Amberyl parlak saçlarını salladı. "Bu sadece benim sırrım de-ğil."
Raistlin sessizleşti. Amberyl de konuşmadı. İkisi de odunların tıslamaları ile çatırtısını ve ağaçlar arasından esen rüzgârın fısıltısını dinleyerek oturdular.
"Öyleyse... öleceğim demek," dedi Raistlin, en sonunda sessizliği bozarak. Sesi hiddetli değildi, sadece bitkin ve kabullenmişti.
"Hayır, hayır, hayır!" diye haykırdı Amberyl. İçinden gelen bir hisle ileri atıldı ve adamın ince, zayıf elini alıp yanağını eline bastırdı. "Hayır/1 diye tekrarladı. "Çünkü o zaman ben de ölürüm."
Raistlin elini kızın ellerinden kurtardı. Kendisini zayıfça dirseği üzerinde doğrultan büyücü boğuk bir sesle fısıldadı, "Demek bir tedavisi var? Sen bu... bu tılsımı bozabilir misin?"
"Evet," diye yanıtladı Amberyl hiç ses çıkartmayarak, yüzüne sıcak kanın hücum ettiğini hissederek.
"Nasıl?" diye bilmek istedi Raistlin, elini yumruk yaparak.
"Öncelikle," dedi Amberyl yutkunarak, "Sa-sana... Valin hakkında bir şeyler anlatmam gerek."
307
"Ne?" diye sordu Raistlin çabucak. Amberyl adamın gözlerinin titreştiğini görebiliyordu. Ölüm döşeğindeyken bile, zihni çalışıyor, bu yeni bilgiye sıkı sıkıya sarılıyor ve aklının bir köşesine depolu-yordu.
"Valin. Kendi dilimizde buna bu ad verilir. Anlamı..." Duraksa-dı, kaşlarını çatıp düşünmeye çalıştı. "Sanırım sizin lisanınızdaki en yakın tercümesi hayat-eşi."
Büyücünün yüzündeki şaşkın ifade o kadar komikti ki Amberyl gergince gülmeye başladı. "Bekle de açıklayayım," dedi, kendi yüzünün git gide daha da kızardığını hissederek. "Kendimize ait sebeplerden dolayı, hesaplamalardan bile öte olacak kadar çok geçmiş çağlarda, halkım bu kara parçasına kaçtı ve rahatsız edilmeden yaşayabileceği bir yere çekildi. Bizim halkımız, senin de anlayabildiğin gibi uzun ömürlüdür. Ama ölümsüz değiliz. Bütün diğerleri gibi, ırkımızın hayatta kalabilmesi için çocuklar yapmalıyız. Ama sayımız pek az olmuştur hep ve zaman geçtikçe daha da azalmaktadır. İçinde yaşamayı seçtiğimiz topraklar epey haşindi. Biz yalnız yaşayan kimseler olmaya eğilimliyiz, kendi ırkımızın mensuplarıyla bile pek az etkileşimde bulunarak kendi halimizde yaşarız. Sizin aileler diye bildiğiniz şey bizim toplumumuzda yoktur. Irkımızın soyunun azalmakta olduğunu gördük ve yaşlılar kısa süre içinde neslimizin tamamen tükeneceğini anladılar. Onlar da Valin'i tasarlamayı başardılar, genç insanlar... şey yapabilsin diye..."
Raistlin'in yüzündeki ifade değişmedi; gözleri sürekli olarak kıza bakıyordu. Ama Amberyl o garip, göz kırpmayan bakışlar altındayken konuşmaya devam edemedi.
"Yaşadığınız diyarı terk etmeyi mi seçtin?" diye sordu Raistlin. "Yoksa dışarı mı sürüldün?"
"Ben bu topraklara gönderildim... yaşlılar tarafından. Burada benden başkaları da var..."
"Neden? Ne amaçla?"
Amberyl kafasını salladı. Yerden bir tahta sopa kaldırdı ve adamın gözlerinden sakınmak için kendisine bir mazeret uydurarak ateşi dürtükledi.
"Ama eğer dışarıdaki diyarlara giderseniz bunun gibi bir şey olabileceğini yaşlılarınız biliyordur elbet," dedi Raistlin acı acı. "Yoksa o kadar da uzun bir süredir mi tecrit yaşıyorlar?"
"Ne kadar uzun bir süredir tecrit yaşadığımızı tahayyül edemezsin," dedi Amberyl yavaşça, yanmaya devam etmesi için verdi-
308
ği bütün uğraşlara rağmen titreşip sönmekte olan ateşe bakarak. "Ve hayır, bu olmamalıydı. Kendi ırkımıza mensup olmayan biriyle olmamalıydı." Bakışları Raistlin'e geri gitti. "Ve şimdi soru sorma sırası bende. Seni diğer insanlardan farklı kılan şey nedir? Çünkü sende bir şeyler var, altın renkli bir ten ve her şeyin ölümünü gören altın renkli gözler haricinde bir şeyler. Sana baktığımda, başka birinin gölgesini görüyorum. Gençsin, yine de sende bir zamandan öte hava var. Sen kimsin de Raistlin, bu bizim aramızda meydana geldi?"
Kızı oldukça hayretlere düşürecek şekilde Raistlin'in beti benzi attı, gözleri korkuyla büyüdü, sonra şüpheyle kısıldı. "Görünüşe göre ikimizin de kendine ait sırları var." Büyücü omuz silkti. "Ve şimdi Amberyl, göründüğü kadarıyla buna neyin sebep olduğunu asla bilemeyeceğiz. Tek düşünüp endişelenmemiz gereken şey ise kendimizi bu ... bu Valin'den kurtarmak için ne yapılması gerektiğidir.
Gözlerini kapayan Amberyl dudaklarını yaladı. Ağzı kurumuştu ve mağara da aniden dayanılmaz derecede soğuklaşmıştı. Ürpertiler içinde, bir kereden fazla defa konuşmaya çalıştı.
"Ne?" Raistlin'in sesi hırıltı doluydu.
"Ben... senin... çocuğunu taşımalıyım," dedi Amberyl zayıfça, boğazı daralarak.
Uzun bir süre için sessizlik oldu. Amberyl gözlerini açmaya, büyücüye bakmaya cesaret edemiyordu. Utanmış ve korkmuş olan kız, yüzünü kollarının arasına gömüverdi. Ama tuhaf bir ses, kafasını kaldırıp bakmasını sağladı.
Raistlin battaniyeler üzerinde geri uzanmış, gülüyordu. Neredeyse duyulmaz nitelikteki bir kahkahaydı, daha çok hırıltı ve boğulma sesi gibiydi, ama yine de bir kahkahaydı -alaycı, kesici bir kahkahaydı. Ve Amberyl, kalbindeki acıma duygusuyla gördü ki bu kahkahanın keskin ucu adamın kendisine doğrultulmuştu.
"Yapma, lütfen yapma," dedi Amberyl, adama yaklaşarak.
"Bana bakın hanımım!" diye boğuldu Raistlin, kahkahası boğazında düğümlenerek ve onu öksürüklere boğarak. Kadına neşesizce sırıtan büyücü dışarıyı işaret etti. "Siz en iyisi kardeşimi bekleyin. Caramon kısa süre sonra dönecek..."
"Hayır dönmeyecek," dedi Amberyl yavaşça, Raistlin'e daha da sokularak. "Kardeşin sabahtan önce dönmeyecek."
Raistlin'in dudakları aralandı. Ani bir açlıkla dolan gözleri Am-
309
beryJ'in yüzünü yiyip yutuyordu. "Sabah," diye tekrarladı.
"Sabah," dedi kız.
Titreyen elini kaldıran Raistlin, kızın narin yüzüne düşen güzel saçı arkaya doğru taradı. "Ateş sabahtan çok önce geçmiş olacak."
"Evet," dedi Amberyl yavaşça, kızararak ve yanağını büyücünün eline dayayarak. "Bu-burası çoktan söğüdü bile. Isınmak için bir şeyler yapmamız gerek... yoksa donup gideceğiz..."
Raistlin elini kızın pürüzsüz teninde dolaştırdı, parmakları kızın yumuşak dudaklarına dokundu. Kız gözleri kapalı bir halde adamın üzerine eğildi. Adamın eli kızın elf danteli kadar güzel olan uzun kirpiklerine dokundu. Kız vücudunu büyücününkine sıkıca bastırmıştı. Adam onun titrediğini hissedebiliyordu. Kolunu kıza dolayarak onu kendine doğru çekti. O bunu yaptığında, ateşin son alevciği de titreşip söndü. Dışarıda kahkahalar atan rüzgârı, kendi aralarında fisıldaşan ağaçları duyabiliyorlardı.
"Yoksa donup gideceğiz..." diye mırıldandı Raistlin.
Amberyl rahatsız bir uykudan uyandı ve bir anlığına nerede olduğunu merak etti. Hafifçe kıpırdanınca büyücünün kolunun korumacı bir edayla onun üzerine sarılmış olduğunu, yanında uzanan adamın vücudunun ısısını hissetti. İç çekerek kafasını adamın omzuna koydu, adamın dar, hızlı nefeslerini dinledi. Orada öylece uzanmak, sıcaklığını hissetmek için kendisine izin verdi, kaçınılmaz sonu elinden geldiğince erteledi.
Artık dışarıda rüzgârın sesini duyamıyordu ve fırtınanın bitmiş olduğunu anladı. Etraflarını sarmalamış molan karanlık yerini şafağa bırakıyordu. Ateş odunlarından geri kalan kararmış parçacıkları, yarı aydınlık gri ışıkta zar zor görebiliyordu. Hafifçe döndüğünde Raistlin'in yüzünü gördü.
Adamın uykusu hafifti. Kadının hareketiyle birlikte kıpırdandı, homurdandı ve öksürerek uyanmaya başladı. Amberyl parmak uç-lanyla adamın göz kapaklarına dokundu ve o da derin bir iç çekişle birlikte, yüzündeki acı çizgileri silinerek rahatlayıp uykusuna geri döndü.
Ne kadar da genç görünüyor, diye düşündü kendi kendine. Ne kadar genç ve savunmasız. Çok derinden yaralanmış. Bu yüzden kibir ve hissizlik zırhını kuşanıyor üstüne. Bu zırh onu şimdi rahatsız ediyor. Buna alışık değil. Ama içimden bir ses, şu kısa hayatı bitmeden önce o zırha oldukça fazla alışacak diyor bana.
ölü
Onu rahatsız etmemek için -büyülü uykusundan uyandırma korkusundan çok içgüdüsel bir şekilde- dikkatle ve sessizce hareket eden Amberyl, adamın baygın kollarından hafifçe kayıp kurtuldu. Eşyalarını topladı ve eşarbını bir kez daha yüzüne sardı. Sonra, uyumakta olan büyücünün yanına eğilerek son bir defa Raistlin'in yüzüne baktı.
"Kalabilirdim," dedi ona yavaşça. "Kısa bir süre seninle kalabilirdim. Ama sonra şu yalnızlık sever doğam bana üstün gelirdi ve seni terk ederdim, sen de incinirdin." Ani bir düşünce ürpermesini sağladı. Gözlerini kapayıp kafasını salladı. "Ya da ırkımız hakkındaki gerçeği öğrenebilirdin. Eğer bunu öğrenseydin benden tiksinir, beni hakir görürdün! Daha da kötüsü"-gözleri yaşlarla dol-du-"çocuğumuzu hakir görürdün."
Amberyl büyücünün yaşından önce ağarmış saçlarını hafifçe geriye doğru taradı ve altın tenini okşadı. "Sende beni korkutan bir şeyler var," dedi, sesi titreyerek. "Anlamıyorum. Belki de arifler bilir..." Yüzünden aşağı bir yaş süzüldü. "Elveda büyücü. Şimdi yaptığım şey ikimizi acıdan koruyacak"-ileri doğru eğilerek uyuyan adamın yüzünü öptü-"ve bu dünyaya bütün yüklerinden azat edilmiş bir halde gelmesi gereken birini de."
Amberyl elini büyücünün şakağına koydu ve gözlerini kapayarak kadim lisandaki sözleri söylemeye başladı. Sonra toprak zemine Caramon adını yazarak onun üzerine de aynı sözleri söyledi. Aceleyle ayağa kalkarak mağarayı terk etmeye davrandı. Tam giriş yerindeyken duraksadı. Mağara nemli ve buz gibiydi; büyücünün öksürdüğünü duymuştu. Ateşi işaret ederek yeniden konuştu. Soğuk zeminin üstünden bir alev parlayıverdi, mağarayı sıcaklık ve ışıkla doldurdu. Amberyl geriye dönüp son bir kez bakarak, son bir kez hafifçe iç çekerek mağaradan dışarı adımını attı ve büyülü VVayreth Ormanı'nın sakıngan, kafası karışmış ağaçlarının arasından yürüyerek uzaklaştı.
Caramon en sonunda mağaraya geri döndüğünde, şafak ışıkları yeni düşmüş karlar üzerinde parıldamaktaydı.
"Raist!" diye korkmuş bir sesle seslendi yaklaşırken. "Raist! Üzgünüm! Ah şu lânetli orman!" Bir yandan küfür ederken bir yandan da gerginlikle ağaçlara bakarak. "Şu... meret yer. Bütün geceyi rezil bir ateş ışığının peşinden koşturarak geçirdim ve güneş doğunca ışık ortadan kayboldu. Sen- sen iyi misin?" Korkmuş, ıslanmış
311
ve bitkin düşmüş Caramon karlar içinde tökezledi. Kardeşinin cevabını, öksürüğünü... herhangi bir şeyini duymak için kulak kesilmişti.
Mağaranın içinden hiçbir sesin gelmediğini, yalnızca meşum bir sessizliğin olduğunu anlayan Caramon ileri atıldı, içeriye çılgınlar gibi aceleyle girerken, giriş yerindeki battaniyeyi bir kenara fırlatı-verdi.
İçeri girdiğinde, kalakaldı ve etrafına hayret içinde bakındı.
Rahat ve canlı bir ateş parıl parıl yanmaktaydı. Mağara sıcaktı -en iyi handaki bir odadan daha da sıcaktı. İkizi mışıl mışıl uyuyordu, yüzü sanki hoş bir rüyaya dalıp gitmiş gibi huzur doluydu. Mağara ilkbaharımsı bir esansla doluydu, sanki leylak ve lavanta kokuları gibi.
"Ben de bir lağım cücesi olayım," diye nefes verdi Caramon hayretler içinde, aniden bu ateşin katı kayalar üzerinde yanmakta olduğunu fark ederek. "Büyücüler!" diye mırıldandı, o garip alevlerden güvenli bir mesafe uzakta durarak. "Bu tuhaf ormandan ne kadar çabuk çıkarsak benim için o kadar iyi olacak. Minnettar olmadığımdan değil," diye ekledi çabucak. "Görünüşe göre siz büyücüler Raist'in hayatını kurtarmışsınız. Beni o çılgın, baş döndürücü takibe çıkartmanızın neden gerekli olduğunu da merak ediyorum hani." Yere diz çöküp kardeşinin omzunu dürttü.
"Raist," diye fısıldadı Caramon usulca. "Raist! Uyan!"
Raistlin'in gözleri sonuna kadar açıldı. Yerinden sıçrayarak etrafına bakındı. "Nerede o-"
"Kim nerede? Ne?" diye haykırdı Caramon panik içinde. Eli kılıcının kabzasında geri çekilerek çılgınlar gibi küçük mağarada etrafına bakındı. "Biliyordum-"
"O... o—" Raistlin kaşlarını çatarak durdu.
"Sanırsam kimse," dedi büyücü hafifçe, eli kafasına doğru giderek. Başı dönüyordu. "Sakinleş kardeşim," diye Caramon'a bakarak kızgınlıkla çıkıştı. "Burada bizden başkası yok."
"Ama... bu ateş..." dedi Caramon, alevlere şüpheyle bakarak. "Kim-"
"Kendi marifetim," diye yanıtladı Raistlin. "Sen koşturarak gidip de beni terk ettikten sonra başka ne yapabilirdim ki? Ayağa kalkmama yardım et." Narin elini uzatan büyücü kardeşinin güçlü elini tuttu ve battaniye yığınını yerde bırakarak yavaşça ayağa kalktı.
312
"B-ben senin böyle bir şeyler yapabildiğini bilmiyordum!" dedi Caramon, yakıtı sadece kaya olan ateşe bakarak.
"Benim hakkında bilmediğin çok şey var kardeşim," diye cevap verdi Raistlin. Pelerinine sıkıca sarılarak Caramon'un battaniyeleri geri toplayışını izledi.
"Hâlâ biraz nemliler," diye homurdandı koca adam. "Sanırsam burada kalıp onları kurulmalıyız..."
"Hayır," dedi Raistlin, ürpererek. Mağara duvarına dayanmış duran Magius'un Asası'nı eline aldı. "VVayreth Ormanı'nda daha fazla zaman geçirmeyi hiç istemiyorum."
"O konuda benim reyimi de aldın," dedi Caramon coşkuyla. "Civarda iyi hanlar var mıdır merak ediyorum. Ormanın yanına inşa edilmiş bir hanın olduğunu duymuştum. Adı Huysuz Han mı neydi." Koca adamın gözleri aydınlandı. "Belki de bu gece bir değişiklik yapıp sıcak yemek yer ve kaliteli bira içeriz. Ve bir yatakta uyuruz!"
"Belki de." Raistlin bu onun için pek fark etmezmişçesine omuz silkti.
Hâlâ adını işitmiş olduğu meşhur han hakkında konuşmakta olan Caramon, mağara girişine asılı duran battaniyeyi aldı ve katlayarak sırt çantasının içindeki diğer battaniyelerin yanına koydu. "Ben biraz önden gideceğim," dedi kardeşine. "Karda senin için yol açacağım."
Raistlin başıyla onayladı, ama hiçbir şey söylemedi. Mağaranın girişine girerek eşikte durdu ve güçlü ikizinin kar yığınları arasından ilerleyişini, cılız ikizi takip edebilsin diye yol açışını izledi. Raistlin'in dudakları acı acı kıvrıldı, ama geri dönüp mağaraya baktığında yüzündeki küçümseyici bakış kayboldu. Ateş neredeyse Caramon dışarı çıktığı anda yok olmuştu. Ayaz daha şimdiden geri gelmeye başlamıştı.
Ama havada hâlâ hafif bir leylak, ilkbahar kokusu vardı.
Raistlin omuz silkerek döndü ve karla örtülmüş ormana çıkıp yürüdü.
Huysuz Han gözlere en iyi yazın görünürdü, zira öyle bir mevsimdi ki bu her şey ve herkese böyle neşeli bir etki yapardı. Büyük miktarlarda sarmaşık, hanı o yapraklı kollarıyla kucaklaması için ikna edilirdi, böylece binanın en kötü kusurları da örtülmüş olurdu. Damın hâlâ aktarılması gerekiyordu , fakat bu Slegart'ın aklına
313
hep anca yağmur yağdığında, yani dışarı çıkıp da onarması imkânsız olan bir zamanda geliyordu. Kuru havada ise, elbette ki su sızdırmadığı için onarılması da gerekmiyordu. Pencereler hâlâ çatlaktı, ama bu yaz sıcağında pencerelerden içeri giren serin meltemler hoşça karşılanıyordu.
Bu seyahat ayları süresince handa daha fazla yolcu bulunurdu. Cüce demirciler, arada sırada bir elf, bir sürü insan ve kimsenin haklarında kafa bile yormadığı fazla sayıda kender, genellikle Slegart ile barmen kızlarını sabahtan gecenin geç vakitlerine kadar meşgul tutardı.
Arna bu akşam sessizdi. Ilımlı, hoş kokulu bir yaz akşamıydı. Alaca karanlık vakti mor ve altın renkleriyle havada asılı duruyordu. Kuşlar gece şarkılarını söylemişlerdi ve şimdi uykulu uykulu yavrularına mırıldanıyorlardı. Hatta VVayreth'in yaşlı ağaçları bile mayışıp muhafızlık görevlerini unutmuş gibilerdi ve nöbet noktalarında uykulu bir halde kestiriyorlardı. Bu akşam hanın kendisi de sessizdi.
Oldukça sessizdi, hana yaklaşmakta olan iki yabancı böyle düşünüyordu. Pahalı elbiseler giyiyorlardı, yüzleri ipekten eşarplarla örtülüydü -böylesine sıcak bir hava için alışılmadık bir şeydi bu. Sadece kara gözleri görünebiliyordu ve o gözlerle birbirilerine ciddiyetle bakarak adımlarını hızlandırdılar. Ahşap kapıyı iterek açtılar ve çeri girdiler.
Slegart barın arkasında oturmuş, kirli bir bez parçasıyla bir kupayı silmekteydi. Bir saattir aynı kupayı siliyordu ve aynı anda olan iki hadise onu alıkoymasaydı bir sonraki saat boyunca da silmeye devam ederdi. Hadiselerden biri sarıp sarmalanmış yabancıların kapıdan içeri girmesi, ikincisi ise hizmetçi kızın nefesi kesilmiş bir halde merdivenlerden aşağı koşturmasıydı.
"Af edersiniz beyler, ikiniz de," dedi Slegart, yavaşça ayağa kalkarak ve elini kaldırıp yabancıların birisinin konuşmasını engelleyerek. Hizmetçiye doğru dönerek sertçe konuştu, "Eee?"
Kız kafasını salladı.
Slegart'ın omuzlan çöküverdi. "Evet," diye mırıldandı. "Pekâlâ, belki de böylesi daha iyidir."
İki yabancı birbirilerine baktılar.
"Peki ya bebek?" diye sordu Slegart.
Bunun üzerine hizmetçi göz yaşlarına boğuldu.
"Ne?" diye sordu Slegart şaşkın bir halde. "Bebek de olamaz her-
halde?"
"Hayır!" diye konuşmayı başarabildi hizmetçi hıçkırıkları arasından. "Bebek gayet iyi. Dinle-" Yukarıdan bir yerden zayıf bir ağlama sesi geldi. "Kızcağızı şimdi duyabilirsin. Ama... ama-ah!" Kız yüzünü ellerinin içine gömdü. "Çok feci! Bunun gibi bir şey görmemiştim hiç-"
Bunun üzerine yabancılardan biri başıyla onayladı ve diğeri de bir adım öne çıktı.
"Af edersin hancı," dedi yabancı görgülü bir ses ve alışılmadık bir aksanla. "Fakat görünüşe göre burada feci bir felaket yaşanmış gibi. Belki de biz yolumuza devam etsek-"
"Hayır, hayır," dedi Slegart aceleyle, para kaybetme düşüncesi bir anda onu kendisine getirerek. "Bak şimdi Lizzie, ya gözlerini sil ve yardım et, ya da git de mutfakta ağla."
Lizzie yüzünü önlüğüne gömerek mutfağa koşturdu ve kapıyı hışımla açıp arkasından sallanmasını sağladı.
Slegart iki yabancıyı bir masaya yerleştirdi. "Üzücü bir olay/' dedi hancı, kafasını sallayarak.
"Ne olduğunu sorabilir miyiz-" diye sormayı denedi yabancı önemsemiyormuş gibi, fakat sıkı bir gözlemci, onun sesinde ve yol arkadaşında olağandışı bir gerginlik ve endişe olduğunu fark ederdi.
"Siz beyefendilerin kendilerim sıkmasını gerektiren bir şey değil," dedi Slegart. "Hizmetçi kızlardan birisi doğum sırasında hayatını kaybetti."
Yabancılardan birisi istemdışı olarak ileri doğru uzandı ve yol arkadaşının kolunu sıkıca kavradı. Yol arkadaşı ona uyarı dolu bir bakış attı.
"Bu gerçekten de üzücü bir haber. Bunu duyduğumuza üzüldük," dedi yabancı, bariz bir şekilde sıkı bir kontrol altında tuttuğu sesiyle. "Şu kız-sizin bir akrabanız mıydı? Sorduğum için beni bağışlayın, ama altüst olmuş gibisiniz-"
"Öyleyim beyefendiler," dedi Slegart gizlisiz saklısız. "Ve hayır, o benim akrabam değildi. Kara kışın ayazında bana geldi, açlıktan ölmek üzereydi ve bir iş için yalvarıyordu. Onu gözüm bir yerde ısırıyordu, ama bu konuda düşünmeye başladığımda"-elini başına koydu-"şu acayip şeyi hissediyorum... Bu yüzden onu geri çevirmeyi düşündüm, ama "-üst kata doğru baktı-"kadınların nasıl olduğunu bilirsiniz. Aşçı ondan hemencecik çok hoşlandı ve kızın
315
üzerine düşmeye başladı falan filan. İtiraf etmeliyim," diye ekledi Slegart ciddiyetle, "Ben öyle insanlara bağlanan biri değilimdir. Ama o hayatımda görüp gördüğüm en hoş hatundu. Çok da sıkı çalışırdı hani. Hiç şikâyet etmezdi. Hepimiz için bir göz bebeğiydi."
Bunun üzerine yabancı adam kafasını indirdi. Diğeri ise elini yol arkadaşının elinin üzerine koydu.
"Pekâlâ," dedi Slegart biraz canlanarak, "Size soğuk et ve bira sunabilirim, ama gecenin bu vaktinde sıcak yemek bulamazsınız. Aşçı da fena şekilde alt üst oldu. Ve şimdi,"-hancı sallanmakta olan mutfak kapısına bakıp iç çekti-'Lizzie'nin dediğine göre, bebekte garip bir şeyler varmış-"
Yabancı eliyle ani ve çabuk bir hareket yaptı ve yaşlı Slegart, ağzı konuşma işlemi sırasında açık kalmış, vücudu yarı yarıya dönmüş ve eli havaya kalkmış bir halde olduğu yerde donakaldı. Mutfak kapısının sallanması durdu. Hizmetçi kızın mutfaktan gelen bastırılmış haykırışları dindi. İçki musluğundan düşmekte olan bir damla bira, musluk ile zemin arasında havada kalakaldı.
İki yabancı ayağa kalkarak, büyülü sessizliğin içinde hızla merdivenleri tırmandılar. Hanın her kapısını hızla açarak, her odaya bakmıp aradılar. En sonunda, koridorun en sonundaki küçük bir odaya geldiklerinde, yabancılardan biri kapıyı açtı, içeri baktı ve yol arkadaşına el etti.
İrice, ev annesi gibi bir kadın -tahminen Aşçı- yatakta yatan solgun, soğuk suretin güzel saçlarını geriye doğru tararken donakal-mıştı. Aşçının sevecen yüzünde göz yaşları parıldıyordu. Yatan sureti en son dinlencesi için hazırlayan şeyin onun çalışmaktan yıpranmış elleri olduğu barizdi. Kızın gözleri kapalıydı, soğuk, ölü parmakları göğsünde kavuşmuştu, artık hissizleşmiş avuçlarının içinde küçük bir gül destesi bulunuyordu. Bir mum hafif ışığını, kül rengi dudaklarında duran tatlı, hüzünlü bir gülümsemeyle güzelliği daha da artan genç yüze serpiştiriyordu.
"Amberyl!" diye haykırdı yabancılardan biri kırık dökük, yatağa çökerek ve kızın soğuk elini kendi elleri arasına alarak. Adamın arkasından gelen diğer yabancı, elini yol arkadaşının omzuna koydu.
"Gerçekten üzgünüm Keryl."
"Daha çabuk gelmeliydik!" Keryl kızın elini okşadı.
"Elimizden geldiğince hızlı olduk," dedi yol arkadaşı usulca. "Onun bizim gelmemizi istediği kadar hızlı."
"Bize bir mesaj yolladı-"
316
"-sadece ölmek üzere olduğunu anladığı zaman," dedi yol arkadaşı.
"Neden?" diye haykırdı Keryl, bakışları Amberyl'in huzur dolu yüzüne doğru kayarak. "Neden şu... şu insanların arasında ölmeyi seçti ki?" Aşçıyı işaret etti.
"Sanırım bunu asla bilemeyeceğiz," dedi yol arkadaşı yavaşça. "Yine de tahmin edebiliyorum," diye ekledi, ama bunu alçak sesle, aklı başından gitmiş dostuna değil kendisine söyledi. Arkasını dönerek, ahşap bir sandıktan bozulup da aceleyle yapılmış bir beşiğe doğru gitti. Bir kelime fısıldadı ve bebeğin üzerindeki büyüyü kaldırdı, o da nefes aldığı an inlemeye başladı.
"Çocuk?" dedi yabancı, yataktan kalkarak. "Bebeği iyi mi? O hizmetçi kız demişti ki..." Adamın sesi korkuyla doluydu. "Bebek, bebek ölme-" Devam edemedi.
"Hayır," dedi arkadaşı meraklı bir tonlamayla. "Korktuğun gibi bir şey değil. Hizmetçi kız daha önce 'onun gibi' bir şey görmediğini söylemişti. Ama bebek gayet iyi görünüyor- Ah!" Yabancı hayret ve korkuyla nefesini tuttu. Bebeği kollarında tutarak arkadaşına doğru döndü. "Bak Keryl! Çocuğun gözlerine bak!"
Genç adam ağlayan bebeğin üzerine doğru eğildi, küçücük yanağını parmağıyla kibarca okşadı. Bebek kafasını çevirdi, kocaman gözlerini açarak içgüdüsel bir şekilde meme, sevgi ve sıcaklık aradı.
"Gözleri... altın rengi!!" diye fısıldadı Keryl. "Güneş gibi parlak altın rengi! Bu bizim halkımızda da hiç görünmemişti... Merak ediyorum-"
"Hiç şüphesiz ki insan babasından kalan bir hediye. Fakat insanların da böyle gözlere sahip olduğunu hiç bilmiyorum. Ama Am-beryl, o sırrı da kendisiyle beraber götürdü." Adam iç çekip kafasını salladı. Sonra ağlamakta olan bebeğe çevirdi kafasını. "Kızı da annesi kadar güzel," dedi adam, bebeği battaniyelerinin içine sıkıca sararak. "Ve şimdi dostum, gitmeliyiz. Bu garip ve feci diyarda yeterince uzun kaldık zaten."
"Evet," dedi Keryl, ama gitmek için hiçbir harekette bulunmadı. "Amberyl'e ne olacak?" Bakışları yatakta yatan solgun, kıpırtısız surete doğru döndü.
"Ölümünde yanında olmayı seçtiği kimselerle bırakacağız," dedi yol arkadaşı ciddiyetle. "Belki de tanrılardan biri onu kabul eder ve umarsızca dolanan ruhunu yuvasına götürür."
317
"Elveda kardeşim/' diye mırıldandı Keryl. İleri doğu eğilerek kızın ölü ellerindeki gülleri aldı ve onları öperek dikkatle tuniğinin cebine koydu. Yol arkadaşı kadim lisandaki sözleri söyledi, hanın üzerindeki tılsımı kaldırdı. Sonra kucağında bebek ile iki yabancı gümüş, parlak bir yağmur serpintisi gibi ortadan kayboluverdiler.
Ve bebek güzeldi, annesi kadar güzel. Zira denir ki; çok eski günlerde, bencilliğe sapıp kötülük tarafından tahrik edilmeden önce, tanrılar tarafından yaratılmış bütün ırklar arasında en güzelleri ogreler idi...
318
Çok istenmiş bir çocuk
orta yaşın oğlu
babanın gözlerindeki
tek kız çocuğu
sizin için, sevgili çocuklar
bu kaleleri inşa ederiz
surlarıyla sizin
Dostları ilə paylaş: |