İKİNCİ nesil kiTİaranin oğLU



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə20/35
tarix29.12.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#36355
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   35

"Hepsi birden!" diye ağzı beş karış açıldı Sturm'ün. " Herif hepsini birden almış!"

Şef umutsuzca başını sallayıp onayladı ve sonra kollarındaki çocuk kederle zırladı. "Ve sadece bizimkiler değil. Adadaki her kabilenin başına geldi bu. Eskiden vahşi, gururlu bir halktık," diye ekledi şef, koyu gözlerinde şimşekler çakarak. "Kabilelerimiz sürekli olarak savaş halindeydi. Cenk meydanında şan ve şeref kazanmak bizim yaşam sebebimizdi. Savaşırken ölmek bir adamın yaşayabileceği en soylu ölümdü! Şimdi ise ev işleriyle dolu bir hayat yaşıyoruz-"

"Ellerimiz kan yerine bulaşık suyuyla ıslanıyor," dedi bir diğeri, "kafatası parçalamak yerine elbise dikiyoruz."

"Tabii kadınlar olmadan başka nelerden yoksun olduğumuzu söylemeye gerek dahi yok," diye ekledi bir üçüncüsü, manalı bir bakışla.

"Peki neden onları geri almıyorsunuz be adam!" diye kızdı Ta-nin.

Savaşçıların hepsi birden ona hiç gizlemedikleri bir dehşetle baktılar, çoğu omuzlarının üstünden, tepesinden dumanlar tüten volkana baktı. Yüzlerinde sanki konuşulanların duyulmasından korkarmış gibi dehşet dolu bir ifade vardı.

"Kudretli Lord Gargath'a saldırmak mı?" diye sordu şef neredeyse bir fısıltı halinde. "Gricevher'in efendisinin gazabıyla yüzleşmek mi? Hayır!" Titreyerek çocuğunu göğsüne bastırdı. "En azından çocukların şu anda bir ebeveyni mevcut hâlâ."

"Ama eğer bütün kabileler birleşip savaşırsa," diye tartıştı Sturm, "bu da eder... kaç adam eder? Yüzlerce mi? Binlerce mi?"

"Eğer milyonlarca bile olsaydı Gricevher'in Efendisi'ne karşı çıkamazdık," dedi şef.

"Pekâlâ öyleyse," dedi Dougan sertçe, "neden bizi kumsaldayken durdurmaya çalıştınız? Kendinizi bu şeyden kurtaracağımız için epey memnun olmanız gerekirdi gibi geliyor bana!"

"Lord Gargath, onu almaya çalışan herkesle savaşmamızı emretti bize," dedi şef basitçe.

Köylerine -daha iyi günler görüp geçirmiş olan sazlardan kulübelerin serpiştirildiği bir yer- ulaşan savaşçılar dağıldılar. Kimi çocuklarını yatırdı, kimi kaynayan tencereleri karıştırmaya koşturdu, kimiyse içi giysilerle dolu leğenlerle birlikte dere yatağının yolunu tuttu.

"Dougan," dedi Tanin, bütün bunları neredeyse sözlerle anlatılamayacak büyüklükte bir hayretle izlerken, "bu saçmalık! Neler dönüyor?"

"Gricevher'in gücü bu evlat," dedi cüce ciddiyetle. "Onun büyüsünün etkisi altındalar ve hiçbir şeye mantıklı bir açıdan bakamıyorlar. Lord Gargath'a saldırmalarını engelleyen şeyin Gricevher olduğuna bire on bahse girerim. Ama şimdi biz"-kardeş-lere kurnazca baktı-"biz onun büyüsü altında değiliz."

"Henüz değiliz," diye belirtti Palin.

"Ve bu sebeple onu mağlup etme şansımız var! Hem bununla

beraber, olsa olsa ne kadar güçlü olabilir ki?"

"Ah, elinde birkaç bine yakın kişiden oluşan bir ordusu olabilir," dedi Sturm.

"Hayır, hayır," dedi Dougan çabucak. "Eğer olsaydı, o orduyu köylere saldırması, erkekleri öldürüp kadınları alması için yollardı. Lord Gargath, Gricevher'in gücünü kullanıyor, çünkü elinde olan tek şey bu! Fakat çabuk harekete geçmeliyiz evlatlar, çünkü etki alanının içinde kaldığımız sürece, bizim üzerimizde sahip olacağı güç de artacaktır."

Tanin kaşlarını çatarak düşünüp taşındı. "Peki Gricevher'i nasıl alacağız?" diye sordu aniden. "Ve onu aldıktan sonra ne yapacağız? Bana öyle görüyor ki o zaman hepsinden büyük bir tehlike içinde olacağız!"

"Ah, o konuyu bana bırakın!" dedi Dougan, ellerini ovuşturarak. "Sadece onu almama yardım edin evlatlar."

Tanin'in kaşları hâlâ çatıktı.

"Ve kadınları düşünün -zavallı şeyler," diye devam etti cüce üzüntüyle, "o kötü lord tarafından esir tutuluyor, onun şeytani iradesine boyun eğmeye zorlanıyorlar. Hiç şüphesiz ki kendilerini kurtaran cesur erkeklere fazlasıyla minnettar kalacaklardır..."

"O haklı," dedi Sturm ani bir kararlılıkla. "Kadınları kurtarmak bizim, yani Solamniya Şövalyeleri adaylarının görevidir Tanin."

"Sen ne dersin küçük kardeş?" diye sordu Tanin.

"Bu insanlara yardım etmek bir Beyaz Cüppeli olarak benim görevimdir," dedi Palin, kendisini aşırı derece bencil hissederek. "Bütün bu insanlara," diye ekledi.

"Ayrıca bu bir şeref meselesi, evlat," dedi Dougan gururla. "İddiayı siz kaybettiniz. Ve gnomların gemiyi onarması birkaç gün sürecektir..."

"Ve kadınlar muhtemelen fazlasıyla minnettar kalacaktır!" diye söze karıştı Sturm.

"Pekâlâ, geliyoruz!" dedi Tanin. "Fakat bir çeşit acayip taşın gücüyle savaşmaktansa bir ejderhayla yüzleşmeyi tercih ederim hani."

"Ha ha, ejderhaymış!" diye tekrarladı cüce, Tanin'in fark edemeyecek kadar meşgul olduğu sinir edici bir sırıtışla.

Kardeşler ve cüce, çamaşırları dışarı asmakta olan ve bu sırada yahni tenceresinin kaynayıp kaynamadığını görmek için içeriye endişeli bakışlar atan şefin yanına gittiler.

"Beni dinleyin biraderler!" diye haykırdı Tanin yüksek sesle, köyün savaşçılarının onun etrafında toplanmasını işaret ederek. "Ben, kardeşlerim ve cüce, şu Lord Gargath'ın şatosuna gidip Gricevher'i alacağız. Bizimle gelmek isteyen var mı aranızda?"

Birbirilerine bakan savaşçılar kafalarını salladılar.

"Pekâlâ öyleyse," diye devam etti Tanin kızgınlık içinde, "içinizden biri bize rehberlik eder mi? Biz şatoya vardığımızda geri gelebilirsiniz."

Savaşçılar yeniden kafalarını salladılar.

"Öyleyse yalnız gideceğiz!" dedi Tanin küplere binerek. "Ve, ya elimizde Gricevher ile geri döneceğiz ya da o şatoda hayatlarımızı vereceğiz!"

Topuğunun üstünde dönen koca adam köyden dışarı doğru hızla yürüdü, kardeşleri ile cüce de peşinden gittiler. Yine de giderlerken, savaşçıların kendilerine karanlık bakışlar attığını gördüler ve bir şeyler homurdandıklarını duydular. Hatta çoğu onlara doğru yumruklarını salladı.

"Kesinlikle hiç de memnun gözükmüyorlar," dedi Tanin. "Özellikle de bütün tehlikeyle yüzleşecek olanlar bizlerken. Neler diyorlar?"

"Sanırım kadınların bize muhtemelen fazlasıyla minnettar kalacağı akıllarına gelmiş olmalı," diye yanıtladı Dougan alçak bir sesle.

I3ölü»r\ 5

Sturm daha sonraları, Tanin'in neler döndüğünü anlamış ve cüceyi o gece kumardan uzak tutmuş olması gerektiği fikrini destekledi. Tanin de cevap olarak Sturm'e, bütün bu hadise boyunca uyumuş olduğuna göre çenesini kapalı tutmasını söyledi. Ama Palin ikisine de, o zaman Gricevher'in etkisi altında olduklarını ve zaten muhtemelen hiçbir şey fark ettirmeyeceğini hatırlattı.

Gür ormanın içinde rahatça ilerleyerek, yıllardır orada olduğu belli olan bir patikayı takip ederek bütün gün boyunca yürüdüler. En büyük sorun sıcaklıktı, ki sıcaklık da şiddetliydi. Sturm ile Tanin zırhlarını çıkarıp bir kenara koydular ve en sonunda Palin'i de beyaz cüppesini çıkartmaya ikna ettiler fakat bundan önce vahşi ormanda iç çamaşırlarıyla dolaşma fikrine epey bir süre itiraz etti.

"Bak," dedi Tanin en sonunda, cüppesinden ter damlamakta olan Palin yere yığılma safhasmdayken, "seni görecek kadın falan yok, bu kadarından eminiz. Büyü keselerini beline as. Bir sonraki köye varmadan önce, her zaman giyinmek için şansımız olacaktır." Palin gönülsüzce kabul etti ve cılız bacakları hakkında Sturm'den duyduğu birkaç alaycı söz haricinde bunu yaptığına da oldukça memnun oldu. Güneş tepeye yükseldikçe, orman daha da yapış yapış bir hal aldı. Kesik kesik düşen yağmurlar, kardeşleri ve cüceyi arada sırada serinletiyordu ama en sonunda sadece nemliliği arttırmaya yarıyordu o kadar.

Yine de Dougan, geniş siperlikli şapkası dışında pek fazla şeyini çıkartmayı şiddetle reddetti, sıcaklığın bir cüce için hiçbir şey olduğunu savundu ve insanların zayıflıklarıyla dalga geçti. Bunları söylerken, yüzünden aşağı ta bıyıklarının ucuna kadar inip damlamakta olan terler boşalıyordu. Sanki içlerinden biri ona bir şeyler söylemeye cüret etmiş gibi meydan okurcasına bir edayla ilerledi ve sık sık kendisini yavaşlattıkları konusunda söylenip durdu. Fakat Palin, Dougan'ın hiç kimsenin bakmadığını sandığı zamanlarda, kendisini bir kayanın üstüne atıp şapkasıyla yellediğine ve sakalıyla yüzünü sildiğine birden fazla kez tanık olmuştu.

l

Ormanın içinden yaklaşık bir günlük yolculuk mesafesinde sıradaki köye vardıklarında, hepsi birden -hatta cüce bile- o kadar zayıf ve bitkin düşmüşlerdi ki etkileyici bir izlenim bırakmak için elbiselerini ve zırhlarını geri giyecek gücü bile zar zor bulabildiler. Onların haberi gizemli bir şekilde yayılmış gibiydi (Palin duymuş oldukları o garip davul seslerinin sebebini o zaman anladığını düşündü), çünkü köyün erkekleri ve çocukları tarafından karşılandılar. Erkekler onlara sakince baktılar (fakat elf zırhını gördüklerinde birçoğunun gözleri parlamıştı), yiyecek içecek verdiler ve geceyi geçirebilecekleri bir kulübe gösterdiler. Tanin, Gargath Şatosu'nu hücum etme konusunda heyecanlandırıcı bir konuşma yaptı ve gönüllü var mı diye sordu.



Verilen tek cevap kararmış bakışlar, yere sürtünen ayaklar ve mırıldanılan birkaç mazeretti, "Gelemem. Tencerede tavuk yahnisi pişiyor..."

Bu umduklarından hiç de farklı olmadığı için kardeşler zırhlarını ve elbiselerini çıkartıp yataklarına gittiler. Gecenin uykusu deliksizdi, tabii sanki insan teni için deli gibi aç olan bir çeşit kanatlı, etobur böcekleri şap sup ezmek ve yaşanan bir diğer hadise dışında.

Gece yarısı sularında Tanin, omzunu sarsan ve yüksek sesle ismini seslenen cüce tarafından uyandırıldı.

"N'ooldu?" diye mırıldandı Tanin uykulu uykulu, kılıcını el yordamıyla arayarak.

"Hayır evlat, silahını bırak," dedi Dougan aceleyle. "Sadece bir şey bilmem gerekiyor evlat. Sen, ben ve senin kardeşlerin, biz yoldaşız değil mi?"

Tanin hatırlayabildiği her şey kadar iyi bir şekilde, cücenin bu soruyu sorarken özellikle tedirgin olduğunu ve bu soruyu birkaç kez tekrarladığını hatırlıyordu.

"Evet yoldaşlar," diye mırıldandı Tanin, öbür tarafa doğru kıvrılarak.

"Benim olan sizin malınız, sizin olan da benim malım öyleyse?" diye ısrar etti cüce, genç adamın suratına bakmak için eğilerek.

"Evet, evet." Tanin elini salladı ve aynı anda hem bir böceği, hem de cücenin sakalını savuşturdu.

"Teşekkürler evlat! Teşekkürler," dedi Dougan minnettarlıkla. "Buna pişman olmayacaksın."

Tanin daha sonraları cücenin en son söylediği sözler olan, "Buna pişman olmayacaksın," sözlerinin uğursuz bir şekilde rüyaların-

da dolandığını ama uyanıp da bunu düşünemeyecek kadar yorgun olduğunu belirtecekti.

Hal böyleyken, bir sonraki sabah boğazında bir mızrak ucuyla ve tepesinde dikilmiş birkaç uzun boylu askerle birlikte uyandığında, düşünmek için bol bol zamanı oldu. Hızla etrafına bakındığın-da kardeşlerinin de aynı koşullar altında bulunduğunu gördü.

"Sturm!" diye seslendi Tanin, kıpırdamaya cüret etmeden ve ellerini açık bir şekilde ortada tutarak. "Palin, uyanın!"

Sesindeki bu tehlike dolu tınıyla birlikte kardeşleri hemen uya-nıverdiler ve kendilerini esir almakta olan kişilere uykulu bir şaşkınlıkla baktılar.

"Tanin," dedi Palin, sesini kısık tutarak, "neler oluyor?"

"Bilmiyorum ama anlayacağım!" dedi Tanin hiddetle, mızrağın ucunu kenara doğru iterek. "Bu saçmalık da nedir?" diye sordu ayağa kalkmaya davranarak. Mızrağın ucu yeniden boğazına dayandı, bu sefer ona -biri göğsünde diğeri ise sırtında- iki mızrak daha katıldı.

"Onlara kadınlar ne kadar minnettar kalırsa kalsın, bizim için fark etmeyeceğini söyle!" dedi Sturm, yutkunarak ve nafile yere bir santim geriye gitmeye çalışarak. Mızrağın ucu onu takip etti. "Biz şövalye olacağız! Dini bekârlık yemini ettik..."

"Sebebi... şey... kadınlar değil, evlat," diye mırıldandı utanç içindeki Dougan, kulübenin içine girip de iki kafasını askerlerin arasından sokup bakarak. "Bu... ııh... bir şeref meselesi... tabiri caizse yani. İşin aslı evlatlar," diye devam etti cüce yürek parçalayıcı bir iç çekişle, "Ben dün gece birazcık kumar oynadım da."

"Eee?" diye homurdandı Tanin. "Bunun bizimle ne ilgisi var?"

"Açıklayacağım," diye başladı Dougan, dudaklarını yalayarak ve gözleri bir kardeşten diğerine bakıp durarak. "İlk bir iki saat içinde çok iyi zarlar geliyordu. Şefin tüylü başlığını ve iki inek kazandım. O zaman bırakacaktım, yemin ederim. Ama o yaşlı evlat epey üzülmüştü, eh, eşyalarını geri kazanma fırsatı vermeyip de ne yapaydım?" Şansım öyle iyiydi ki, her şeyi tek bir zar atışına bahse koydum, buna baltam ile şapkam da dahildi ha."

Tanin cücenin şapkasız kafasına baktı. "Kaybettin."

Dougan'in omuzları çöküverdi. "Diğeri için pek de içim yanmadı ama şapkam olmadan yapamazdım, ne yapayım? Böylece şapka için bütün paramı ortaya koydum ve-" Tanin'e hüzünle baktı.

"Onu da kaybettin," diye söylendi Tanin.

"Hepyek attı," dedi cüce hüzünle.

"Demek şimdi paranı, baltanı ve şapkanı kaybettin."

"Pek sayılmaz," diye lafı dolandırdı Dougan. "Görüyorsunuz, şapkam olmadan yapamazdım... Ve o yaşlı oğlanın isteyebileceği hiçbir şey kalmamıştı, şey ceketim onun üzerine olmadı da. Ve sen de bizim yoldaş olduğumuzu, her şeyimizin ortak olduğunu söyledin?"

"Bunu ne zaman söyledin?" diye sordu Sturm, Tanin'e dik dik bakarak.

"Hatırlamıyorum!" diye hırladı Tanin.

"Böylece, sizin zırhlan ortaya koydum," dedi cüce

"Ne yaptın?" diye kükredi Tanin, hiddetle.

"Şef dün akşam onu senin üzerinde gördüğünde pek beğenmiş de," diye devam etti Dougan çabucak. Üzerine beş tane mızrak doğrultulmuş olduğu halde, Tanin son derece zorlu ve son derece hiddetli görünüyordu. "Sizin zırhları, benim balta ile şapkaya karşı oynadım ve kazandım."

"Paladine'a şükürler olsun!" diye nefes verdi Tanin rahatlayarak.

"Sonra," dedi Dougan, pek huzursuz görünerek, "madem ki şansım bariz bir şekilde dönüyordu, ben de paramı geri almaya karar verdim. Zırhları, şapkamı ve"-eliyle işaret etti-"büyülü asayı; param, inekler ve baltam için ortaya koydum."

Bu sefer mızraklara hiç aldırış etmeden, yüzü ölü gibi solgun, dudakları kül rengi bir hal alarak ileri doğru eğilen Palin oldu. "Sen... benim asamla kumar mı oynadın?" Zar zor konuşabiliyordu. Titreyen elini uzatarak, uyurken bile yanında duran asayı sıkıca kavradı.

"Evet evlat," dedi Dougan, ona masum gözlerle bakarak. "Biz yoldaşız. Her şeyimiz ortak-"

"Bu asa," dedi Palin, alçak ve titreyen bir sesle, "amcam Raistlin Majere'ye aitti! Bu onun bir hediyesiydi."

"Gerçekten mi?" Dougan etkilenmiş gibi görünüyordu. "Keşke bunu bileydim evlat," dedi esefle, "daha fazla şeye karşı iddiaya girerdim-"

"Ne oldu?" diye öğrenmek istedi Palin hararetle.

"Kaybettim." Dougan iç geçirdi. "Daha önce bir adamın bir oyunda iki kez hepyek attığına sadece tek bir kez şahit olmuştum ve o zaman da- Şey, bunu boş verin ."

"Asamı mı kaybettin?" Palin neredeyse bayılacak gibiydi.

"Ve bizim zırhlarımızı?" diye haykırdı Sturm, boynundaki damarlar şişerek.

"Bekleyin!" Dougan aceleyle elini kaldırdı. Silahlarına ve bariz avantajlarına rağmen, mızraklı askerler biraz tedirgin gibi görünmeye başlamıştı. "Bütün eşyalarınızı kaybetmekle siz evlatların ne kadar üzüleceğinizi biliyordum böylece yapabileceğim tek şeyi yaptım. Kılıçlarınızı bahse koydum."

Bu sefer şok etkisi o kadar büyüktü ki, ne Tanin ne de Sturm konuşamadı, sadece Dougan'a afallamış bir sessizlik içinde baktılar.

"Kılıçları ve baltamı, büyülü asa ile şapkam için bahse koydum. Gerçekten de dilerdim ki"-Dougan şok geçirmiş Palin'e baktı-"keş-ke o asanın Kara Cüppelerden Raistlin'e ait olduğunu bileydim. Burada bile onun ismini duymuşlar. Büyük bir ihtimalle zırhları da bahse koyması için şefi ikna edebilirdim. Eh tabii, asayı gördüğünde pek de etkilenmemişti-"

"Sadede gel!" diye haykırdı Palin boğulur gibi bir sesle, asayı sıkı sıkı tutarak.

"Kazandım!" Dougan ellerini iki yana açtı, sonra yine iç çekti, ama bu mutluluk iç çekmesiydi. "Ah o ne zardı öyle..."

"Peki... asam bende mi kalacak?" diye sordu Palin ürkekçe ama morali yerine gelerek.

"Kılıçlarımızı alacak mıyız?" Tanin ile Sturm yeniden nefes almaya başlayabildiler.

"Şansımın döndüğünü görünce," diye devam etti cüce, kardeşleri bir kez daha kasvete bürüyerek, "zırhları geri almayı yine denemeye karar verdim. Zırhlar olmadan kılıçlar ne işe yarar ki diye düşünerek, silahlan bahse soktum ve"-Eli mızraklı askerleri neşesiz bir şekilde işaret etti.

"Kaybettin," dedi Tanis asık bir suratla.

"Evet evlat. Kılıçlan, baltamı ve zırhları geri almak için asayı ortaya koymayı denedim ama şef kabul etmedi." Dougan kafasını salladı, sonra yüzü ani ve kurnaz bir ifadeyle çarpılarak Tanin'e manalı manalı baktı. "Ama eğer asanın büyük Raistlin Majere'ye ait olduğunu söylersen, belki de ben-"

"Hayır!" diye hırladı Palin, asayı göğsüne bastırarak.

"Ama evlat," diye yalvardı cüce, "şansım değişecek gibi. Ve ne de olsa biz yoldaşız, her şeyimiz ortak..."

1AA

"Bu harika!" dedi Sturm kasvetle, zırhının son parçasının da kulübeden dışarı taşınmasını izleyerek. "Pekâlâ, tahmin edersem şimdi gemiye dönmekten başka yapılacak bir şey kalmadı."



"Gemi mi?" Dougan şaşırmış gibiydi. "Bu kadar yakınken mi? Lord Gargath'ın şatosu buradan sadece bir günlük mesafe ötede yahu!"

"Peki oraya vardığımızda ne yapacağız?" diye sordu Tanin hiddetle. "Don paça bir halde kapıyı çalıp da kendisiyle savaşabilme-miz için bize silah vermesini mi isteyeceğiz?"

"Şu açıdan bak ağabey," diye belirtti Sturm, "gülmekten katılıp ölebilir."

"Böyle bir zamanda nasıl espri yapabiliyorsun?" diye çıkıştı Tanin. "Ve ben henüz gitmeye hazır olduğumdan emin değilim."

"Sakin olun kardeşlerim," dedi Palin yavaşça. "Eğer bu ahmak maceradan kaybedeceğimiz tek şey biraz silah ile zırhsa, kendimizi şanslıdan sayabileceğimizi düşünmeye başlıyorum. Sturm'e katılıyorum Tanin. Gün daha da sıcaklaşmadan önce gemiye geri yol-lansak iyi olacak."

"Senin için söylemesi kolay!" diye yapıştırdı cevabı Tanin acı acı. "O kıymetli asan hâlâ seninle!" Şefin kulübesine baktı, yaşlı adam neşeyle parlak zırhı kuşanmaktaydı, tabii çoğunu ters giyiyordu. Sonra pişmanlık içindeki Dougan'a karanlık bir bakış attı. "Sanırım Palin haklı," dedi Tanin isteksizce, cüceye dik dik bakarak. "Kendimizi şanslıdan saymalıyız. Bu ahmak maceradan yeterince nasibimizi aldık, cüce. Başka bir şey daha -mesela hayatlarımızı- kaybetmeden önce buradan gidiyoruz!"

Arkasını dönen Tanin, kendisini bir kez daha bir mızrak çemberi ve ayrıca sırıtan bir savaşçı tarafından tutulan kendi kılıcıyla yüz yüze buldu.

"Bahse var mısın evlat?" dedi Dougan neşeyle, bıyığını burarak.

"Bu kadarını tahmin etmiştim," diye belirtti Palin.

"Her zaman iş işten geçtikten sonra 'o kadarını tahmin ediyorsun' sen de!" diye kızdı Tanin.

"O cüceyle ilk karşılaştığımızda iş işten çoktan geçmişti zaten," dedi Palin alçak bir sesle.

Üçü ve Dougan, sırtlarında mızraklarla orman patikasına kadar götürüldüler. Lord Gargath'ın şatosu önlerinde yükselmekteydi. Şimdi onu epey açıkça görebiliyorlardı -baştan sona parlak gri mermerden yapılma kocaman, şekli bozuk bir yapıydı. Kardeşlerin

üçü de VVayreth'teki Yüksek Büyücülük Kulesi'ni ziyaret etmişti ve kulenin etrafını sarmalayan büyülü 'aura'dan etkilenmiş, korkuyla karışık bir hayranlık hissetmişlerdi. Bu garip şatoya yaklaşırken de benzer bir hayranlık hissettiler fakat bu hayranlığın tek farkı, histerik bir şekilde, çılgınlar gibi gülme arzusuyla karışık olmasıydı.

Daha sonraları içlerinden hiçbirisi Gargath Şatosu'nun neye benzediğini tarif edemeyecekti, zira şatonun dış görünüşü sürekli olarak değişmekteydi. İlk başta, tepelerinde parmaklıklı siperler olan dört tane iri kuleye sahip devasa bir kale halindeydi. Onlar hayret içinde izlerlerken, kuleler şişmeye başladılar ve yukarı doğru spiraller çizerek zarif minareler oluşturdular. Sonra minareler birbirileriyle birleştiler ve devasa bir kubbe oluşturdular, ki sonra bu kubbe de parçalara ayrılıp dört tane kale tabyası halini aldı. Bütün bunlar olurken, duvarlardan dışarı mantarlar gibi küçük gözcü kuleleri fışkırdı, pencereler göz kırpar gibi açılıp kapandı, bir hisar hendeği üzerinden geçen bir asma köprü, durgun ve gri bir havuzun üzerinde gri renkli güllerden oluşmuş bir çardak halini aldı.

"Gricevher'in gücü," diye belirtti Dougan.

'"Gricevher'in gücüymüş/" diye sesini taklit etti Tanin iğneleyici bir edayla. Yumruğunu cüceye doğru salladı. "O lanet kaya parçası hakkında bir şeyler duymaktan o kadar gına geldi ki en sonunda-"

"Sanırım neler döndüğünü anladım," diye sözünü kesti Palin.

"Pekâlâ, neymiş?" diye sordu Sturm sefil bir halde. "Görünüşe göre bizim oraya gitmemizi istemiyorlar. Fakat yine de, eğer geri dönmeye çalışırsak bizi öldürmekle tehdit ediyorlar! Elbiselerimizi üzerimizden alıyorlar..." Zırhlarını ve silahlarını kaybetmelerine ek olarak, Sturm ve Tanin'in elbiseleri de üzerlerinden alınmıştı; şef, eğer altına hiçbir şey giymezse zırhın tenine battığını keşfetmişti de. Bu sebeple Sturm ile Tanin, şimdi üzerlerinde sadece peştamal-lanyla Gargath Şatosu'na yaklaşmaktaydılar (zira kendilerine sunulmuş olan kemiklerden yapılma göğüs zırhını soğukça reddetmişlerdi).

Palin ile Dougan'm bahtı daha açıktı; büyücü cüppelerini ve cüce de kadife ceketiyle pantolonunu korumuştu (şapkası geride kalmıştı tabii). Şefin böyle bir müşfiklik göstermesinin sebebi, Palin'in şüphelerine göre, Dougan'm şefe asa hakkında fısıldadığı bazı şeylerdi. Cücenin tahmin ettiğinin aksine, şef gözlerini dehşet içinde fal taşı gibi açmıştı. Ayrıca Palin, Dougan'm şefi yeniden oynama-

ya ikna etmeye çalışmaya devam ettiğinden şüpheleniyordu (cüce şapkasını feci şekilde geri istiyordu), ama şefin öyle şeytani bir nesneye hiç bulaşmak istemediği bariz belliydi. Bundan sonra kabilenin üyeleri Palin ile aralarında saygılı bir mesafe koydular, bazıları ise onun bakmadığını düşündükleri zamanlarda, geçtiği yöne doğru tavuk ayakları fırlatıyordu.

Fakat yine de bu, askerlerin, kardeşleri ve pişmanlık içindeki cüceyle birlikte onu bir mızrağın zoruyla şatoya doğru götürmekten alıkoymadı.

"Kendini bu askerlerden birinin yerine koysana," dedi Palin, cüppesinin içinde terleyerek ama askerlerin onu da kapacağından korktuğundan dolayı cüppesini çıkartmayı göze alamayarak. "Tam manasıyla kaosun cisimleştirilmiş hali olan Gricevher'in etkisi altındasın. Gricevher'den her şeyden fazla nefret ediyorsun, yine de onu hayatın pahasına koruman emrediliyor sana. Gricevher yüzünden kadınlarını kaybettin, ki kendilerini kurtaranlara hiç şüphesiz minnettar kalacaklardır. Yabancıların senin kadınlarını kurtarmasını istemiyorsun ama kadınlarını geri almak için her şeyini verirsin. Gricevher'i korumak zorundasın ama ondan kurtulmak için de her şeyi yaparsın. Beni anlıyor musun?"

"Sayılır," dedi Tanın sıkıntıyla. "Devam et."

"Böylece yabancıları esir alıyorsun," diye bitirdi Palin, "ve onları çıplak ve silahsız olarak şatoya gönderiyorsun, kaybedeceklerinden eminsin ama kalbinin derinliklerinde kazanmalarını ümit ediyorsun."

"Bu mantıklı geliyor, tuhaf bir şekilde," diye kabul etti Sturm, Palin'e hiç gizlemediği bir takdirle bakarak. "Peki şimdi biz ne yapacağız?"

"Evet Palin," dedi Tanin ciddiyetle. "Minotaurlar ve ejderanlarla savaşabilirim... minotaurlar ve ejderanlarla savaşmayı tercih ederim," diye ekledi, ısı ve nem koca adama darbesini vurdukça güçlükle soluyarak, "ama burada kayboldum kaldım. Kaosla savaşamam. Neler döndüğünü anlamıyorum. Eğer bu işin içinden çıkacaksak, o da yalnızca sana ve senin büyüne bağlı olacak küçük kardeş."

Palin'in gözleri ani yaşlarla ıslandı. 'Buna da değer,' diye düşündü. En sonunda ağabeylerinin saygısını, takdirini ve güvenini kazandığını duymak, bütün bu çılgın maceraya değerdi. Bu bir adamın elde etmek için gönüllü olarak ölebileceği bir şeydi... Bir

anlığına, kendisine konuşabilecek kadar güvenmedi. Sadece, sıcak ve nemli ormanın içinde garip bir şekilde serin ve kuru olan Magius'un Asası'na dayanarak sessizlik içinde yürüdü.

"Ne yapılması gerektiğini bilmiyorum," dedi, sesini geri kazandığı zaman. "Ama eğer bu işin içinden çıkacaksak, bu hepimize bağlı." Ağabeylerine doğru uzanan Palin, onlara hiç utanmadan sarıldı. "Beraberiz ve bu da oldukça önemli. Ne yapıp edip bu işi halledeceğiz!"


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin