I u n d e n bugüN


ARAKİYECİ AHMED ÇELEBİ MESCİDİ



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə70/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   129

ARAKİYECİ AHMED ÇELEBİ MESCİDİ

Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa'da, Arabacılar Mahallesi'nde Meşeli Mescit Sokağı ile Alayimamı Sokağı'nın dik açı ile kesiştiği köşededir.

Banisi I6l3'te vefat etmiş olan Araki-yeci Hacı Ahmed Çelebi'dir. Mezarı caminin kuzeybatı köşesinde yer almaktadır. Yapı "Meşeli Mescit" ve "Takkeci Ahmed Çelebi Mescidi" olarak da anılmaktadır. 16. yy'da Mimar Sinan'ın tasarladığı bu eser sonradan değişikliklere uğramıştır.

Mescitten, Evliya Çelebi Seyahatna-mesi'nde, dörtgen planlı, kesme taştan, çatılı ve taş minareli olarak söz edilmiştir. Günümüzde ise harinı duvarları ahşap hatıllı moloz taştandır. Yapı iki sıra kirpi saçak üzerine kiremit çatı ile örtülmüştür. Doğu, batı ve mihrap duvarında iki sıra halinde sıralanan pencereler, alt kısımda dikdörtgen açıklıklı sövelerle çerçevelenmiş, sivri hafifletme kemerle-

riyle donatılmış, üst kısımda ise yuvarlak kemerli olarak tasarlanmıştır. Halk tarafından maltataşından tamir ettirilen minare, şerefe altına kadar orijinal olup, şerefe ve petek kısmı ise 19. yy'a tarihle-nir. Ayrıca minarenin gövdesinde demir kenetler göze çarpmaktadır. Yapı 1973'te yenilenmiş ve son cemaat yerine eklemeler yapılmıştır. Bununla beraber son cemaat yerinin iç duvarları bozulmamıştır. Dış duvarlarda sıvadan taşan ve mescide adını veren meşe direkler görülmektedir. Ayrıca bu durum, cami ilk yapıldığında burada bir sundurma bulunduğuna işaret eder. Son cemaat yeri ve harim girişi sağa kaydırılmıştır. Bursa kemerli son cemaat yeri mihrabı, kuzey duvarı ekseninde yer almaktadır. Mihrabı zencerek motifi çevrelemektedir.

Harim kısmında, mihrap duvarındaki alt pencerelerin yerine, aynı boyutlarda iki dolap nişi konmuştur. Alçıdan, altı sıra mukarnaslı yaşmağı olan mihrap orijinaldir. Ahşap minberi ise sadedir. Çubuklu ahşap tavan 19. yy'dan kalmadır. Sonradan bazı değişiklikler ve eklemeler yapılmasına karşın, yapıda harim kısmının klasik ölçüleri ve mimari karakteri muhafaza edilmiştir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 200; Öz, İstanbul Camileri, I, 104; Kuran, Mimar Sinan, 306; Fatih Camileri, 57.

EMİNE NAZA



Arakiyeci Ahmed Çelebi Mescidi

Araş Neftçi

ARAKİYECİ İBRAHİM AĞA CAMİİ

bak. TAKKECİ İBRAHİM CAMİİ MESCİDİ; SEBİLLER



ARAMON, GABRIEL de LUETZ d'

(16. yy) Fransız diplomat. Gençliği ve yetişmesine dair bilgi bulunmayan Gab-riel de Luetz, Baron et Seigneur d'Ara-mon et de Valabregues soylu bir ailedendi. 15. yy'm sonlarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir.

D'Aramon'un

1548'de

Halep'ten



yazdığı

bir


mektuptaki imzası.

Güney Fransa'da Nîmes yakınında olan d'Aramon (veya Aramont) ve Valabregues arazilerinin 1539'da Guillaume de Saint-Vallier'ye geçmesi üzerine, bunları silah yoluyla geri almaya çalıştığı bilinir. Başarıya ulaşamayınca, Venedik'e giderek burada Fransa'yı temsil eden Kardinal Pellicier'nin hizmetine girdi; arazilerine ise kral tarafından el konuldu. D'Aramon 1541'den itibaren Pellicier'nin ajanı olarak İtalya'da bazı girişimlerde bulundu. Bir ara raporunu vermek üzere Fransa'ya gitti. 1542'de tekrar Venedik'e döndüğünde, burada İstanbul'dan gelen Fransa hükümeti kuryesi Antoine Polin de la Garde ile karşılaştı. Aramon'un niçin İstanbul'a gittiği bilinmez. Yalnız, A. Polin de la Garde'ın, 16 Mayıs 1543'te Barbaros Hayreddin Paşa'nın donanması ile Akdeniz'e açılırken, İstanbul'da yerine d'Aramon'u bıraktığı bilinir. Fakat az sonra Fransa Kralı I. François ile Charles Quint arasında yapılan Crespy Antlaşması Osmanlı Devleti aleyhine olduğundan d'Aramon İstanbul'da zor günler yaşadı. Fransa kralının elçisi Jean de Montlue ile de aralarında anlaşmazlık çıkınca d'Aramon acele yurduna döndü. Az sonra Kral I. François onu resmi elçi olarak tekrar İstanbul'a yollamayı uygun gördü.

D'Aramon, Venedik, Ragusa üzerinden kara yoluyla Edirne'ye geldi, buradan da 14 Mayıs 1547'de İstanbul'a ikinci defa ayak bastı. Beraberinde çok kalabalık bir hizmetliler topluluğu ile birlikte bazı İtalyanlar ve Ragusalılar da vardı. Elçi olarak önce Sadrazam Rüstem Pa-şa'yı sonra da Kanuni Sultan Süleyman'ı ziyaret ederek Fransa kralının hediyelerini takdim etti. D'Aramon'un görevi, Osmanlı Devleti'ni Avusturya'ya karşı bir sefere zorlamaktı. Fakat François'nin ölümü ile bu plan gerçekleşemedi.

Yeni kral II. Henri, d'Aramon'un Ka-nuni'nin 1548'de İran'a karşı başlattığı sefere katılmasını istediğinden, 40 deve, 18 katır, 12 yük beygiri, çift katırın taşıdığı tahtırevan ve 75-80 kadar atlı ile başlarında Fransa Krallığı'nın üç zambaklı sancağı olduğu halde d'Aramon uzun bir yolculuğa çıktı. 1550'de İstanbul'a geldi ve 1551'de tekrar Fransa'ya döndü. D'Aramon Cezayir, Malta, Trablus üzerinden hayli maceralara uğrayarak 21 Eylül 1551'de yeniden İstanbul'a geldi. 1552 yazında Turgut Reis'in donanması ile Akdeniz'e açılan d'Aramon'un sağlığı da bozulduğundan 14 Eylül 1553'te Fransa'ya döndü. On yıldır süren hizmetlerinin karşılığı olarak arazilerim alabileceğini umuyordu. Fakat kral bu topraklan metresi Diane de Poitiers'nin mülkiyetine geçirmişti. Bu yüzden d'Aramon'a iki ka-

dırga ile Hyeres Adaları'nı bağışladı. D'Aramon 1554 başında Fransa'da öldü.

D'Aramon, o yıllarda Osmanlı Devle-ti'ne gelen Pierre Belon, Pierre Gilles, Guillaume Postel, Nicolas de Nicoley gibi araştırmacıları himaye ederek onlara çalışmalarında yardımcı olmuştur. Andrea Arrivabene adlı bir İtalyan tarafından çevrilen Kuran tercümesinin (Venedik 1547) başında da ona büyük övgü vardır.

D'Aramon'un Osmanlı topraklarındaki seyahat hatıraları, bir bakıma kâtibi durumunda olan Jean Chesneau (de la Regnardiere) tarafından yazılmıştır. Bu seyahatnamenin 5 yazma nüshası Paris'te Bibliotheque Nationale'da, l tanesi ise Bibliotheque de l'Arsenal'dadır. Bu metin eksik olarak birkaç defa basıldıktan sonra Arsenal nüshası esas alınarak Ch. Schefer tarafından 1887'de, etraflı bir önsöz ve çok zengin açıklama notlan ve konu ile ilgili bazı belgeler ile birlikte Paris'te yayımlandı.

Seyahatnamede, d'Aramon'un uzun gezilerinde gördüğü yerlere dair bazen kısa bazen de geniş ve ayrıntılı bilgiler bulunmakla beraber, İstanbul hakkında da oldukça değerli görüşler yer almıştır. Bu kitapta Saray-ı Hümayun, Ayasofya, Fatih Külliyesi, Süleymaniye Camii, At-meydanı ile buradaki anıtlara dair bilgiler verilmiştir. Şehirde Türklerden başka Rumların ve Yahudilerin yaşadığına işaret edildikten başka, burada çok sayıda İtalyan tüccarın, onlara nispetle çok daha az Fransızın da bulunduğu kaydedilmiştir. Bedesten ve esir pazarından başka, çeşitli vahşi hayvanların bulundukları yerleri de anlatan eserde, Tersane ve Tophane'den de bahsedilir. Ayrıca kitabın içinde oldukça etraflı surette Osmanlı saray teşkilatı ile İstanbul'da marifetlerini gösteren cambazların şaşılacak hünerleri de anlatılmıştır.



Bibi. J. Chesneau, Le voyage de Monsieur d'Aramon, ambassadeur pour le Roy en Le-vant faict de Paris â Constantinople l'an 1547, Paris, 1887 (tıpkıbasımı, Geneve, 1970); Baron de Testa, Recueil deş traites de la Porte Ottomane, Paris, 1864, I, s. 37, 47-66 (anlaşmalar hakkında); J. Ebersolt, Constantinople byzantine et leş voyageurs du Levant, Paris 1918, s. 84-86; C. Dana-Rouillard, The Türk in French History, Thought and Literatüre, Paris, 1940, s. 122-126, 195-200, 212-213, 521; L. Farges, "Aramon", La Grande Encyclopedie, III, s. 538; S. Eyice, "Aramon", ISTA, II, 965-966; ay, "Aramon", DlA, III, 270-272; S. Yerasimos, Leş voyageurs dans l'Empire ottoman (XTVe-XVIe siecles), Ankara, 1991, s. 211-214.

SEMAVİ EYİCE



ARAP AHMED PAŞA TÜRBESİ

bak. KEŞFÎ CAFER EFENDİ TEKKESİ



ARAPCAMÜ

294

295

ARAPÇA BASIN

jütü


"-•-r- ı v *• i *^'I iiîi-i-:;l *S».âf

j£i$Ü


İstanbul'da yayımlanan Arapça gazete el-Cevaib'in 31 Mayıs 186i tarihli birinci sayısı (solda), Arapça yayın da yapan Malumat 'in 24 Ekim 1895 tarihli Arapça nüshası (sağda). Nuri Akbayar koleksiyonu

ARAPCAMÜ

Halic'in Galata yakasındaki en büyük camii olan Arap Camii'nin esasının, Byzantion'u kuşatmaya gelen Arap kuvvetleri tarafından 7l6-717'de kurulduğu yolunda bir efsane varsa da, bunun tarihi gerçeklere uymadığı bellidir.

Araplar İstanbul önlerine gelerek şehri kuşatmış olmalarına rağmen, burada kagir bir camileri olmamıştır. Zaman zaman imparatorlarla yapılan anlaşmalar ile Byzantion'a gelen Müslümanlar için bir cami yapımına izin verilmekle beraber, bunun surların içinde değil, dışında olduğu ve politik durumun dalgalanmasına göre tahrip edildiği veya ihya olduğu bilinir. Zaten Arap ordu ve donanması kuşatmayı kaldırarak geriye çekildikten sonra, bir caminin burada kalması düşünülemez.

Bazı tahminlere göre Arap Camii olan binanın yerinde evvelce bir Bizans kilisesi vardı. Bazı duvar kalıntıları bunu gösterir. Kilisenin Aya Eirene adına olduğu yolundaki görüş ise sadece bir tahmine dayanır. Bu Bizans dönemi kalıntılarının üzerinde 13. yy'da Latinler tarafından bir kilise inşa edilmiştir. Bu sıralarda Galata, İtalyan ticaret şehirlerinden Cenova'nın idaresi altındadır. Kilisenin San Paolo adına olduğu bilinir. Yine Latin idaresi sırasında, 1233'e doğru San Paolo Kilisesi'ne komşu olarak, Dominiken tarikatı tarafından bir manastır tesis edilmişti. Çeşitli belgeler bu manastırın varlığım gösterdikten başka,



Arap Camii

Hazım Okurer, 1993

Arap Camii'nin döşemesi altında bulunan çok sayıdaki mezar kitabesi, en erken olarak 1325'ten itibaren buraya Ce-novalıların (Cenevizlerin) gömüldüklerini gösterir. Kilisenin bitişiğinde bulunan Meıyem ve Nikola adlarına iki şapel bazı ileri gelen Ceneviz ailelerinin mezar şapelleri idi.

Papa XII. Gregorius'un 1407'de tami-

Arap Camii'nin içinden bir görünüm. Hazım Okurer, 1993

ri için destek olduğu kilise, 14. yy içlerinde burayı kullanan Dominikenlerin, tarikat başı olan azizin adını alarak San Domenico Kilisesi olmuş ve her iki ad beraberce kullanılmıştır (San Paolo e San Domenico). İstanbul'un 1453'te fethinin arkasından alınan yerlerde, en büyük kilisenin camiye çevrilmesi geleneği uygulanmış, Cenovalılar ile Fatih Sultan Mehmed arasında bir dostluk anlaşması olmasına rağmen, Türk kaynaklarında Mesa Domeniko şeklinde adlandırılan kilise 1475'e doğru Galata Camii adıyla camiye çevrilmiştir. Eski kilise, doğrudan doğruya Fatih vakıflarından biri olarak cami yapılrmştır. 1492'de İspanya'dan göçe zorlanan Endülüs Arap-larımn, bu cami çevresine yerleşmesi ile de burası Arap Camii olarak adlandırılmıştır. Bu hususta sonraları yaratılmış başka efsaneler de olmakla beraber en doğru yaklaşım budur.

Arap Camii, III. Mehmed döneminde (hd 1595-1603) bir tamir gördükten sonra, 1731'deki Galata yangınının arkasından 1147/1734'te Galata'nın bu bölgesinde hayır eserleri yaptıran I. Mahmud'un (hd 1730-1754) annesi Sali-ha Sultan tarafından büyük ölçüde restore edilmiş, bir de şadırvan yapılmıştır. Cami, 6 Cemâziyülevvel 1222/12 Temmuz 1807'de bir yangın geçirmişse de hemen tamir edilmiştir. Bu tamir ile birlikte Divan-ı Hümayun kâtiplerinden Hacı Emin Efendi tarafından binanın manzum bir tarihçesi yazılarak taşa işlenmiş ve mihrabın sağındaki duvara konulmuştur. Bu manzumede caminin esasının Mesleme bin Abdülmelik'e (ö. 738 ?) dayandığı uzun uzadıya anlatılır.

Arap Camii'nin önemli ölçüde büyük bir onarımı 1285/1868'de II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan ile kocası Mehmed Ali Paşa tarafından yapılmıştır. Bu sırada avlunun altına bir sarnıç ile

şimdi görülen şadırvan da inşa edilmiştir. Balkan Harbi'nden az önce caminin tekrar tamirine girişilerek, bütün çatısı açılmış ve 1913'te yapılan bu çalışmalarda binada değişiklikler yapılmıştır. Bu sırada ahşap döşemenin altından çok sayıda kitabeli ve armalı mezar taşları meydana çıktığından, bunlar Arkeoloji Müzesi'ne taşınmıştır. Ayrıca binanın doğu kısmında Bizans üslubunda bazı fresko resimlere de rastlanmış, çok sayıda Bizans korkuluk levhaları bulunmuştur. Giritli Hasan Bey adında bir kişinin kontrolünde yapılan bu tamirde, avlu tarafındaki cephe ileriye alınmış, Arap mimari üslubunu taklit eden yeni bir son cemaat yeri ilave edilmiş, mahfiller, ahşap direkler üzerine yeniden inşa edilmiştir. Mihrabın yanındaki hücrenin, "Mesleme'nin Çilehanesi" olarak düzenlenmesi ve kaldırılan hünkâr mahfili merdiveninin yerinde, rüya ile keşfedildiği söylenen Arap Baba merka-dinin yapılması yakın tarihlerde gerçekleşmiştir. Son yıllarda, kilisenin çan kulesi olan, çok değişik biçimli minaresi küçük bir tamir görmüştür.Bu minarenin Şam'daki Emeviyye (Ümey-ye) Camii minarelerine çok benzemesi de camiyi Araplara bağlayan efsaneyi desteklemiştir.

Arap Camii esasında dikdörtgen planlı ve gotik üslupta bir yapıdır. Minareye yakın duvarda esasları gotik kemerli bir-iki pencerenin izleri fark edilir. Dominiken kiliselerinin kuleleri biçiminde olan kare kesitli minarenin de altında gotik sivri kemerli bir dehliz, avluya geçilmesini sağlar. Kulenin üçüz pencereleri örülerek mazgal biçimine sokulmuştur. Caminin içinde mihrap bölümünde gotik mimarisinin en başta gelen özelliği olan kaburgalı tonozlar görülür. Mihrap ve hünkâr mahfili ile yan kapıların röve-leri, barok üslupta olduklarına göre 1734/35'te Saliha Sultan tarafından yapılan tamir dönemine ait olmalıdır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, s. 30-31; Raif, Mir'at, 463; Celal Esad (Arseven), Eski Galata ve Binaları, İst., 1329, s. 46-51; F. M. Has-luck, "The Mosques of the Arabs", The An-nual of the British Scholls at Athens, XXII (1916-1918), s. 157-174; J. Ebersolt, "Arab Djami et ses sculptures byzantines", Mission Archeologique de Constantinople, Paris, 1921, s. 38-44; M. Canard, "Leş expeditions deş Arabes", Journal Asiatique, S. 208 (1926), s. 94-95; T. Öz, Zwei Stiftungsurkun-den Sultan Mehmed JI, İst., 1935, s. IX; Fatih Vakfiyeleri, Ankara, 1938, s. 202, 258; E. Dal-leggio d'Alessio, Le pietre spolerali di Arab Giami, Genova, 1942; A. M. Schneider-M. is. Nomidis, Galata. Topographisch-Archâolo-giscber Plan, İst., 1944, s. 19, 25-26, 28; B. Palazzo, L'arab Djami ou Eglise Saint-Paul â Galata, ist., 1946; S. Eyice, "Arab Camii", ISTA, II, 936-947; ay, "Arab Camii", DlA, III, 326-327; Müller-Wiener, Bildlexikon, 79-80. SEMAVİ EYİCE

ARAPÇA BASIN

İstanbul'da ilk Arapça gazete, resmi yayın olan Takvim-i Vekayi'nin (1831) Arapça nüshasıdır. Etkisi ve ömrü az olmuştur. Ama Kırım Savaşı'ndan (1853-

1856) sonraki koşullar yeniden Arapça bir gazeteye ihtiyaç yarattı. Çünkü Mısır'daki basın resmi niteliğiyle yaygınla-şamamıştı. Fransa, Arapça konuşulan sömürgeleri için kendi kontrolünde ve buraların İslam dünyası, özellikle Osmanlı Devleti ile ilişkilerini kesecek nitelikte yayınlar yaptırıyordu. İstanbul'da ilk özel girişim 1850'lerin sonlarında Miratü'l-Ahval ile yapıldı. Ama Tercüman-ı Ahval'in belirttiği gibi "tarafsızlık ve hakkaniyete riayet etmediğinden", açıkçası Babıâli'nin çizgisine uymadığından kısa süre sonra kapatıldı.

1860'ta Beyrut ve Şam'da çıkan kanlı olaylar, Beyrut'un Arapça gazetesi Ha-dikatü'l-Abbar'm önemini artırdı, nitekim olayları bastırmakla görevlendirilen Fuad Paşa bunu vilayetin resmi gazetesi haline dönüştürdü. Ancak, resmi yayınların arzulanan etkiyi yaratamadığını artık fark eden ve 1860'ta ilk özel Türkçe gazeteye izin veren Babıâli, aynı uygulamayı Arapça için de yapmak gereğini hissetti. Böylece ortaya çıkan el-Ceva-ib(~>) gazetesi ve matbaasının yayınları, İstanbul'u, yirmi yıl kadar Arapçanın merkezi haline getirerek, Osmanlı Dev-leti'nin o dönem ve daha sonraki politikaları üzerinde etken oldu. Bir yandan da Tanzimat'ın felsefesinin sadece Arap dünyasına değil, Hindistan'a kadar yansıtılmasına, Türkçerıin Avrupa'dan aldığı yeni fikir ve terminolojinin Arap diline geçmesine katkıda bulundu.

Gazeteyi çıkaran Farisu'ş-Şidyak'-tı(-»). Farisu'ş-Şidyak, 1859'da Abdülme-cid'in çağrısı üzerine İstanbul'a geldi ve Matbaa-i Âmire'de başmusahhihliğe atandı. 31 Mayıs 186l'de Babıâli'nin maddi desteğiyle el-Cevaib'i yayımlamaya başladı. Tercüman-ı Ahvalin "ilmen

ve edeben ehliyeti müsellem" diye övdüğü Şidyak, gazetesinin amacını, ülkedeki Arap kesimi dünya ahvalinden ve özellikle Osmanlı yönetiminin görüşleriyle iyi niyetinden haberdar etmek olarak belirtir. Birinci sayıdaki sunuşunda yeni uygarlığı Doğulular arasında yaymayı tasarladığını, Doğuluların haklarını da Batılılara karşı savunmayı amaçladığını kaydetmiştir.

Şidyak'ın el-Cevaib aracılığıyla faaliyeti iki alanda olmuş ve İstanbul'un bir kültür merkezi olarak şekil almasına katkıda bulunmuştur. Birincisi İslam dünyası ile ilişki kurup haber alışverişini yoğunlaştırmaktır. Bunu yaparken gazete Tanzimat ilkelerini savunmuş, Osmanlı politikalarını övmüştür. Başlangıçta sadece 6 yerde temsilciliği varken, 1875'te Avrupa'da ve İslam dünyasında 6l temsilciliği olduğu görülüyor. Bunlar Cezayir (5), Tunus, Mısır (23), Suriye ve Arap Yarımadası (22), Hindistan (6), Londra, Viyana, Paris, Leipzig olarak dağılmıştı. Çoğu yerde Osmanlı konsolosluğunun dahi bulunmadığı bir dönemde bu ağ büyük bir başarıydı ve sadece gazetenin satışı için değil, haber toplama açısından da önemliydi. Böylece İstanbul özel bir haber alma ağına sahip oldu. Sultan-halifeye bağlılık mesajları, 1877-1878 Osmanlı-Rus Sava-şı'nda Tunus'tan ve Hindistan'dan gelen bağışların listeleri, Cezayir ihtilalcilerinin mesajları, sömürgeleşmesi hızla ilerleyen İslam toplumlarının İstanbul'a yönelmesini teşvik etmiştir. Bu doğal eğilimi panislamcılık olarak niteleyen Avrupalılar, sorumlusu saydıkları el-CevaiV'ı yasaklamışlardır. Oysa gazete tam anlamıyla Tanzimatçı idi ve din tartışmasını reddedip, ıslahatı savunuyordu; tabii

ARAPKAPISI MESCİDİ

296

297

ARAYICI ESNAFI

İstanbul'un en önemli arastalarından olan Sultanahmet Külliyesi'nin güneyindeki arastadan bir

görünüm.

Hazım Okureı; 1993

Müslüman haklarım da savunuyordu. Oysa Farisu'ş-Şidyak'ın oğlu Selim Şid-yak Mısır hıdivinden aldığı maddi yardımın da etkisiyle gazeteyi 1878'den itibaren Arap ya da Mısır ulusçuluğuna doğru yöneltmeye çalışmıştır. İddiaların aksine panislamcı olmayan ama ayrılıkçı eğilimlerden ürken II. Abdülhamid'in sansürü bu yayınları frenlemiş, sonunda gazete 1884'te kapanmıştır. Bununla İstanbul'un Arap kültürünü yönlendiren bir merkez olma niteliği ortadan kalkmıştır. İkincisi gazetenin dışında el-Ce-vaib Matbaası, Arapça kitaplar yayımlayarak ve hem Türkçe hem de Arapça kitapları bütün İslam dünyasında pazarlayarak önemli bir rol oynamıştır. 1881'e ait bir listede şunları görüyoruz: Farisu'ş-Şidyak'ın Arapça 5 kitabı, ayrıca 7 cilt olarak el-Cevaib den. seçmeler; bir Hintlinin Arapça 6 kitabı; din, dil, şiir gibi konularda 43 ciltte 19 Arapça kitap; Türkçe 5 eser. Ayrıca el-Cevaib Matba-ası'nda basılmış olanların dışında pazar-lanan, Mısır'da basılmış 9, Suriye'de basılmış 25, Paris'te basılmış l, Hindistan'da basılmış l eser vardı. Yayın yeri belirtilmemiş 8 Arapça, 7 Farsça, 16 Türkçe kitap da vardı. Bunlar arasında Türkçeden Arapçaya çevrilmiş Kanun-ı Esasi, Nizamât-ı Ayan ve Mebusan, Me-celletü'l-Ahkâmü'l-Adliye (16 cilt), Hukuku 'l-Milel, divanlar, Tarih-i Amerika gibi kitapların da bulunması Tanzimat'ın Arap dünyasına aktarılması çabasının önemli kanıtlarıdır.

1852-1877 arasında Osmanlı topraklarında yayımlanan (Mısır hariç) 33 Arapça yayından sadece 3'ü İstanbul'da çıkmış, bunlardan ancak el-Cevaib önemli etki yaratmıştır. 1878-1907 arasında 93 Arapça gazete ve dergiden lö'sı İstanbul'da çıkmıştır. Ancak sansür yüzünden bir dinamizme sahip olamamışlardır. Zaten en önemlileri, vilayetlerde yayımlanan resmi gazetelerdi. II. Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük havası içinde 1908-1914 arasında 399 Arapça yayın görülür, bunların sadece 27'si İstanbul'da çıkmıştır ve polemik niteliklidirler. İstanbul'dan önce Beyrut'a, sonra Mısır'a geçmiş olan Arapçanın kültür merkezi olma niteliğini geri almaya hiç yeterli değillerdi. Hattâ bu son dönemde Mısır'dan Osmanlı topraklarına doğru yoğun bir gazete ve kitap ihracatı görülür.

Cumhuriyet'ten sonra İstanbul Arap-çayla ilişkisini tümüyle keser. Harf devrimi de bunda etkili olur. Sadece bir kere, İran şahının ziyareti sırasında (1934) Son Posta gazetesinin Arap harfleriyle "hoş geldin" yazısı yazmasına izin verilmiştir. Günümüzde turizm ve ticaret bu tabuyu kaldırmış ama Arapça gazete ihtiyacı yaratmamıştır.

1908 öncesinde İstanbul'da çıkan Arapça gazeteler Miratü'l-Ahval, el-Cevaib, el-Saltana, es-Selam, Medresetü'l-Fünun, el-İtidal, el-lnsan, Kevkebü'l-ilm, el-Hakaik, el-Hukuk, el-Beyan, el-Malumat, el-Mekteb, el-Ahval, Kevke-

bü'l-Osmani olarak sıralanabilir. II. Meşrutiyet (1908) sonrasında imtiyazı alınan gazete ve dergilerin (bazıları çıkmamıştır) başlıcaları şunlardır: el-Adl, el-Fatihü'l-lslam, el-Ar ab, el-Hadara, el-Rakib, Hilalü'l-Osmani, el-Hidaye, Ci-han-ı İslam, Hak, el-lttihadü'l-Osmani, Darü'l-Hilafe, Darü's-saade, Sada-i islam, Lisanü'l-Arabi, el-Mutadü'l-Edebi, el-Âlemü'l-İslami, el-Musavat, Livaü'ş-Şark, en-Nahla, el-İttihadü'l-İslami, ed-Destur. Ayrıca Türkçe-Arapça ve Arap-ça-Fransızca olanlar da vardır.

Bibi. İmad el Solh, Ahmad Farisu'ş-Şidyak, Beyrut, ty; O. Koloğlu, "Turkish-Arabic Rela-tions as Reflected in the Arabic Press" Türk-Arap İlişkileri I. Uluslararası Konferansı Bildirilen, Ankara, 1979, s. 96-121.

ORHAN KOLOĞLU



ARAPKAPISI MESCİDİ VE TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde Samatya Narlıkapı'da Hacı Hüseyin Ağa Mahallesi'nde, Arap-kuyusu Sokağı ile Hacı Hüseyin Camii Sokağı'nın kesiştiği köşededir. 1012/1603 tarihli caminin minberini İmam Ali Efendi koydurmuştur. Yapı "Arapkuyusu" ve "Hacı Hüseyin Ağa" adlarıyla da anılmaktadır.

Caminin duvarları ahşap hatırlı moloz taştan inşa edilmiştir. Üzeri ahşap çatıyla örtülmüştür. Minaresi avlu duvarına bitişik ve camiden bağımsızdır. Kaide ve pabuç kısmı kesme taştan, gövdesi ise tuğladandır. Harim girişi mihrap ekseninden sağa kaydırılmış, sol tarafta iki pencere ve aralarına son cemaat yeri mihrabı yerleştirilmiştir. Son cemaat yerinin ahşap tavam çubuklu demlen türdendir. Harim kısmında çift sıra pencereler 18. yy tarzında alçı revzenle teşki-

Arapkapısı Mescidi ve önde sağda banisine ait çeşme. Araş Neftçi, 1993

latlandırılmıştır. Ahşap tavanda, çıtalarla basit geometrik taksimat uygulanmıştır, tavanın merkezine beyzi bir göbek oturtulmuştur. Ahşap direkler üzerindeki fevkani mahfil, ajurlu ahşap korkuluklarla çevrelenmiştir. Mihrap yeni Kütahya çinileriyle kaplıdır. Sade görünümlü ahşap minberde, kapının üzerine ve köşk kısmının saçağına oymalı ve yaldızlı alınlıklar yerleştirilmiştir.

Caminin son cemaat yerine bitişik bir meşrutası bulunmaktadır. Doğu ve güney yönünde bir haziresi olmakla beraber banisinin mezarı bilinmemektedir. Caminin avlu giriş kapısının karşısında bulunan köşesi pahlı, sivri kemerli çeşme Ahmed Dede'nin hayratıdır.

Bu yapıda Halvetî-Sünbülî tarikatının faaliyet gösterdiği, harimde ayinlerin icra edildiği bilinmektedir. Tekkelerin son günlerinde kaleme alınan Sefine'de, İstanbul'daki Sünbülî tekkeleri arasında "Arapkuyusu Tekkesi"nin adı verilmekte, pazartesi geceleri ayin yapıldığı belirtilmekte, şeyhi Mustafa Efendi'nin adı kaydedilmektedir. Daha eski tarihli tekke listelerinde adı geçmeyen bu tekkenin 20. yy'ın birinci çeyreğinde tesis edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim harimin güneydoğu köşesindeki vaaz kürsüsünün üzerinde "Ya Hazret-i Sultan Sün-bül Sinan" yazısını içeren, söz konusu pirin ve tarikatın simgesi durumundaki sümbül motifleri ile süslü 1286/1869 tarihli ve "Hafız Ahmed Sünbülî" imzalı bir levha dikkati çekmektedir.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 147; Vassaf, Sefine, V, 273; Öz, İstanbul Camileri, I, 23; Fatih Camileri, 108

EMİNE NAZA



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin