I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə33/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   129

AHMED SAMİM

(1884, Prizren [bugün Yugoslavya'da] -9 Haziran 1910, istanbul) Gazeteci ve yazar. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) başladığı ortaöğrenimini, Robert Kolej "de tamamladı. Bir süre Reji İdare-si'nde memur olarak çalıştıktan sonra, II. Meşrutiyetin coşkulu havası içinde yazarlığa yöneldi.

Fecr-i Âti akımı içinde yer alan yazar, Osmanlı Ahrar Fırkası'nm yayın organı olan Osmanlı gazetesinde yazarlık yaptı. 31 Mart olayından (1909) sonra ancak birkaç sayı yayımlanabilen Hilâl gazetesini çıkardı.

İttihat ve Terakki'nin politikalarına şiddetle karşı çıkan ve adem-i merkeziyetçiliği savunan Ahmed Samim, 1910 başlarında, Sadâ-yı Millet gazetesinin yazı işleri müdürlüğü ve başyazarlığında bulundu. İttihat ve Terakki'ye çok sert eleştiriler yöneltti. İttihatçılar da onun İngiliz elçilik çevreleri ile yakın ilişkileri olduğunu ileri sürdüler.

Ahmed Samim 9 Haziran 1910 gecesi Bahçekapı'da, sokak ortasında tabanca ile öldürüldü. Daha sonraları, ölüm kararının bizzat İttihat ve Terakki'ce verildiği ve öldürenin İttihatçıların önde gelen fedailerinden biri olan ve 1926'da İzmir suikastına karıştığı gerekçesiyle idam edilen Abdülkadir olduğu öne sürülmüştür.

ORHAN KOLOĞLU

AHMED SİYAHÎ

(?, İstanbul - 1687, Trabzon yakınları Karadeniz'de) Ta'lik hattatı. Zenci olduğu için hattatlar arasında Siyahî Ahmed Efendi olarak anılır. Yeniçeri Oca-ğı'nda kâtiplik yaptı. Sanatında hocası, yakın akrabası olan Tophaneli Mah-mud'dur. Çok güzel ta'lik yazdığı için devrinin İmâd'ı sayılırdı. En tanınmış öğrencisi Durmuşzade Ahmed'dir(->). II. Kılıç Ali Paşa ile Trabzon'a giderken yolda kalp sektesinden ölmüştür. Siyahî Ahmed Efendi, İran ta'lik okulu üslubunda eserler vermiştir. Kıt'aları, müze ve kütüphanelerdedir.



Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 643; Habib, Hat ve Hattatan, ist., 1305, s. 236; Rado, Hattatlar, 106.

ALİ ALPARSLAN



AHMED ŞEMSEDDİN EFENDİ ÇEŞMESİ

İstinye'de çarşı girişinde Boğaziçi sahil yolu (Emirgân Caddesi) ile İstinye Cad-desi'nin birleştiği köşededir.

Çeşme, dört cepheli ve haznelidir. Sade olan cepheleri orijinal halinden pek bir şey kaybetmemiştir. Yalnızca ahşap olan çatısı çökünce yerine betonarme bir çatı oturtulmuştur. Cephelerinde dört kitabe vardır. Bu kitabelerin birinde yapının 1181/1767'de Ahmed Şemseddin Efendi isimli bir kişi tarafından yaptırıldığı, bir diğerinde ise 1341/ 1925'te Tarandil Şeminur Hanım tarafından suyollarıyla birlikte onarıldığı yazmaktadır.

Yapı sıvalı ve boyalıdır. Ayna nişi ve kemeri orantısız bir görünümdedir. Ayna ve yalak mermerdir. Aslen yapı, dört yönde üçer basamaklı merdivenlerle çıkılan bir platformda yer alıyorken, bugün bu merdivenlerden yalnızca batı yönündekinin izleri yol kenarında görülür. Çevredeki zemin kotunun tümüyle yükselmesi yüzünden diğer yönler-



Ahmed Şemseddin Efendi Çeşmesi

Erkin Emiroğlu, 1993

deki merdivenler yok olmuştur. Suyu akmaktadır. Su Belgrad Ormanı'ndan, Valide ve II. Mahmud bentlerinden gelen Başlısu'dur.



Bibi, Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 119-121. ZİYA NUR SEZEN

AHMED ŞEYDA

(19. yy) İstanbul üzerine aruz ölçüsüyle uzun bir destan yazmış olan kalem şairi. Abdülaziz devrinde (hd 1861-1876) yazdığı destanında verdiği bilgiye göre Artvin'in Ardanuç Kazası'ndandır. On iki yıl Fatih Medresesi'nde ya da Camii'nde hizmet etmiştir.

Ahmed Şeyda'nın Dâstân-ı Medhiyye-i İstanbul'unun da yer aldığı, 19. yy sonlarında basılmış bir destan mecmuasının kapağı.



M. Sabri Koz

M. Zeki Oral tarafından 1888 tarihli bir cönkte bulunarak yayımlanan Dâstân-ı Medhiyye-i istanbul başlıklı destanı üç bölüm ve elli dört dörtlükten oluşmaktadır. Aynı destan daha önce bir taşbasması destan mecmuasında ikisi 1284/1867-68 ve 1293/1876 tarihlerinde ve ikisi de tarihsiz olmak üzere dört kez ve elli üç dörtlük halinde yayımlanmıştır. Bu destan mecmuasından alınmış kırk üç dörtlükten oluşan eksik bir. örneğine N. F. Alsan'ın hazırladığı Şair, Edip ve Tarihçi Kalemiyle İstanbul (1973) adlı kitapta da yer verilmiştir.

Destanın birinci bölümü yirmi dört dörtlüktür. Bu bölümde İstanbul'dan ve Fatih Sultan Mehmed'den övgü ile söz edilir; şehrin bellibaşlı camileri, çeşitli özellikleriyle bazı semtleri ve bu semtlerde yaşayan güzellerin vefasızlığı dile getirilir. On altı dörtlükten oluşan ikinci bölüm İstanbul'un resmi dairelerini, çarşılarını, pazar yerlerini, esnaf ve sanatkârlarını, sur dışı semtlerinin tabii güzelliklerini, ilim ve devlet adamlarının özelliklerini konu edinir. On dört dörtlükten oluşan üçüncü bölüm İstanbul ramazanlarına ayrılmıştır. Ramazan ayı boyunca kandillerle donatılan bellibaşlı camilerin ve sur kapılarının görü-

nümü, türbe ve tekkeler tasvir edilmiş, şairin kimliği ve destanın yazıldığı tarih bildirilmiştir.

Ahmed Şeyda İstanbul'a methiye yazan şairler arasında halk zevkine yakınlığı, söyleyiş ve tasvirlerindeki içtenlik, gözlem gücü ile dikkati çeker.

Bibi. Dâstân-ı Medhiyye-i İstanbul, Destan-ı Bahr, Destan-ı Vehhâbî, Destan-ı Sivastopol. [istanbul], ty, 2-12; M. Zeki Oral, "istanbul Destanları", İstanbul Enstitüsü Mecmuası, IV (1958), ist., 191-197, Nebil Fazıl Alsan, Şair, Edip ve Tarihçi Kalemiyle İstanbul, ist., 1973, 109-114.

M. SABRİ KOZ



AHMED TURANÎ TEKKESİ

bak. BABA SUNGUR TEKKESİ



AHMED VEFİK PAŞA

(1813 ?, İstanbul, - l Nisan 1891, İstanbul) İstanbullu devlet adamı, diplomat, dil bilgini ve tiyatro yazarı. 19. yy'da İstanbul'un çok yönlü aile ve kültür ortamlarında yetişmiştir. Bulgarzade Yahya Naci Efendi'nin torunu, Babıâli'nin ilk Müslüman çevirmenlerinden Ruhiddin Efendi'nin oğludur. Yine, aydın bir eski İstanbul ailesi olan Hekim-başılarla (Tarihçi Hayrullah Efendi) akrabadır.

Ahmed Vefik, 1831'de Mühendisha-ne-i Berrî-i Hümayun'a yazıldı. Buradan, 1834'te, Mustafa Reşid Paşa'nın kâtibi olan babasıyla gittiği Paris'te St. Lo-uis Lisesi'nde okudu. 1837'de İstanbul'a döndü. Babıâli Tercüme Odası'na girdi. 1840'ta Londra elçilik kâtibi oldu. 1842'-de özel bir görevle Sırbistan'a gidip döndü. 1847'de ilk Osmanlı Devlet Salnamesini hazırladı. 1847'de Memleke-teyn (Eflâk-Boğdan) komiseri oldu. 1851'de İstanbul'a dönüşünde yeni kurulan Encümen-i Daniş'e üye atandı. Ertesi yıl gittiği Tahran Büyükelçiliği'nden 1854'te döndü. Ulâ-evveli rütbesiyle Meclis-i Vâlâ üyeliğine getirildi. 1855'te bâlâ rütbesine yükseldi. 1857'de deavi (adliye) nazırlığı yaptı. 1859 yılı sonunda Paris Büyükelçiliği'ne atandı. İstanbul'daki Fransız büyükelçisinin padişahın saltanat kayığına benzer bir kayıkla Boğaziçi'ndeki süksesini kırmak için, Paris sokaklarında imparatorun beyaz arabasını andıran bir arabayla dolaşması, amaçladığı etkiyi derhal sağladı. Bunun gibi, Paris'te oynanan, Türklüğe ve İslamiyete hakaretler yöneltici bir piyesi de sahneye çıkıp durdurdu.

186l'de geri çağrıldı. Meclis-i Vâlâ reisi, ardından evkaf nazın oldu. Bu kısa görevi sırasında Süleymaniye Camii'-nin mükemmel denecek düzeyde onarım ve restorasyonunu sonuçlandırdı. Fakat, İstanbul'daki evkaf bütçesinden aylıklı Mekke ve Medinelilerin ödeneğini kesmesi, Selatin Camii mihraplarının iki yanındaki dev mumları kaldırtması gibi nedenlerden 1862'de Divan-ı Muhasebat reisliğine kaydırıldı. 1863'te yeniden Meclis-i Vâlâ üyesi oldu. İki ay kadar Darülfünun'da hikmet-i tarih, ta-

AHMED VEFİK PAŞA

134

135

AHMED ZİYAEDDİN

rih okuttu. 1863-1865 arasında Anadolu sağ kol müfettişi olarak Bursa ve Balıkesir'de olumlu işler başardı. Örneğin Bursa'ya, görevinden dolayı "Müfettiş Suyu" denen kaynak suları akıttı. 1865-1871 arasında görevsiz olarak Rumelihi-sarı'ndaki köşkünde oturdu. Moliere'-den adaptasyon ve çeviriler yaptı, Ta-rih-i Osmanî adlı, istanbul ve taşra okullarında uzun süre okutulan ilk tarih dersi kitabı ile Atalar Sözü'nü yazdı. 1871'de, önce rüsumat emini, 4 ay sonra da sadaret müsteşarı oldu. Sert tutumu nedeniyle buradan Maarif Nezare-ti'ne atandı. 1873'te getirildiği Şûra-yı Devlet üyeliğinden açığa alındı ve üç yıl yine görevsiz kaldı. Bilimsel ve çeviri çalışmalarını sürdürdü ve Lehçe-i Osmanî'yi hazırladı. 1876'da Petersburg'-da toplanan Doğu Bilimcileri Kongre-si'ne Türk delegesi olarak katıldı. 1877'de, ilk Meclis-i Mebusan'a istanbul mebusu seçildi. 5 Şubat 1877'de Meclis reisliğine atandı. 20 gün sonra vezirlik rütbesi verildi. "Bana 20 yıldır bu onurlu rütbe teklif ediliyor. Mazeret bildirip kabul etmedim. Bu sefer, padişahın meclis hakkındaki teveccühünün belirtisi olduğu için sevinerek kabul ettim." dediği bilinir. Meclis oturumlarını çok sert ve kırıcı yönetti. Midhat Paşa'mn kurduğu Hediyye-i Askeriye Cemiyeti'ni kapattı. Meclis tatile girince Edirne Vali-liği'ne gönderildi. Üç ay sonra döndü. Ayan üyesi oldu. Bir ay kadar, ikinci kez maarif nazırlığından sonra 4 Şubat 1878'de dahiliye nazırlığı da üzerinde olarak "başvekil" unvanıyla sadrazamlığa atandı.

O sırada istanbul en buhranlı günlerini yaşamaktaydı. Edirne'yi işgal eden Rus orduları başkente doğru ilerlemiş, Büyükçekmece, ateşkes hattı olarak belirlenmişti. Şiddetli bir kış vardı, istanbul, Rumeli'den kaçan iki yüz bin dolayında aç, çıplak, hasta ve sahipsiz, Türk-Müslüman göçmenle dolmuştu. Bunları donmaktan korumak için tüm camiler, hanlar, hamamlar açılmıştı. Savaş koşulları yüzünden bütçe olanakları tükenmişti. Kâğıt paranın değeri gün gün düşmekte, fiyatlar yükselmekteydi. Fırınlar kapalıydı, istanbullular, kolluk güçleri, hattâ saray hademeleri, Fatih, Beyazıt, Sultanahmet meydanları ile Sirkeci çevresindeki yarı donmuş, yollarda yatan göçmen çocuklarını sırtlarında evlere taşımaktaydılar. Âhmed Vefik Paşa, ödünsüz ve tehdit edici yöntemlerle vilayetlerden para getirtti. Göçmenlerin çoğunu, Anadolu'ya gönderip iskân ettirdi. Halk bunlara "93 Muhacirleri" demiştir, istanbul'un iaşe ve geçim koşullarını büsbütün zorlaştıran nüfus yükünü bir ölçüde hafifletti. Halk ve ordu için iaşe temini önlemleri aldı. Fakat herkeste Rusların kenti işgal edecekleri korkusu vardı. Bu sırada, ingiltere'nin, İstanbul'daki uyruklarını korumak için Boğaziçi'ne bir filo gönderme girişimi, ikinci dönem çalışmalarına başlamış olan Meclis-i Mebusan'ı karıştırdı. Ah-

med Vefik Paşa, ingiltere'yi bu kararından caydırtamadı. Rusya ise böyle bir durumda istanbul'a bir tümen asker sokacağını duyurdu. Yıldız Sarayı'nda toplanan Meclis-i Fevkalade'de, ya savunma savaşına veya barışçı yoldan Rus tümeninin girişine karar verilmesi konuşuldu, ikinci öneri benimsendi. Ancak, İngiltere ile Rusya anlaştıklarından Rus birlikleri Yeşilköy'de karargâh kurmakla yetindiler. Rusya'nın ağır antlaşma koşullarını hafifletmek için Ahmed Vefik Paşa çaba harcadı ve donanmanın teslimini önledi. 3 Mart 1878'de Barış Ant-laşması'mn ön protokolü imza edildi. Ahmed Vefik Paşa, bitmez tükenmez tartışmaların geçtiği Meclis'i süresiz tatile sokan II. Abdülhamid'i, en azından, bazı mebusların tutuklanması kararından caydırdı. Fakat bu kez, padişah, kendisine "Şehremini Rasim Paşa ile Re-şad Efendi'yi (Sultan) tahta geçirmek için istanbul'daki göçmenlerden fedailer grubu oluşturmaktadırlar!" savını içeren



Ahmed Vefik Paşa

İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı

bir jurnal sunulunca 19 Nisan 1878 tarihinde Ahmed Vefik Paşa'yı başvekillikten uzaklaştırıp Bursa valiliğine atadı. Bu görevi üç yıl sürdü.

Bursa'daki hizmetleri ve açtığı tiyatro unutulmamıştır. İstanbul'a maliye nazırına çektirdiği bir telgrafta, istenen parayı gönderemeyeceğini aynen "Para denilen b..., bu vilayette yok!" sözleriyle bildirmesi; hükm-i karakuşi denen, yasaya, olagelene uymaz tutumu sonucu 1882'de azledildi. Buna ilişkin Meclis-i Vükela (Bakanlar Kurulu) kararında, merkezden atanan kamu görevlilerini işe başlatmamak, yetkisi yokken kaymakam azletmek, tiyatro biletlerini zorla sattırmak, kimi memurlara maaş verdirmemek, müfettişlere hakaret etmek vb suçlamalar yer alıyordu.

30 Kasım 1882'de ikinci kez atandığı başvekillikten iki gün sonra azledilince bundan çok alındı. Bir daha görev kabul etmemek kararlılığı ile Rumelihisa-rı'ndaki köşküne çekildi. Dokuz yıl boyunca âdeta yoksul yaşadı. Bu durumda öldü. İstanbul gazeteleri ertesi gün ölüm haberini "Bir müddettir müptela olduğu hastalıktan rehâyâb olamayarak 20 Mart 1307/1 Nisan 1891 günü Rume-lihisarı'nda kâin sâhilhânesinde tekmil-i enfas eylemişdir. Hastalığında Zât-ı Hazret-i Şehriyarî (padişah II. Abdülha-mid) birkaç defa Mâbeynden ahvalini sordurmuşdu" vb cümlelerle verdiler ve yaşamöyküsünü sansür korkusuyla çok kısa geçtiler. Serveti, yalısındaki 15 bin nadir kitabından ibarettir. Eyüp'teki aile kabristanına değil de Rumelihisarı'ndaki Kayalar Mezarlığı'na gömülmesi, sonradan birtakım yorum ve yalanlara bağlanmıştır. Sözde, korusunu Robert Ko-lej'e sattığı için, Abdülhamid "oraya gömün de çan sesleri dinlesin!" demiş.

Tanzimat ricali denen kişilikli kadro içinde Ahmed Vefik Paşa'nın asıl farklı ve üstün yönünü bir kültür adamı oluşu ortaya çıkarır, istanbul'a çağdaş Batı tiyatrosunun gelmesine öncülüğü o yapmış, öte yandan adaptasyonlarında Anadolu Türkçesine de yer vererek istanbul kültürüne egemen Osmanlıcaya karşı arı Türkçeyi kendi eserlerinde cesaretle kullanmıştır. 18ö8'den başlayarak istanbul'da sahnelenen, Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Yorgaki Dandini, Merakı, Okumuş Kadınlar, Kocalar Mektebi vb çeviri ve uyarlamalarına istanbullular, kahkahalarla gülmüşler, bu sayede tiyatroya ısınmışlardır. Halk ve istanbul kültürüne, dil-sözlük ve tiyatro alanlarındaki katkıları büyüktür. Lehçe-i Osmanî adlı sözlüğü bir başyapıttır. Kendisi bu çalışmalarını, Türklerin dil, edebiyat, kıyafet ve sanat bakımından bağımsız bir ulus olarak canlanmalarına bir hizmet biçiminde yorumlamıştır. Moliere'den yaptığı çeviri ve adaptasyonlar öylesine başarılıdır ki, "Ahmed Vefik Paşa, eserlerini Moliere'e yazdırtmış!" denilmiştir. Fransızca, İngilizce, italyanca, Grekçe, Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen, Rusça, Ibranice, Çağataycayı anlayan ve okuyan Ahmed Vefik Paşa'nın, Voltaire'den 'Micromegas (Hikaye-i Hikemiye-i Mik-romega), Fenelon'dan Telemak, la Sa-ge'den Cilblâs, Santillâni'den Sergüzeşt, V. Hugo'dan Ernani çevirileri o dönem için önemli yenilikler olmuş, İstanbul aydınları, bu eserlerin 2., 3-, 4. basımlarını aramışlardır. İstanbul okullarında okutulan ilk Osmanlı tarihi ders kitabı olan Târih-i Osmanî / Fezleke-i Târih-i Osmanî, Osmanlı padişahlarını, övgülere yer vermeksizin, dönemlerindeki olayları özetleyen ve bir imparatorluğun anatomisini içeren özgün bir eserdir.

Vezirlerin, paşaların padişaha ve birbirlerine dalkavukluk ettikleri bir dönemde kimseden çekinmeyen, kimseye boyun eğmeyen, bilgisinden emin, u-lusçu kişiliği ile herkesle ters düşmesi

doğaldı. O nedenle de farklı bir İstanbul efendisi ve Osmanlı paşası olarak yaşamının son yıllarını, İstanbul'un ilk büyük ve özel ihtisas kütüphanesini içeren evinde geçirdi. Kütüphanesi İstanbul'daki özel kitap koleksiyonlarının en değerlisiydi. 1893'te bir Amerikalının almak istediği bu kitaplığı, vârisleri satmadılar. 314 sayfalık bir katalogu Bağ-datlıyan tarafından yayımlandı. Buna göre ad olarak 3.851 eser, cilt ölçeğiyle de 6.000 dolayında kitap saptanmıştır. Bunlar arasında nadir yazmalar, Çağatayca, Farsça, Arapça, Türkçe, Latince, İngilizce, Fransızca ve başka dillerden eserler bulunuyordu. Bu eşsiz kütüphane, daha sonra küçük partiler halinde satılıp dağıtılmıştır.

Ahmed Vefik Paşa'nın, herkesten fazla alafranga olması gerekirken herkesten çok ulusçu ve gelenekçi olması, kişiliğini öne çıkartan tipik davranışları, bir dizi anekdota konu olmuştur. Onu yakından tanıyanlardan tarihçi Abdurrahman Şeref "Sokakta dilenci kıyafeti ile dolaş-sa hiç tanımayan birisi, bu adam vezirdir, diye hükmedebilirdi" der. Evinde, eşine Türk usulü ferace ve çedik giydirmesi, ailesini alafranga modalardan uzak tutması meşhurdur. Yine A. Şeref, onunla ilgili anılarında "Son yıllarda üç dört ayda bir kendisini görmeye giderdim. Gerçekten zengin bir insan değildi. Her ay ödenmeyen emekli aylığı, çok yalınkat olan evinin geçimine yetmiyordu. Eşya eskimişti. Hattâ minder örtüleri yamalı idi. Küçülmemek için ne aylığına zam ve ne de geçmiş maaşlarının ödenmesini istemiştir... Farklılığı sırf gönül tokluğu değildi. Sevmediklerini mevkilerine bakmadan apaçık aşağılardı. Hoşlandıklarına da toz kondurmazdı. İri püsküllü büyük fesi, yuvarlak çehresi, korku ve saygı duygularını bir arada uyandırırdı..." der. Onun için döneminde "Başaşağı kütüphane", "Her tarafı dikenli bir yuvarlak", "Binek taşı iriliğinde pırlanta" denmiştir. Devlet memurlarının rüşvete bulaşmışlarını çerçöpten sayar, ahmakları ve yeteneksizleri bile bunlardan üstün tutarmış. Çoğu çevrelerce "deli" bilinirmiş. Ahmed Vefik Paşa ise yakınlarına "Kendime deli dedirtinceye kadar neler çektim!" dermiş. Bayram tatilini kaldırması, kızdıklarını hapsettirmesi, kovması, esnafa borcunu ödemeyen bir bürokratın atını sattırması, Bursa valiliğindeki garip icraatı, alaycılığı, fesi, fesinin püskülü, takkesi, ayakkabıları, gözlüğü, gecelik entarisi vb onun ilginç özelliklerindendi.



Bibi. İnal, Son Sadrazamlar, I; Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, ist., 1339, s. 223-234; I. Hikmet (Ertaylan), Ahmet Vefik Paşa, İst., 1932; F. A. Tansel, "Ahmed Vefik Paşa", Belleten, no. 109, 110, 113, (1964-1965); M. Z. Pakalın, Ahmed Vefik Paşa, İst., 1942; M. Uraz, Ahmed Vefik Paşa, İst., 1944; A. H. Tanpınar, "Ahmed Vefik Paşa", lA, I, 207-210; O. Köprülü, "Ahmed Vefik Paşa Kütüphanesinin Katalogu Hakkında", Türk Kültürü, Şubat 1971, s. 100.

NECDET SAKAOĞLU



AHMED ZİYAEDDİN EFENDİ TEKKESİ

bak. GÜMÜŞHANEVÎ TEKKESİ



AHMED ZİYAEDDİN GÜMÜŞHANEVÎ

(1813, Gümüşhane - 13 Mayıs 1893, İstanbul) Nakşibendîliğin Halidî koluna mensup mutasavvıf.

Gümüşhane'de başladığı eğitimine sırasıyla Trabzon ve 1831'de geldiği istanbul'da devam etti. Önce Bayezid ardından Mahmud Paşa medresesinde okudu ve burada Kürt Hoca lakabıyla tanınan Nakşî Şeyhi Abdurrahman el-Harputî'nin (ö. 1851) öğrencisi oldu. 1844'te müderrislik icazeti aldı ve aynı yıl Bayezid medresesinde ders vermeye başladı. 18ö3'te ilk hac yolculuğuna çıktı. 62 yaşında iken Şeyhülharem Meh-med Emin Paşa'mn kızı Havva Seher Hanım ile evlenen Gümüşhanevî, 1877'de Osmanlı-Rus Savaşı'na katılarak Batum cephesinde çarpıştı. Ertesi yıl ikinci defa hacca gitti ve dönüşünde bir süre Mısır'da kaldı. 1878'den vefatına kadar istanbul'da kendi adıyla anılan tekkesinde tarikat faaliyetlerini sürdürdü. Mezarı, Süleymaniye Camii naziresinde, Kanuni Sultan Süleyman Türbe-si'nin kıble duvarı bitişiğindedir.

Ahmed Ziyaeddin Efendi, medrese eğitimi gördüğü yıllarda tasavvufa da ilgi duymuş, İstanbul'daki çeşitli Nakşî tekkelerine devam ederek sohbetlere katılmıştır. Bu Nakşî merkezlerinden Üsküdar'daki Alacaminare Tekkesi'nde Mevlana Halid'in halifelerinden Abdül-fettah Ukarî (ö. 1864) ile tanışması ve onun aracılığıyla Trablusşam müftüsü olarak tanınan Ahmed Ervâdî'ye (ö. 1858) intisap etmesi, Halidîliğin İstanbul'da örgütlenmesi açısından bir dönüm noktasıdır. 1848'de gerçekleşen bu intisap sonucunda Gümüşhanevî, Halidî hilafetinin yanısıra Nakşî, Müceddidî, Ceştî, Mahzarı, Desûkî, Kadiri, Kübrevî, Şazelî, Halveti, Sühreverdî, Bedevi ve Rıfaî tarikatlarından da icazet almış, "Ca-miu't-turuk" bir şeyh olarak yetiştirdiği müritlerine, tasavvuftaki eğilimlerine göre bu tarikatlardan icazet vermiştir.

Gümüşhanevî'nin mensubu bulunduğu Halidî tarikatı, 19. yy'da Nakşibendîliğin İstanbul'daki en etkin koludur. Aslen Şafiî mezhebinden olan Mevlana Halid'in (ö. 1826) kurduğu bu tarikat, Kuzey Irak'taki Süleymaniye'de kökleşmiş, Basra, Kerkük, Erbil, Diyarbakır, Cizre, Mardin ve Urfa gibi Kürt nüfusunun yoğun şekilde bulunduğu yerleşim bölgelerinde hızla yaygınlaşmıştır.

19. yy başlarında Mevlana Halid'in halifeleri Muhammed Salih ve Abdül-vehhab Sûsî tarafından istanbul'a getirilen Halidîlik, başta Şeyhülislam Mekkî-zade Mustafa Âsim Efendi, Namık Paşa ve Necib Paşa gibi devlet adamlarından yakın destek görmüş, Hocapaşa'da Saf-vetî, Eyüp'te Hüsrev Paşa, Halıcılar'da Feyzullah Efendi ve Çarşamba'da İsmet

Efendi tekkelerinde faaliyete geçerek istanbul'un mistik hayatında önemli rol oynamıştır. Ancak II. Abdülhamid'in doğudaki Kürt aşiretlerini denetlemek amacıyla Halidîliği himaye etmesi, tarikatın zamanla siyasi işlevini ön plana çıkartmış ve bu yüzden mensupları, Babıâli tarafından sürekli takibata uğramıştır.

Önceleri Mahmud Paşa Medresesi'n-deki hücresinde yakın çevresine tarikat telkini yapan Ahmed Ziyaeddin Efendi, müritlerinin kalabalıklaşması nedeniyle 1859'dan itibaren Cağaloğlu'ndaki Fatma Sultan Camii'ni merkez olarak seçmiş Halidîliğin diğer Nakşî grupları içindeki varlığı bu tarihten sonra önem kazanmıştır.

Gümüşhanevî Tekkesi'ni(->) oluşturan Fatma Sultan Camii, daha önce burada mevcut bulunan Piri Ağa Mesci-di'nin yerine 1727'de Damat ibrahim Paşa'nın eşi Fatma Sultan tarafından yaptırılmıştır. 1826'da çıkan Hocapaşa yangınında harap olan yapı, 1827'de yeniden inşa edilmiş ve 1859'da Ahmed Ziyaeddin Efendi tarafından Halidî usulünce "Hatm-i hâcegân" icra edilen bir tekkeye dönüştürülmüştür. 1875'te harem ve selamlık daireleri ile derviş hücrelerinin eklenmesiyle son şeklini alan tekkede Gümüşhanevî'nin vefatından sonra Hasan Hilmî Efendi (ö. 1911), İsmail Necatî Efendi (ö. 1918), Ziyaeddin Ömer Efendi (ö. 1920) ve Mustafa Feyzi Efendi (ö. 1926) postnişinlik görevini üstlenmişler ve tekke 1925'te çıkartılan 677 sayılı kanun gereği bu son şeyhin zamanında kapatılmıştır. Cumhuriyet döneminde kadro harici bırakılan Fatma Sultan Camii ve Gümüşhanevî Tekkesi bir süre valiliğin yatakhane ve elbise deposu olarak kullanılmış, 1957'de ise yol açma gerekçesiyle yıktırılmıştır.

Günümüz İstanbul'unda varlığını sürdüren Nakşî grupları arasında Gümüşhanevî'nin tarikat silsilesine bağlı olan Halidîlik, en etkili olanıdır. Gümüşhanevî Tekkesi'nin son şeyhi Mustafa Feyzî Efendi'nin halifesi Mehmed Zahid Kotku (ö. 1980) tarafından Fatih'teki İskender Paşa Camii'nde örgütlenen bu Nakşî kolu, özellikle 1950'ler-den sonra İstanbul'a göç eden taşralı esnaf tabaka arasında hızla yaygınlaşmış, dönemin partileriyle yakın ilişki kurarak siyasi bir kimlik kazanmıştır. Kotku'nun damadı ve halifesi Prof. Dr. M. Esad Coşan'a bağlı olarak halen faaliyetini sürdürmektedir.

Ahmed Ziyaeddin Efendi'nin tasavvuf anlayışı, Nakşîliğin ana ilkelerine sadık kalarak geliştirdiği hadis, fıkıh ve akaid ağırlıklı bir düşünce sistemi içinde şekillenmiştir. Halvete ayrı bir önem veren müritlerini riyazatla eğiten Gümüşhanevî, eserlerini Arapça kaleme almış olup bunlardan Camiü'l-Usûl, başta Nakşîlik gelmek üzere diğer tarikatlar-daki adap ve erkânı da inceleyen temel bir kaynaktır.



Bibi. Ayyansarayî, Hadîka, I, 156; Tarih-i Lutfî, I, 286-287; Süleyman Zühdî Halidî,

AHMEDİYE KÜLLİYESİ

136

13',

AHMET HAŞİM

Mecmuatü'r-Resâil âlâ Usûli'l-Hâlidiyye, İst., 1305; Mustafa Fevzî, Hediyyetü'l-Hâlidîn. İst.. 1313; Osmanlı Müellifleri. I, 157: Vassaf. Sefine, II, 185-186; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ. 29: İ. Gündüz. Gümüşhanevî Ahmed Ziyâ-üddîn. Hayan, Eserleri. Tarikat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarikatı, İst., 1984; S. Eyice, "İstanbul'un Kaybolan Eski Eserlerinden: Fatma Sultan Camii ye Gümüşhaııeli Dergâhı", Prof. Dr. Sabri F. Ülgenefe Armağan, İst., 1987, s. 475-511; T. Zarcone, "Remarques sur le röle sociopolitique et la filiation historique deş Şeyh Nakşbendî dans la Turquie contempo-raine" Naqshbandis, İst.-Paris, 1990, s. 416-420: Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî, Sempozyum Bildirileri, İst., 1992.

EKREM IŞIN



AHMEDİYE KÜLLİYESİ

Üsküdar'da Ahmediye semtindedir. Gündoğumu Caddesi ile Esvapçı Sokağı köşesinde meyilli bir araziye oturtulmuştur.

Külliye, cami, medrese (tekke), kütüphane, sebil, çeşmeler, türbe ve hazi-reden teşekkül etmiştir. Külliyedeki çeşitli kitabelere göre Tersane Kethüdası Eminzade Hacı Ahmed Ağa (ö. 1730) tarafından yaptırılmıştır. İki kapısı olan külliyenin meyilli araziye oturtuluşu ve mimari tanzimi çok başarılıdır. Gündoğumu Caddesi üzerinde sağında bir çeşme, solunda da bir sebil olan ve Tekke Kapısı denilen birinci kapısı 1134/1722 tarihlidir. Kitabesi dört satır halinde ta'-lik hattı iledir. Bu kapı üzerinde medresenin dershanesi mevcuttur. Külliyenin ikinci kapısı Esvapçı Sokağı'ndadır. Bu kapıdan merdivenlerle iç avluya çıkılmaktadır. Külliyenin mimarı bilinmediği gibi vakfiyesi de bulunamamıştır.

1945'te Vakıflar İdaresi'nin ve Kızılay'ın mutfak ve erzak ambarı ve imareti olarak kullanılan külliyede, günde Vakıflar İdaresi tarafından 250, Kızılay tarafından 2.300 fakire yemek dağıtıl-maktaymış. 1986'da medresenin bir bölümü, dershane ve kütüphane, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı bir Kuran kursu olarak kullanılmakta, diğer kısımlar yine imaret olarak vazife görmekte ve günde 176 kişiye yemek dağıtılmaktaydı. Bugün (1993) Kuran kursu talebelerine günde 40-45, imarette de fukaradan 109 kişiye yemek dağıtılmaktadır.



Cami: Cadde ve sokağın kesiştiği köşededir. Camiin kitabesi kapı üzerinde beş satır halinde Arapça olarak sülüs hattıyla yazılmıştır. Bugün bu yazının en alt satırı üzerine giriş saçağının çinkosu isabet etmiştir. İlk cuma vaazım İsmail Hakkı Bursevî'nin verdiği ve Arapça olan tarih mısraını da söylediği rivayet edilmektedir. Kitabeyi okuyan İ. H. Konyalı ise Selim isimli bir şaire ait olduğunu söylemektedir. 1134/1722 taT rihli olan bu kitabede, yerinde bulunan Kefçe (Kepçe) Hoca Mescidi'nin harap olduğunu ve yerine Hacı Ahmed Ağa'-nın bu camii yeniden yaptırdığı ve minber koydurduğu yazılıdır. Yine camiin kapısı üzerinde bugün yeri boş bulunan bir başka levhada 1277/1860'ta Ali Efendi isminde birisinin camii tamir et-

Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin