2- Hedefe İnanç
Liderin en temel görevi, halkı veya örgütü ideal olarak nitelendirilen hedeflere yönlendirmektir. Lider, halkı saadete, maddi ve manevi tekâmüle götürmek için çalışır ve buna ulaşmak için halkı fedakârlıkta bulunmaya davet eder, liderin bu görevini en iyi bir şekilde yerine getirebilmesi için şunları yapması gerekir:
a) Öncelikle o hedefe kendisinin kesin ve kararlı bir şekilde inanmalıdır.
b) İkinci olarak örgütün üyelerini veya takipçilerini liderliğin hedefine ikna edebilmeli ve inandırabilmelidir.
Dünyadaki, dini olsun ya da olmasın başarılı liderlerin hayatları incelendiğinde onların tümünün bu iki özelliğe sahip oldukları görülmektedir. Yani onlar hedeflerine inanmaktadırlar ve takipçilerini bu hedefe inandırma ve harekete geçirme gücüne sahiptirler. İslam Peygamberi (s.a.a) hedefe inancın ve başkalarını inandırmanın en üst örnekliğidir. Kur’an-ı Kerim Bakara Suresi’nde İslam Peygamberi’nin risalete ve ilahi liderliğe olan inancını şu ifadelerle açıklıyor:
“Allah’ın elçisi, Rabbinden ona indirilenlere inanmaktadır.”[1]
Hazreti Peygamberin hayatında ve faaliyetlerinde hedefleri konusunda çok ilginç örnekler bulunmaktadır. Bu örnekler, peygamberin henüz risaletinin yeni başladığı dönemde yaşanan olaylarda bile her iki boyutun da bulunduğunu (hedefine duyduğu inanç ve diğerlerini inandırması) ispat etmektedir. Allah’ın Resulü, davetini yavaş yavaş ortaya koydu. Daha ilk günlerde bile tebligat imkânlarının olmamasına rağmen bu davetin halk kitlelerinin gönüllerinde süratle yer edeceği ve her geçen gün bu ilahi dinin takipçilerinin sayısının artacağı hissedilmekteydi. Liderliğin kitlelerin kalpleri üzerindeki nüfuzu Kureyş’in müstekbirlerine tehlike hissettirecek boyuttaydı. Başlangıçta İslam Peygamberi’nin tek hamisinin yani Haşim Oğulları Kabilesinin Lideri Ebu Talib’in yanına geldiler ve ondan Allah’ın Resulünü (s.a.a) himaye etmekten vazgeçmesini istediler. Bu olay, İbn Hişam Tarihi’nde mealen şöyle geçmektedir: Müşrikler Ebu Talib’in yanına gelip şöyle dediler: “Ebu Talib, senin kardeşinin oğlu, bizim tanrılarımıza kötü sözler söylüyor ve bizim dinimizi kötü olarak anlatıyor. Bizim düşünce ve inançlarımızı yanlış ve aptalca, atalarımızı sapkın olarak niteliyor. Ya sen onu engelle, ya da onu bize bırak ve onu himaye etmekten vazgeç.”[2]
Müşrikler Ebu Talib’in yanına defalarca geldiler; ancak o her defasında meseleyi soğukkanlılıkla bitirdi. Müşrikler tehditlerini daha da şiddetlendirdiler ve Ebu Talib’e savaş ilan ettiler. Ebu Talib İslam Peygamberi’nin (s.a.a) yanına gitti ve meseleyi ona anlatarak cevap beklemeye başladı. Bu cevap, kendi hedefine olan inancının derecesini somut olarak ortaya koymaktadır. Allah’ın Resulü (s.a.a) tam bir güven içinde şöyle cevap verdi:
“Amca, Allah’a yemin ederim ki bu hedefimden vazgeçmem için Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler bunu yapmayacağım. Ya Allah zafer nasip eder, ya da bu yolda öldürülürüm.”
Peygamber’in bu sözleri üzerine Ebu Talib, İslam’ın yüce önderinin kalplerde yer eden sözlerinin etkisi altında kaldı ve bu yeni dine olan desteğini ilan etti.
Şüphe yok ki, eğer Allah’ın Resulü (s.a.a) inancında en küçük bir zaaf hissetseydi, bütün bu baskılara bu kadar kesin ve kararlı bir şekilde direnemez ve başkalarını da bu yola yönlendirip irşat edemezdi. Yukarıda anlatılanların gösterdiği üzere hedefine inanmak ve başkalarını inandırmak, liderliğin başarısında etkilidir ve takipçilerin lidere duyduğu bağlılığın artmasını sağlamaktadır. Bu çerçevede, bir lider veya yönetici, personelinin örgüte olan bağlılığını arttırabilir, insanların kendini örgütün bir parçası olarak görmesini ve tüm gücüyle örgütün hedefleri doğrultusunda çalışmasını sağlayabilirse o lider veya yönetici başarılı demektir. İmam Humeyni, hedef ortaya koyan ve başkalarını da farkında bile olmadan bu hedef doğrultusunda canını verecek ölçüde çalışmaya sevk eden hedefine inanmış liderlerdendi. İmam Humeyni’nin hedefleri doğrultusunda fedakârlıkta bulunan en bariz kişiler, sekiz yıllık savaştaki İslam savaşçılarıydı.
Onlar, liderin hedeflerini gerçekleştirme yolunda fedakârlıklarda bulunmaya hazırdılar. İmam’ın öngördüğü İslami örgüte bağlılık duyuyor ve bununla iftihar ediyorlardı. Elbette İmam da sahip olduğu İslami görüşle insanlara kimlik kazandıracak şekilde hareket ediyordu, onları kendilerini harekete bağlı hissedecekleri şekilde yetiştiriyordu. İmam Humeyni, toplumun her kesimi ile konuşuyor, onları ilahi hedeflere yönlendiriyor, onların yaptıklarına değer veriyordu. Örneğin o, Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanıyla ve güneydeki tüm komutanlarla yaptığı bir görüşmede şöyle buyuruyor:
“Sizler, bu operasyonun sizin elinizle gerçekleştirilmiş olmasından dolayı Allah’a şükretmelisiniz. Herkes buna nail olmamaktadır. Bugün sabah bazı devrim muhafızlarıyla yaptığım görüşmeden sonra şöyle düşünmeye başladım: Keşke ben de devrim muhafızı olsaydım. Onlar neler yapıyor, ben ne yapıyorum. Onlar gidip İslam düşmanlarıyla savaşıyorlar, ben ise burada hiçbir şey yapamıyorum. Siz, kendi kıymetinizi iyi bilin. Allah size, Kur’an-ı Kerim’i, aziz İslam’ı ve İslam ülkesini korumanız için lütufta bulundu. Sizin İslam’a hizmete seçilmeniz için ilahi nizam kuruldu. Allah’ın ve meleklerin sizi desteklediği, Allah katında ispat olmuştur. Yüreğiniz güçlü olsun, İslam için attığınız her adım Allah’ın sizin için gerçekleştirdiği ilahi bir adımdır. Bugün bizim hedefimiz, afetin vurduğu, Batı’nın vurduğu, saltanatın vurduğu bu ülkeyi İslam’a kazandırmaktır. Bizim bundan başka bir amacımız yoktur.”[3]
İmam, bu savaşçıların yaptığı işlere değer vererek öncelikle yöneticilik tabiriyle onların yaptıklarını kendi gözlerinde anlamlı göstermektedir. (Onlara çalışma şevki vermektedir). İkinci olarak bu kişilerin kurumlarına olan bağlılıklarını arttırmaktadır. Ve nihayet onlara bir hedef göstermekte ve bu hedefe ulaşabilmenin yollarını ortaya koymaktadır. Açıktır ki İmam, bu bilgece sözleriyle hedefe ulaşmayı kolaylaştırmakta ve takipçilerini ideal hedeflerine varma yönünde teşvik etmektedir. Sonuçta da onların bu büyük İslami örgütteki etkinliğini ve işlevselliğini en yüksek düzeye çıkarmaktadır.
Halk Katılımı, Örgütsel Bağlılığın Etkeni
Kişilerin örgüte bağlılığını sağlamadaki diğer bir önemli etken de üyelerin örgütün faaliyetlerine katılımıdır. Bu, sonuç olarak hedefe olan bağlılığı da arttırmaktadır. Personelin çalışmalara ve örgütün kararlarına katılımı, örgütlerde iş ilişkilerini iyileştirmek ve personelin motivasyonunu arttırmak için kullanılan bir tekniktir.
İnsanların örgütün kendilerinden olduğunu ve örgütlerinin onların görüşlerine değer verdiğini hissetmesi, çalışma motivasyonunu ve örgüte duydukları bağlılığı arttırmaktadır. İran İslam Cumhuriyeti’nin Kurucusu kendi ilahi misyonunu ortaya koyarak devrimci kurumların etkili olmasını sağlamak ve kişilerin bağlılıklarını arttırmak için halkın örgütsel faaliyetlere katılmasını önermektedir. O, “bizim yöneticilerimiz halkın geçmişte başkalarından yaşadığı acıları, tatlılığa çevirmelidir” diye vurgulamaktadır. O, kendini öteki hissetmemenin insanların bunalım zamanlarında sorunları çözmesini sağladığını belirterek şöyle buyurmaktadır:
“Çünkü halk, her şeyin kendilerinden olduğunu hissediyor. Hiçbir şeyi kendine yabancı görmüyor. Sizleri kendi evlatları olarak görüyor. (Bu yüzden de) Allah korusun eğer sizler bir sorunla karşı karşıya gelirseniz işte şu sokaklardaki halk sizin sorunlarınızı ortadan kaldıracaktır.”[4]
Çünkü kişilerin yapılan işlere katılması, onlardaki motivasyonu arttırmakta, işler en iyi şekilde yapılmakta ve sorunlar çözülmektedir. Bu nedenle şu sonucu çıkarabiliriz: İmam Humeyni’nin kurduğu nizamda insanların katılımı, devlete yardımcı olmak için belirlenmiş bir yöntemdir. O, halkın katılımı konusunda şunları söylüyor:
“Halkın yönetim işlerine katılımı konusunda şunu defalarca söyledim… Halkın yapılan işlere katılmasının gerektiği, sizin de onları bu işlere kattığınız zaman, şu an hizmet etmekte olanları, geçmişte hizmet edenleri, size, bize, herkese, İslam’a hizmet edenleri size geldiklerinde geri çevirmeyin, onları da bu çalışmalara katın.”[5]
İmam, halkın çalışmalara katılmasını vurgulayarak ülkenin icracı yöneticilerine şunları tavsiye ediyor: “Her şeyi devletleştirme peşinde olmayın. Hayır, devletçiliğin bir sınırı var. O sınır da bellidir, yasalar da onu belirlemiştir. Ama halkı katın, çarşıyı katın.”[6]
Görüldüğü gibi İmam’ın sözlerinde ve yaşantısında halkın yönetime ve çalışmalara katılması çokça vurgulanmıştır. Halkın çeşitli alanlardaki işlere katılmasının, iş ilişkilerinin iyileşmesine, işlerin daha iyi ve etkili bir şekilde yapılmasına, ekonomik ve yönetimsel faaliyetlerin daha etkili bir şekilde gerçekleşmesine vesile olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple, mantıklı yöntemlerle, halkla bir ve beraber olarak devrimin geleceğini garanti etmeli ve ülkeyi milletin desteğinin güvencesine emanet ederek geliştirmek gerekmektedir. Çünkü halkın birlikteliği hareketin, nizamın bekası ve gelişmesi, tüm sorunların ve bunalımların çözümü için bir gerekliliktir ve onlarsız hiçbir şey mümkün değildir.
Sonuç olarak halkı korumak ve kazanmak gerekir. Bir cümleyle onların rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak, onların kalplerini kazanarak onlarda siyasi motivasyon yaratmak zaruri bir iştir.
Halka yönelik davranışlarımızda ve kişilere yönelik örgütsel davranışlarımızda öyle bir şekilde hareket etmeliyiz ki halk kendi görüşlerine dikkat edildiğini, kendilerine değer verildiğini hissetmelidir. Bu sebeple İmam, daima halka şahsiyet ve kimlik kazandırırdı. Halkın oyunu temel ölçü kabul eder ve ona saygı gösterirdi. Nizamın siyasi kararlarını halkın siyasi katılımının ve görüşlerinin ışığında değerlendirirdi. İmam’ın hayatında her zaman, halkın rızasını, güvenini ve teveccühünü kazanmak, devlet ve yönetim organlarıyla halkın ayrılmazlığı düşüncesini sürdürmek, kısaca halkın makbuliyeti için çalışmak esas olmuştur.
“Yapılan işlerde millet olmadıkça ne hükümet ne de valiler bir iş yapabilir… Herkes, her türlü işte halkın rızasını kazanmak için çaba göstermelidir.”[7]
[1] Bakara, 285
[2] İbn Hişam Tarihi, c.1, s. 283 - 284
[3] Sahife-yi Nur, c. 16, s. 6
[4] Age
[5] Sahife-yi Nur, c.19, s. 239
[6] Sahife-yi Nur, c.18, s. 251
[7] Age.
Dostları ilə paylaş: |