CİHAD
Cihad; Cehd veya cühud kökünden türeyen “cihad” Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. Cihad kelimesi farklı formlarda Kur’an’da kırk kadar yerde geçmektedir. “Cehd veya cühud”, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir.
Aynı kökten türeyen “cihad” veya “mücâhede”, sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir.
Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması fark etmez. Mü’min dinine veya kendine zarar vermek üzere saldıran düşmanlarına karşı koymaya çalışır, onların zararlarını uzaklaştırmada gayretli olur.
Mü’minlerin kararlı ve şuurlu çabalarının bedenle yapılana “cihad” ruhsal olanına da “mücâhede”, fikir ve İslâmî ilimlerde yapılanına da “ictihad” denilir. Allah yolunda gayret göstermek, çaba sarf etmek anlamlarına gelen “cihad”, her üç mânâyı da içerisine almaktadır.
Allah yolunda yapılan bütün çalışmalar, Allah’ın adı yücelsin diye gösterilen gayretler, O’nun dini İslâm’ı savunma için ortaya konan çabalar tümüyle “cihad” ismiyle nitelendirilir. 1220
Cihad Saldırı mıdır?
İslâm’ın yanlış anlaşılan emirlerinden biri de cihad’dır. Özellikle Batılı araştırmacılar cihadın bir saldırı olduğunu, İslâm’ın bu saldırı yoluyla yayıldığını, müslümanların saldırı anlamındaki cihad emrine uyarak başka ülkeleri işgal ettiklerini ısrarlı bir şekilde iddia ederler. Müslümanlar söz konusu olunca, yerli-yersiz cihadın saldırı amacıyla kullanıldığını ve bunu da ‘Kutsal savaş’ şeklinde anladıklarını ileri sürerler.
Cihadın anlamı ve işleyiş şekli yakından incelense, cihada izin verilen şartlara yeniden bakılsa durumun iddia edildiği gibi olmadığı görülecektir. Cihad kavramının karşılığı ‘savaş’ kelimesi değildir. Çünkü ‘cihad’la savaş sözcüğü arasında hem nitelik hem de nicelik farkı vardır. Savaş salt askerî hareket olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askerî operasyon da dâhil İlâhî hedefler uğruna gösterilen bütün çabaları içine alır. Bu demektir ki, ‘cihad’; kutsal bir gaye uğruna ortaya konulan her türlü fikrî, fiilî ve kalbî çalışmanın ortak adıdır.
İslâm’a göre “Dinde zorlama yoktur.”1221 Yani, insanlar diledikleri dini seçebilirler. İnandıkları din ne kadar yanlış ve saçma olsa bile bu konuda zorlama söz konusu olamaz. Çünkü inanma bir gönül işidir. Bir şeyin doğruluğu ve hak oluşu kalp ile kabul edilmezse, silah zoruyla kimseye bir şey sevdirilemez. Üstelik, Allah (c.c.) insanlara irade hürriyeti vermiştir. Onlar, hak ile bâtıl arasında seçim yapma hakkına sahiptirler.
Ancak birtakım insanlar kendi halinde bir din seçmekle kalmazlar, başkalarına zorla bu dinlerini (fikirlerini) benimsetmeye çalışırlar. Kimileri insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak isterler. Kimileri İslâm dâvetinin önünü kesmeye, insanların İslâm’a ulaşmasını engellemeye çalışırlar. Kurdukları tuzak ve düzenlerle insanları kandırmaya, hak yoldan ayırmaya çaba gösterirler. Yahut, kimileri müslümanlara ve onların yaşadıkları yerlere saldırıp topraklarını işgal ederek insanları yönetimleri altına almak isterler. İşte bu gibi durumlarda cihad gündeme gelmektedir.
Müslümanlara veya onların yaşadıkları topraklara düşmanları saldırdığı zaman, müslümanlar sessiz mi kalsın? Allah’ın dinine hakaret edilirken, insanlar zorla veya hile ile İslâm’dan uzaklaştırılırken; müslümanlar hiçbir şey demesinler mi? Birtakım zâlimler insanlara, zayıf bırakılmışlara zulmederken, müslümanlar başlarını kuma mı gömsünler? Güçlüler ve zenginler yeryüzüne istedikleri gibi yön versinler, fitneyi arttırsınlar, insanları sömürsünler, onların zenginliklerini yağmalasınlar ama müslümanlar aldırmasınlar mı? Allah’a kul olmak isteyen nice iyi niyetli insanların önüne şeytanî tuzaklar kurulsun da, müslümanlar seslerini çıkarmasınlar; Bu doğru olur mu?
Kaldı ki cihad yalnızca mü’minlerin dış düşmana karşı yaptıkları bir savunma değildir. Cihad, aynı zamanda kişinin kendi nefsinin kötü isteklerine karşı direnmesi, şeytanın kandırmalarına karşı koymasıdır. Bu ise mü’minin hayatı boyunca yapması gereken bir ‘mücâhede’dir. Çünkü gerçek anlamda müslümanlık şeytana uymamakla, nefsin kötü arzularına, emirlerine karşı çıkmakla mümkün olabilir. Müslümanların kendilerini, dinlerini ve vatanlarını korumak için onlara farz kılınan cihad emrini yanlış anlayanlar, cihadsız bir İslâm istiyorlar. Onlar yeryüzünde diledikleri gibi at koşturacaklar, istediklerini yapacaklar, hatta müslümanlara yön vermeye kalkışacaklar, ama müslümanların bir tepkisi olmayacak. Böylesine sessiz, tepkisiz, pısırık bir din istiyorlar.
Şeytan ve onun yardımcıları varolduğu, birtakım insanların yeryüzünü ifsat etmeleri (bozmaları), azıp sapmışların çıkardıkları fitne (bozukluk, isyan, kâfirlik) devam ettiği müddetçe; cihad var olacaktır. Yani cihada ihtiyaç duyulacaktır.
Cihadın gayesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın adını ulaştırabilmek, Hak bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve zulümlerden kurtarmaktır, İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâm’ı tanımalarına fırsat vermektir.
İslâm savaş realitesini göz ardı etmez. Çünkü savaşın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Savaş bazen arzu edilmese de kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak, toprak ele geçirmek, insanlara hükmetmek, onlara karşı büyüklük taslamak, onları öldürmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için cihad etmezler. Bunların hiç biri İslâm’da yoktur. İslâm, savaşı ekonomik, sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insanî hedeflerin gerçekleşmesinde, gerektiği zaman başvurulacak bir metot olarak kabul eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta da şudur:
Başkalarının savaşları özünde profandır ve dünyalık amaçlar uğrunda yapılırken, İslâm’ın cihadı Allah rızası için yapılır ve özünde âhirete ait bir boyutu vardır. Bu anlamda cihad bir ibâdettir. Çünkü cihad; İslâm’ı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği dünya ve âhiret saâdetini insanlara taşıma çalışmasıdır. Zulmün ve tuğyanın karanlıklarından, İslâm’ın aydınlığına bir dâvettir. İnsanlara o aydınlığı ulaştırma faâliyetidir. Bu nedenle ‘cihad’a bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönüllerini İslâm’a ve onun güzelliklerine açma çabası. İslâm dâvetinin amacı insanlardan bazılarının diğerleri üzerinde rableşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını sağlamak ve onları mutluluğa ulaştırmaktır. Ancak bazen insanla bu mutluluk arasına maddî veya mânevî engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel, bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmî odaklar tarafından tezgâhlanabilir.
Günümüzde insanlık, mesafelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun yerine kalın duvarlar örüldü.
Cihad faâliyeti, saâdetin ta kendisi olan İslâm’la insanlar arasında, giderek yürekler arasında konulan engelleri, yapılan duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen gerçekle ve bunun sonucu dünya ve âhiret mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini İlâhî güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar cihad faâliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâm’ın güzel ilkelerini insanlara, yine onun dilini kullanarak taşırlar. Onlar İslâm’ın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu aşkı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da vahy-i metluv, yani okunan vahiy olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar. 1222
Görüldüğü gibi cihadın kapsamı ve hedefi bazılarının sandığı gibi ne saldırı ne de savaştır. Ancak yeri gelince dış düşmana karşı fiilî cihad dediğimiz ‘kıtal-savaş’ gündeme gelir. Müslümanlara yapılan saldırılara cevap vermek, onların zararlarını önlemek İslâm’a inananların hem hakkı hem de görevidir. Cihad faâliyeti aynı zamanda insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak bir ortamı da hazırlar.
Kur’an-ı Kerim, cihad ve savaş kavramlarını tamamen Allah yolunda cihad (fî sebîlillâh) şeklinde kullanmaktadır. Öyleyse Allah rızasının dışına çıkan bir savaş İslâm’ın emrettiği cihad değildir.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in bütün bir peygamberlik hayatı bir cihad faâliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların dünya ve âhiret saâdetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve beklentileri; cihad ibâdetinin boyutlarını gösterir. Müslümanlar savaş istemezler. Ama kendilerine saldırı olursa sabırla direnirler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda çaba gösterirler. 1223
Cihad üç şeye karşı yapılır:
1- Açık bir saldırıya karşı,
2- Şeytanın hilelerine karşı,
3- Nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı.
Açık bir düşmana karşı cihadın da iki yönü vardır:
a) Mü’minlere saldıran kâfirler ve münâfıklara karşı:
Bunlarla cihadın da kolaydan zora doğru dört aşaması vardır:
1. Gönülden râzı olmama,
2. Onların yaptıklarına karşı çıkma, dil ile kötülüklerini önlemeye çalışma,
3. Mal ve diğer meşrû maddî araçları kullanarak onların zararlarını savma çabası,
4. Son olarak bedenle, el ve diğer araçlarla onların saldırılarını ve zararlarını önlemeye çalışma, yani kıtâl, fiilî savaş.
b) Zâlimlere karşı cihad: Zâlimin yanında hak olan şeyi söylemek, onun zulmüne engel olmaya çalışmak da bir cihaddır. Nitekim Kur’an’ı Kerim:
“Bizi bu zâlimlerden kurtarın diye yalvaranlar uğruna cihad edin.” 1224 diye emretmektedir.
Cihadın araçlarını şöyle sayabiliriz:
Nefsî isteklere karşı cihad, ilim ile yapılan cihad, mal ile cihad, dil ile, bedenle, canla cihad. 1225
İslâmî ıstılahta “Allah Teâlâ (c.c.)’nın dini için; can, mal, dil ve diğer vâsıtalarla elden gelen güç ve gayreti sarf etmeye cihad denir.” Enes b. Malik (r.a.)’ın rivâyetiyle:
Rasûlullah (s.a.s):
“Müşriklerle; malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz” 1226 buyurmaktadır.
Cihad kelimesi terim olarak; küffarla savaş sırasında gayret sarf etmek mânâsına kullanıldığı gibi; nefis, şeytan ve fâsıklarla mücadele için de kullanılır.
Kur’ân-ı Kerimde:
“Müşrikler sizinle nasıl topyekün harp ediyorlarsa, siz de onlarla topyekün harp ediniz”1227 hükmü beyan buyrulmuştur.
İslâm âlimleri:
“Müşriklerle ve kâfirlerle yapılması emredilen cihad’ın sebebi; onların müslümanlara karşı savaş açmış olmalarıdır. Dolayısıyla cihad; kâfirlerin meydana getirdiği fesadı ortadan kaldırmak ve mukavemetlerini kırmak için meşrû kılınmıştır” derler.
Müslümanlar yeryüzünde haksız yere insanın kanının dökülmesini ve fesadın yayılmasını kabul etmezler.
İmam Serahsî: “Cihaddan maksat müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme (edâ edebilme) imkânına kavuşmalarıdır” diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. 1228 “Allah ve Rasûlü’ne iman eder, mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” 1229
Mü’min için hayat iman ve cihaddır.
Cihadın hikmeti, insanları zorlamadan (baskıdan) korumak, zorlama kabul etmeyen dini hâkim kılmak, Allah’ın kelâmını yüceltmek, yani herkesi mensup olduğu inançtan zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın gönül rızâsıyla kabul edilip yayılmasına set çekmek isteyen ve gücünün yettiğince zor kullanan hak düşmanlarının savulması ve engellerin kaldırılması ile sağlam bir kalp ve güçlü bir akıl için açıkça ortaya çıkmış bulunan doğruluk yolunu, hakkın egemenliğini herkese arz ve ilân etmek.1230
Cihad, nefislerimizin İslâm dini ile çatışan arzuları ve eylemlerine karşı mücâdele vermektir.
Cihad; helâl rızık kazanmak için çalışmaktır.
Cihad, ikna edici aklî ve ilmî delilleri sunarak insanları Hakka çağırmak, bâtıldın sakındırmaktır.
Cihad, mü’minleri sömüren istilacı düşmanlarla ve İslâm yurduna saldıran mütecavizlerle savaşmaktır.
Cihad; Allah’ın insanlığın saâdeti için koyduğu İslâm’ın uygulanması (yaşanması) için gayret sarf etmektir.
Cihad’la ilgili olarak yaptığımız bu açıklamalar Kur’an ve Sünnetten kaynaklanmaktadır. 1231
Cihad İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse (şeytana) ve dış düşmanlara karşı mücadele vermektir. Cihad, Allah’ın rızâsına uygun bir şekilde yaşama çabasıdır.” 1232
Cihad duygusu, hissi olmayan kişi gerçek mü’min olamaz. Çünkü Rabbimiz Allah gerçek mü’minleri, mallarıyla ve canlarıyla cihad eden mü’minler olarak tanıtmaktadır:
“Gerçek mü’minler o kimselerdir ki, onlar Allah’a ve O’nun Peygamberine inanırlar. İnandıktan sonra şüphe ve tereddüde düşmezler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. İşte (yaşayışlarıyla imanlarını) doğrulayan onlardır.” 1233
Cihadın önemi hakkında âyet ve hadislerden bazıları şunlardır:
“(Ey mü’minler) size hoş gelmese de, (gerektiğinde) artık savaş size yazıldı (farz kılındı). Olur ki (bazen) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. (İşlerin nefse değil, Hakk’ın rızâsına uygunluğu aranmalıdır). Allah bilir, siz bilmezsiniz ” 1234
“Fitne kalmayıncaya, din (hüküm), yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın (mücadele edin).” 1235
“Ey iman edenler, Allah’ın emrine uygun yaşayın, O’na (yakın olmaya) imkân/fırsat arayın. Allah yolunda (malınızla, canınızla) cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” 1236
“De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler (evler, köşkler, villalar) size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah’ın emri (dünyevî ve uhrevî cezası) gelinceye kadar bekliye dursun. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” 1237
“Yoksa, Allah cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gideceğinizi mi sandınız?” 1238
“Kim Allah yolunda cihad ederse, muhakkak kendi (yararı) için cihad etmiş olur.” 1239
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tâğut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır.” 1240
Ebu Hureyre (r.a.) rivâyet ediyor:
Rasûlullah (s.a.s.)’e “amellerin hangisi efdaldir?” diye soruldu. Rasûlullah:
“Allah ve Rasûlü’ne iman etmektir” buyurdu. “Ondan sonra hangisi?” diye soruldu, ‘Allah yolunda cihaddır’ buyurdu. “Ondan sonra hangisidir?” denildi. ‘Makbul olmuş Hacc’dır’ cevabını verdi.” 1241
İbn Mes’ud (r.a.)’dan rivâyetle: “Ya Rasûlullah (s.a.s.)! Allah nezdine hangi amel daha sevimlidir?” diye sordum: Rasûlullah (s.a.s.):
‘Vaktinde kılınan namazdır’ dedi.
‘Sonra hangisidir?’ dedim,
‘Ana-babaya iyilik etmektir (iyi davranmaktır)’ buyurdu,
‘Sonra hangisidir?’ sualine,
‘Allah yolunda cihaddır’ cevabını verdi.” 1242
“Allah yolunda (cihad için) bir akşam yürüyüşü, bir sabah yürüyüşü, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha faziletlidir.” 1243
Berâ (r.a.)’den:
Tepeden tırnağa silahlı bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’e geldi:
“Yâ Rasûlallah (s.a.s.), önce size yardımcı olarak muhârebe mi edeyim? Yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
‘Önce müslüman ol, sonra savaşa katıl’ buyurdu. O adam müslüman oldu, sonra savaştı ve şehit oldu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.):
“Az iş yaptı, fakat çok sevap kazandı” buyurdu.1244
Câbir (r.a.)’dan:
Bir adam:
“Ya Rasûlallah!) Allah yolunda öldürülürsem, yerim neresidir?” “Cennettir” buyurdu. Bunun üzerine o kimse elindeki hurmaları bırakıp savaşa gitti ve şehit oldu.”1245
Ebu Hureyre (r.a.)’den Rasûlullah (s.a.s.):
“Kim cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölürse bir çeşit nifak üzere ölür ” buyurdu.1246
Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Mücahid,(önce) nefsine karşı cihad edendir.” 1247
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:
Bir adam gelerek Rasûlullah (s.a.s.)’e:
“Ey Allah’ın Rasûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de dünyalık (mal, mülk, şan, şöhret) isterse durumu nedir?” diye sordu, şu cevabı verdi:
“Ona hiçbir sevap yoktur?” Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Rasûlullah (s.a.s.) her seferinde:
“Ona sevap yoktur!” diye cevap verdi. 1248
Ebu Zer (r.a.)’den rivâyetle:
“Yâ Rasûlallah (s.a.s.), hangi amel daha faziletlidir?” dedim:
“Allah’a iman etmek ve O’nun yolunda cihad etmektir” buyurdu. 1249
Enes b. Malik (r.a.)’dan rivâyetle:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Müşriklere (İslâm’ın yaygınlaşmasına mâni olmaya çalışanlara) karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle savaşın (mücadele edin).” 1250 Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi cihad çok önemli ve faziletli bir ibâdettir. Dolayısıyla mü’minler, İslâm’ın emirlerini yerine getirmesine engel olmaya çalışan nefis, şeytan ve şeytanın dostlarına karşı gereken mücadeleyi yaparak Allah’a iyi kul olmaya gayret etmelidir. Bu gayret, nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadeleyle birlikte, İslâm’ın yeryüzüne hâkim olmasını, yayılmasını istemeyenlere karşı da mücadele (cihad) şeklinde de olmalıdır.
Hz. Adem (a.s.)’dan Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar gelen bütün peygamberler insanları hakka çağırmış, bâtıldan sakındırmaya çalışmışlardır. Bu dâveti yaparlarken bu hak dâvâya karşı çıkanlar, engellemek isteyenler hep olmuştur. Hakkı tebliğ kolay olmamıştır. İşkence çekmeden, ezâ görmeden, bu hareket yürümemiştir.
İslâmî tebliğ yüzünden sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ashâbı değil, onlardan önceki peygamberler ve onların ümmetleri de Allah dâvâsını tebliğ ettikleri için Benî İsrail Yahya (a.s.)’ı öldürmüşler, babası Hz. Zekeriya (a.s.)’ı bir ağaç kovuğunda testereyle ikiye biçmişlerdir. Şüphesiz Allah yolunda en çok işkence ve ezâya mâruz kalan Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Sadece kendisi değil, ailesi ve ashâbı da işkence altındaydı. Bu katlanılması çok güç olan işkence ve ezâya sabır ve tahammül göstermesi için Allah Teâlâ ondan evvelki peygamberleri kendisine misal gösteriyordu:
“Peygamberlerin haberlerinden onunla kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz.” 1251 Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)’den önceki peygamberlerin de işkenceye mâruz kaldıklarını şu şekilde bildiriyor:
“Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyet (işkence) edilmelerine rağmen sabrettiler.” 1252
Şüphesiz bunca eziyetlere katlanmanın, İslâmî tebliğ uğrunda her türlü işkenceyi göze almanın kutsî bir gayesi vardır: Allah rızasını kazanmak.
Allah kendisi için mücadele edenlere yardım ve cennet vaad ediyor:
“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (O’nun dininin yayılmasına ve hayata geçmesine) yardım ederseniz O da (düşmanlarınıza karşı) size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit kılar.” 1253
Allah’ın nizamına karşı olanların müslümanlara uyguladıkları işkenceler sadece fiilî değil; aynı zamanda ekonomik, psikolojik, sosyolojik, şantaj ve tehdit edici işkencelerdi. 1254 Müşrik ve kâfirlerin iktidar olduğu Mekke, şirk ve zulüm düzeninin yöneticileri ve bunların destekçileri Rasûlullah (s.a.s.)’e ve ona tâbi olan mü’minlere her türlü zulüm ve işkence yaparak İslâm dâvâsından vazgeçirmeye çalışmışlardır. Fakat Rasûlullah (s.a.s.) ve ona bağlı mü’minler bu yapılan işkence ve zulümlere rağmen yılmadan ve usanmadan sabırla mücâdeleye devam etmişlerdir. İslâm dâvâsından vazgeçmeleri için müşrikler maddî tekliflerde de bulunmuşlar, şöyle demişlerdi Rasûlullah (s.a.s.)’e:
‘Bu İslâm dâvâsındaki maksadın, eğer mal ve şeref sağlamak ise, bizimkilerden daha çok malın oluncaya kadar sana mallarımızdan verelim. Eğer bununla aramızda daha büyük şan ve şeref kazanmak istiyorsan, seni kendimize büyük tanıyalım, hiçbir işimizi sana danışmadan yapmayalım. Eğer bununla hükümdar (lider) olmak istiyorsan, seni kendimize hükümdar yapalım. Şâyet bu sana gelen bir hastalıksa seni tedavi ettirelim’ dedi. Utbe sözlerini bitirdikten sonra, Peygamberimiz (s.a.s.) ona:
‘Ey Velid’in babası, söyleyeceklerini söyleyip bitirdin mi?’ diye sordu. Utbe de evet deyince, Hz. Peygamber (s.a.s.): ‘Şimdi sen de beni dinle’ dedi ve Fussilet sûresinin başından okumaya başladı: “Hâ-Mîm! Bu kitap, bilen ve anlayan bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklanmış, gereğince hareket edenleri Cennetle müjdeleyici, etmeyenleri uğrayacakları azapla korkutucu, Arapça bir Kur’an olmak üzere, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Öyle iken onların çoğu bundan yüz çevirmiştir. Artık onlar dinlemezler. Onlar: ‘Bizi dâvet edip durduğun şeye karşı kalplerimiz kapalıdır, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir engel vardır. Sen istediğini yap, biz de yapacağız’ dediler. (Ey Rasûlüm) onlara de ki: ‘Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana (Allah’tan) vahyolunuyor.’ Sizin ilâhınız tek bir İlâhtır. Artık O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin, O’na eş, ortak koşanların, vay başlarına geleceklere!” 1255
Rasûlullah (s.a.s.) böylece âyetleri okumaya devam ederken Utbe de dikkatlice dinliyordu. Rasûlullah (s.a.s.) aynı sûrenin devamında:
“Onlar yine bir olan Allah’a iman etmekten yüz çevirir, putlara tapmakta direnirlerse onlara de ki: ‘Âd ve Semûd kavimlerinin köklerini kazıyan yıldırım ve benzer bir azap (felâket) ile sizin de kökünüzün kazınabileceğini hatırlatırım” 1256 buyurdu. 1257
Müşriklerin Rasûlullah (s.a.s.)’i İslâm dâvâsından vazgeçirmek için yapmış oldukları her türlü teklif, Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından reddedilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.):
“Allah’a andolsun ki, benim bu hak yolu bırakmam için (teklif ettikleri para, mal, mülk, şan, şöhret ve kızların en güzelini alabilme imkânı verilmesiyle birlikte) Güneşi sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler yine de Allah’ın dinini zafere ulaştırmadıkça veya ben bu yolda harap olmadıkça (ölene kadar) bırakmam.” 1258 demiştir. Mekke şirk düzeni yıkılana ve hayat nizamı olan İslâm hâkim olana kadar önderimiz Rasûlullah (s.a.s.) ve ona tâbi olanlar, her türlü zorluk, işkence, zulüm görmelerine rağmen, yine de İslâm dâvâsından vazgeçmemişlerdir, bu yolda cihad yaparak Mekke’yi fethetmişler ve zafere ulaşmışlardır. Tabiî ki, zafere ulaşana kadar yaptıkları cihad da, şehit olan sahabeler de çoktur.
Mü’minlere düşen görev, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in izinden giderek, birlik ve beraberlik içerisinde, gerekli cihadı yapmaktır; çünkü Allah’ın emri budur.1259 Önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in uygulaması da budur. 1260 Rasûlullah (s.a.s.)’in uygulamaları da mü’minler için bir örnektir. 1261
Rabbimiz Allah’ın emirlerini Rasûlullah (s.a.s.) yerine getirerek, onları en iyi şekilde uygulayarak Allah’a iyi kul ve ümmetine iyi örnek olmuştur. Mü’minler de bu örneklilkten yola çıkarak Allah’a iyi kul olmalıdır. Bu da cihadla mümkündür.
İslâm topyekün bir cihaddan, cehdden, Allah yolunda mücâdeleden ibarettir. Cihad, Allah’ın istediği gibi İslâm’ın yaşanmasıdır. 1262
Cihad Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmak, hakkı ve adâleti gerçekleştirmek amacıyla yapılır.1263
Allah Teâlâ cihadı her müslümana farz kılmıştır. Hem de hiçbir şekilde kaçınılmaz ve terk edilmez bir farz. Her müslümanı en etkili bir şekilde cihad yapamaya teşvik etmiştir. 1264 Dolayısıyla da mü’min en iyi şekilde gereği gibi cihad etmelidir. Mü’min cihada önce kendi nefsinden başlayarak İslâm’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmak için gereken önemi göstermelidir. Aynı önemi hanımı, çocukları için de göstermelidir ve akrabaları, komşuları, tanıdıkları kişilere de bu önemi vererek onların da İslâm’ın emirlerini yerine getirmesi için gayret etmelidir. “(Yeryüzünde ) fitne (şirk) kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla cihad (mücadele) edin.” 1265
“Ancak Peygamber ve onunla beraber (birlikte) mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar (dünyada zafer, âhirette cennet) onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.” 1266
Âyet-i kerime, mü’minlerin birlik ve beraberlik içinde Allah yolunda cihad etmelerinin önemini göstermektedir.
Mü’minler de birlik içerisinde mücadele etmeli, ayrılığa düşmemelidir. Rabbimizin emri budur.
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider (ve o zaman da düşmanlarınız size galip gelir). Sabredin (çekişmeyin, birlik içerisinde olmaya gayret edin). Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” 1267
“(Ey iman edenler) Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (her türlü) kuvvet ve besili atlar hazırlayın.” 1268
Düşmanlara galip gelmek için gereken kuvvetin olması gerekir. Bu kuvvetle, güçle, düşmana galip gelinir, zafer kazanılır. Peygamberimiz (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicret ederek orada gereken gücü elde ederek o güçle Mekke’yi fethetmiştir. Cahiliye düzenine son vermiş, zafer kazanmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) mü’minlerle, birlik ve beraberlik içerisinde bu başarıyı kazanmıştır. Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Size cemaati tavsiye ederim, ayrılıktan da sakının. Cemaatten ayrılan ateşe gider, cemaat rahmet, ayrılık azaptır.”1269 “Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir.” 1270 Görüldüğü gibi âyet ve hadislerde cemaat olmak emrediliyor. Mü’minlerin birlik içerisinde olmaları ve ayrılıktan sakınmaları gerekiyor.
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Her grup (hizip) kendi halinden memnun olmakla sevinmektedir.” 1271
Ayrı ayrı grupların kendi hallerinden memnun olmaları, o grupların bir araya gelmesine engel olmaktadır. Bu konuda Mehmet Zahit Kotku (r.h.a.) Cihad kitabında şöyle diyor:
Müslümanlığın gayesi vahdettir. Bu dinsizlerin de gayeleri, müslümanları bölük bölük parçalamak ve onların kuvvetlerini zayıflatmak, bu suretle de kendi emelleri olan dinsizliklerini rahatça yapabilmektir. İşte bu oyuna gelen müslümanlar, hâlâ uyanmaz ve toparlanmazlarsa, milletine, dinine karşı en büyük düşmanlığı, kendi elleriyle yapmış olacaklarını bilmelidirler. Nurculuk, Süleymancılık, Işıkçılık vs. gibi ekollerde hep müslüman yavruları, ayrı ayrı birbirine zıt fikirlere saplanmışlar; asıl düşmanlarını bir tarafa bırakıp birbirleriyle çekişmeye, didişmeye koyulmuşlardır ki insanın müslümanlık bu mudur? diyeceği geliyor. Hani müslümanlık bir vücut gibi, bir bina gibi olacaktı? Evet parçalar çok olabilir, lâkin hepsinin gayesi aynı olur. Bir dine hizmet ederler ve birbirlerine yardımcı olurlar. El, ayak, göz, kulak da ayrıdır ama hepsi de o vücudun hizmetindedirler. Kezâ binalarda da, taş, tuğla, demir, ağaç, kum, kireç hep ayrı şeylerdir, fakat hepsi o binanın meydana gelmesine hizmet ederler. İki müslüman grubu bir araya getirmek, birleştirmek, âdeta mümkün olmaz. Bu ne hâl, bu ne benlik, bu ne kibir, gurur? Çok yazık bizlere! Cenab-ı Hak bizleri afv-ı mağfiret buyursun da, İslâm’a hizmet eden hakiki müslüman kullarından eylesin. Âmin. 1272
Merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hoca da, müslümanların birliği için uğraştı, 1990’da şûra kurulsun diye gayret etti, fakat gerçekleşmedi. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Zulmedenlere meyletmeyin, (yardımcı olmayın). Aksi halde size ateş dokunur (Cehennem de yanarsınız).” 1273
Rasûlullah (s.a.s.) de:
“Bir yakın zamanda milletler sizin (mü’minlerin) aleyhine birleşecekler.” Bir kişi, ‘Biz o gün sayıca az mıyız?’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
“Belki siz o gün sayıca çoksunuz. Fakat siz selin üzerinde taşıdığı çer çöpler gibi dağınık olacaksınız (gücünüz az olacaktır) Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” ‘Zaaf da nedir?’ diye sorudu. Rasûlullah (s.a.s.):
“Dünya sevgisi ve ölüm korkusu” buyurdu.1274
“(Ey iman edenler) İyilik ve takvâ konusunda yardımlaşın. Günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın, Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” 1275 buyrulmaktadır. İyi, doğru, İslâmî olan şeylerde yardımlaşmalı, kötü, gayr-i İslâmî olan şeylerde yardımlaşmamalı, destek olmamalı. “Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” Bunun iyi bilinmesi, kavranması ve gereği neyse yapılması lâzımdır. “(Düşmanınız olan) topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı (zorluk) çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı (zorluk) çekiyorlar. Oysa siz, onların umut etmediklerini (yardım ve cenneti) Allah’tan umuyorsunuz. Allah bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir.” 1276 Bu âyetin izahını Merhum Mevdudi, Kur’ân-ı Kerim tefsirinde şöyle yapmaktadır: “O topluluk”, İslâm’ı reddeden ve İslâm dininin yayılıp yerleşmesini engellemek için çalışan kâfirlerdir.
Yani müminlerin, kafirlerin tâğut için katlandıkları zorluk kadar hak yolda zorlukları cesaretle üzerlerine almamaları çok gariptir. Çünkü kâfirlerin bu dünyadan ve onun geçici menfaatlerinden başka amaçları yoktur. Oysa mü’minler, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’ı razı etme amacına sahiptirler ve onlar Rablerinden hiç sona ermeyecek olan mükâfatlar beklerler (cenneti umarlar). 1277
Çünkü mü’minler âhirette cenneti umuyorlar. Öyleyse gereken fedâkârlığı da yapmalıdır. “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden sabredenleri (Allah yoluna gereken fedâkârlığı yapanları) ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” 1278 Fert, aile ve toplumda İslâm’ın yaşanması konusunda gereken fedâkârlığın yapılıp yapılmadığı ortaya çıkmadan cennete gideceğini sananlar çok yanılmaktadır. Bu yanlışlık İslâm’ın fert, aile ve toplumda uygulanması için gereken gayreti göstermemesine sebep olmaktadır. “Allah yolunda hakkıyla (gereği gibi) cihad edin.” 1279 Allah’a iyi kul olabilmek için gereken cihadı yapmaya gayret etmeli, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) size göstereyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (Böyle yaparsanız; Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere (köşklere) koyar. İşte bu en büyük kurtuluş ve saâdettir.” 1280
“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde Onunla yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin işte bu (gerçekten) büyük kazançtır.” 1281
Bu âyetin nüzul sebebi hakkında Muhammed b. Kâ’b el- Kurazi der ki: Abdullah b. Revaha, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e:
“Ey Allah’ın elçisi, ‘Rabbin ve kendin için dilediğin şartı koş’ demişti. O zaman Hz. Peygamber (s.a.s.): ‘Rabbim için O’na kulluk etmeyi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için ise, kendi canlarınızı, mallarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızı şart koşuyorum’ buyurdu. Ensar ‘peki bütün bunları yaptığımız takdirde bize karşılık olarak ne verilecek?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) ‘Cennet’ buyurdu. O zaman ensar:
‘Bu kârlı bir alış-veriştir. O halde bunu ne bozarız ne de bozulmasını isteriz’ diye sevinçle haykırdılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu1282. Bu konuşmalar büyük Akabe biatı denilen ikinci biat esnasında cereyan etmiştir.” 1283
“Mü’minler için de Allah’a verdikleri sözde duran nice kimseler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip; o yolda canını vermiştir (şehit olmuştur); kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmezler. Çünkü Allah, sadâkat gösterenleri sadâkatleri sebebiyle mükâfatlandıracaktır.” 1284
Tarih boyu Allah yolunda mücâdele ederek şehit olan mücahitlerin hepsine Allah (c.c.) rahmet eylesin, Allah yolunda cihad ettiler ve şehit oldular. Ne mutlu onlara!
“Ebu Said el-Hudri (r.a.)’nın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Cihadın en efdali, zâlim sultanın veya zâlim emirin (devlet yöneticisi) yanında söylenecek adâletli sözdür.” 1285 “Haksızlık, zulüm yapan zâlim kim olursa olsun onlara hakkı, doğruyu söylemeli, zâlimlerin zulmüne elimizle mâni olamıyoruz diye seyirci kalmamalı, dilimizle veya yazımızla karşı çıkmalı. Yakın tarihten örnek verecek olursak, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutup, Abdülkadir Udeh, Mevdudi, Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahit Kotku, Ramazanoğlu Mahmut Sami, Prof. Dr. M. Es’ad Coşan vs. bunlar ve bunlar gibi nice âlim zâlimlere karşı çıktılar, zulmün ortadan kalkması için gayret ettiler ve İslâm’ın yeryüzüne yerleşmesi için çalıştılar ve bu yolda canlarını verdiler. Allah hepsinden râzı olsun.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Hakkı (doğruyu) bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin.” 1286
Hak doğrudur, bâtıl ise yanlıştır. Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, helâl ile haramı, İslâmî olanla olmayanı birbirine karıştırmamalı. Doğru ne ise onu kabul etmeli, onu söylemeli, hakkı (doğruyu) gizlememeli. Hakkı gizlemeyenler, insanların yanılmamaları, bâtıl olan şeyleri hak sanmamaları, insanların dünya ve âhiret mutluluğu için, hak yolda açıkça doğruları söylemekten çekinmezler. Mü’minler Allah yolunda her türlü zorluğu, hatta ölümü bile göze alırlar. Ne mutlu hak yolda gidene ve bu yolda şehit olan mü’minlere!
“Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız.” 1287
“Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler saymayın! Hayır onlar Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” 1288
“Allah yolunda öldürülenlere (şehit olanlara) gelince Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Onları kendilerine tanıttığı Cennete sokacak.” 1289
Enes b. Malik (r.a.)’ın rivâyetiyle önderimiz Rasûlullah (s.a.s.):
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şeye mâlik olmak üzere dahi olsa, tekrar dünyaya dönmeyi istemez. Bundan şehit müstesnâdır. O görmekte olduğu İlâhî ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönmeyi ve on kere şehit olmayı temenni eder.” 1290 Görüldüğü gibi Allah yolunda şehit olmak çok önemli ve faziletlidir.
Dolayısıyla mü’minler Allah yolunda gerektiği gibi cihad etmelidir. Yeri geldiği zaman Allah yolunda malını canını verebilmelidir. Allah’a iyi kul olmanın gereği budur.
Fakat maalesef günümüzdeki beşerî düzenler, sadece İslâm’a has olan şehitlik kavramını alıp tepe tepe kullanıyorlar. Demokrasi şehidi, devrim şehidi, basın şehidi vs. Şunu hemen belirtelim ki, uğrunda ölünen yol Allah yolu, ölen kişi müslüman, ölenin niyeti de tamamen Allah’ın rızasını kazanmak olmadıkça o şehit olmaz. O boşu boşuna ölmüştür. 1291
“De ki: Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbı Allah içindir.” 1292
Mü’min kişinin yapacağı şey; Allah rızasına uygun olmalı ve Allah rızası için olmalı.
Allah rızası için yapılmayan şeylerin mükâfatı Allah’tan beklenmez. Zaten Allah da mükâfat vermez.
Siz ister şehit oldu deyin, ister bunun gideceği yer Cennettir deyin; bu, kendinizi veya başkalarını kandırmaktan başka bir şey değildir. Kimlerin şehit olduklarını ve kimlerin cennete gideceğini Allah (c.c.) beyan ediyor: “Allah yolunda öldürülenlere (şehit olanlara) gelince Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz, onları kendilerine tanıttığı cennete sokacak.” 1293 Demek ki, Allah yolunda öldürülen şehit oluyor, bunun dışında kalanlar şehit sayılmazlar.
Allah yolunda şehit olanlar için Mikdam (r.a.) Rasûllah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etti:
“Şehit için Allah katında altı özellik vardır. Kanının ilk damlası yere düştüğünde günahları bağışlanır, cennetteki yerini görür, îman hullesi giydirilir, kabir azabından kurtarılır, (günahkârların cehenneme sevk emri verildiği zaman meydana gelen) en büyük korkudan emin olur, başına dünya ve dünyada bulunan şeylerden daha kıymetli olan yakuttan, vakar tacı konur, yetmiş iki hûri ile evlendirilir ve yakınlarından yetmiş iki kimseye şefaat eder.” 1294
Allah yolunda şehit olanlara böyle büyük mükâfatlar vardır. Bu mükâfatlar dünya ve içindekilerden daha kıymetli olduğuna göre, geçici dünya hayatına aldanıp cihad etmekten geri durmak akıl kârı mıdır? Dünya hayatında zenginliğe, mala, mülke, şana, şöhrete düşkün olan ve bunları elde etmek için dininden tâviz verenler, cihadı terk edenler, acaba cennetteki, dünya ve içindekilerden daha kıymetli nimetlerden haberleri mi yok veya inanmıyorlar mı?
“İman edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, Rableri îmanları sebebiyle onları, altlarından ırmaklar akan nimet dolu cennetlere eriştirir.” 1295
“Cennet ehli, cehennem ehline: ‘Biz Rabbimizin bize vaad ettiği (cennet nimetlerini) gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vaad ettiğini,(cehennemi) gerçek buldunuz mu?’ diye seslenir. (Onlar da): ‘Evet’ derler ve aralarından bir münâdi, ‘Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerlerine olsun!’ diye bağırır.” 1296
“İman eden ve yararlı iş yapanlara Allah’ın verdiği söz gereğince, içinde temelli kalacakları nimet cennetleri vardır.” 1297
“İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlara, (İslâm’a aykırı uygulamalar yaparak insanların haktan uzaklaşmasına ve bâtılla iç içe olmasına sebep olanlara) yaptıkları bozgunculuğa karşılık azap üstüne azabı arttırırız.” 1298
“Fakat Rablerinin emirlerine uygun yaşayanlar ise, onlar için üst üste yapılmış altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah verdiği sözden caymaz” 1299 buyrulmaktadır. Mü’minler, Allah ve Rasûlünün emirleri doğrultusunda yaşayarak birlik ve beraberlik içerisinde hareket ederek İslâm’ın yeryüzünde yaygınlaşması için gereken cihadı yapmalıdır.
“(İslâm’a engel) Bir fitne kalmayıncaya, din (hüküm) yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın (mücadele edin).” 1300
“Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah tarafından (kazanacağınız) bir bağışlanma ve rahmet, (cennet), onların toplayacakları (bütün dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.” 1301
Sehl b. Ebi Ümame b.Sehl b. Hüneyt (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim sıdk ile Allah’tan şehidlik dilerse, Allah, onu şehidler menzilesine (makamına) ulaştırır. Velev ki, yatağında ölmüş olsun.” 1302
Rabbimiz Allah bizlere kendi yolunda olmayı ve bu yolda gayret ederek ölmeyi nasip eylesin.1303
Dostları ilə paylaş: |