İnsan gerçEĞİ ve islami hayat



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə25/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   44

KUR’AN VE SÜNNETİN ÖNEMİ

Kur’an

Allah tarafından gönderilen İlâhî kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e indirilmiştir.

Sözlükte “toplamak, okumak, bir araya getirmek” anlamına gelen Kur’ân-ı Kerim, terim olarak şöyle tarif edilir:

“Hz. Peygamber (s.a.s.)’e indirilen, mushaflarda yazılı, peygamberimiz (s.a.s.)’den bize kadar tevâtür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibâdet edilen, insanlığın benzerini getirmekten âciz kaldığı İlâhî kelâmdır.” Bu tarifte bazı hususlar göze çarpmaktadır. “Peygamber’e indirilen” derken Hz. Muhammed (s.a.s.) kast edilmektedir. “Tevâtür yoluyla nakledilmiş olan” derken, her devirde yalan üzerine birleşmelerini aklın imkânsız gördüğü bir topluluk tarafından nakledildiği ve nesilden nesle böyle aktarıldığı için onun, Allah’a ait oluşunun kesinliği ifade edilmektedir. “Okunmasıyla ibâdet edilen” derken de, okumanın ibâdet olduğuna, namaz ibâdetinde vahyedilen metnin okunması gerektiğine ve Kur’an tercümelerinin namazda okunmasının câiz ve geçerli olmadığına işaret edilmektedir. 1304



1. Kur’an’ın Nüzûlü

Kur’ân-ı Kerim Allahu Teâlâ’dan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Cebrâil aracılığıyla ve vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenebilmesi, kısa zamanda etrafa yayılması, mânasının kolayca anlaşılması, zihinlerde ve akıllarda derece derece bir gelişme ve alıştırma sağlaması, inançların ve değer yargılarının yavaş yavaş güçlenip kökleşmesi vb. sebeplerle, o bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık 23 senede, bölümler hâlinde indirilmiştir. Yüce Allah Kur’an’ın bir defada toptan indirilmeyişinin sebebini şöyle açıklamaktadır:

İnkâr edenler (kâfirler) ‘Kur’an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?’ dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp, pekiştirmek için onu böylece, (âyet âyet indirdik) ve onu tane tane okuduk.” 1305

Âyetler doğrudan doğruya indiği gibi, çoğunlukla meydana gelen bir olayın hemen sonunda olayı çözümlemek ve sorulan soruları cevaplamak için inerdi ki, âyetin inmesine sebep olan olay veya soruya “sebeb-i nüzûl” (iniş sebebi) denilir.

Kur’ân-ı Kerim kendisinin, bir âyette Ramazan ayında, bir başka âyette mübarek bir gecede, bir diğerinde de Kadir Gecesinde inmeye başladığını haber vermektedir. 1306 Kadir Gecesinin Ramazan ayında mübarek bir gece olduğu göz önünde tutulursa, âyetler arasında bir çelişki bulunmadığı anlaşılacaktır. 1307

2. Kur’an’ın Muhtevâsı

İnsanları hem bu dünyada hem de âhirette mutluluğa kavuşturmak için gönderilmiş bulunan Kur’ân-ı Kerim, başlıca şu konuları kapsamaktadır:



1. İtikad: Başta Allah (c.c.) olmak üzere peygamberlere, meleklere, kitaplara, kaza ve kadere, âhirete ait önemli konular ve inançla ilgili çeşitli meseleler, Kur’an’ın kapsadığı konuların başında gelir.

2. İbâdetler: Kur’an’da müslümanların yapmakla yükümlü bulundukları namaz, oruç, hac, zekât vb. ibâdetlere dair âyetler vardır.

3. Muâmelât: Kur’an bir toplumun devamını sağlayan ve toplum fertlerinin aralarındaki ilişkileri düzenleyen birtakım hükümleri kapsar. Kur’an’da alış-veriş, emanet, bağış, vasiyet, miras, aile hayatı, nikâh ve boşanma gibi kişiyi ve toplumu ilgilendiren konulara dair açıklamalar ve hükümler vardır.

4. Ukûbât: İslâm toplumunun mutluluğa erişebilmesi, bu toplum fertlerinin, İslâm’ın koyduğu kurallara aynen uymasıyla mümkün olur. Toplumun düzenini bozan, insan haklarını ve yasakları çiğneyen kimseler cezayı hak edecekleri için Kur’an bunlarla ilgili hükümleri de kapsamaktadır.

5. Ahlâk: Kur’an kişilerin dünya ve âhiret mutluluğunun sağlanmasına yardımcı olmak üzere, ana-babaya hürmet, insanlarla iyi geçinme, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, adâlet, doğruluk, alçak gönüllülük, merhamet, sevgi gibi ahlâkî hükümleri de kapsamına almaktadır.

6. Nasihat ve tavsiyeler: İnsanlara emir ve yasaklar konusunda duyarlı olmalarını, nefislerine esir düşmemelerini, dünyayı âhirete tercih etmemelerini, dünyada imtihana çekildiklerini hatırlatan, çeşitli tehlikelerden koruyan nasihat ve tavsiyeler de Kur’an’ın içerdiği konular arasındadır.

7. Vaad ve Vaîd: Allah’ın emirlerine boyun eğip yasaklarından kaçınanların cennetle mükâfatlandırılacaklarına, emirlerini terk edip, yasaklarını çiğneyenlerin cehennemle cezalandırılacaklarına dair Kur’an’da pek çok âyet bulunmaktadır.

8. İlmî Gerçekler: Kur’an insanlığa gerekli olan ilmî gerçeklerin ve tabiat kanunlarının ilham kaynağını teşkil eden âyetleri de kapsamaktadır. Kur’an bu ilmî gerçeklerden bir pozitif bilim kitabı gibi bahsetmek yerine; insanları, âlemin yaratıcısının kudret ve büyüklüğünü düşünmeye, Allah’ın nimetlerini hatırlatarak ancak O’nu yüceltmeye teşvik eder.

9. Kıssalar: Kur’ân-ı Kerim önceki ümmetlerin ve peygamberlerin hayatından da söz eder. Ancak bunları bir tarih kitabı gibi değil, insanların ibret alacakları bir üslûp ile anlatır.

10. Duâlar: İnsan, yapacağı işlerde sürekli Allah’ın yardımına muhtaç olduğu için Kur’an’da çeşitli duâlar da yer almıştır.

11. Rasûlullah (s.a.s.)’e Tâbi Olunması: Tabiî ki, Rasûlullah (s.a.s.)’e tâbi olunması hakkında da pek çok âyetler bulunmaktadır. 1308


3. Kur’an’ın Mûcize Oluşu:

Kur’an, üslûbu ve içeriği bakımından akıllara durgunluk veren, hayrette bırakan büyük ve edebî bir mûcizedir.

Diğer peygamberlerin mûcizeleri, dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gördüğü halde, Kur’an mûcizesi kıyâmete kadar sürecektir.

Kur’ân-ı Kerim hem söz hem de mânâ yönünden mûcizedir ve eşsizdir. Onun söz yönünden mûcize oluşu, Arap edebiyatının en üst noktada olduğu bir dönemde inmesine rağmen, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş olması, onları bu konuda âciz bırakmasıdır.

De ki: Andolsun bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” 1309

Kur’ân-ı Kerim mânâ yönüyle de mûcizedir. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in okuma yazma bilmeyen bir kimse olduğu halde, Allah’ın vahyi olan Kur’an, en yüksek gerçekleri de kapsamaktadır. İster pozitif, ister sosyal bilimler alanında, insanlığın asırlar sonra ulaştığı gerçekler, asırlar önce Kur’an tarafından haber verilmiş, hiçbir buluş onun getirdiklerinin aksini ortaya koyamamıştır. Aksine bilimsel gelişmeler Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. 1310


4.Kur’an’ı Diğer Kitaplardan Ayıran Özellikler
Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Cebrâil (a.s.) aracılığıyla Arapça olarak indirilen ve bize kadar tevâtür yoluyla gelen Kur’an’ı diğer kutsal kitaplardan ayıran ve eşsiz kılan özelliklerin başlıcaları şunlardır:

O, Peygamberimiz (s.a.s.)’e diğer kutsal kitaplarda olduğu gibi toptan değil, zamanın ve olayların akışına göre âyetler ve sûreler halinde indirilmiştir.

Kur’an en son kutsal kitaptır ve ondan sonra başka bir İlâhî kitap gelmeyecektir. Getirdiği hükümler ve bunların geçerliliği kıyâmete kadar sürecektir.

Kur’an bize kadar hiç bozulmadan ve değişmeye uğramadan gelmiş, kıyâmete kadar da öyle kalacaktır.

O, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in peygamber olduğunu gösteren mûcizelerin en büyüğü ve sürekli olanıdır.

Kur’an’ın kapsadığı yüce gerçekler kıyâmete kadar bütün insanların ve çağların ihtiyacını karşılayacak değerdedir. Bilimin ve aklın, ondaki gerçeklerde çelişki bulacağı bir zamanın gelmesi düşünülemez.

Kur’an’ın bir başka üstünlüğü, kolayca ezberlenebilmesidir. Bu özellik tarihte hiçbir kitaba nasip olmamıştır.

Kur’an aynı zamanda, başka din mensupları arasındaki ihtilafları çözüme kavuşturacak bir özelliğe sahiptir.1311

Kur’ân-ı Kerim 114 sûre, 6000 küsür âyetten meydana gelmiştir. Bu sûrelerin isimleri, sıralanışları ve âyetlerin tertibi sonradan ve Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in kendi reyiyle olmuş değildir, vahiy eseridir. Cenâb-ı Hakk’ın emri iledir. Kur’an okumaya eûzu besmele çekilerek başlanır. Kur’an okunuşu ibâdettir.

Kur’ân-ı Kerim Peygamber (s.a.s.) zamanında yazıldı. Hz. Ebubekir (r.a.)’ın hilâfeti zamanında Zeyd b. Sâbit (r.a.)’ın başkanlığındaki bir heyet tarafından bir araya getirilerek mushaf hâline getirilmiştir. Hz. Osman (r.a.) zamanında çoğaltılmıştır. O günden bu güne devamlı okunmaktadır. Kıyâmete kadar da okunacaktır.1312

Kur’an eşsiz bir itikad, her zaman ve her devirde geçerli olabilecek ictimaî bir düzen, insanları mesut edecek en üstün hayat yolu, insan ağzından çıkamayacak yücelikte edebî ve ebedî bir kitaptır.

Kur’an insanlığın maddî ve mânevî dünyasını aydınlatan bir ilim ve fazilet kaynağıdır.

Kur’an en kısa ve en öz ifadeyle, fertleri, aileleri, cemiyetleri, milletleri saâdete erdirecek, ruhî buhranları dindirecek, maddî sefâletleri giderecek, ahlâkî ve insanî bir kalkınmanın ufuklarını açacak, insanları hak, adâlet, hürriyet, eşitlik içerisinde yaşatacak; yalnız dünyevî hayatımızı değil, ölümle başlayacak ebedî hayatımızı da aydınlatacak yegâne hakikat nizamıdır.

Yeter ki biz cihanşümul bir iman, aşk, madde ve irfan inkılâbı için gerekli bütün mûcizevî düsturları ihtivâ eden Kur’an’ımızın hayat nizamına dönebilelim. 1313

İnsanlara ne için yaratıldıklarını, dünya hayatına neden geldiklerini ve amaçlarının ne olduğunu, öldükten sonra ne olacaklarını bildirmek için Allahu Teâlâ Rasûlullah (s.a.s.)’e Cebrâil acılığıyla vahiy yoluyla Kur’ân-ı Kerim’i göndermiştir. Rasûlullah (s.a.s.) de insanlara bunu bildirmiş ve günümüze kadar hiç değişmeden bizlere ulaşmıştır ve kıyâmet kopana kadar da değişikliğe uğramadan insanlara ulaşacaktır.1314 Rabbimiz Allah (c.c.), insanlar dünya hayatına Allah’a kulluk için geldiklerini anlasınlar ve nasıl kulluk yapacaklarını, nelere dikkat etmeleri gerektiğini öğrensinler, ona göre yaşasınlar diye Kur’ân-ı Kerimi göndermiş, insanlara örnek olsunlar diye peygamber de göndermiştir.

And olsun ki Biz her kavme: ‘Allah’a kulluk edin, tâğuta kulluk etmekten kaçının’ diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir.” 1315

And olsun ki, Allah’ı(n rızâsını) ve âhiret günü(n saâdetini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Rasülünde, sizin için pek güzel örnek vardır.” 1316

Biz, peygamberleri, ancak mü’minleri cennetle müjdeleyici ve kâfirleri cehennemle korkutucu olarak gönderdik. O halde, kim iman edip halini düzeltirse, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olacak da değillerdir.” 1317

(İman edenleri cennetle) müjdeleyici, (kâfirleri cehennemle) korkutucu olarak peygamberler gönderdik ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların (yarın) kıyâmette: ‘Bizi imana (İslâm’a) çağıran olmadı’ diye Allah’a bir özürleri olmasın. Allah Azizdir, hükmünde hikmet sahibidir.” 1318

Günümüzde “Kur’an” dendiği zaman insanların aklına ne geliyor ve nasıl tanımlıyorlar? Buna baktığımız zaman şunu görüyoruz:

“Kur’an Arapçadır, hocalar ve okumasını bilenler okur, okumak sevaptır. Bilhassa Ramazan’da camilerde ve evlerde okunur, hatim yapılır.

Bir kişi öldüğü zaman cenazesinde okunur ve ölümünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci günleri okunur, ayrıca her Cuma gecesi ölülere okunur. Kur’an’ı herkes okuyamaz, ancak okumasını bilenler okur. Biz Kur’an’ı anlayamayız; onu ancak hocalar anlar ve anlatır.”

Bu gibi sözleri çok duymaktayız. Tabiî ki, bu, Kur’an’ı gereği gibi anlamamanın bir sonucudur.

“Kur’an sadece bunlardan ibarettir” görüşü tamamen yanlıştır.

Daha önceden de belirttiğimiz gibi, Kur’ân-ı Kerim insanların, hayatlarını nasıl düzenlemeleri gerektiğini, ne yaparsa kötü, ne yaparsa faydalı, ne yaparsa zararlı, nelere dikkat etmeli ve yapması gerekenleri yaptığında âhiret hayatında mükâfatlandırılacağını, yapmaması gereken şeylerin yapıldığında bundan dolayı da âhirete cezalandırılacağını bildirmektedir.

Dolayısıyla Kur’an, yaratılış gayesine uygun yaşayabilme rehberidir.

Biz sana Kitab’ı, her şey için bir açıklama, bir doğru yol rehberi, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olarak indirdik.” 1319

And olsun ki Biz, bu Kur’an’da insanlara (muhtaç oldukları) her misali (türlü şekillerde) açıkladık. Ama insan, birçok şeyde tartışmacıdır.” 1320

Biz Kitap’ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık” 1321 buyrulmaktadır.

Allah (c.c.) Kur’an ile insanlara doğru yolu göstermiştir. Kim o yoldan giderse dünya ve âhirette huzur ve mutluluğa kavuşur. Kim de Kur’an’ın dışındaki yolları takip ederse o yol onları hüsrana götürür.

İndirdiğimiz nura (Kur’an’a) inanın.” 1322

(Ve) ona tâbi olun.” 1323

Gerçekten bu Kur’an, (insanlara) en doğru olan yolu gösterir, sâlih amellerde bulunan mü’minlere de kendileri için muhakkak büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. Âhirete inanmayanlara da kendileri için acıklı bir azab hazırlamışızdır.” 1324 İnsanların dünya yaşamında en doğru yola iletecek ve âhiret hayatında da saâdete, mutluluğa, götürecek olan bu Kur’an’a inanmak ve ona uymak gerekir. Kur’an’a uymak, tâbi olmak da, onu okumakla, öğrenmekle olur.

Kur’an bütün âlemlere (insanlara) ancak bir öğüttür.” 1325

Kur’an’dan öğüt almak ve gereğini yapmak için onu öğrenmek gerekiyor. Birçok insan: “Biz Kur’an’ı bilmiyoruz, okumayı öğrensek de Arapça bilmediğimiz için ne okuduğumuzu anlayamayız” diyorlar. “Hocalar Kur’an’ı câmilerde ve cenazede okuyorlar, biz anlamasak da dinliyoruz” diyorlar.

Merhum Mehmet Âkif şöyle sesleniyor:

“Bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde?

Lafzı muhkem yalnız anlaşılan, Kur’an’ın;

Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mânanın;

Ya açar Nazm-i Celil’in, bakarız yaprağına;

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için! ”1326

Evet merhum Mehmet Âkif gerçeği bu şekilde dile getiriyor.

Kur’an insanların iman etmesini ve sâlih amellerde bulunmasını ve ancak bu sâyede cennete girebileceğini bildirmektedir.1327 Bu da okuyup öğrenmekle ve gereği gibi iman ve sâlih amellerde bulunmakla olur. Birçok insan şu mâzereti öne sürüyor:

“Biz Arapça bilmediğimiz için Kur’an’ın ne istediğini bilemiyoruz. Tabiî ki, bu mâzeret değil, Arapça bilenler Kur’an’ı Türkçeye çevirmişlerdir, Türkçe de bilindiğine göre Kur’an’ı meâlinden öğrenmek mümkün. Yeter ki Kur’an bize ne emrediyor, ne yapmak gerekir, bunu merak edelim. İnandığımız Allah’ın bizlere okumamız ve amel etmemiz için gönderdiği Kur’an’dan uzak durarak, onu okumayıp sadece duvarlara asarak ve yüksek yerlere koyarak Kur’an’a karşı görevimizi yaptığımızı sanmamız kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir.

“Biz Kur’an’ı anlayamayız” diyenlere Allah (c.c.)’nün beyanı:

Biz bu kitabı anlayasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” 1328

Biz Kur’an’ı senin dilinle indirip onu (okunuşunu) kolaylaştırdık; olur ki anlar ve öğüt alırlar.” 1329

Arapça bilenler Kur’an’ı anlıyor. Arapça bilmeyenler için Kur’an birçok dile çevrilmiştir.

Türkçe Kur’an meâli de çoktur.1330 Yeter ki Kur’an okumak istensin.

Sadece Kur’an’ı meâlinden okumakla yetinebilir miyiz? Tabiî ki, okunan âyetler hakkında geniş bilgi edinmek için Kur’an tefsirlerinden yararlanmak gerekir. Aksi halde yanlış anlamalara sebep olabilir. Dolayısıyla yanlış anlama ve yorumlardan sakınmak için, çok iyi anlayamadığımız âyetleri iyi bilen hocalara sorarak veya tefsirlerinden okuyarak doğrusunu öğrenmeliyiz.

Bazı kişiler de “Kur’an’ı meâlinden okumak yeterlidir; tefsirlere, hadislere ihtiyaç yoktur” derler. Tabiî ki, bu anlayış doğru değildir. Yanlıştır, çünkü herkes kafasına göre; “Ben bu âyetten şunu anladım” bir başkası “ben de bunu anladım” diyerek kafasına göre yorum yapar. Tabiî ki, bu da kişileri yanlışa götürür. Onun için akaid, tefsir, hadis, fıkıh ilmi önem arz etmektedir. Mezhepler İslâm’ın doğru anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.

Osman b. Affan (r.a.)’den: Rasûlullah (s.a.s.):

Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu öğretendir” buyurdu. 1331

Ebu Ümâme (r.a.)’den: Rasûlullah (s.a.s.):

Kur’an okuyunuz; zira Kur’an, okuyanlara kıyâmet gününde şefaatçi olarak gelecektir ” buyurmuştur. 1332

Kur’an okumayı öğrenmeli ve öğretmeli, öğrendiğimiz Kur’an’ı anlayabilmek için Arapça öğrenmeli. Arapça öğrenme imkânı yoksa Kur’an’ın meâlini ve tefsirini okumalı.

Kur’an’ın okunmasından maksat, ondan öğüt almak ve amel etmektir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

Kulları Allah’a en fazla yaklaştıran şey; O’nun kelâmı Kur’an’dır.” 1333

Dolayısıyla Kur’an’ı çok okumalı ve onunla amel etmeli.

Ebu Hureyre (r.a.): Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

Kur’an’ı Kerim’i okuyup onunla amel eden, kıyâmet günü gelince Kur’an: ‘Ya Rabbi! Ona hulle (Cennet giysisi) giydir’ der. Bunun üzerine kendisine şeref tacı giydirilir. Sonra Kur’an: ‘Yâ Rabbi, onun ihsanını artır’ diye duâ edince şeref elbisesi giydirilir. Daha sonra Kur’an ‘Yâ Rabbi, ondan râzı ol’ der. Allah da kendisinden râzı olur ve kendisine ‘oku ve yüksel’ denir. Okuduğu her âyetten dolayı da bir iyilik de fazla verir.” 1334

Kur’an’ı okumanın ve amel etmenin fazileti çok büyüktür. Yeter ki Kur’an’ı iyi anlamak için çok okuyup, onun gösterdiği hak yoldan gidelim.

İmam Mâlik (r.a.)’ın kaydıyla Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın kitabı ve peygamberin sünnetidir.” 1335

İnsanların hak yolda bulunması ve doğru yoldan sapmaması için Kur’an ve sünnetin gösterdiği yoldan gitmeli. Bunun dışındaki yollar insanı doğru yoldan ayırır ve uzaklaştırır.

Gerçekten bu Kur’an (insanlara) en doğru olan yolu gösterir.” 1336

Kur’an’ın dışındaki yolları göstererek “doğru yol, gidilmesi gereken yol budur” diyenler, şeytanın gösterdiği bâtıl yoldan giden dostlarıdır. Bunlar insanları hak yoldan, doğru yoldan uzaklaştırmaktadırlar.

Kur’an’ın ve İslâm’ın yolundan gitmeyenlerin yolundan asla gitmemeli.

Bu (İslâm ve Kur’an), Rabb’inin dosdoğru yoludur. Biz öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.” 1337

Şüphesiz bu Benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (başka) yollara uymayın. Zîra o yol sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten ve yanlış yoldan) sakınmanız için Allah size bunları emretti.” 1338

Kur’an’ın dışındaki yollara girmiş olan Batı emperyalizmi İslâm topraklarını işgâl ederek bâtıl yaşantıyı, modernleşme, kalkınma, çağdaşlaşma adına empoze etmiştir. Bu anlayışı benimsemiş olan ülkeler bu bâtıl yolu tâkip etmekteler.

Müslüman Kur’an’ı doğru bir şekilde anladığı ve yaşadığı zaman sömürü ve menfaat musluklarının kapanacağını çok iyi bilen İslâm düşmanları, Kur’an’ın doğru anlaşılmaması ve yaşanmaması için bütün güçleriyle buna mâni olmaya çalışmaktadırlar. Allah (c.c.) mü’minlere şöyle emretmektedir:

(İslâm’a engel) bir fitne kalmayıncaya, din (hüküm), yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın (mücadele edin).” 1339

Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla cihat edin.” 1340

Mü’minler Allah rızâsı için, insanlara faydalı olmak adına, onları hakka çağırıp bâtıldan sakındırmalıdır.

İslâm düşmanları da bâtıl dâvâları için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Sadece fâni dünyada hevâ ve hevesine, zevkine göre yaşayabilmeleri için, birtakım zahmetlere katlanmaktadırlar. Bu yaptıklarından dolayı âhiret hayatında hiçbir beklentileri de yoktur. Onların beklentileri sadece dünya içindir. Mü’minlerin ise hem dünya hem de âhiret için Allah’tan beklentileri vardır. Bu beklentiler dünya yaşamında iyi yaşamak ve âhirette de cennete nâil olmaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın, İslâm’ın prensiplerini yerine getirmek için gereken fedâkârlığı da yapmalıyız.

Bâtıl yolda olanlar ve bu şekilde ölenler âhirette Allah ve Rasûlün’e uymadıkları için çok pişman olacaklar ve kendilerinin peşinden gittikleri liderleri, önderleri hak yoldan ayrılmalarına ve cehenneme gitmelerine sebep oldukları için onlardan şikâyetçi olarak onların, azaplarının da kat kat olmalarını isteyeceklerdir.

Allah (c.c.) bu gerçeği bildirmektedir:

Yüzleri ateşte çevrildiği gün, ‘keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Peygambere uysaydık! derler. Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi hak yoldan saptırdılar’ derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver. (Bizim cehenneme girmemize sebep oldular)” 1341 derler. Yöneticilerin insanları doğru yol diye, bâtıl yola götürmelerinden dolayı, onlara uyanlar tarafından onların cezalarının daha büyük olması istenecektir. Çünkü insanların dünya ve âhiret hayatının perişan olmasına sebep olmaktadırlar. Allah (c.c.) bir başka âyette şöyle buyurmaktadır:

Yoksa siz, Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası dünyada rezil rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyâmet gününde ise azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gâfil değildir. İşte bunlar âhirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.” 1342

Kur’an’ın bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek, tümünü kabul etmemek gibidir.

Kişi Kur’an’ın tümünü kabul etmedikçe müslüman olamaz. Ben müslümanım dese de Kur’an’ın bir kısım âyetlerini kabul etmeyen kişi küfre girmiştir.1343 Helâli haram, haramı helâl kabul etmek de küfürdür,1344 kişiyi dinden çıkarır. Dolayısıyla müslüman olarak yaşamak isteniyorsa çok dikkat etmeli, küfre götüren hususlardan mü’min sakınmalıdır. Aksi halde o çok değerli imanı gider ve perişan olur.

Hasan el-Benna, mü’minin şiarını şu şekilde belirtiyor:

“Gayemiz Allah, önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), düstûrumuz Kur’an, yolumuz cihad, Allah yolunda şehit olmak, en büyük arzumuzdur.” 1345

Mü’min, gayesini iyi bilmeli ve bu gaye uğrunda gereken ne ise Allah’tan başka kimseden korkmadan, çekinmeden yerine getirmeye gayret etmelidir.

Elif, Lâm, Mîm. Bu, kendisinde (hiçbir şekilde) şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz (rehber) olan bir kitaptır. Ki onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve (yine) onlar, sana indirilene (Kur’an’a) senden önce indirilenlere iman ederler ve âhirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır.” 1346

Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Kur’an’a, İslâm’a) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini hatırlayın.” 1347

İşte bu Kur’an, indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Artık Kur’an’a uyun (onun emir ve yasaklarına aykırı davranışlardan) sakının ki merhamet olunasınız.” 1348

Allah Teâlâ Kur’an’a sımsıkı sarılmamızı, ihtilaf ve tefrikaya düşmememizi, mü’minlerin birbirlerinden ayrılmamalarını ve Kur’an’a uymalarını emrediyor. Mü’minlerin hayatta takip edeceği doğru yolu gösteren rehber Kur’an’dır, yegâne lideri Rasûlullah (s.a.s.)’dir. Bunun dışındaki yollar bâtıla, yani cehenneme götürür. Onun için Kur’an’ı iyi anlamalı 1349 ve ona uymalıyız. Rasûlullah (s.a.s.)’e de tâbi olmalı, onun gösterdiği hak yoldan gitmeli, bu yoldan saptırmak, uzaklaştırmak isteyenlerin yolundan, izinden asla ve asla gitmemeli, gidenleri de uyarmalıyız. Çünkü mü’minler hak yolun yolcusudur, bu yolda olmalı ve bu yolda ölmelidir. 1350

“Muhakkak ki, en faziletli olanınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” 1351

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan sapmazsınız. Bunlar: Kur’an ve Sünnettir.” 1352

“Yüce Allah Kur’an’a uyan milletleri yükseltir, uymayanları alçaltır.” 1353

“Tefekkürsüz Kur’an okumakta hayır yoktur.”1354

“Kur’ân-ı Kerim, ışıkları her köşeye saçılıp yayılan bir güneştir.” 1355

“Kalbin şifası Kur’an okumaktır.” 1356

“Değersiz insan Kur’an’la değer kazanır. Köleyi hakka secde ettirerek yüksek bir insan yapar.” 1357

“Yol kesenler, Kur’an’ı okuyup öğrenince yol gösterici olurlar. (Öyle ise sen de Kur’an’a sarıl.)” 1358

“Beşerin derdine derman olur, ancak Kur’an, /Onsuz artık canavardan da beterdir insan.” 1359

“Kur’an sıhhatli kalpler için gıda; hasta kalpler için şifa, dolu bir hakikat ve hayat eczanesidir.” 1360

“Kur’ân-ı Kerim, okuyup yaşanması gereken bir kitaptır. Bir yandan bilgi verir, bir yandan insanın hareketlerini tanzim eder, onun irfanını artırır.” 1361

“Ben Kur’an’ı her yönden inceledim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm.” 1362

“Kur’an’dan başka bütün kitaplar; değil bir topluluğun bir ev halkının saâdetini bile temin edecek mahiyetten uzaktır.” 1363

“Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu inkâr etmek, mevcut ilimlerin bâtıl olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür.” 1364

“Dost eder insanı mâbud-ı hakka

Ezber et Kur’an’ı sen de sakla.

Kalbindeki kiri onunla pakla,

İlâhî ışıktır, Kur’ân-ı Kerim” 1365

“Kur’an insanlara dünyanın ve âhiretin, huzur ve mutluluğun yolunu gösteren bir rehberdir. Bu rehberi reddedenler kâfirlerin ta kendisidir. Kur’an rehberinden mahrum olan kişiler dünya ve âhirette huzur göremezler.” 1366




Sünnet

‘Sünnet’ sözlükte; yol, hâl, tavır, gidişât, çığır, hüküm gibi anlamlara gelir. Bir kimsenin -iyi veya kötü- alışkanlık hâline getirdiği davranışlarıdır.

Bir başka deyişle sünnet; takip edilmesi âdet olan yol, gidişât demektir.

Kur’an’da genellikle değişmez kanunlar ve hükümlere ‘sünnet’ denilmektedir. Dört âyette, “Sünnetü’l-evvelin” ‘öncekilerin sünneti’ şeklinde, önceki ümmetlerin izlediği yol veya önceki ümmetlere uygulanan hüküm anlamında kullanılmıştır. 1367

‘Sünnet’ bazı hadislerde sözlük anlamıyla iyi veya kötü çığır, iyi veya kötü âdet anlamında kullanılmıştır.

Kim İslâm’da hasene bir sünnet ‘iyi bir çığır’ yaparsa, başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz. Kim de İslâm’da “seyyiye bir sünnet ‘kötü bir çığır’ başlatırsa onunla amel edildiği müddetçe ilk başlatana günah yazılır. Buna karşı o kötülüğü yapanların günahlarında bir noksanlık olmaz.” 1368

Peygamberimiz (s.a.s.) ümmetine şu tavsiyede bulunuyor:

Benden sonra size sünnetimi ve râşid, hidâyete ermiş halîfelerimin sünnetini (benim ve onların yolunu) tavsiye ederim.” 1369

Görüldüğü gibi gerek âyetlerde gerekse hadislerde ‘sünnet’ sözlük anlamıyla, yol, âdet, gidişât, çığır veya hüküm anlamında kullanılmıştır.

‘Sünnet’ bir anlamda devamlı yapmayı, âdet hâline getirmeyi de ifâde eder. İster olumlu, ister olumsuz olsun, toplumların veya kişilerin yapmaya devam ettikleri gidişâttır.

Demek ki sünnet, orijinal, sürekli ve belli bir ölçüye oturmuş (iyi-kötü) davranış biçimidir.

Bu durum, Allah (c.c.) hakkında düşünüldüğü zaman, Allah’ın hükmü, Allah’ın kanunu demek olur. Geçmiş ümmetlere uygulanan sünnet; olumlu anlamda, peygamberlere itaat edenlerin yolunun doğruluğu ve onlara nimet verilmesi; olumsuz anlamında, peygamberlere itaat etmeyen topluluklar hakkında gerçekleştirilen ceza hükmüdür.

Kanun (hüküm) anlamı olarak sünnet: Kur’an’da ayrıca sekiz yerde ‘Sünnetullah-Allah’ın sünneti’, ‘sünnetünâ-Bizim sünnetimiz’ şeklinde geçmektedir.

Sünnet kelimesinin sözlük anlamına baktığımız zaman onun Kur’an ve hadislerde sosyolojik bir içeriğinin olduğunu, sosyal olayları tevhid açısından değerlendirmekte kullanıldığını görürüz. İnsan topluluklarının yaşam biçimleri, hayat anlayışları, kültür ve medeniyetleri ‘sünnet’ kelimesiyle ifâde edilmektedir.

Kâinatın sahibi, hem genel anlamda bütün evrene, hem de canlı cansız bütün varlıklara bir yol çizmiştir. Bütün varlıklar Allah’ın takdirinin doğrultusunda işlevlerini yerine getirirler. İnsan ve onun içinde yaşadığı toplum da bu durumun dışında değildir. İnsanın da yolu çizilmiştir. Ancak insan irade sahibi olduğu için bu yolda dilediği gibi ilerler. Ve hareketlerinden sorumlu olur.

Allah (c.c.) elçileriyle yolun doğrusunu ve yanlışını gösterir. Nasıl hareket ederlerse, nelerle karşılaşacaklarını kendilerine haber verir. Onlar durumlarını değiştirmezlerse, Allah da onların iyi ve kötü durumlarını değiştirmez. 1370

İşte insanların ve toplulukların amellerine karşılık görecekleri şey, onlar hakkında konulan sünnettir. Onlar kendi sünnetlerini değiştirirler ve tevhidî bir yolu seçerlerse, bâtılın peşine gidip azanlara gönderilen sünnetten -ceza hükmünden- uzak kalırlar.

Peygamberlerin Tavrı Olarak Sünnet:

İnsanlara ilâhî vahyi tebliğ eden peygamberler gibi son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de bir uyarıcı ve korkutucudur.

O, kendisine gelen vahyi açıklar, sözüyle ve hayatıyla insanlara yol gösterir. Peygamberin insanlara gösterdiği bu tavır, onun sünnetidir. Onun sünneti, vahyin tefsiridir ve uygulamasıdır. Vahye inanan mü’minler, peygamberin sünnetine uyarlar. Çünkü peygambere uymak aynı zamanda Allah’a itaat etmektir. 1371

Terim Anlamıyla Sünnet:

İslâm’da sünnet kavramının bunun dışında özel bir anlamı vardır. Zaten sünnet deyince de bu özel mâna anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi şeriatın delilleri (edille-i şeriyye) arasında sünnet ikinci sırada sayılmaktadır.

Hadis ilminin konusu da sünnet, onun asıl kaynaklarından tespit edilmesi, korunması ve sağlam bir yolla sonraki nesillere aktarılmasıdır, bu açıdan bakınca sünnetin birkaç tanımını görmek mümkündür.

Sünnet yalnızca Peygamberimiz (s.a.s.)’den rivâyet edilen, Peygamberimiz (s.a.s.)’in Kur’an dışında beyan ettiği, açıkladığı şeylerdir.

Bir başka deyişle sünnet, bid’atın karşılığıdır. 1372

Bir kimse Peygamberimiz (s.a.s.)’in davranışlarına uygun hareket ettiği zaman o kişi sünnet üzerindedir denir.

Peygamberimiz (s.a.s.)’in davranışları üzerinde değilse bid’at üzerindedir denir. Sünnet, aynı zamanda sahabelerin Peygamber (s.a.s.)’e nispet ederek rivâyet ettikleri haberleri de kapsamaktadır. Kısaca sünnet, peygamber (s.a.s.)’e ait sözlere, fiillere ve ona ait olaylara verilen genel isimdir. Peygamberimiz (s.a.s.)’e ait olduğu kesinleşen sünnet, dinin kaynağıdır, müslümanları bağlar. Sünnet Kur’an’dan sonra dinin ikinci kaynağıdır.

Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiğini ve nasıl uygulanacağını, vahyin hedeflerini ve örnek insanlık kurumunu ancak sünnetle öğrenebiliriz. Kur’an bir çok konuyu gayet kısa, özlü ve mücmel (kapalı ve özet) bir şekilde ortaya koymuştur. Sünnet, bütün bunları açıklar.

Sünnet oluşu yönünden üç çeşittir:

a) Kavlî sünnet, Peygamberimiz (s.a.s.)’in sözleri,

b) Fiilî sünnet, Peygamberimiz (s.a.s.)’in davranışları,

c) Peygamberimiz (s.a.s.)’in onayları (takrirleri); yanında yapıldığı halde yasaklamadığı, tasvip ettiği şeylerdir.

Türkiye’de halk arasında “sünnet” diye bilinen erkek çocuklarına uygulanan ameliyat, aslında hitan sünnetidir. Yani peygamberimiz (s.a.s.) erkek çocuklarının cinsiyet organındaki fazlalığın kesilmesini emretmiştir. Dolayısıyla onu kesmek sünnettir.

Kısaca sünnet, İslâm toplumunun üzerinde olması gereken yoldur, gidişattır, yaşama anlayışıdır. Bu sünnet, Allah tarafından çerçevesi çizilmiş ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in uygulamasıyla ve yaşayıp ortaya koymasıyla belirginleşmiştir. 1373

Kur’an’a Ve Sünnet’e Uymanın Gereği

Dinimizin iki ana kaynağı vardır; Kur’an ve sünnet. Kur’an İslâm dininin kanûn-i esâsîsi, yani, anayasasıdır. Bir mü’minin hayat rehberidir. Dünya ve âhiretimizi ilgilendiren, maddî ve mânevî hayatımıza giren her meseleye Kur’an’da yer verilmiş en güzel istikâmet gösterilmiştir.

(Ey Muhammed) sana her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur’an’ı indirdik.” 1374

Kitapta (Kur’an’da) Biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” 1375

Takdir edileceği üzere insan hayatını ilgilendiren meseleler o kadar çoktur ki, bunların hepsine yeterli açıklıkta temas eden bir kitap on binlerce sayfayı, yüzlerce cildi doldurması gerekir. Halbuki Kur’an altı yüz sayfalık bir hacme sahiptir. İnsanın dünyevî ve uhrevî her meselesine nasıl yer vermiş olabileceğini haklı olarak sorarız.

Kur’an her meselemize yer verir, ancak hepsini aynı açıklıkta yapmaz. Tıpkı bir anayasa gibi. Anayasa, bir devletin muhtaç olduğu, ferdî, ictimâî, beynelmilel her çeşit meseleye yer verir. Ancak bunu herkesin anlayıp tatbik edeceği kanun maddeleri halinde yapmaz; prensipler, temel esaslar, ana istikametler tesbiti şeklinde yapar. Bu esaslara uygun olarak çıkarılacak kanunlar, kararnameler, nizamnameler, (tüzükler, yönetmelikler, önergeler) emirler, tamimler, tavzihler vs. ictimâî hayatın her meselesini aydınlatmaya çalışır. Kur’an da böyle.... İçerisinde çoğu kere ana esaslar var, açıklamaya fevkalâde muhtaç müphem ifadeler var, bazen de gündüz aydınlığı kadar açıklığa kavuşturulmuş -bir başka tafsîle, ilâveye imkân tanımayan- beyanlar var. Bunların ötesinde, sıkça yer verilen tekrarlar var. Bütün bu vasıflarını göz önüne alan İslâm ümmetinin Kur’an hakkında ittifakla verdiği hüküm, onun dinimizin yegâne kaynağı, değişmez anayasası olduğudur. 1376

O yüce kitapta (Kur’anda) hiçbir şey ihmal edilmemiştir. “Hiç bir şey ihmal edilmemiştir” derken; şunu kast ediyoruz: O bize kıyâmete dek rehberlik yapacaktır, bize ışık tutacaktır ve problemimizi çözecektir. Yoksa siz bu gün salt olarak birçok problemlerinizin çözümünü Kur’an’da bulamayacaksınız. Yani “onda yaş-kuru her şey vardır” derken, bu ifâde, “onda her şey açık olarak vardır” anlamına gelmemelidir. “Onda tüm meselelere ışık tutacak ilkeler vardır” anlamı çıkarılmalıdır.

Sünnet de böyledir, çünkü sünnet, yüce kitabın yaşanmış ve hayata geçirilmiş, pratik bir yorumu ve uygulamasıdır. Bu amaçla sünnete uymak demek, ondan ilham alarak, onun bizlere verdiği ilkeleri rehber edinerek sorunlara çözüm aramak demektir. Hem Kur’an, hem de onun pratiği olarak bilinen sünnet, hem bireysel hem de toplumsal hayatımıza yön verecek amaçlar ve ilkeler koyar.

Bu ilkeler ışığından yola çıkarak her zaman ve her zeminde gelişen şartlar çerçevesinde, çağımızın sorunlarına cevaplar çıkarılır. Çünkü Kur’an ve sünnet, bize hazır siyasî bir yapılanma veya hazır bir ekonomi politikası vermez. Kur’an ve sünnet bir ansiklopedi de değildir. Öyle ise kaynakların bize vermek istediği temel ilke ve amaçlardır, ruhtur.

Bu hakikat, Yemen’e Rasûlullah (s.a.s.) tarafından gönderilen Muaz b. Cebel’in cevaplarında açıkça ortaya konmuştu. Rasûlullah (s.a.s.)’in “Nasıl hareket edeceksin?” sorusuna karşılık o şöyle demişti:

“Önce Kur’an’da çözüm arayacağım, onda bulamazsam sünnet (model)inize bakacağım, onda da bulamazsam kendi görüşüme göre hüküm ve karar vereceğim.”1377 Bu veciz sözden şunu rahatlıkla çıkarabiliriz ki:

Daha Rasûlullah (s.a.s.)’in sağlığında bile sünnet tüm sorunlara hazır cevap getirmemiştir. Bu şu demektir: Bizzat Allah Rasûlü ileride doğabilecek sorunları o zaman ortaya koymuş ve bu konuda da Muaz b. Cebel’e yetki vermiştir. Yani: Kur’an ve sünnetin açıkça ortaya koymadığı meseleler ortaya çıkacak ve o zaman da kendi ictihadınla onları çözeceksin demiştir. Bu bir ilkedir, bir modeldir ve bir sünnettir (İşte böylece, mezheplerin önemi de anlaşılmaktadır).

Meselâ, Allah Rasûlü çatal-kaşık ile yemek yememiştir, “bizim de yemememiz gerekir ve sünnet olan budur” dersek yanılır ve bu sünneti anladığımızı ortaya koymuş olmayız.

Burada sünnet olan, şartların gereği olarak düzenli ve uygun bire şekilde yemek yemektir. “Rasûlullah (s.a.s.) çatal- kaşıkla yemek yememiştir, sen de yiyemezsin.” de diyemeyiz. Çünkü sünnet, yemeği el ile yemek değil, uygun olduğu şekilde yemektir.

Allah Rasûlü’nün (s.a.s.) giyim kuşamını da bu noktada değerlendirebiliriz. Onun öyle giyinmesinde mutlaka bir sebep aramak mecburiyetindeyiz. Aksi halde tüm ümmetin onun gibi giyinip kuşanması gerekir ki bu ümmet için sıkıntılı olur. Bu durum sünnetin koymuş olduğu “kolaylık” ilkesine ters düşer. Rasûlullah (s.a.s.)’in yaşadığı konjektürel durum bizce çok önemlidir. Bölge, kışın ortasında kırk derece sıcaklığa sahiptir. Orada elbette sıcaktan korunmak için farklı giyinilir. Hele başını örtmek âdetâ bir zorunluluktur. Bu noktada sünnet olan aynen giyinmek değil, bölgenin ve iklimin durumunu da göz önünde bulundurmak, İslâmî ölçüler içinde giyinmektir. Şu anda bizim kıyafetimiz bazı noktalarda eleştirilebilir, ama mutlak sûrette bir giyim-kuşam sünneti ortaya koymak da zordur. Sünnet olan örtünmektir, hayvanlardan farklı olmaktır, kısaca adam gibi giyinmektir. Ölçüsü ne olacaktır? Ölçüsü, vücut âzâlarını göstermeyecek şekilde rahat olmalıdır. Allah Rasûlü (s.a.s.) herhangi bir konuda bir sünnet, bir model ortaya koymuşsa bunu yaparken bazı amaçları gerçekleştirmeyi hedef almış ve ona göre davranmıştır. Bizim yapmamız gereken de onun koyduğu prensiplerde hareket ederek aynı amaçları yakalamaktır. Zirâ, Rasûlullah (s.a.s.)’in izlediği yolda önemli olan şekil değil; illet, hikmet, amaç ve ilkeleri göz önünde bulundurmaktır. Bizim de aynı şekilde davranmamız sünnettir. 1378 Dolayısıyla Allah’a iyi bir kul olabilmek için Rasûlullah (s.a.s.)’e itaat etmek mecbûriyetindeyiz. Rabbimiz Allah (c.c.) bunu bildirmektedir:

Kim peygambere itaat ederse, gerçekten Allah’a itaat etmiş olur.1379

Ey İman edenler! Allah’a itaat edin, Rasûlü’ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer herhangi bir şey hakkında çekişir (anlaşamaz)sanız, eğer gerçekten Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız onu, Allah’a ve Rasûlü’ne arz edin (Kur’an ve sünnetle halledin). Bu, sizin için daha hayırlı ve sonuç bakımından daha iyidir.” 1380

Biz her peygamberi ancak Allah’ın izni ile Kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” 1381

Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakları yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 1382

(Rasûlüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” 1383

Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” 1384

Rasûlullah (s.a.s.)’e tâbi olmanın, onun sünnetine uymanın önemi âyetlerden açıkça anlaşılmaktadır. Aynı şekilde hadislerden de sünnete uymanın önemi anlaşılmaktadır: Abdullah b. Ömer (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur.” 1385

Abdullah b. Amr b. El-As’tan (r.a.) rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kendi arzu ve istekleriniz benim getirdiğime (dine) uymadıkça gerçek mânada iman etmiş olmazsınız.” 1386

Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivâyetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yüz çevirenler hâriç, ümmetimin tümü cennete girer.” Sahabeler: ‘kim yüz çevirir Yâ Rasûlullah!?’ diye sordular. Peygamberimiz (s.a.s.):

Bana uyan cennet girer, bana karşı çıkan yüz çevirmiş olur (ve cennete giremez)” buyurdu. 1387

Hadislerden de sünnete uymanın gereği açıkça görülmektedir. Buna rağmen muhtelif zamanlarda, sünnete gerek duymayıp ona uymayan ve sadece Kur’an’la yetinme düşüncesinde olan bir akım zaman zaman görülmüştür. Günümüzde de bu yanlış düşüncede olanlar vardır (Meâlciler diye adlandırılmaktadırlar).

Ebu Râfi (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

Herhangi birinizi tahtına (koltuğuna) yaslanmış olup, benim emrettiğim veya yasakladığım bir husus ona intikal edince (umursamadan): ‘Bilmem (Kur’an’dan başka bir şey tanımam ve tâbi olmam), biz kitabullahda ne bulduksa, ona tâbi olduk (artık hadise tâbi olmayız)’ diye söylerler durumda bulmayayım.”1388 Bu konuyu daha net şu hadis ortaya koymaktadır: “El-Mikdam b. Ma’diyekrib (r.a.)’dan rivâyetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Dikkat! Kendisine benden bir hadis ulaşacak ve koltuğuna gerilmiş olduğu halde: ‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Bu kitapta neyi helâl bulursak onu helâl kabul eder ve neyi haram bulsak onu haram kılarız’ diyecek olan bir adam çıkacak mı? Oysa Rasûlullah s.a.s.)’in haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılınan şey gibidir.” 1389

Âlimlerden eş-Şâtıbî der ki: Bu hadisin sünneti terk edenler (delil kabul etmeyenler) için bir vaid olduğunu, haram ve helâl kılmak hususunda, sadece Kur’an’ı tanıyanları zemmettiği gibi sünnetin de haram ve helâl kılmak hususunda Allah’ın kitabı gibi olduğunu ispat ettiğini, bunu terk edenin amellerini kitap ve sünnet üzere değil, kendi görüşü üzerine bina ettiğini söyler. 1390

Eş-Şâtıbî, Kur’an ile iktifâ fikrine sahip olanların sünnetten ayrılan nasipsiz kişiler olduğunu söyledikten sonra, “bid’at ehlinden birçoğu hadisi terk edip Allah’ın kitabını tevile uygun olmayacak şekilde tevil ederek hem kendilerini saptırdı, hem de başkalarını saptırdılar” der. 1391

Allah Teâlâ, Râsûlü’nü insanlara dinlerini açıklamak için göndererek ona uyulmasını zorunlu kıldı. Rasûlün ahkâmı açıklaması bir bakıma Kur’an’ın açıklamasıdır. Bu konuda şu âyetleri zikredebiliriz:

Bu insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, Rablerinin izni ile Aziz ve Hamîd olan Allah’ın yoluna götürmen için sana indirdiğimiz kitaptır.” 1392

Sana da insanları kendileri için indirilen şeyi açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik.” 1393

Cenab-ı Hak, farz kıldığı bazı şeylerin keyfiyetini Rasûlü’nün diliyle açıklamıştır:

Namazların rekâtı, sayısı ve kılınış şekli gibi. Bu konuda el-Beyhakî’nin şu rivâyetini nakledebiliriz: İmran b. Husayn (r.a.) şefaat hadisini rivâyet edince bir adam ona:

“Siz bize Kur’an’da aslını bulamadığımız hadisler mi rivâyet ediyorsunuz?” demişti.

İmran, kızarak adama, “Kur’an okur musun?” dedi adam ‘evet’ deyince, İmran “Kur’an’da yatsı (namazının farzı) dört rekât, akşamın üç rekât, sabahın iki rekât , öğlenin ve ikindinin de dörder rekât olarak kılınacağını görebiliyor musun?” deyince adam: ‘hayır’ dedi. İmran ise; “bunları nereden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz ise onu Rasûlullah (s.a.s.)’den almadık mı? (Tabii ki ondan öğrendik ve aldık.) “Kırk koyunda bir koyun zekât vermeyi Kur’an’da bulabiliyor musun?” deyince adam yine ‘hayır’ dedi. İmran yine:

“Bunları kimden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz ise Rasûlullah (s.a.s.)’den almadık mı?” diyerek misalleri çoğalttı. Sonra da “Peygamber size neyi verdiyse onu alınız, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” 1394 âyetini okuyarak “(Kur’an’da açıkça) belirtilmeyen birçok şeyi Rasûlullah (s.a.s.)’den aldık ” dedi. 1395

Andolsun ki Allah(ın rızâsını) ve âhiret gününü (n saâdetini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Rasûlü’nde, sizin için pek güzel örnek vardır.” 1396



Rasûlullah (s.a.s.) mü’minlerin yegâne örneği, rehberi ve önderidir. “Bize Kur’an yeter, sünnete ihtiyaç yok, mezheplere gerek yok” diyenler ve böylece Kur’an’ı okuyup “ben namazdan şunu anladım, ben zekâttan bunu anladım ve diğer konuları da böyle çözerim; hadislere, mezheplere gerek yok” demek çok yanlıştır.

Bu şekilde haktan ayrılmaları ve doğru yoldan sapmaları söz konusudur. İnsanların doğru yoldan gitmemeleri ve bâtıl yola sapmamaları için Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bizleri şöyle uyarmıştır:

Size iki şey bırakıyorum, bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetidir.” 1397 Rasûlullah (s.a.s.)’in sünnetini terk edenler, onun gösterdiği hak yoldan gitmeyenler bâtıl yoldan gidiyor demektir. Bâtıl yol da insanları cehenneme götürür.

Artık onun (peygamberin) emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerine (dünyada) bir fitne (ve belâ) gelmesinden, yahut (âhirette) onlara pek acıklı bir azab (gelip) çatmasından sakınsınlar.” 1398

Dünya ve âhirette huzur ve mutluluğa ermek, Kur’an ve sünnetin gösterdiği yoldan gitmekle mümkündür. Müslüman kişi, “bid’at” yollarını, modernizm ile başlayan günümüzdeki bâtıl (yanlış) gidişâtı, İslâm’a uymayan davranışları değil, Kur’an ve sünnet üzere bir yolu takip etmelidir. Huzur ve mutluluk ancak böyle elde edilir. 1399


Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin