İ. DOĞU VE BATININ EVLİLİĞİ
Yunan mitololjisinin, din statüsünden edebiyata dönüştüğü, kişisel Yunan zihni nedeniyle VI. ve V. yüzyıllarda bunun oluştuğu ileri sürülmüştür. Bu tartışmada, genel olarak, politeizmin dinin aşağı bir biçimi olduğu, eleştiriye dayanıksız olduğu, monoteizmin ise böyle olmadığı görüşü saklıdır. Sonuçta, Yunan zihni böyle çalışmaya başladığında, çoktanncılık eritilmiş ve meleklerin panteonu, şeytanların karşı panteonu, azizler kominyomu, gövdenin dirilişiyle Hıristiyanlığın üç kişide Tanrı Gerçeğine, yani, her kutsanmış şarap damlasında ve Mass {Aşai Rabbani) yufkasında ölen ve dirilen ve mucizeyle bakire Meryem Ana'dan doğan Tann oğluna -Gerçek Tann ve insan- giden yol açılmıştır. Oysa, gerçekte, Olimposlular Yunanlılarca hiç bir zaman nihai Varlıklar Varlığı ile karıştınlmamıştır. İnsanlar gibi tanrılar da Ulu Anadan doğmuşlardır. İnsanlardan daha güçlü ve yaşamları daha uzun da olsa, onların kardeşleridirler. Üstelik evrenin geçici yöneticileridirler. Eski tanrıçanın kutsal çocuklarının soyundan sökülüp alınmışlardır ve Prometheus'un bildiği gibi, yöneticiliği bir sonraki kuşağa kaptırılabilirler. Olağan olarak, onlar, Yunan şehri devleti ideallerinin arketipleridirler, şehir devletinin geçmesiyle onlar da geçmişlerdir.
Fakat Hellenist dönemde, Aristo'nun parlak öğrencisi Büyük İskender tüm Levant'tan Hindistan'a kadar yayıldığında, Yunanistan, Hindistan, İran, Mısır hatta Kudüs dışındaki Yahudiler de tek bir dünyada bir araya getirildiler. Yunan dini yeniTîir aşamaya vardı: bir
200
yandan muhteşem evrenselliğe, öte yandan kişisel, içe dönük sezgiye. Gerçekten ölümden uzak güzel tanrılar 9oluklannm esinini tüm Asya'ya gönderdiler, Maurya Hindistan'ı, Han Çin'inde ve nihayet Japonya'da yeni bir din ve estetik biçimi uyandırdılar. Bab'da da Roma'yı uyandırdılar. Güney'de ise eskiye, tanrıça İsis ve eşinin eski kültlerine yeni bir özellik getirdiler.
Helllenist Yunanlıların dine yönelik görüşlerinin değerlendirilmesi iskenderiyeli mitografcı Tyre'li Maximus'da gözlemlenebilir (I.S. II. yüzyıl):
'Tanrının kendisi, tüm bunların babası ve biçim vericisi, güneşten
ve gökten eski, zamandan, sonsuzluktan ve tüm varlığın akışından
büyüktür, herhangi bir yasa koyucu tarafından isimlendirilemez, her
hangi bir sesle ona seslenilmez, hiç bir gözle görülemez. Fakat biz,
onun varlığını kavramaya yetersiz olduğumuzdan, sözlerin, adların
ve resimlerin yardımını kullanırız, altın, fildişi ve gümüş eşyaları,
bitkilerin ve ırmakların ve akıntıların yardımını onu bilme özlemiyle
kullanırız, onun doğası ile dünyada olan bu güzellikleri adlandırmada
zayıfızdır, aynı dünyevi aşıklara olduğu gibi, en güzel görüntü sevgi
linin gerçek hatlarıdır. Fakat benzerlik aşkma, bir lirin, küçük bir
mızrağın, bir sandalyenin, belki de sallanan yerin veya dünyada sev
gilinin anısına canlandıran her hangi bir şeyin onları mutlu ettiği
görülür. Neden imgeleri daha fazla inceleyeyim ve yargılayayım? Kut
sal olanı to 9eiov yevoo bileyim, onlar da bilsinler: hepsi bu. Eğer bir
Yunanlı, Phidias sanatı ile Tanrının çağrışımından coşuyorsa, bir
Mısırlı hayvanlara tapmakla, bir başkası ırmakla, başkası ateş iledir,
onların sapkınlıklarından öfkelenmem, yalnızca, onlara bildir, sevdir
ve anımsat^1) JHj*$f 1
Perslerin geniş, kültlerarası imparatorluğunda feth edilen halkların tanrılarına hoşgörü gösterilmiş olsa da, Şahlar şahı veya Mecusi ruhbanının hiç bir kahinlerince, birleştirilmiş-evrenselleştirilmiş genel bir sistem için çaba harcanmamıştır. Perslerin dinsel hoşgörüsü siyasal ve işbilirdi, inancın ifadesi değildi. Siyasal sonuçlar elde edildiğinde de Persler yabancı putlara saldırıda tereddüt etmediler. I.Ö. 336-330'da Persia'yı fetheden iskender, hiç bir kutsal nesnenin hasar görmemesi için kesin emir verdi. Fakat yaklaşık-iki yüzyıl önce Pereler Yunanistan'ı elegeçirmek istediklerinde tapınakları yıkmışlar, tanrıların imgelerini yakmışlar, putlara saygısızlık etmişlerdi. İlya ve Elişa'ı, Yeşu ve Hezekiah'ı harekete geçiren aynı dindar çaba
201
içindeydiler -çünkü ne de olsa onlar da tektanrıcıydılar/2) Onların-kinden başka gerçek tanrı yoktu. Aeschylus, yurtsever trajedisi iranlılarda bu saygısız eylemlere değinir ve güçlü İran donanmasının 5a-lamis'teki inanılmaz yenilgisinden gururlanır. 'Bu tanrısızlar' diye yazar, 'gururlu tutkunlar, Yunanistan'ı av edinirken, onu tanrılarından yoksun etmekten ve putlannı ateşe atmaktan da utanmadılar':
sunaklar yıkık yatıyor ve tanrıların imgeleri devrilmiş, yuvarlanmış, yerlerde ayak altında, uğursuz günah, uğursuz acı şimdi onların oldu ve daha da uğursuz olacak...™
Darius I, kendisini dünyanın efendisi yaptıktan sonra, İ.Ö. 490 yılının yazında Atina'ya boyun eğdirmek için bir donanma gönderdi. Ordusu Marathon kıyısına çıktı. Gerisini bütün öğrenciler bilir. Savaşta Aeschylus savaştı, kardeşi öldü. 6400 Persli ve 192 Atinalı'nın ölüsü meydanda kaldı. Darius hemen daha büyük, çok daha büyük ikinci bir donanmayla ordunun ikinci bir deneme için hazırlanmasını emretti. Ama kendisi öldü. Oğlu Büyük Kserkses (h.İ.Ö. 486-465) Ma-rathon'dan on yıl sonra Atina'ya dünyanın toplanmış- oldu£ u en büyük askeri gücü gönderdi. İmparatorluğun her yerinden toplanmış yarım milyon insan ve üç bin gemilik donanma emrindeydi. Ama Thermoplae'de, Leonidas, otuz Atinalı ile, geçiti tam üç gün, cesurca tuttu. Öldüler, kamçılarla sürülen bir ordu tarafından ele geçirildiler ve dört bin Persliyi öldürdüler. Salamis limanında da, 23 Eylül 480de, Pers donanmasının gözbebeği 1200 gemi, 380 gemilik Yunan donanması tarafından oyuna getirildi ve safdışı bırakıldı, Dört bucağın kralının dehşete düşmüş gözleri önünde donanma batırıldı. Diyebiliriz ki Doğu, sınırına ulaştıK4)
Avrupa'nın yanıtı İskender'di. Ve 33 yaşında ölümünden iki kuşak sonra. Doğuda tanrı gibi kutsandı.
O en azından yeni bir dünyanın yaratıcısıydı. Bu dünya hakkında söylenebilecek sayısız şeyler içinde dördü bizim mitos tarihi çalışmamızda özellikle önemlidir.
İlki, daha önce bildiğimiz gibi, bütün dînlerin tanrıları için saf bir saygı görmüyoruz fakat analojileri tanımak için neredeyse bilimsel bir çaba görüyoruz. Öyle ki değişik ülkelerin tanrıları eşit kabul edilerek tanımlandı ve tapınıldı: Isıs ve Demeter, Horus ve Apollo, Thot ve
202
Hermes, Amun ve Zeus. Yunanlılar Bactria'da ve Hindistan'da Krişna'yı Herkül'le, Şiva'yı Dionysos'la özdeşleştirdiler. Daha sonra Batı'da Romalılar yalnız Yunan tanrılarını değil, Keltik ve Germen tanrılarını da kendilerininkilerle eşdeğer tuttular. İskender döneminden önce bir çok bölgesel uyuşman akımlar vardı. Örnek olarak büyük Mısır kahin sentezi, Re ve Amun, Ptah ve Osiris, ve Re, Osiris, Seth, Horus ve Thot'u tek muhteşem mitolojide birleştiren sentez. Benzer biçimde Hindistan'da ve Çin'de bölgesel uyuşmacıhk akımları vardı, genelde Yunanistan'daki gibi başka insanların tanrılarına hoşgörüyle yaklaşım geçerliydi. Fakat Büyük İskender'in döneminde, ilk aşamada, hiç bir yerde kültürlerarası uyuşmacılıgın sistematik olarak geliştiğini görmüyoruz. Veya en azından uygulanmaya başlanıldığını. Yunan anlayışının Yunanistan sınırlarının ötesine uzanımım görüyoruz. Aynı, uranlığın değil, hür düşünceli insanların imparatorluğu düşüncesinin uygulanışı gibi. Bu dönemde Perikles'in site ideali, iskender'in kozmopolis idealine ulaştı. Oecumene veya yerleşik dünya, bütünüyle, uygar insanın ortak malıydı.
Bu dönemde gözlemlenen ikinci nokta, mitosun gelişimi ve daha üstün okumada felsefe ve bilimin rolüdür. VI. ve V. yüzyıl Yunanistan'ında filozoflar Dionysos-Orfik karmaşanın felsefi düşünce ile ilişkisini tanımlamışlardı ve şimdi Dionysos kültlerinde benzer olanaklar keşfetmişlerdi. Arkaik dönemden beri pratik olarak bütün Doğu ve Baü mitolojilerinin kaynaklandığı^ Babil astronomi ve matematiğinde, kendi kozmolojik görüşlerini derinleştirmek için yeni esinler buldular. İskender döneminde bu bilimlerdeki yeni gelişmeler ile, evrenin yapısına ilişkin yeni idealar türetildi, bunlar Batı mitos düşüncesinde (örnek olarak Dan tenin İlahi Komedyasında) makrozo-mik düzenin merkezindeki dünyanın yerini güneşin aldığı Kopernik çağına kadar, temel olarak kaldı.
Üçüncü gözlemlenen nokta, o zaman Yunan eleştirel zekasının İskender'le Hindistan'a ulaştırılmasıdır. Burada Jain, Budist ve Brahman merkezlerinin çeşitli okullarında felsefi eleştirinin tümüyle dışında gelişmeler olmuştu. Batıran Nietzche, Freud ve Jung'a kadar elde edemediği pratik psikoloji -kozmolojik olanın karşıtı- mitolojik gerçeklikle bu disiplinlerde derinden anlaşılarak yansıtılmıştı. Bu arada yarım kavranılmış psikosomatik mistik masalın müthiş etkisi, Hindistan'dan, ona göre çok toy olan Batının, bir çok renkli gnostik, teoso-fik ve münzevi kült ve akımın türediği, zaviye, manastır, okul ve
203
üniversitelerine akıyordu.
Ve son, dördüncü nokta olarak, Hellenist dünyanın bağlamında, Avrupa'nın Asya'ya iki yüzyıl kadar etkisinden sonra, dalganın dönmeye başladığını söylemeliyiz. Güçlü bir tepkinin doğup, Hıristiyanlığın zaferi Klasik antikitenin tanrıları ve felsefesini yıkana ve yedi yüzyıllık süre ile Avrupalı Batı uygarlığının yıkımını getirene kadar.
Dostları ilə paylaş: |