAŞA
Eminönü îlçesi'nde, Emin Sinan, Küçük Ayasofya, Kadırga, Şahsuvar, Muhsine Hatun, Nişanca, Mimar Kemalettin ve Beyazıt mahalleleri ile çevrili olup, Mimar Hayrettin Mahallesi sınırları içinde kalan semt. Adını, II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) sadrazamı ve kaptan-ı deryası Gedik Ahmed Paşa'nın (ö. 1482) yaptırdığı çif-
te hamamdan almıştır. Kaynaklarda geçen ve aynı adı taşıyan cami ve medrese günümüze kadar gelememiştir.
Gedikpaşa semti, Bizans'ın ünlü Kadırga Limanı'mn hemen kuzeyinde yer almaktadır. Çevrede bulunan Bizans kalıntılarından anlaşıldığına göre, semt çok eskiden beri meskûndur. Gedikpaşa'nın istanbul'un fethinden sonra da, kentin en eski Osmanlı yerleşmelerinden biri olduğu bilinmektedir. 15. ve 16. yy'larda semtin a-halisinin çoğunu Rum ve Ermeniler oluşturuyordu. Bazı kaynaklara göre, Fatih İstanbul'u fethettikten sonra, olası bir Rum isyanını önlemek amacıyla Bursa'dan getirttiği Ermenileri şehrin değişik yerlerinde, bu arada da Gedikpaşa yöresinde yerleştirmişti. Bazı tarihçiler ise, 17. yy'ın başında Anadolu'da meydana gelen Celali îs-yanları'ndan kaçarak İstanbul'a göç eden Ermenilerin bu semtlere yerleştirildiğini ileri sürerler.
1608'de İstanbul'a gelen Polonyalı seyyah Simeon'a göre İstanbul'da yaşayan Ermenilerin beş büyük kilisesinden biri Gedikpaşa'nın hemen yakınındaki Surp Asdvadzadzin Patriklik Kilisesi'ydi. Burası, büyük olasılıkla, fetihten sonra Ermenilere tahsis edilmiş eski Bizans kiliselerinden biriydi.
17. yy yazan Evliya Çelebi'ye göre, İstanbul'a gelen evli, bekâr, yaşlı, genç, her bekâr uşağının aylık ya da yıllık ücret karşılığında kaldığı bekâr odalarından biri de Gedikpaşa'da idi. Gedikpaşa Hamamı'nın külhanında (ateş yakılan bölüm) kalan bu kimselerin başında bulunan kişilere külhanbeyi denirdi. 1811'de, İstanbul'daki diğer bekâr odalarıyla beraber Bekârhane-i Gedikpaşa da yıktırıldı.
İstanbul'un pek çok yöresi gibi bitişik düzende ahşap evlerden meydana gelen bir yerleşme olan Gedikpaşa, büyük yangınlara sahne olmuştur. İnciciyan ve Evliya Çelebi'nin söz ettiği büyük yangınlardan biri, 1652'de Yeni Bedesten'den başlayarak Gedikpaşa üzerinden Okçular'a yayılmış; Eremya Çelebi'nin anlattığı 1655 yangını ise, Balipaşa'dan Gedikpaşa'ya, oradan da şiddetli lodos yüzünden Kara Mustafa Paşa Türbesi'ne kadar bütün çevreyi sarmıştı. 22 Temmuz 1719'da Gedik-
Gedikpaşa
semtine
adını veren
Gedikpaşa
Hamamı'nın
bir görünümü.
Yavuz Çelenk,
1994
paşa'da başlayan yangın, iki koldan Kum-kapı ve Kadırga'ya geçmiş ve şiddetli kuzey rüzgârının etkisi ile kontrolden çıkmıştı. Yangını söndürmek amacıyla Ermeni Kilisesi ve Patrikhanesi'nin arkasındaki Ermeni evlerini yıkmak isteyen kolluk güçleri, tanrının kiliseyi koruyacağını ileri sürerek bu yıkıma karşı çıkan Ermeni ahali ile çatışınca yangın büyümüş, kiliseyi de yakarak ilerlemişti. 1726'da "Hantal" diye anılan zengin bir Ermeniye kızan hizmetkârı tarafından çıkarılan yangın, ancak Gedik Ahmed Paşa Camii'ni ve hamamın ahşap bölümlerini yaktıktan sonra söndürü-lebilmiştir. Bazı kaynaklara göre, bu yangından sonra, Padişah III. Ahmed'in emri ile, Gerçek Davud Ağa tarafından, ilk tulumbacı teşkilatı kurulmuştur. Bu kuruluşun tulumba sandığının, Gedikpaşa Hama-mı'nda bulunduğu sanılmaktadır. 19 Mayıs 1752'de, yine Gedikpaşa'da Sabuncu Ha-nı'nda çıkan yangın 20 saat sürerek Kum-kapı'ya ulaşmış, yüzlerce evin yanmasına neden olmuştur. 1858'de Balipaşa'da çıkan yangından sonra, saptanabilen son büyük yangın Ekim 1865'te Gedikpaşa' daki bir evden başlayarak iki kol halinde Beyazıt'a yayılan ve yüzlerce evle dükkânın yok olmasına, can ve mal kaybına neden olan yangındır.
Nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu Gedikpaşa yöresi, İstanbul'da Türk asıllı oyuncuların sahneye çıktığı Gedikpaşa Ti-yatrosu(-0 sayesinde kültürel bakımdan canlı bir yöre olmuş; 1859'da inşa edilen bu tiyatronun bulunduğu sokak, Cumhu-riyet'ten sonra Tiyatro Caddesi olarak a-mlmaya başlamıştır. Bu caddede bulunan diğer bir önemli yapı da 9. yy'da, Fransız papazları tarafından Ermeniler arasında Katolik mezhebini yaymak amacıyla kurulan Gedikpaşa Ortaokulu'dur. I. Dünya Savaşı sırasında kapatılan, bir süre rüştiye mektebi olarak kullanılan okul, 1918' de Fransızlara geri verilmiş, 1935'te Maarif Vekâleti'ne devredilerek önce Kumkapı Ortaokulu, 1962'den itibaren ise Gedikpaşa Ortaokulu adını almıştır. 1972'de yıkılma tehlikesi geçiren binada eğitime son verilmiş ve bina restore edilmiştir.
Araştırmacı K. Pamukciyan'a göre Ermenilerin Gedikpaşa yöresinde toplan-
maları yakın yüzyıllardadır. Gedikpaşa' daki Surp Hovannes Avedaraniç Kilisesi' nin 19. yy'da kurulması da buna kanıt o-larak gösterilmektedir. Ermeni Gregoryen kilisesi olan bu kurumdan başka, yine 19. yy yapısı olan ve Ermeni Protestanlarına ait bir kilise daha vardır. Gedikpaşa'da, 1844-1921 arasında faaliyet gösteren 17 Ermeni kurumu tespit edilmiştir. Bunların bir kısmı "tıbratz tas" denen kilise koro-lan, bir kısmı ise "sanutz miutyun" denen, okullardan yetişenler dernekleridir.
L Dünya Savaşı sırasında iyice artan Ermeni nüfus, 1922'den sonra hızla azalmaya başlamış; bir bölümü Beyoğlu'na, bir bölümü de Fransa'ya giden Ermeni cemaati, 1970'lere gelindiğinde ancak 300 hane kalmıştır.
1960'lardan sonra, Gedikpaşa semtindeki evler yerlerini yavaş yavaş işyerlerine bırakmıştır. Burada yoğunlaşan kundura imalatçıları ve bu işkoluna malzeme satan işyerlerinin sayısı günümüzde yaklaşık 8.000 kadardır. 1960'lara kadar Rum ve Ermeni ustaların tekelinde olan bu işkolu giderek Türklere geçmişse de kunduracılıkla ilgili terimlerin çoğunluğu bu dillerden kalmadır. Gedikpaşa semtinin önemli caddelerinden Gedikpaşa Caddesi, Mimar Hayrettin Mahallesi'nin tam ortasından geçerek Kadırga Limanı Caddesi'ne bağlanır. Oldukça dik bir yokuş olan bu yolun üzerinde çok sayıda işyeri ve otel sıralanır. Caddenin nihayetinde ise Ayi-os Kiryakos Rum Ortodoks Kilisesi bulunmaktadır.
Gedikpaşa Akarcası adını taşıyan yolun üzerinde bulunan Emin Sinan Mescidi(->), Fatih'in matbah emini Sinan Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapı 1894 zelzelesinde büyük zarar görmüş, aynı dönemde tamamen yenilenmiştir. Tatlıkuyu Sokağı'nda bulunan Tatlıkuyu Mescidi Fatih dönemi ricalinden Esir Kemal tarafından yaptırılmıştır. Gedikpaşa Hamamı'nın yakınında olduğu için Gedikpaşa Camii ve Sıbyan Mektebi(->) olarak tanınan yapı ise, Di-van-ı Âli kâtibi Ali Efendi tarafından 17. yy'da yaptırılmıştır. Gedikpaşa Caddesi' nin Yeniçeriler Caddesi'ne açıldığı yerde bulunan Kaliçeci Hasan Mescidi (ya da Halıcı Hasan Mescidi) 1519'da vefat etmiş olan Hasan Ağa tarafından yaptırılmış, 1751'de Sadrazam Köse Bahir Mustafa Paşa tarafından yenilenmiştir. Gedikpaşa Hamamı'nın yakınında bulunan Merzifon-lu Kara Mustafa Paşa Mescidi ve Medresesi 1690'da yapılmış, 1956'da yol yapımı sırasında yeri değiştirilmiştir. Bu civarda ayrıca Kâtip Sinan Mektebi, Silahdar Mehmed Ağa Mektebi ve Taş (Fevziye) Mektep bulunmaktadır.
AYŞE HÜR
GEDİKPAŞA CAMÖ VE SIBYAN MEKTEBİ
Eminönü İlçesi'nde, Mimar Hayrettin Ma-hallesi'nde Gedik Paşa Caddesi ile Cami Sokağı'nın birleştiği köşededir.
Banisi divan katibi Ali Efendi'dir. "Divanî Ali Cami" adını taşıyan yapı, Hadî-
Gedikpaşa
Camii'nin
içinden
bir görünüm.
Yavuz Çelenk,
1994
ka'ya göre, II. Mehmed (Fatih) dönemi (1451-1481) vezirlerinden Gedik Ahmed Paşa'nın yaptırdığı hamamın yakınında olduğu için bu isimle anılmaktadır. Yine Ha-dîka'jz göre minberini Salih Ağa adında bir hayırsever koydurmuştur. 1137/1724'te Gedikpaşa yangınında harap olan cami, avlu kapısının üzerinde yer alan kitabeye göre Bedestâni Hacı Ali tarafından ihya edilmiştir.
Küçük bir avlu içerisinde yer alan caminin batı yönünde bir haziresi vardır. Kagir duvarlı ve üzeri kiremit çatıyla örtülü yapının, doğu ve batı cephelerinde üç, kuzey cephesi ve mihrap duvarında ise i-ki tane büyük pencere bulunmaktadır. Pencereler ince, uzun ve yuvarlak kemerlidir. Giriş kısmı camekânla kapatılmıştır. Batıda yer alan ve günümüzde yenilenen minaresi tuğladan ve güdüktür. Bir duvarla ayrılan harimin giriş bölümü son cemaat yeri olarak kullanılmaktadır. Bu bölümün üzerinde yer alan fevkani mahfil ha-rime açılmaktadır. Tavan ahşaptır. Mermer mihrap sade bir niş şeklindedir. Ahşap minber 19. yy'dan kalma ve orijinaldir. Geç dönem süsleme özelliklerini yansıtan minberin köşk kısmı, dört sütunun taşıdığı barok mimariC-0 tarzda kemerli ve sivri külahlıdır.
Aynı tarihlerde inşa edilen ve caminin karşısında bulunan mektep binası iki katlıdır. Alt kısımların dükkân olarak tasarlandığı yapının, üst kısmında mektep o-daları bulunuyordu. 19. yy konut mimarisinin özelliklerini yansıtan mektep binası, günümüzde imam evi olarak kullanılmaktadır. Alt katı ise dükkân fonksiyonunu devam ettirmektedir. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 187; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I. 88-89, no. 364; ISTA, XI, 6070-6071; Öz, istanbul Camileri, I, 62; Aksoy, Sıbyan Mektepleri, 73; Eminönü Camileri, 79-80.
EMİNE NAZA
GEDİKPAŞA ERMENİ PROTESTAN KİLİSESİ
Gedikpaşa'da Bali Paşa Yokuşu üzerindedir.
İlk tesis tarihi olarak l Kasım 1830 gösterilmektedir. Amerikan misyonerleri ta-
rafından açılan bu ibadethane, önceleri sadece bir kiliseciktir (şapel).
Vahram Torkomyan ise Eremya Çelebi Kömürciyan'ın İstanbul Taribi'ni yayıma hazırlarken notlarında Gedikpaşa'da yaşayan Protestan mezhebine mensup Ermenilerin 1866'da inşa edilmiş bir kiliseleri olduğunu kaydeder. 1973 Şoğagat Yılh-ğz'nda yayımlanan "İstanbul Ermenilerin-de Dinsel Hayat" adlı yazı ise bu tesis tarihini 1850 olarak kaydeder.
Kilisenin yer aldığı arsa 1880'de Protestan Ermeniler tarafından satın alınırsa da, yeni bir kilise inşa etme izni alınamaz. Dini ayinlerin Gedikpaşa'daki Amerikan Okulu'nda ve Bible Hause'un şapelinde yapıldığı uzun yıllardan sonra, V. Mehmed' in (Reşad) 18 Mayıs 1911 tarihli fermanıy-la kilise inşa izni verilir. Aynı yıl oluşturulan yönetim kurulu da büyük bir bölümü yurtdışından gelen bağışları değerlendirerek kilise inşası için çalışmalara girişir. Isdepan İzmirliyanin projesiyle başlayan inşaat, I. Dünya Savaşı (1914-1918) nede-
Gedikpasa Ermeni Protestan Kilisesi
Yavuz Çelenk, 1994
GEDİKPAŞA TiYATROSU
390
391 GENÇ MEHMED PAŞA ÇEŞMESİ
niyle durur. Savaştan sonra yeniden oluşturulan yönetim kurulunun çabalarıyla kilise 16 Ocak 1921'de ibadete açılır. Günümüze değin varlığını koruyan kilisenin a-sıl adı Aziz Şehitler Kilisesi'dir.
Dış görünüm açısından mimari bir karışım denebilecek kilisenin ön cephesi aslen gotik tarzdadır. Sonraki yıllarda eklenen çan kulesinde geleneksel Ermeni mimarisinin esprisi verilmek işlenmişse de bu tam olarak sağlanamamıştır. Çift kollu merdivenle çıkılan kilisenin ana giriş kapısı üzerinde kitabesi vardır, ibadethane dikdörtgen planlıdır. Çok sade bir iç yapıya sahip kilise tonozla örtülü olup bodrumda toplantı salonu ve galeri katı da vardır.
VAĞARŞAG SEROPYAN
GEDİKPAŞA TİYATROSU
Tanzimat döneminde inşa edilmiş tiyatro yapısı. Gedikpaşa'da Tatlıkuyu Soka-ğı'ndaydı. Sonradan tiyatronun anısına bu sokağın açıldığı kuzeyden güneye, denize doğru giden caddeye Tiyatro Caddesi adı verilmiştir.
Tiyatronun ilk yapımı şöyle olmuştur: Yaver Bey burada tiyatro yapmak için imtiyaz almış, binanın yapımını Abdülme-cid'in (hd 1839-1861) ceb kâtibi Ömer Bey üstlenmiş, bu iş için 2.000 lira harcamış, ancak zarara girdiği gerekçesiyle burayı Abraham Paşa'ya(->) 5.000 liraya satmıştır. Gedikpaşa Tiyatrosu aslında istanbul'a çeşitli tarihlerde gelen Souillier Sirki için yapılmıştı. Souillier Sirki 1858'de geldiğinde bu sirke Maslak'ta geçici bir bina yapılmış, ayrıca Beyoğlu'nda Palais de Fle-urs ile Taksim'de de gösterimler vermişti. Gedikpaşa Tiyatrosu 1859'da yapılmış, buna istanbul Tiyatrosu adı verilmiştir. Hükümet ayrıca bu tiyatronun işleyişi için bir de tüzük hazırlamıştır. Ayrıca 15 yıllık bir tekel imtiyazı verilmiştir.
Ancak bu tekel 1870'te Osmanlı Tiyatrosu 'na(->) verilen 10 yıllık tekelden farklıdır. Birinci 15 yıllık tekel, istanbul yöresinde tekel sahibinin izni olmadıkça kimsenin tiyatro binası yapamayacağı hükmünü getirmektedir. Soullier Sirki 1864'te burasını bıraktı. Karabet Papazyan ve topluluğu burada sözlü ve sözsüz pandomima gösterimleri verdi. Ayrıca Hovan Kaspar-yan da 1863'te burayı tiyatro olarak kullandı. 1866'da da Razi adında birisi bu-
Gedikpaşa Tiyatrosu'nun, üzerinde "Gedikpaşa'da vaki Osmanlı Tiyatrosu" yazılı amblemi.
rada pandomima, bale, opera parçalarından oluşan gösterimler verdi. Güllü Agop 1867'de burayı onarmıştı. Ancak aynı yılda Namık Kemal'in bir mektubundan öğrendiğimize göre Suhr Sirki burada gösterimler veriyordu.
Gedikpaşa Tiyatrosu'nun ne yazıktır yalnızca bir resmi vardır. Hayal dergisinde yayımlanan bu acemice resimden içini görmekteyiz, ayrıca Osmanlı Tiyatrosu'nun el ilanlarında tiyatroyu dışarıdan gösteren bir resmi amblem olarak kullanılmıştır. Görgü tanıklarının bildirdiğine göre tiyatroya tuğla örme direkleri ve fenerleri olan bir kapıdan girilmekte, solda iyi aydınlatılmış, güzel döşemeli bir gazino bulunmaktadır. Tiyatronun mermer sü-tunlu kapıları bulunmakta, mermer merdivenle yukarıya çıkılmaktadır. Üç kat locası vardı. Sahnenin karşısına gelen, perdeleri kapalı büyük loca padişaha ayrılmıştı. Sahnesi oldukça büyüktü, yukarıdan büyük bir avize sarkıyordu. Bir cam verandanın altında fuayesi vardı. Burada nargile, çubuk ve kahve içiliyordu. Tiyatronun dışı ahşaptı. Daha sonra değişikliğe karşın gene de sirk özelliğini koruyordu. Büyük bir amfi biçimindeydi, localara giden yollar eğri büğrüydü.
1868'deki bir gazete ilanından tiyatronun satışa çıkarıldığı anlaşılmaktadır, ilana göre tiyatro binası Kumkapı'ya ve Ir-gatpazan'na bakıyordu, yüzölçümü de 1.500 arşındı. Burada Osmanlı Tiyatrosu çok önemli tiyatro etkinliğinde bulunmuş, yerli oyunlardan klasik eserlere ve hattâ operaya kadar çok zengin bir tiyatro re-pertuvarı İstanbul seyircisine sunulmuştur.
Gedikpaşa Tiyatrosu 1884'te yıkılmıştır. Ahmed Midhat Efendi'nin(->) bu tiyatroda oynanan Çengi ve Çerkez Özdenleri adlı oyunlarında hanedana karşı ayaklanmayı teşvik edici sözler bulunduğu yolunda saraya jurnal edilmiş, gelen emir üzerine 400 belediye çavuşu binayı çevirmiş ve bir gecede yıkmıştır. 1886 tarihli bir başka görüşe göre parterin üstünü kaplayan tahtadan büyük kubbe aşağı düşmüş, seyircilerden yaralananlar olmuştu. Bu bir uğursuzluk belirtisi kabul edilerek tiyatro kapatılmış. Bir başka tanığa göre tiyatro sansür sonucu kapatılmış, yerini araba yapıp satan bir işyeri almış. Bir başka tanıklığa göre ise kapatıldıktan sonra, burası medrese olarak kullanılmış. Kimine göre de 48 saat içinde yıktırılıp binanın enkazı, sahibi Abraham Paşa'ya, dekorları ise burayı Osmanlı Tiyatrosu adına kiralamış olan Tomas Fasulyeciyan'aG-»)
verilmiştir.
METİN AND
GELENBEVÎZADELER
18. ve 19. yy'larda yetiştirdiği bilim ve din adamlarıyla tanınan Gelenbeli ilmiye ailesi, islam matematikçiliğinin Osmanlı dönemindeki son büyük bilgini sayılan Ge-lenbevî IsmaÜ Efendi (1730-1790) bu ailedendir.
Ailenin atası olan Şeyh Mahmud Efendi, 17. yy'm ilk yarısında Manisa'ya bağ-
lı Gelenbe kasabasında müftülük ve müderrislik görevlerinde bulunmuştu. Oğlu Şeyh Abdullah ismet Efendi (ö. 1656) Gelenbe Camii'nde dersler verdi ve babası gibi müftülük yaptı. Onun oğlu Şeyh Mustafa Efendi de (ö. 1693) müftülük ve hocalık yaptı. Mustafa Efendi'nin oğlu Şeyh Mahmud Efendi (1666-1737) babasından ders görerek yetişti. Babasının yerine müftü oldu ve bu görevi ölümüne değin sürdürdü. Gelenbevîlerin sayılan bu dört kuşağı, yaşamları boyunca Gelenbe dışına çıkmamışlardır. Mahmud Efendi'nin kızı, Kazasker Şeyh Yusufzade Yusuf Efendi ile evlenmiştir. Bu evlilikten doğan Kazasker Halid Efendi'nin oğlu Cemaleddin Efendi (1848-1917) son dönem Osmanlı şeyhülis-lamlarmdandır (1. kez 1890-1909, 2. kez 1912-1913).
istanbul'a gelen ve aileyi burada üne kavuşturan, Mahmud Efendi'nin oğlu, İsmail Gelenbevî'dir. 1730'da Gelenbe'de doğan İsmail Efendi, babası öldüğü zaman çocuktu ve uzun süre eğitimden yoksun kaldı. Bir baba dostunun uyarısı üzerine "sokaklarda ceviz oynamaktan vazgeçip" bilime yöneldi, istanbul'a gelerek Yasin-ci Efendi ve "ayaklı kütüphane" diye ünlenen Mehmed Efendi'den mantık ve matematik dersleri aldı. 1763'te müderris oldu. Hocası Mehmed Efendi'nin, salt okumak ve tartışmakla yetinmek önerisine karşı çıkarak çeşitli konularda risaleler yazmaya önem verdi. Mühendishane-i Bahrî-i Hü-mayun'a hoca atandı. Burada riyaziye (matematik) dersleri okuturken bir yandan da başlıca eserlerinden olan mantık konulu Burhan adlı risaleyi yazdı. Mühendisha-neye Fransa'dan getirtilen Callet logaritma cetvellerini inceleyerek o zamana kadar İstanbul'da hiç bilinmeyen logaritma üzerinde uzun bir risale yazdı. Fransız mühendisler, ismail Efendi'nin yeteneğini takdir ederek onun bir portresini Fransa'ya götürmek istediler. Babıâli'de Reisülküt-tab Raşid Efendi'nin odasında ressama poz veren ismail Efendi'nin üzerindeki eskimiş nafe kürk uygun görülmeyerek sırtına devlet ricaline ait bir kürk giydirildi. İsmail Efendi, yapılan resmini görünce "Elhamdülillah kendimi bir samur kürk içinde görmem kısmet oldu!" demiştir. Evi, gelen yabancıları şaşkına çevirecek düzeyde yoksul ve perişan görünümlü ve kendisi geçim sıkıntısı içinde olan İsmail Efendi, bir seferinde Kâğıthane'de düzenlenen a-tış talimlerinde, humbaraların hedefi vura-mamalan üzerine ve III. Selim'in buyruğu gereği geometrik hesaplar yaparak hum-baranın açısını düzeltti ve peş peşe üç atışın da tam isabet kaydetmesini sağladı. 1789'da Yenişehir Feneri (Yunanistan'da Larissa) kadılığına atandı. Orada, 1790'da öldü.
ismail Efendi, islam matematikçiliğinin son temsilcisi kabul edilir. Pek çok konudaki eserleri arasında başlıcalan Şerh-i Ce-dâvüü'l-Ensab, Adlâ-ı Müsellesat, Hisa-bü'l-Kûsurve Bürbaridır. Onun, logaritmayı istanbul'da bir Rumdan öğrendiği rivayet edilir. Beyin kanamasından ölümüne ise Şeyhülislam Hamidizade Mus-
Gelenbevî ismail Efendi'nin Mecmuâ-i Resail'de yer alan "Tahkiku Mâ'nâu't-Taksim ve'l Mukassim" (Bölme ve Bölünmenin irdelenmesi) makalesinden bir bölüm.
Necdet Sakaoğlu koleksiyonu
tafa Efendi'den gelen azarlama yollu bir yazının neden olduğu ileri sürülmüştür, ismail Efendi'nin oğlu Gelenbevî Mehmed Said Efendi (ö. 1856) Eyüp, Medine, İstanbul kadılıklarında, 1849'da Anadolu, 1855'te Rumeli kazaskerliğinde bulunmuştur. Mehmed Said Efendi'nin oğulları İsmail Rıfat Efendi (ö. ?) müderrislik, Aziz Mahmud Efendi (ö. 1880) Evkaf Nezareti müfettişliği ve Kudüs kadılığı yapmıştır. Mustafa Hayrullah Efendi ise (ö. ?) ilmiye payelidir. Aziz Mahmud Efendi'nin çocuklarından Mehmed Said Bey (1864-1937) istanbul Darülfünunu'nda fizik müderrisliği yapmış, Maarif Nezareti müsteşarlığı görevinde bulunmuştur. Gelenbevîlerin aile mezarlığı Rumelihisarı'ndadır. Fatih'teki bir okul (Gelenbevi Lisesi) aile adını taşımaktadır.
Bibi. ismet, Tekmiletü'ş-Şakaik, 135-136; Ta-rih-i Cevdet, IV, 232-235; A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim, ist., 1982, s. 200-205; Y. Öz-tuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara 1989, s. 656, A. Bingöl, Gelenbevi ismail, Ankara, 1988.
NECDET SAKAOĞLU
GELİN ALAYI
istanbul'da, gelinin damat evine götürülmesi nedeniyle düzenlenen alaya "gelin a-layı" ya da "düğün alayı" denilir.
Saray düğünlerinde padişahların kızlarının, kız kardeşlerinin ve hanedana mensup sultanların evlenmeleri nedeniyle çok gösterişli gelin alayları düzenlenirdi. Sul-tan'ın çeyizi, damadın konağına çeyiz a-layı(->) denen bir başka alayla götürülürdü.
16. yy'in sonlarına kadar gelin alayı Eski Saray'dan(->) başlardı. Gelin Eski Saray' dan çıktığı zaman sadrazam atından inerek bir süre gelin arabasının önünde yürürdü. Gelin alayında sadrazamdan başka vezirler, devlet ileri gelenleri de yer a-
lırdı. Sonra at üstünde mehter takımı, o-nun arkasında bu tür alaylar için balmu-mundan yaptırılan insan, hayvan, meyve, çiçek figürleri ve değerli taşlarla; sırma, klabdan gibi parlak teller ve yaldızlı kâğıtlarla bezenmiş nahıl denilen düğün süsleri gelirdi. Bu yüzyıldaki nahıllarm her kati ayn nesnelerle geometrik biçimde süslenirdi. Bazı nahıllar çok büyük yapıldığı için 200-300 kişi ancak taşıyabilirdi. Bunun arkasından da hanedana ait kırmızı atlastan cibinlik altında, mücevherlerle süslü iki çift atlı gelin arabası içinde sultan yer alırdı. Alayda gelin arabasının ö-nünde giden nahıldan başka, çok sayıda dörder ya da ikişer kişinin taşıdığı nahıllar da bulunurdu. Nahıllarm arkasından çalgıcılar giderdi. Nahıllarla beraber bal-mumundan çiçek, kuş, çeşme ve değişik biçimlerde heykelciklerden yapılmış düzenlemeler ile şekerden yapılmış fil, deve, at, aslan gibi heykeller yer alırdı.
17. yy'dan itibaren sultan, padişahın öz
kızı ise Topkapı Sarayı'ndan, padişahın
kardeşi ya da kardeşinin kızı ise Eski Sa
ray'dan alınarak damadın konağına götü
rülmeye başlandı. Gelin alayında sadra
zam, vezirler ve devlet erkânı yer alırdı.
Nahıl çok olursa birisi önde gider, onu şe
ker bahçeleri, tatlı sinileri izlerdi. Diğer
bir nahıl da gelin arabasının önünde yer
alırdı. Alayda mehter takımı, çalgıcılar da
bulunurdu. Sağdıç, nikâhı kıyacak şeyhü
lislam, arkasında da alün safhalarla örtülü,
perdeleri dört taraftan cins atin çektiği ha-
remağalarının nezareti altında gelin ara
bası bulunurdu. Gelin arabasını, içlerin
de haremağaları ve cariyeler bulunan baş
ka arabalar izlerdi.
18. yy'da düzenlenen gelin alayların
da devletin tüm ileri gelenleri ve askerler
ikişerli düzen içinde yer alırlardı. En ön
de kılavuz çavuş, onun ardında subaşı ile
asesbaşı ve çeşitli ağalar, çavuşlar, top a-
rabacıları, topçu ve cebeci ocakları ağala
rı, yeniçeri efendisi, sekbanbaşı, kapıcı a-
ğalar, defterdarlar, yeniçeri ağası, yeniçe
ri subayları, solakbaşılar yer alırdı. Atlar
üzerinde sadrazam ve şeyhülislam bulu
nurdu. Sadrazamı mühürdarı, silahdan ve
sultanın kethüdası izlerdi. Bunların arka
sında denizci çavuşlar beyaz ve sarı ham
gümüşten yapılmış tellerle süslü servi ağa
cı gibi tek parça nahılları taşırlardı. Ar
kada atlar üzerinde şehzadeler bulunur
du. Sonra yine nahıl gelir, arkasında sır
malı, al çuhadan örtüler ve kıymetli taş
larla donanmış adarın çektiği gelin araba
sı yer alırdı. Sancakbeyi, mehterbaşı ağa,
at üstünde mehterler ve araba içinde sul
tanlar bulunurdu.
19. yy'da gelin alayının başında at ü-
zerinde mehter takımı, beyaz at ve doru at
üzerinde mızraklı süvari birliği, Arap at
lan üzerinde sırmalı giysiler içinde yüksek
rütbeliler, ikişerli sıra halinde şeyhülislam
ve diğer ulema, padişahın muhafızları, a-
raba içinde şehzadeler yer alırdı. Gelin a-
rabasının önünde hadımağası at üzerinde
ilerlerdi. Kırmızı ve altın koşumlu İngiliz
atlarının çektiği her yeri altın kaplamalı ve
camları değerli kumaşlardan perdelerle
örtülü gelin arabası, arkada hizmetkârların arabaları, en arkada da at üzerinde kızlar ağası alayı tamamlardı. Alayla damadın konağına götürülen sultan, kızlar ağası ve kocası tarafından karşılanarak harem dairesinin kapısına götürülürdü.
20. yy'ın başlarında gelin almaya gidilirken tutulan arabaların çokluğu düğünün gösterişliliğine işaret ederdi. Davetliler ikişer üçer arabalara binerek gelin almaya giderlerdi. Gelin, bütün perdeleri kapalı gelin arabasına kaynanası ya da bir arkadaşı ile birlikte bindirilir, gelin alayı gelin arabası önde, diğer arabalar sıra halinde olmak üzere harekete geçerdi. Damat evine gelince gelin çarşaflar tutularak arabadan indirilirdi.
20. yy'ın başlarında istanbul köy düğünlerinde gelinin alınacağı köyün yakınlığına göre hareket saati belirlendikten sonra en önde alaybaşı ve köyün hatırı sayılır kişileri, arkalarında içen ve eğlenen gençler takımı, bunların peşinde damat ve arkadaşları ile çalgı takımları, erkeklerden sonra kızlar ve genç kadınlar, onların arkasında daha yaşlıca hanımlar bir sıra teşkil edecek şekilde dizilirlerdi. Daha sonra gelin arabası ile alay tamamlanırdı. Gelin arabasının üstü ve yanları kapatılır. Üzerine büyük boy bayraklar gerilirdi. Arabayı damadın kardeşleri çekerdi.
Dostları ilə paylaş: |