ARABACILAR HAMAMI
288
289
ARABALAR
ye de düşkün kimselerdi. Kabadayılık âlemlerinin ayrılmaz parçası, tuluat tiyatrolarının sürekli seyircileri arasında yer alan arabacılar için 19. yy sonlarında o yılların modasına uygun olarak birtakım kantolar da bestelenmiştir.
Bibi. (Ergin), Mecelle, 349; A. Rasim, Muharrir Bu Ya, ist., 1927, s. 368; ISTA, 902-918.
İSTANBUL
ARABACILAR HAMAMI
Fatih İlçesi'nde, Ayvansaray'da, Esnaf Loncası adı ile bilinen mahallede, Yonca Sokağı üzerindeki Yatağan Mesci-di'nin 50 m aşağısında köşe başındadır. Çeşitli değişiklikler sonucu bugün tanınmaz bir yapıya dönüşmüş olan Arabacılar Hamamı, kayıtlara göre Fatih devrinde inşa edilmiştir. Ancak yapının yuvarlak kemerli geçişleri ile tonozlu mekân örtüsü, buranın daha öncesinin de var olduğunu, yani aslen bir Bizans yapısı olmasının hiç de yabana atılmayacak bir ihtimal olduğunu ortaya koy-
Yüzyıl başlarında Sarıyer'de bir mesire yerindeki arabacıları gösteren bir fotoğraftan ayrıntı. E. İhsanoğlu, istanbul, Geçmişe Bir Bakı}, İst., 1987 IPCICA, Yıldız Fotoğraf Koleksiyonu, no. 37/23
sap ağası tarafından cezalandırılacaktı.
istanbul (suriçi) sokakları dar olduğundan arabacıların araba sandıkları üstüne binmeleri eskiden de yasaktı. Bu yasak, yeni nizamname ile de sürdürülmüş, ancak Üsküdar sokakları elverişli olduğundan burada arabacıların sandık üzerine binmelerine izin verilmişti.-
İstanbul sokaklarında kibar ve ricalin özel binek arabalarıyla dolaşmaları Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından (1826) sonra daha da yaygınlaşmıştır. Bu tarihlerde özel binek arabaları yanında kira arabaları da yaygınlık kazanmıştır. Abdü-laziz (hd 1861-1876) ve II. Abdülhamid (hd 1876-1909) dönemleri, kira arabalarının şehrin her yanında görülmeye başlandığı yıllardır. 20. yy'ın ilk çeyreğinde kitle ulaşım araçlarının şehir yaşamında etkili olmaları, otomobilin yaygınlaşmaya başlaması atlı binek arabalarını rekabet edemez duruma getirmiş, arabacılar da bir esnaf topluluğu niteliğim kaybetmişlerdir. Yalnızca yük arabacılığı 1950'li yılların sonuna kadar varlığını korumuş, artan motorlu araç trafiği dolayısıyla şehir içinde yük taşımaları yasaklanınca onlar da tarihe karışmışlardır.
Arabacılar Hamamı
Ziya Nur Sezen, 1993
Bugün arabacılık yalnızca motorlu araç trafiğinin yasak olduğu Adalar'da varlığını korumaktadır. Arabacılık eskiden ayaktakımından kimselere mahsus bir meslek gibi görülmüş, bu işi yapanlara külhani, kabadayı, kavgacı gözüyle bakılmıştır. Arabacı esnafı belediye tarafından sıkı denetim altında tutulduğu halde düzene sokulmaları mümkün olamamış, zaman zaman halkın bu kişilerin tutum ve davranışlarından şikâyetçi olduğu görülmüştür. Arabacılar, aynı zamanda hovardalığa, işret ve eğlence-
maktadır. Plan itibarıyla son tadilatlardan önce tek hamam halinde idi.
Ayvansarayi Hadîkatü'l-Cevâmfde bu hamamı Çelebi Mehmed Paşa'nın hanımı ve Karahasanzade Mustafa Paşa'nın kızı olan Fatma Hanım'ın, Yatağan Mescidi önündeki sıbyan mektebine vakıf olarak yaptırdığını yazar. R. E. Koçu ise, bir süre sonra bu vakıf mülkünün şahıslar eline geçtiğinden ve Münir Bey isimli bir zatın sistemi bozmadan burayı dokuma atölyesi yaptığından bahseder. 1946 yılında Zonguldaklı bir tüccarın eline geçen hamam, 1950'li yıllara kadar kapalı kaldıktan sonra 1955'te Şükrü Kahveci-oğlu tarafından bugünkü sahibi olan Sivaslı Hasan Yıldırım'a kiralanmıştır. Bu kişi 1967'de hamamın mülkünü satın almış ve soğukluk ve sıcaklığı ikiye bölerek planını değiştirmiş, yapının içini ve giriş kısımlarını da renkli fayanslarla kaplatmıştır. Vaktiyle gündüz kadınlara, gece erkeklere açık olan hamam böylece her iki hizmeti aynı anda yapabilecek duruma gelmiştir.
Son tadilatta eski soğukluk, bir gö-bektaşı ile 19 adet kurna döşenmek suretiyle erkekler kısmı sıcaklığı haline getirilmiştir. Bu kısım bir beşik tonoz ile örtülüdür. Buraya giriş sağlayan bölüm beş adet soyunma ve dinlenme odası ilavesi ile soğukluk haline getirilmiştir. Bugün kadınlar kısmı olarak kullanılan eski sıcaklık ise orijinal halini korumaktadır. Ancak buranın girişi de yeniden düzenlenmiş ve camekân ile soğukluk hiç de güzel olmayan bir şekilde bölünerek yapının bütünlüğü ve estetiği bozulmuştur.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 224; ISTA, II, 921-922.
ZİYA NUR SEZEN
ARABACILAR MESCİDİ
bak. HACI HALİL MESCİDİ
ARABALAR
Araba insanlığın yüz binlerce yıllık uzun tarihi içinde, "yeni" sayılabilecek, İstanbul'da ise dünya örneklerine ve Batı yaşamına göre daha da yeni tarihlerde ortaya çıkmış, hayvan koşulu bir taşıma aracıdır.
Roma-Bizans İstanbul'unun nasıl bir araba türü kullandığı, özel olarak incelenmemiştir. Genel bilgi ve kaynakların ışığında bakıldığı zaman, şehir hayatının ana eksenini oluşturan hipodrom olgusu içerisinde, Roma ana model alınarak, sürat ve yarış arabalarının kullanıldığı kolaylıkla kabul edilebilir. Bunlar, önüne bir veya birkaç at koşulan; sürücünün taşıtı ayakta durarak kullandığı kısmı yüksek, arkası açık olan iki tekerlekli taşıtlardı.
Avrupa müzelerinde, Roma tarihinden sadece bu tip arabalara ait rölyefler ve biblolar görülür. İstanbul'un Arkadi-os Sütunu'nun(-») helezonlu kabartmalarında, Bizans yaşamını asker, tutsak ve köylü kesimlerinden yansıtan resimlerde de, daha sonraki dönemlere mahsus dört tekerlekli arabalara rastlanmaz. Bizans kaynaklarının bu monografik konu açısından taranması gereklidir.
Osmanlı İstanbul'unda yani son 500 yılda ise durum daha açıktır. Şehrin bu döneminde, bir yerden bir yere gitmek için prensip, insanların yürümesi gereğiydi. Araba, sadece iki kesim, biraz varlıklı kadınlar ve aynı durumdaki hastalar için kabul edilmişti. Yoksul hastalan taşıma aracı, el sedyesiydi.
Başlangıçta Avrupa ülkelerinde de aynı durum geçerliyken, 16-17. yy'dan sonra, önce hanedana mensup, sonra varlıklı erkekler, bu ayrıcalığı kazanmıştı. Osmanlı İstanbul'unun bu aşamaya geçmesi, 200 yıllık bir arayla olmuş, yani ancak 19. yy ortalarından itibaren erkekler, o da bir kesimi, arabaya bine-bilmiştir.
Fetih'ten sonra 400 yıl boyunca, İstanbul'da insanlar bir yerden öbürüne, genelde yürüyerek gitti. Kudret sahibi erkeklerin ata binmesine izin vardı. Önce sadece saray kadınlarının bir aracı olan araba, 19. yy'dan itibaren sırasıyla, paralı kesimlerin kadınlarına ve daha sonra, "arabaya binmesi yakışık alabilecek" her tabakanın erkeklerine doğru yaygınlaştı. Özellikle II. Meşrutiyet'ten sonra, kesesi elveren herkes için, daha sonraki dönemlerin özel otosu ve taksisi konumuna geçti.
Osmanlı İstanbul'unun hayvan koşulu ilk araba tipi, iki öküzün çektiği koçu idi. Bu, boyunduruktan geriye doğru kırık yay biçiminde iki askıya püskül ve çıngıraklar takılmış, makassız ve yaysız, yüksek tabanlı ve dört büyük tekerlekli, üstü yarım silindir biçiminde kasnakla örtülü bir taşıttı. Koçu arabalarının saray tipi, içleri süslü minder ve yastıklı, iki
uzun yan dayanak tahtaları ise dıştan altın varaklanmış motifleri ile boyalı ve desenli olurdu.
Kimi minyatür ve gravürlerde, öküz yerine at koşulmuş, dört tekerlekli ve daha kapalı, yanları kafesli örtülü türler görülmekte ise de, genel tip, yukarıdaki koçu arabasıydı. 18. yy, Avrupa ile beraber Osmanlı payitahtında da genel bir aydınlanmayı ve yükselmeyi getirdi. Mimarlıkta, giysilerde ve çeşitli kullanım eşyalarında ince bir zevki egemen kılarken, taşıma araçlarında da, çizgileri daha rafine, renkleri ve süslemeleri daha zengin bir araba tipini topluma soktu: Kâtipodası.
Bu, öküz yerine bir veya iki at koşulu, karoseri ahşaptan bir oda biçiminde, dört tekerleğe fazla yüksek olmayan bir seviyede oturtulmuş; yanlardan büyük ve açık iki, arkadan camlı ve küçük tek pencereli, zarif bir taşıttı. Dıştan açık yeşil ve sarı gibi zeminler üstüne çiçek desenleri ile süslü, tekerlekleri de boyalı, pencereleri ponponlu perdeli, içleri iyi kumaşla kaplı, köşelerine aynalar ve ince uzun kristal vazolar yerleştirilmiş bu arabalar da, önce saray hanımlarının, sonra her varlıklı aile kadınının taşıtı oldu. Erkeklerin bu arabalara binmesi, akıldan bile geçirilmezdi.
Arabanın kadın ve en çok hastalar için kabul edilmesi o kadar kesin bir kuraldı ki, yaşlı ve hasta olarak son
Koçu
Amadeo
Preziosi'nin
bir resmi,
19. yy.
Ara Güler fotoğraf arşivi
Nemse Seferi'ne çıkan Kanunî Sultan Süleyman, uzun yollarda koçu ile giderken şehir ve kasaba geçişlerinde, o haliyle arabadan çıkıp ata binmekteydi.
19. yy'ın son çeyreğinde, artık Avrupa'dan ithal, iki yani açık, üstü arkadan körüklü (meşin) iki kişilik faytonlar; onların dört kişilik, karşılıklı iki kanepeli ve ön ile arkadan iki körüklü, üstü kapanan tipi olan landonlar ve her yanı ahşap yapım, kapalı, yan pencereleri camlı, kutu biçiminde dik, iki kişilik atlı arabalar olan kupalar sosyal hayata girdikten sonra, devlet yapısında ve cemiyetin dünya görüşünde kaydedilen gelişmelerin etkisiyle, bunlara yine sırasıyla, başta padişah, saray mensubu erkekler, devlet ricali, yüksek memurlar ve bu taşıtları satın alıp arabacı-seyis tutabilecek ya da geçici olarak kiralayabilecek kadar varlıklı aileler binebilmeye başladı. Abdülmecid bu yolu önce kendisi için açtı. Birkaç irade ile, konuya ilk düzenlemeleri getiren de yine o oldu.
I. Dünya Savaşı'na kadar atlı faytonlar ve kupalar, şehirde birkaç sınırlı güzergâhta 1860'lardan itibaren işlemeye başlayan atlı, sonra elektrikli tramvay dışında, başlıca ve genel tipte ulaşım araçlarıydı.
Özel tipte arabalara gelince, onları da şöyle sıralamak mümkündür: Eşya ve yük naklinde kullanılan, önlerine manda koşulu, uzun gövdeli ağır arabalar.
ARABESK
290
291
ARABESK
yana iki kişi alabilen, kabriyoleler. Avrupa hükümdarlarının ve hanedanlarının, hattâ papaların kullandığı, ağır mobilya karoserli, oymalı, altın varaklarla kaplanmış, hattâ dıştan meşaleler ve heykellerle süslenmiş, gösterişli ve külfetli saltanat arabaları ise, hiçbir zaman, Osmanlı sarayının kullanımına giremedi ve payitaht sokaklarında arz-ı endam etmedi.
Bu ilginç durumun ve farklılığın birkaç sebebi vardır.
1) Önce, payitahtın yaygın şekilde kullandığı en geniş ve güvenli yol, kara değil denizdi.,Her kesimden insanın mecburen bir taşıta binme imkânına sahip olduğu denizde (Boğaziçi, Liman ve
Dolmabahçe
Sarayı'nm
saltanat kapısı.
Erdal Yazıcı
artan süslemeleri hareketli bir görünüm kazanır.
Orta kesimin en tepesinde; iki kat halinde kartuşlarla çevrili kulplu vazo formu, bir yumru tepelikle son bulur. Bunu destekleyen eğri konsollu Rönesans alınlığının altında Abdülmecid'e ait
Şehzade
Camii'nde
pencere
çerçevesi
üstündeki
sivri kemerli
alınlık _
dolgusunda Jj
arabesk. Jı
Selçuk Mülayim m
Kupa arabaları, 19. yy. Sebah & Joaillier'in bir fotoğrafından ayrıntı. Alman Arkeoloji Enstitüsü Fotoğraf Arşivi, 9709
Civar köylere ve bozuk yollu mesirelere gidişte 1900'ler başına kadar kullanılan koçu arabaları.
Yine, daha çok uzak semtlere ve kırlık yerlere mahsus, bazen eşek koşulu, koçuya göre daha kısa boylu ve daha alçak, perdeli bir araba tipi olan talikalar.
Adalar ve Yeşilköy başta olmak üzere, yazlık semtlerde kullanılan, örgü sepet arabalar. (Bunlara günümüzde yanlış olarak ada faytonlan denilmektedir.)
Avrupalılaşmış, iyi giyimli ve biraz gösteriş seven beylerin şık eldivenler giyerek kendilerinin kullandıkları, Viya-na'dan, Paris'ten ithal, Beyoğlu (Taksim) mağazasından alınma, parlak metalik renkli, karoserli, tek at koşulu, yan
Kâtipodası ^
A. Preziosi'nin bir
resmi, 19. yy.
Ara Güler fotoğraf arşivi
Haliç), hanedan, Avrupa saraylarının saltanat arabalarından çok daha görkemli, çok daha uzun, kalabalık personelli, atlas perdeli, altınlanmış köşklü, gümüş sütunlu kayıkları kullanıyordu.
2) Osmanlı payitahtı, göçerlik karak
terine sahip iç dokusu nedeniyle, bul
varlara ve meydanlara sahip olmadığın
dan, ağır, hızlı ve büyük Avrupa araba
larının işleyebileceği Versailles veya
Fontaineblau'nun şehir içi açıklıkların
dan yoksundu.
3) Fazla motif, külfetli oymalar ve
süslemeler anlayışı ve heykel figürleri,
baroğu bir ölçüde benimsemiş de olsa
fazlasına yatkın olmayan Osmanlı'nın,
zevkinin de, felsefesinin de kaldırabile
ceği şeyler değildi. Avrupa öğrenimli
Ermeni Balyan ailesinin telkinleriyle Av
rupa tipi sarayın inşasına izin veren Ab-
dülmecid'in ve Abdülaziz'in ilk sarayla
rında, özel yemek salonları yer almıyor
ve karyola bile henüz kullanılmayıp yer
yataklarında yatılıyordu. Bu filozofik ve
sosyal dokudaki saray, Batı tipi süslü
arabalara bir ölçüde geçti ama, bunlar
hiçbir zaman, Paris ve Viyana modelleri
olmadı. Olabilenlerden kalanlar, Topka-
pı Sarayı ahırlarında görülebilir.
4) Avrupa saraylarının çok görkemli
saltanat arabalarına geçtikleri dönemler,
Fransa'nın Güneş Kralı XVI. Louis devri
hariç, daha çok 18. ve 19. yy'dır ve bu
iki yüzyıl, Avrupa'nın ekonomik olarak
yükseldiği zenginleşme çağlarıdır. Aynı
yüzyıllar, Osmanlı için iniş devirlerini
ifade eder.
Saray arabalarının en süslülerini II. Mahmud sattırdığı gibi, oğlu genç Ab-dülmecid de, kadınlarının ve damatlarının lüks araba israfını önleyebilmek için, tekerlekleri zincirletmek gibi tedbirler uygulamak zorunda kalmıştı. Cevdet Paşa, ünlü Tezâkir'inde bu olayları ibretle kaydeder ve israfta Osmanlı sarayına da fena örnek olan -ve sonunda kendileri de batan- Mısır hanedanını, acı acı eleştirir.
I. Dünya Savaşı, istanbul'u toplam sayıları ve türleri fazla olmayan atlı arabalarıyla buldu. Savaş şartlan, adına otomobil denilen yeni icadı, önce askeri yetkililerin kullanımına sundu. Sonra zengin aile beyleri ve delikanlılarının getirtmeye başladıkları bu daha konforlu ve çok daha hızlı "kendi kendine giden" araç, hayvanla çekilen arabaları, hızla istanbul sahnesinden sildi. Günümüzde, film çekimleri için bir adet fayton bile zor bulunuyor.
ÇELiK GÜLERSOY
ARABESK
Endülüs'ten Hindistan'a kadar yayılmış olan İslam sanatında arabesk, her bölgede değişik motif ve bileşenleriyle yerel uygulamalara yansımıştır. Yaklaşık 500 yıl Osmanlı payitahtı olan istanbul, bu tür süslemelerin zirve eserlerinin sergilendiği bir merkez halindedir. Sanatın her dalında adeta bir "başkent üs-
lubu" yaratan bu şehrin Osmanlı mimarlık eserleri, karmaşık/girişik kurgulu süslemeleriyle "arabesk" olarak tanımlanan örneklerin en güzellerini sergilemektedir.
Arabeski en geniş anlamıyla alırsak, erken Osmanlı, klasik devir ve Batılılaşma dönemine kadar uzanan çizgide, değişen üsluplara uygun olarak varlığını koruyan seçkin örneklerle karşılaşmak her zaman mümkündür. Malzeme ve teknikten gelen farklılıklar yanında, bazen geometrik, bazen de bitkisel süslemelerin ağırlık kazandığı örnekler, eklektik üslup dışında, hemen daima bağlı olduğu mimari üslubun karakterini yansıtmış, mimari bütüne kimlik kazandırıcı bir unsur olmuştur.
Arabesk olarak tanımlanan kompozisyonların klasik devirdeki en seçkin örneklerinden biri Şehzade Camii'nin (1548) avlu pencerelerinde yer almaktadır. Dikdörtgen pencere çerçevesinin üstünde yer alan sivri kemerli alınlık dolgusu, gerek motif düzeni, gerekse malzeme ve teknik bakımdan dikkate değerdir. Tepede hafifçe sivrilen yarım daire alana bütünüyle yayılan bitkisel kompozisyon, oyularak indirilen yüzeylerin kırmızı bir hamurla dolgulanma-sıyla kakma tekniğini andıran bir tarzda işlenmiştir. Benzeri konumdaki çini dekorasyona göre daha sade, kalem işi örneklere göre daha dayanıklı olan kompozisyon, türünün en güzel denemelerinden biridir. Bu teknik yapının diğer unsurlarında da göze çarpan renkli taş işçiliği ile üslup bütünlüğü içindedir. Kompozisyon, yüzeydeki tek renk etkisini unutturacak derecede güçlü ve doyurucudur. Orta düşey eksene göre iki yanda tamamen simetrik düzenlenen kompozisyon, orta eksenden çıkan dallar, farklı çapta dairesel kıvrımlar yapan dallarla spiral bir açılma hareketine dönüşür. Bu tasarım çini ve seramikte "Haliç işi" adı verilen üslubu hatırlatmaktadır. Kıvrım dallara bağlanan rumîler, yer yer tekrarlanan geometrik düğümlerle dekorasyon, tekdüzelikten kurtulmaktadır. Gerek desen, gerekse açık-koyu dengesi, gözü rahatlatan bir sükûnet içinde bütünüyle klasik devir ölçülerine uygun düşmektedir.
Abdülmecid tarafından yaptırılan ve 1856'da tamamlanan Dolmabahçe Sara-yı'nın Dolmabahçe Caddesi'ne bakan saltanat kapısı, bu dönemin en anıtsal cephelerinden biridir. Daha çok bir dantel dokusu sergileyen dökme demir kapı kanatları ile farklı kademelerde zengin dekoratif alanlar halinde düzenlenen kapı kütlesi, plastik unsurların çeşitliliği ve ayrıntılarındaki inceliği dolayısıyla etkili bir görünüm sunar. Eklektik üslubun pek çok unsurunu içeren kompozisyon, farklı sanat okullarına ait motif ve şekillerin yerli yerinde kullanılmasıyla diğer örneklerden ayrılır. Yuvarlak kemerli orta açıklık ve bunun iki yanındaki kanatların simetrik kuruluşu, bütün bu unsurların, yukarıya çıktıkça
bir tuğranın işlendiği görülür. Bunun altında dört mısralık tarih kıtası kendisi için ayrılan alana yazılmıştır. Her iki yanda yükselen kuleler, kıvrım dallı zengin tepelikler, iri rozet motifleri, gir-landlar, istiridye formlarıyla simetrik düzenin etkisini artırırlar. Yan kanatlar, iki
ARABOĞLU, MELİDON
292
293 ARAP AHMED PAŞA TÜRBESİ
uçta tepelikli kuleler halinde yükselen daha ince unsurlarla sınırlandırılmıştır. Yan kanatların üst kısmı akroter sırala-rıyla son bulan süslü bir korkulukla cephelendirilmiştir.
Dışa taşıntı yapan konsollu bir sun1 durmayla ayrılan alt kesimde, genel kompozisyonu belirleyen unsurlar Ko-rent başlıklı sütunlar ve üçlü kemer formlarıdır, iri rozetler ve akantus formlarıyla dolgulanmış bölmelerin yer aldığı friz, cepheyi enlemesine kat eder.
Yan nişlerin üstü; bitkisel formlar, kartuşlar, vazo formları ve "C" kıvrımla-rıyla, çapraz çubuklu ızgara ile dolgulanmış olup, dekoratif yükün en yoğun olduğu alanlardan biridir. Orta kesim de, Roma zafer taklarında olduğu gibi tonozla örtülüdür. Bu kısım, cephelerde yarım daire kemerlerle cephelere açılır. Kemerin üstünde kalan üçgen köşelikler daire madalyon içinde rozet ve akantuslarla dolgulanmış, kilit taşı zengin bir bitki kompozisyonu ile taçlandırılmış tır.
Kapı cephesinin en çarpıcı unsurlarından biri de dökme demirden kapı kanatlarıdır. Simetrik işlenmiş her kanat; çapraz çubuklu kafes şeklindeki şebekeler, zengin bitkisel kıvrımlarla bir dantel görünümüne sahiptir.
Dolmabahçe Sarayı'nın saltanat kapısındaki anlayış; 18. ve 19. yy saray ve kasırlarında görülen eklektik karakteri yansıtmaktadır. Yazı, bitkisel ve geometrik formlarla Yunan, Roma ve Rönesans mimarisinin çeşitli unsurları bir araya getirilmiştir. Karmaşık-girişik bezeme olarak, en geniş anlamıyla alınan arabesk karakter, hem klasik Osmanlı hem de Batılılaşma dönemine ait İstanbul örneklerinde tekrarlanmaktadır.
SELÇUK MÜLAYİM
ARABOĞLU, MELİDON
(?, Kayseri - Eylül/Ekim 1742, İstanbul) Ermeni asıllı hassa mimarı. III. Ahmed (hd 1703-1730) ve I. Mahmud (hd 1730-1754) döneminde hassa mimarlığı yaptı. Sultan Ahmed Camii'nin onarımında çalıştı. Tarihçi Yetvart Alyanakyan'a göre şahsi dostluğunu kazandığı Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa'nın inşa ettirdiği külliyenin kalfalığını yürüttü. Caminin önündeki sebil de onun eseridir.
Ayrıca 1719'da Kumkapı Surp Asd-vadzadzin Kilisesi'nin yeniden inşasına nezaret etti. 1722'de yenilenen Samat-ya'daki Surp Kevork Kilisesi'nin mimarlığını yaptı. 1730'da bir yıl önce yanan Balat'taki Surp Hıreşdagabet Kilisesi'nin üçüncü inşaatını yürüttü. Tarihçi Ho-vannesyan'a göre bu kilisenin yakınında kagir büyük bir evi vardı. Bibi. Y. Alyanakyan, "Altımermeri Surp Ha-gop Ukhdavayrı" (Altımermer'deki Surp Ha-gop Adak Yeri), Jamanak, 31 Mart 1945; S. Hovannesyan, Vibakrutyun Gosdantnubulsa (İstanbul Tarihi), Kudüs, 1967; K. Pamukci-yan, "Ermeniler Hakkında Biyografik Notlar" (yayımlanmamış çalışma).
KEVORK PAMUKCİYAN
ARABYAN, BOĞOS
(l 742, Kemaliye/Erzincan - 1836, İstanbul) Ermeni asıllı matbaacı. Babası Hovannes Arabyan da (ö. 1802/1803) matbaacıydı. Mesleğe genç yaşta İstanbul'da başladı. 1778'de babasıyla birlikte Mahmutpaşa Kürkçü Hanı'nda kurduğu matbaayı 1796'dan sonra tek başına yönetti. 1800'den sonra oğulları Ast-vadzadur, Kevork ve Kalust da burada çalışmaya başladılar. 1820'de oğullan için Ortaköy'de yeni bir matbaa açtı.
Boğos Arabyan, 1816'da Matbaa-i Âmire müdürlüğüne atanınca "Araboğlu hurufatı" olarak tanınan nesih ve ta'lik harfleri hazırladı. Göze daha hoş gelen bu harfler Osmanlı matbaacılığının gelişmesinde bir aşama sayılır. 1831'de yayıma başlayan Takvim-i Veka.yfn.in Ermenice baskısı da Boğos Arabyan'ın matbaasında basılmıştır. Bibi. Teotik (Lapçinciyan), Dib u Dar (Baskı ve Harf), İst., 1912; K. Gorgodyan, Hay Dı-bakir Kirkı Gosdantnubolsum (İstanbul'daki Ermenice Basılı Kitap), Erivan, 1964; K. Pa-mukciyan, "1801-1850 Yılları Arasında Ermenice ve Ermeni Harfli Türkçe Meçhul Baskılar" (Ermenice), Pazmayep, 1-2, Venedik, 1992.
KEVORK PAMUKCİYAN
ARABYAN, KALUST
(l 785, İstanbul - 9 Temmuz 1850, İstanbul) Matbaacı ve tarihçi. Boğos Arabyan'ın(->) en küçük oğludur. 1800'de babasının matbaasında çalışmaya başladı. 1820'den sonra kardeşleriyle birlikte Ortaköy'deki matbaayı yönetti. 1846-1850 arasında Takvim-i Vekayfnin Ermenice baskısının yazıişlerini yürüttü. Onun ölümünden sonra gazete kapandı. Kalust Arabyan'ın Alemdar Mustafa Paşa hakkında 1815'te kaleme aldığı Ermenice tarihçe, yazma nüshasından Türkçeye tercüme edilmiş ve Rusçuk Ayanı Mustafa Paşa'nın Hayatı ve Kahramanlıkları adıyla basılmıştır (Ankara, 1943). Ayrıca Hazret-i Süleyman'ın Mesellerim de Türkçeye çevirmiş ve yayımlamıştır (1806). Oğlu Harutyun Arabyan da (1816-1890) matbaacılıkla uğraşmıştır.
Bibi. Teotik (Lapçinciyan), Dib u Dar (Baskı ve Harf), İst., 1912; V. K. Gukasyan, Bolsa-hay Mamuli Iskızpnavorumi (İstanbul Ermeni Basınının Başlangıcı), Erivan, 1975; K. Pa-mukciyan, "Ermeniler Hakkında Biyografik Notlar" (yayımlanmamış çalışma).
KEVORK PAMUKCİYAN
ARAKEL KİTAPHANESİ
I. Meşrutiyet (1876) sonrasında ortaya çıkan "alafranga" kitapçı dükkânlarının ilklerindendir. Önceleri Galata Köprü-sü'nde gazete müvezziliği yapan Arakel Topuzluyan tarafından 1875'te Babıâli Caddesi no. 46'da açıldı. Arakel Kitap-hanesi daha çok okullarda okutulan Türkçe ve Fransızca ders kitaplarının ya-nısıra; Ahmed Rasim, Ahmed İhsan, Ha-lid Ziya gibi dönemin ünlü yazarlarının çeviri ve telif eserlerini de yayımladı.
Kuruluşundan on yıl sonra 1885'te Türkçe ilk özel kitapçı katalogu sayılması gereken Esamî-i Kütüktü yayımlayan Arakel Kitaphanesi, bu katalogdaki kitapları Osmanlı Devleti'nin taşradaki vilayet ve sancaklarında dağıtabilmek için 24 merkezde dağıtım örgütü oluşturdu. Ayrıca İstanbul'da yayımlanan Türkçe ve öteki dillerde gazeteleri de bu yolla okuyucusuna ulaştırdı.
Arakel
Kitaphanesi'ni
kuran Arakel Tozluyan Efendi.
Vahran ve Raçe Dernesesyan, Dib u Dan; ist., 1912
Lütfü Seymen koleksiyonu
1899'da Sirkeci'de Musullu Hanı'nda kendi matbaasını da kuran Arakel Efendi, Muallim Naci ile birlikte Talim-i Kıraat ve Mekteb-i Edeb isimli okul kitapları da hazırlamıştır.
Arakel, Nisan 1912'de ölünce oğlu Leon bir süre yayıncılığı sürdürdüyse de başarılı olamadı ve Arakel Kitaphanesi 1914'te kapandı.
LÜTFÜ SEYMEN
Dostları ilə paylaş: |