Surp
Asdvadzadzin KUIsesi, Beşiktaş
Hazım Okurer, 1993
1874) eseridir. Her iki tonozun birleştiği köşede ise dört İncil yazarının, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın eliptik resimleri vardır. Tonozların bingisinde duran bu resimlerin etrafındaki yerler de defne yaprakları ve çiçek demetleri ile süslenmiştir.
Sunağın iki yanı ile nefin çevresinde bezemeler ve kemerlerle bölünmüş mahallerde Beyzad'ın resimleri bulunmaktadır.
Bibi. M. Ormanyan, Azkabadum, 3 c., İst., 1912-1914; P. ğ. İnciciyan, Amaranots Püzantyan (Bizans Yazlıkları), Venedik, 1794, s. 122; E. Ç. Kömürciyan, Sdambola Badmutyun (istanbul Tarihi), I-III, Viyana, 1913-1938, s. 41, 82, 650-661, 671; İnciciyan, istanbul, 114; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 254; S. Hovhannesyan, Vibakrutyun Gos-tantnubotts Mayrakağakin 1800 (Başkent istanbul'un Topografyası 1800), Kudüs, 1967; A. Berberyan, Badmutyun Hayots (Ermeni Tarihi), ist., 1871, s. 611; Tuğlacı, Ermeni Kiliseleri, 108-113.
VAĞARŞAG SEROPYAN
ASDVADZADZİN (SURP) KİLİSESİ
Kumkapı'da Şarapnel Sokağı no. 3'te-dir. Patrikhane Kilisesi, Patriklik Katedrali olarak da adlandırılır. İstanbul'un fethinden sonra şehre getirilen Ermeni toplumuna verilen birkaç Bizans kilisesinden biridir. l608'de Ermeni gezgini Polonyalı Simeon seyahatnamesinde bu kiliseden söz eder. Patrik makamı ve patrikhane l64l'de Samatya'dan (bugün Kocamustafapaşa) Kumkapı'ya taşınmıştır.
Mayıs 1645'teki yangında harap olan kilise, Patrik Tavit I. Arevelkli'nin üçüncü döneminde (1644-1649), Divrikli Rahip Boğos'un ve bölgedeki kadınların bilfiil çalışmaları sonucu tekrar inşa edilir. 14-17 Temmuz 1660 büyük yangınından Patrik Mardiros II. Gırimetsi'nin (Kırımlı) çabalan sonucu hasar görmeden kurtulur. l677'de kilise çevresinde basımevi kurulur. Burada birçok kitap yayımlanır.
Merkezi kilise olması nedeniyle sayısız önemli olaya sahne olur. Kilise 5-6 Temmuz 1718 yangınında patrikhane ile birlikte yanar. Ertesi yıl Kudüs Patriği Krikor Şirvantsi (Şirvanlı) Şığtayagir ve İstanbul Patriği Hovhannes Pağişetsi (Bitlisli) Golod'un ortak çabalarıyla onarım başlar. Hassa mimarı Melidon Araboğlu(->) ve Sarkis Kalfa yönetiminde yürütülen çalışmalar, yetmiş gün gibi kısa bir sürede tamamlanıp kilise 13 Aralık 1719'da ibadete açılır. Kilisenin takdis töreni sırasında, merkezi kilise Meryem Ana'nın göğe alınışının anısına Surp Asdvadzadzin, yan kiliseler ise, kuzeydeki Surp Sarkis (halk arasında dış kilise adıyla anılırdı), güneydeki ise Surp Hagop diye adlandırıldılar. Bu onarıma paralel olarak, patrikhane binası da onardır. Bu tarihten itibaren kilise ilk kez Mayr Yegeğetsi (Ana Kilise, Katedral) adıyla anılır.
10 Mayıs 1762 yangınında büyük ha-
ASDVADZADZtN KİLİSESİ
342
343
ASESLER
sar gören kilise Koca Ragıp Paşa ve Patrik II. Hagop'un ortak çalışmaları sonucu onarılır (1764). Bu tarihe kadar Surp Asdvadzadzin Kilisesi avlusunda bulunan Kudüs Patrikliği Vekâlethanesi yangında harap olunca bugünkü patrikhane binasının bitişiğinde yeni bir bina inşa edilmiştir. (I. Dünya Savaşı'ndan sonra yıkılan binanın arsası birkaç yıl öncesine değin boş durmaktaydı. Günümüzde, üzerine bina inşa edilmiş olup, polis lojmanı olarak kullanılmaktadır.)
Patrik II. Hagop ana kilisenin kuzeyinde bulunan Surp Sarkis Kilisesi'nde Surp Nigoğayos sunağını ve yangın duvarını inşa ettirir. Ama 1767'de duvar fazla yüksek bulunarak yıktırılır. 1769' da kiliseye bir su havuzu inşa edilip, tulumbacı grubu kurulur.
Kilise 1819'da büyük bir onarıma tabi tutulur. Patrik Boğos I. Adrianobol-setsi (Edirneli) Krikoryan döneminde (1815-1823) ve Harutyun Amira Bezci-yan yönetiminde ve hassa mimarı Hov-hannes Serveryan'ın kalfalığında yapılan onarım kilise tutanaklarına-göre l Aralık 1819'da başlayıp, 19 Şubat 1820 tarihinde son bulur. Takdis töreni sırasında kuzeydeki kilise Surp Khaç, güneydeki ise Vortvots Vorodman (Gök Gürlemesinin Oğulları) diye adlandırılır. (Surp Khaç bugün Kazaz Artin Amira adıyla tören ve yemek salonu olarak kullanılmaktadır. Vortvots Vorodman ise boştur.)
Altı yıl sonra, 18 Ağustos 1826 Hoca-paşa yangınında kilise, patrikhane, Kudüs Patrikliği vekâlet binaları harap olur. II. Mahmud'un yakın dostu ve danışmanı olan Harutyun Amira Bezci-yan'ın sayesinde 2 Şubat 1828 tarihinde elde edilen onarım fermanı ile onarım çalışmaları başlar. Krikor Amira Balyan (1764-1831) ve Dövletyan Garabed kilise kompleksinin planlarını çizerler. 10 Şubat'ta temeller atılıp eylül ayı sonunda tamamlanır. İnşaat sırasında üç büyük, üç küçük kilise ve şapeller dışında fakir çocuklar için bir dershane, ilahi öğrenimi için iki sınıf, yangına karşı bir havuz ve tulumbacılar için bir oda yapılır. Havuz ve tulumbacılar odası günümüzde yoktur. Bunların yerinde Ekna-yan ve Tavşancıyan kardeşler tarafından inşa edilen okul binası bulunmaktadır. Halkın isteği üzerine, Surp Harutyun Şapeli'nin bodrumunda Aziz Teodoros adına bir de ayazma yapılır. Patrikhane ve Kudüs Patrikliği vekâlet binaları da tekrar inşa edilir.
18 Ocak 1845 tarihli fermanla kilise 1847'de kısmi bir onarım daha geçirir. 1870'te Patrik Mıgırdiç I. Vanetsi (Vanlı) Khırimyan'ın çabalarıyla katedralin ana girişine saatli bir çan kulesi inşa edilir. 1902'de kilise büyük bir onarım daha geçirir. Son kez de 1985'te onarılmıştır.
Surp Asdvadzadzin Kilisesi doğu-batı yönünde oturan tipik bir bazilikadır. Batıdaki çan kulesinin altındaki kapıyla ana giriş bölümüne girilir. Giriş bölümü ikisi duvara, ikisi daha geniş kolonlara
bitişik, dördü serbest, iki sıra üzerine dizili toplam sekiz kolonla üç nefe ayrılır. Kuzey ve güney neflerinin tabanı yerden üç rıht yüksektir. Narteksin güneybatı köşesinde Patrik Nerses II. Var-jabedyan'ın mezarı bulunur. Girişte üçü kuzey, üçü güney, ikisi de batı yönüne açılan sekiz pencere vardır. Girişin sonunda demir bir kafes kapıdan geçilip asıl kiliseye girilir.
Nefte iki sıra üzerine dizili on ikisi serbest, ikisi duvara bitişik on dört kolon vardır. Kilise boydan boya, orta nef basık beşik tonozla, yan nefler ise düz döşeme ile örtülmüştür. Kuzey ve güney neflerin batı ucunda birer- kapı vardır, iki kolon dizisiyle üçe bölünen kilisenin ortasındaki büyük nef, koro bölümü ile biter. Kuzeydeki nefte ilk kapıdan sonra, Surp Harutyun Şapeli'ne açılan üç pencere, bir kapı, Surp Khaç Ki-lisesi'ne giden geçide açılan bir kapı vardır. Daha yüksekte ise altı pencere daha vardır. Kuzey nefinin kuzey duvarının ortasında Ermeni kiliselerinde hiç olmayan vaiz ve incil okuyucu kürsüsü vardır. Girişi, katedrali Surp Harutyun Kilisesi'ne bağlayan kapının duvarı içindeki merdivenledir. Güneydeki nefte ise ilk kapıdan sonra, üç pencere, Surp Dzınunt Vaftizhane Kilisesi'ne açılan bir kapı, diğer yan bölümlere açılan bir kapı vardır. Yine yüksekte altı pencere daha vardır.
Kilisedeki kolonlar ahşap strüktür üzerine alçı ile yapılmıştır. Kolonlar, yerden belli bir yüksekliğe eriştikten sonra yivlerle süslenir. Klasik kolon başlıkları çelenklerle zenginleştirilmiştir. Kolon başlıkları birbirine basık kemerlerle bağlanır. Bunlar üzerine oturan basık tonoz kolonlar arasına sadece süsleme amacıyla çiçek desenli kayıtlar atılmıştır. Bunlar dışında yalın kiliseyi süslemek amacıyla tonoza altın yaldız bezemeli göbekler konmuştur.
Nefteki son kolonlarla başlayıp, ab-sidle son bulan bölüm koro ve ruhanilere ayrılmıştır. Yüksek korkuluklarla ayrılan bu bölümde patriklik ve episko-pos tahtları bulunmaktadır. Buradan beş rıhtla abside çıkılır. Katedral ana sunağının iki yanlarında küçük sunaklar vardır. Ana sunağın güneydoğusunda hazine odasına, kuzeydoğusunda ise küçük şapele açılan geçitler vardır.
Bir tonozla örtülü basit bir kilise olan Surp Harutyun Şapeli de tipik ba-zilik plandadır. Kuzeyinde dört, güneyinde üç, batısında iki pencere olan bu kilisenin batıdan, güneyden ve doğudan (sunağın arkasından) üç kapısı vardır. Kuzeybatı köşesinde Harutyun Amira Bezciyan'ın lahit-mezarı ve bronz büstü yer alır. Mezarın hemen yanından inen merdivenlerle Surp Teodoros Ayaz-ması'na inilir.
Surp Dzınunt Vaftizhane Kilisesi tonozla örtülü kuzey, güney ve batıdan girişli, batıda iki penceresi olan küçük bir kilisedir.
Surp Khaç ve Surp Vortvots Vorod-
man kiliseleri simetrik iki yapıdır. Batı yönünden verilen ana giriş kapısının üzerinde beş pencere bulunur. Girişten sonra ikisi duvara bitişik on altı kolon iki sıra halinde dizilmişlerdir. Katedralden farklı olarak ilk on kolon üzerine oturan ve genellikle koroya tahsis edilen "U" planlı bir galeri kata sahiptir. Vortvots Vorodman'ın kuzeyinde beşi işler, altı pencere vardır. Kilisenin kuzeydoğu ucunda geçide açılan bir kapısı vardır, ikinci kat yüksekliğinde de sekiz pencere dizilmiştir. Kilisenin güney yönünde ikisi kapıya çevrilmiş, biri kapatılmış, altı pencere vardır. Güneydoğu köşesinde bahçeye açılan bir kapısı ve üst kat seviyesinde sekiz penceresi daha vardır. Absidde ana sunağın iki yanında bulunan iki küçük sunak da günümüze değin varlıklarını korumuştur.
Galeri kat çıkışı kilisenin kuzeybatı ve güneybatı köşelerindeki merdivenlerle sağlanır.
Bibi. M. Ormanyan, Azkabadum, 3 c., îst, 1912-1914; E. Ç. Kömürciyan, Sdambola Badmutyun (istanbul Tarihi), 3 c., Viyana, 1913-1938, s. 8, 140, 157, 169, 213, 226, 229, 231, 257, 337, 779-780; K. Pamukciyan, Hagop Nalyan Badriark 1706-1764, Gyanki, Kordzeri yev Aşagerdneri (Patrik Hagop Nalyan 1706-1764, Hayatı, Eserleri ve Öğrencileri), ist., 1981, s. 22, 24, 25, 28, 56, 58, 61, 64, 69, 101, 105, 109, 115-118, 128, 145, 160-163, 168, 172, 173; Inciciyan, İstanbul, 20, 38, 84-85; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 3, 23, 76, 80-82; Simeon, Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi, ist., 1964, s. 4; H. Varjabedyan, Haryuramya Hopelyan Veraşinutyan Badri-arkanisd Mayr Yegeğetsvuyn Kumkapui (Kumkapı'daki Patriklik Katedralinin Yeniden inşasının Yüzüncü Yıl Anı Kitabı), ist., 1928; E. Ç. Kömürciyan, Badmutyun Hragiz-man Gostantnubolso (1660 Darvo) (istanbul 1660 Yangını Tarihi), ist., 1991, s. 10-12, 16-17, 23, 31, 72, 76-77, 119; S. T. S. Hovhan-nesyan, Vibakrutyun Gostantnubolis Mayra-kağakin 1800 (Başkent İstanbul'un Topografyası 1800), Kudüs, 1967, s. 6, 8; Tuğlacı, Ermeni Kiliseleri, 96-103.
VAĞARŞAG SEROPYAN
ASDVADZADZİN (SURP) KİLİSESİ
Yeniköy'de Salih Ağa Sokağı no. 19'da-dır. istanbul Ermeni Patriği II. Hagop Zi-maralı'nın (Nalyan) döneminde (1741-1764) inşa edilmiştir. Kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte 1760 civarında olduğu kabul edilmektedir. Tarihçi Rahip Ğugas İnciciyan Amaranots Püzantyan (Bizans Yazlıkları) adlı eserinde bu kiliseden söz eder. Ünlü tarihçi Sarkis Tıbir Sarraf Hovhannesyan da Yeniköy ve Surp Asdvadzadzin Kilisesi hakkında bilgi verir. Kilise ilk büyük onarımını 19. yy'da geçirmiştir. Bu onarımın mali yükü Harutyun Amira Nevruzyan tarafından üstlenilmiştir. Büyük onarım sonrası, kilisenin ibadete açılış töreni 24 Haziran 1834'te Patrik Isdepanos II. Ağavni (Zakaryan) tarafından yapılmıştır.
Büyük onarım sonrasında koyulan kitabenin metni ise aynen şöyledir: "Yeniköy Surp Asdvadzadzin Kilisesi saygıdeğer Harutyun Amira Nevruzyan'ın gayret-
Surp Asdvadzadzin Kilisesi, Yeniköy
Hazım Okurer, 1993
leriyle onarılıp 24 Haziran 1834 tarihinde Ağavni diye adlandırılan İstanbul'un Isdepanos Patriği eliyle meshedildi".
Kilise 1984'te Patrik I. Şınorhk döneminde de büyük bir onarım geçirmiştir. Kilise ibadethane, bahçeler, papazevle-ri, sarnıç, Mamigonyan Okulu ve evlerden oluşan bir kompleksin ortasındadır. Kilisenin arsası arkasında ise küçük bir mezarlık vardır.
Bazilika tipinde inşa edilen kilisenin değişik olan yönü girişidir. Tüm İstanbul Ermeni kiliselerinde batıdan açılan ana giriş, .burada kuzey ve güney yönler-indedir. İki pencereli küçük bir narteks-ten sonra nefe girilir. Tonozla örtülü ne-fin iki yönde dizilmiş kemerli sekiz penceresi vardır. Tonozu kesen yüksekteki yarım dairesel pencereler kilisenin ışıklandırılmasına hizmet eder. Korkuluklarla biten neften hemen sonra ruhanilerin ve koronun bulunduğu yer vardır.
Burada iki yandaki kapılardan bitişik kiliseciklere (şapel) giriş sağlanır. Bu ki-liseciklerin kuzey yönünde olanı vaftis-haneye, güney yönünde olanı ise okuyucular için giyinmeye tahsis edilmiştir. Tonozla örtülü her iki kilisecikte de birer sunak mevcuttur.
Asıl kilisede derin sayılabilecek ve beş rıhtla çıkılan bir absidden sonra, duvardaki yarım dairesel niş içerisinde sunak bulunur. Sunağın üzerindeki kemerde ise İsa'nın "Yol, gerçek ve hayat benim" cümlesi yazılıdır.
Narteksin üzerinde bulunan galeri katı ise önemli günlerde koro tarafından kullanılır.
Bibi. E. Ç. Kömürciyan, Sdambola Badmutyun (İstanbul Tarihi), II, Viyana, 1932, s. 702-704; K. Pamukciyan, Hagop Nalyan Badriark 1706-1764, Gyanki, Kordzeri yev Aşagerdneri (Patrik Hagop Nalyan 1706-1764, Hayatı, Eserleri ve Öğrencileri), İst., 1981, s. 28, 64-65; înciciyan, İstanbul, 118; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 1988, 265; S.
Hovhannesyan, Vibakrutyun Gostantnubolis Mayrakağakin 1800 (Başkent istanbul'un Topografyası 1800), Kudüs, 1967, s. 50; Ğ. înciciyan, Amaranots Püzantyan (Bizans Yazlıkları), Venedik, 1794, s. 157; Tuğlacı; Ermeni Kiliseleri, 114-115.
VAĞARŞAG SEROPYAN
ASESLER
1826'ya kadar İstanbul'un gece güvenliğini sağlayan yeniçeri birliği. Ases sözcüğü Arapça "nöbetçi" anlamındadır. Amirlerine asesbaşı ya da sayabaşı deniyordu.
14. yy'da ve daha sonraları Anadolu kentlerinde çarşı pazar ve kent güvenliğinden sorumlu küçük birliklere asesler deniyordu. İstanbul'un fethinden (1453) sonra, değişik konumu, barındırdığı nüfus ve Bizans döneminden kalma gelenekler nedeniyle kent güvenliği uzunca bir süre yeterince sağlanamadı. Sonuçta Fatih Sultan Mehmed (hd 1451-1481) Yeniçeri Ocağı'nın 28. Orta'sını Ases Bölüğü olarak görevlendirdi. Orta bö-lükbaşısına da asesbaşı dendi. Galata ciheti de bir kadılık olarak örgütlendikten sonra, Ases Bölüğü iki kısma ayrıldı. Dersaadet Asesleri ile Galata Asesleri ayrı birer asesbaşımn komutası altındaydı. Asesler için konan yasa gereği, yaklaşık 500 dolayındaki asker, "koP'lar halinde İstanbul'un ve Galata'nın çarşılarını, meydanlarını, anayollarını, kapıları-^ nı, özellikle de meyhane, bozahane,X, şerbethane, batakhane muhitlerini gece boyunca gezerlerdi. Hırsızlık, sarhoşluk, fuhuş vb fiillere suçüstü cezası uygulama yetkileri vardı. Suçüstü olmasa bile yasaklı yerlerde ve uygun düşmeyen saatlerde yakaladıklarına para cezası uygularlardı. Suçluları gece dayağa çektikten sonra ertesi sabah kadı (yargı) önüne çıkarmaları kanundu.
17. yy'da aseslik, Yeniçeri Ocağı'nın belli bir ortasına değil, ağa bölüklerinden sırası gelene veriliyor ve bu görevi üstle-
nen ortaya Ases Ortası deniyordu. Evliya Çelebi, İstanbul'daki esnaf ve asker zümrelerini ayrıntılarken "esnaf-ı askerî-i asesbaşı" başlığı altında bunların "bölük odalarından bir oda asker ile sefere gider çorbacılar" olduklarını, ellerinde asa, başlarında görkemli üsküf bulunduğunu, törenler sırasında geçitlerin yapıldığı anayolun her iki yanında dizilip yolu geniş tuttuklarını ve kalabalığa engel olduklarını yazar. Ayaklanmacı askerlerin idamlarının da şeriat gereği bunlar tarafından yerine getirildiğini ekler. Ases kollarının özellikle Galata tarafındaki gece denetimleri sayısız olaylara neden olmaktaydı. Çünkü kentin bu yakasında meyhaneler, uygunsuz yerler çoktu. Geceye doğru tüm meyhanelerin kapatılması gerektiğinden, meyhaneciler bu vakit gelince zil çalar, sözde içki servisini keserlerdi. Bundan sonra kepenkler indirilir, içeride sessizce âleme devam edilirdi. Asesler buna alışık olduklarından, meyhaneciden bir miktar rüşvet alıp oradan uzaklaşırlar, fakat bazen de beklenmedik tepkiler gösterirlerdi. Geceleri evlerde de içkili âlem düzenlemek yasaktı ve asesler buna da izin vermezlerdi. Bir İstanbul ozanı olan Uşşakizâde, (m&j)Hânede mey-nûş eden bilmez nedir havf-i ases / Pençe-i şehbazdan azadedir mürg-ı kafes, dizeleriyle kepenkleri kapatılmış meyhanede ya da evde içenlerin, kafesteki kuşun, doğanın pençesinden uzak oluşu gibi özgürlük duyduklarını anlatmıştır.
Kanun-ı Asesân (Asesler Yasası) gereği İstanbul'daki tüm işyerlerinden "resm-i asesiyye" (aseslik vergisi) olarak ayda birer akçe alındığı gibi, arife, bayram, düğün, esnaf alayı vb vesilelerle de asesler pişkeş adı altında esnaftan para toplarlardı. Ayrıca, el altından kentin azılı hırsızlarından, yankesicilerinden para sızdırmakta, uygunsuz yerlerden
Asesbaşım betimleyen bir resim. Nün Akbayar koleksiyonu
ÂSİTANE
344
345
ASKERÎ HASTANELER
de göz yummalarının karşılığı rüşvet almaktaydılar. Ases kollan, gece karanlığında karşılarına çıkan her tip insan ve grupla baş etmek durumunda olduklarından, bugünkü judo, karate tekniklerine benzer hünerlere sahiptiler. Evliya Çelebi, asesler sınıfını (esnaf-ı ases-i sâ-ni-i bî-aman) anlatırken 202 nefer olduklarını, tutma, kapma, vurma, kovma, basma, bağlama işlerinde pek başarılı, "birbirinden eşed mel'un" bir topluluk oluşturduklarını açıklar.
Asesbaşı, Yeniçeri Ocağı'mn "Erkân-ı Yeniçeriyân" ya da "Katar Ağalan" denen, 18 büyük subayının (yeniçeri ağasından avcıbaşıya kadar) 17.'si idi. Resmi kıyafeti, yeşil çuhadan çatal kalafat başlık, zağra yakalı ve yeşil kaplı divan kürkü, ak çakşır, sarı yemeniydi. Paşa-kapısı'nda (Babıâli) oturur, sadrazamın buyruklarına göre gece kollarını düzenlerdi. Kendisi de "koP'a çıkardı. Sadrazam seferde iken sadaret kaymakamının emrinde hareket eder, "büyük kol" gezmelerine, arkasında asesleriyle katılırdı. İstanbul sorunlarının görüşüldüğü "çarşamba divanı" oturumlarında asesbaşı, asesleri ile ayakta dururdu. Sadrazamın cuma namazına gidişinde yol boyunca güvenliği sağlayıcı önlemler alırdı. İstanbul'daki tutukevi ve hapishaneler (tomruklar) ile Baba Cafer Zinda-m'nın da amiriydi. Kent güvenliğini bozan, yargılanıp idama mahkûm olan yeniçerilerin gece yarısı Baba Cafer Zinda-nı'nda idam edilmesi sırasında hazır bulunurdu. Asesbaşı, Ağa Kapısı'ndaki Di-van'a da (yargı kurulu) katılır, idama mahkûm edilen asker kendisine teslim edilirdi. Asesbaşı, yeniçeri ağasından da buyruk alır ve ikisi arasındaki iletişimi "emir neferi" sağlardı. Ulufe dağıtımı sırasında, yeniçerilerin iyi tutumlarına kanıt olarak sadrazama ve ocak ağalarına şeker sunmak, esnaf alaylarında subaşı ve kılavuz çavuşu ile atbaşı, kortejin önünde ilerlemek, padişah veya sadrazam sefere çıktığında tüm aseslerle uğurlama törenine katılmak asesbaşının görevlerindendi. Aseslik, 1826'da Yeniçeri Ocağı ile birlikte kaldırılmıştır.
İstanbul halk kültüründe, mahalleyi korkutan, erkekleri susturan kadınlara "atlı ases" deniyordu. Bu adla ün yapan bir fahişenin de 16. yy'da, Arap Fatı, Narin, Girütlü Nefise ile, Galata semtinde "yaramazlık" yaptıkları, evlerinin basıldığı, semt halkının bunlardan şikâyetçi oldukları saptanmıştır.
Bibi, Evliya, Seyahatname, I, 517; d'Ohsonn, Tableau, VII, 167, 319; Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Zuhur ve Terakkisinden inhitatı Zamanına Kadar Askeri Vaziyeti, ist., 1934, 83 vd; (Ergin), Mecelle, I, 884 vd; Uzunçarşılı, Kapıkulu, I.
NECDET SAKAOĞLU
ÂSİTANE
"Âsitane-i Saadet", "Âsitane-i Aliyye", "Âsitane-i Padişahî", "Âsitane-i Saadet-Âşiyan", "Âsitane-i Devlet-i Aliyye" de denmiştir. Osmanlılar döneminde İstan-
bul için, resmi belgelerde sıkça geçen adlardandır. Eskiden İstanbullulara da Âsîtaneli dendiği olurdu. Kentteki başlıca büyük kurumlara, dergâhlara da âsi-tane deniyordu.
Farsça bir sözcük olan "âsitan/âstan", kapı, kapı eşiği, giriş, başlangıç, savaş yeri, dergâh, hükümdar sarayı, yer, makam, başkent, evliya kabri vb kavram ve adlan karşılayan bir anlam zenginliğine sahiptir. Osmanlılardan önce de Doğu'da hükümdar saraylarına "âsitan-ı ref-î mekân" (yeri yüksek eşik) dendiği bilinmektedir. Tasavvufta dünyaya "âsi-tane-i fena", "âsitane-i adem" dendiği gibi Mevlevîlikte çileye girilen tekkelere de "âsitan" denmekteydi. Tarikat çevrelerinde, dergâhların kapıları ve eşikleri, yüz sürülüp niyaz edilen, öpülen, basılmadan geçilen, pirin veya şeyhin ayağını bastığı kutsal yer olarak ululandığından, bunların gerisindeki dergâhlara da "âsitane" denmiştir. İslam dünyasında, kutsal yapıların, hükümdar saraylarının bulunduğu kentlere de "âsitane" denilmiş, ayrıca buraları için "aliyye, saadet, muallâ" vb sıfatlar da kullanılmıştır.
Saraylara "âsitane" denmesi, Müslüman hükümdarların "emirü'l-mü'minin, imam, halife, melikü'1-âdil, rüknü'd-din, nâsırü'd-din" vb unvanlar alarak kendilerini birer İslam önderi olarak tanıtma-larıyla ilgilidir. Kendilerine duyulması gereken saygıdan ve saraylarının bir hak ve adalet yeri olarak görülmesinden dolayı oturdukları kente veya saraya "âsitane" denilmiştir.
İstanbul'un fethinden (1453) önce, Edirne'ye, Bursa'ya, buralardaki Osmanlı saraylarına "âsitane" dendiğine ilişkin bilgiler mevcut değildir. Bu deyimin yaygınlık ve resmiyet kazanması, İstanbul'da Sur-ı Sultani denen duvarlarla çevrili Saray-ı Cedide-i Âmire'nin (Top-kapı Sarayı) yapılmasından sonradır. Zamanla, içinde padişah saraylarının, büyük selatin camilerin, kurumların, dergâhların yer aldığı suriçi İstanbul'a da "âsitane" denmeye başlanmıştır.
"Âsitane-i aliyye" ve daha doğru biçimiyle "âsitane-i devlet-i aliyye" deyimlerinin, Osmanlı resmi belgelerinde sıkça kullanılmaya başlaması ise 17. yy'dadır. "Mahsurâ-i saltanat", "südde-i saadet" deyimleri, Edirne için de kullanıldığı halde "âsitane-i aliyye" salt İstanbul'u ve Topkapı Sarayı'nı karşılayan resmi bir ad olmuştur.
Nefî (ö. 1634) IV. Murad için yazdığı bir kasidesinde, sarayı ve İstanbul'u tüm dünya hükümdarlarının kıblesi ve Kabe' si olarak nitelendirir: Ol Şehinşâh-ı ci-hân-perver ki lâyıkdır dese / Kıble-i şâ-hân-ı âlem âsitammdır benim.
Başka bir şiirinde ise; Asmân-ı din ü devletdir o âlî âsitan /Matla-ı mihr-i ci-hân-tâb-ı saâdetdir o bâb, diyerek yine sarayı ve istanbul'u, dini ve devleti gökyüzü gibi kapsayan nitelikte tanımlar. Padişahı da güneşe eş tutar. Osmanlı tarihçilerinin birçoğu, örneğin, Selânikî, Nâimâ, Abdî de İstanbul için "âsitane-i
aliyye", "âsitane-i şâh-ı cihan", "âsitane-i padişah!" deyimlerini kullanmışlardır. Resmi belgelerde "âsitane" ile eşanlamda atebe deyimi de sıkça geçer. Bununla birlikte "atebe-i aliyye", "atebe-i ulyâ", "atebe-i felek-mertebe" vb daha çok padişahlık sarayı anlamını vermektedir.
Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunna-mesi'nde ise "Kanun-ı Kaimmakam-ı Âsitane-i Saadet" başlıklı bölümde, sadrazamın yokluğunda ona vekillik eden ve İstanbul'un sorunlarıyla ilgilenen vezirin, kentle ilgili yetkileri açıklanmaktadır. Evliya Çelebi ise, Tophane-i Âmi-re'yi "Evsâf-ı Âsitane-i Tophane" başlığı altında anlatır. Eski birçok kayıt ve belgeler ise, bazı tarikatların İstanbul'daki merkez tekkelerine "âsitane" denildiğini kanıtlamaktadır. Aziz Mahmud Hüdaî (Celvetî) Âsitanesi, Kadirîlerin, İsmail Rûmî ve Kadirihane (Tophane) âsitane-leri, Sünbülîlerin Kocamustafapaşa ve Sünbül Sinan âsitaneleri, Koska'daki Sâ'di Âsitanesi (Abdüsselâm Tekkesi), Bedevî Âsitanesi, Üsküdar'daki Rıfaî Âsitanesi, Uşşakîlerin Kasımpaşa Âsitanesi, Mevlevîlerin, Galata, Yenikapı, Kasımpaşa, Bahariye âsitaneleri (Mevlevi-haneleri), Karagümrük'teki Nureddin Cerrahî Âsitanesi bunlardandır.
Osmanlı Devleti'nin son dönemine doğru, İstanbul için "âsitane" deyiminin giderek daha az kullanıldığı, bunun yerine Dersaadet'in öne çıktığı görülmektedir. Buna bağlı olarak sadaret kaymakamına, âsitane kaimrnakamı, defterdar vekiline âsitane defterdarı vb unvanlar verilmesi de bırakılmıştır.
Halk arasında ise "âsitanlı" deyimi, İstanbullu anlamında uzun zaman kullanılmıştır. İstanbulluların kendilerine "şehrî", Galata, Eyüp, Üsküdar halkına "kasabalı", Anadolu ve Rumelililere de "taşralı" demelerine karşılık, taşra halkı da İstanbullulara "âsitaneli, âsitanlı" demişlerdir. Halk ozanı Gedaî bir şiirinde "Mücerred âsitanlı adı şanlı dilber-i şehrî" der.
Dostları ilə paylaş: |