İnsan gerçEĞİ ve islami hayat



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə33/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   44

Adâlet

Adâlet’in sözlük anlamı, her şeyi yerli yerine koymak, lehte ve aleyhte aşırılıktan kaçınmak, ölçülü olmak demektir. Adâlet; düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıktan uzaklaşma, orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir.

Adâletin zıddı zulüm ve insafsızlıktır. Adâlet geniş kapsamlı bir kavramdır.

Allah adâleti, ihsânı emreder.” 1553

Ey iman edenler adâleti ayakta tutmak için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adâletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adâleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer yanlış davranır veya (doğrudan) yüz çevirirseniz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” 1554

Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder” 1555

Âyetlerden görüldüğü gibi Rabbimiz adâletli olunmasını, adâletli davranılmasını emretmektedir. Bir başka âyet-i kerimede Rabbimiz şöyle uyarıyor:

Bir topluluğa (veya kişiye) olan öfkeniz sizi adâletsizliğe sevk etmesin, adâletli olun (adâletten ayrılmayın).” 1556

İslâm her şeyde adâletli olunmasını ister. İslâmî hükümlerin uygulandığı yerde adâlet vardır. İslâmî hükümlerin uygulanmadığı yerlerde de zulüm vardır. Zulmün olduğu yerde de huzur, saâdet, mutluluk yoktur.

Önderimiz, rehberimiz, peygamberimiz (s.a.s.) adâletli davranmanın örneğini göstermiş:

Kızım Fâtma hırsızlık yapsa (hüküm ne ise uygularım), kesinlikle elini keserdim” 1557 buyurmuştur.

İşte adâlet, işte İslâm. İslâm hukukunda hiç kimsenin bir ayrıcalığı yoktur. Onun için İslâm barış, esenlik, mutluluk getiren bir dindir. İslâm’ın olduğu yerde adâlet vardır. İslâm’ın olmadığı yerde ise zulüm vardır. 1558



Kanaat

Kanaat; Elinde bulunanla yetinmek, kısmetine râzı olmak, Allah’ın kendisine dünya nimeti olarak verdiği şeylere rızâ göstermek demektir. Kanaat az ile yetineceğim diye tembellik edip az çalışmak, az kazanmak demek değildir. Müslüman, helâl yönden gücü nispetinde çalışmalı ve kazanmalı, israfa kaçmadan gerektiği gibi harcamalı ve hayırda bulunmalıdır.

Allah şüphesiz ki; iyilik yapanları (hayırda bulunanları) sever.” 1559

Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet; ama dünyadaki nasibini unutma. Allah sana ihsân ettiği gibi sen de ihsân et (ver), (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Allah bozguncuları sevmez.” 1560 buyrulmaktadır.

Ebû Hureyre (r.a.)’dan; Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:

Sizden biri, mal ve yaradılış bakımından kendisinden üstün olana değil, aşağıda olana baksın. Böyle yaparak Allah’ın verdiği nimetleri küçük görmemiz için gereklidir.” 1561

Ubeyd oğlu Fudâle (r.a.) der ki; Rasûlullah (s.a.s.):

Müslüman olmuş kimseye, muhtaç olmadan yaşayan ve kanaat eden kişiye ne mutlu!” 1562 buyurmuştur.

Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Kanaat etmemek şükürsüzlüktür, nankörlüktür. Kişiyi dünyada da âhirette de mutsuz eder. Dolayısı ile kanaatkâr olmalı, insanların elindeki imkânlara bakıp “falan kişi çok iyi durumda, biz perişanız!” gibi sözlerden sakınmalıyız. 1563

Cömertlik

Cömert, sözlükte, eli açık olmak demektir. Cömertlik; insanın sahip olduğu imkânlardan, ihtiyaç sahiplerine meşrû ölçüler dâhilinde ve Allah rızâsından başka hiçbir amaç gütmeden, ihsân ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır. Mü’min kişiler bu üstün ahlâka, cömertliğe sahip olmalı, infakta, ihsânda bulunmalıdır. Çünkü, Kur’ân ve sünnet bunu emretmektedir:

Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun, kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyi davranın; Allah iyi davrananları sever.” 1564

(Ey Muhammed!) ne vereceklerini sana sorarlar. De ki; ‘Maldan yapacağınız harcamalar ana-babaya, en yakınlara, öksüzlere, yoksullara ve yolda kalmışlara (yardıma muhtaç olanlara) olur. Allah yaptığınız her şeyi iyi bilir.” 1565

Hayırda ne infak ederseniz (sevabı) kendinize aittir. İnfakınız yalnız Allah rızâsı için olsun. Hayırdan ne infak ederseniz, mükâfatı tümüyle verilir, haksızlığa uğramazsınız.” 1566 “Sizden birine ölüm gelip ‘ya Rabbi keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ demeden önce size verdiğim rızıktan veriniz.” 1567

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

Cömert kişi Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır. Cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil cömert kişiyi Allah cimri ibâdet düşkününden daha çok sever.” 1568

Mü’min cömert olmalı, infakta bulunmalıdır.

İnfak; malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak mânâsındadır. Allah yolunda harcama yapmaya infak denir. Terim olarak infak; Gerek akrabalardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve ihtiyaç sahiplerine para veya maişet yardımında bulunmak, onların geçimini sağlamak demektir.

Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin iyi (helâl ve temiz)lerinden, Allah için sarfedn (zekât ve sadaka verin).” 1569

Allah’ın sana verdiğinden (nimetlerden O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsân et (iyilik et).” 1570

Allah’ın verdiği nimetleri, imkânları insanın sadece kendine ayırmayıp, ihtiyaç sahiplerinin de yararlanması emredilmektedir. İnfakın en iyisi kişinin çok sevdiği paradan, maldan yaptığı harcamadır. Kişinin paraya, mala ve dünyalığa arzusu, meyli fazladır. Onları çok sever, daha çok olmasını ister. Fakat mü’min kişi, Allah’ın emri olduğundan dolayı malından, imkânlarından ihtiyaç sahiplerini de yararlandırır. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar cennete ve iyiliğin en güzeline (birr’e) ulaşamazsınız.” 1571

Mü’min bu emri dikkate alarak gerektiği zaman zekât ve sadaka vermekten kaçınmaz. Zaten kaçınmaması gerekir. Çünkü bunun önemini ve faziletini Kur’an ve sünnet ortaya koymuştur. Bundan dolayıdır ki; mü’min infak ve ihsân eder.

İhsân kelimesi “hasene” kelimesinden türemiştir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsân; güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir.

İhsânın iki yönü vardır:

1- Başkalarına iyilik etmek, yardımda bulunmak ve bütün bunları iyi ve güzel bir şekilde yapmak,

2- Amelde ihsân, yani bir şeyi güzel bir bilgi ile bilmek (meselâ Allah’ı) veya bir şeyi güzel bir amelle yapmak. Allah Teâlâ, ihsân sahibi olan muhsinlerle beraberdir, onları sever, onları korur, onlara dünya ve âhirette iyilikler verir. 1572

İhsan, aynı zamanda Allah’ı görüyor gibi ibâdet etmektir. Cibril Hadisinde Rasûlullah (s.a.s.) bunu belirtmektedir. İhsân “Allah’a O’nu görüyormuşçasına ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyor.” 1573

Allah Teâlâ mü’minlere, adâletle birlikte ihsânı da emretmektedir. 1574 Mü’min kişi kendisi için imkânların olmasını istediği gibi, diğer müminlerin de imkânlarının olmasını istemelidir. Çünkü “Müslümanlar bir tek kişi gibidir. Bir yeri ağrısa bütün vücudu ağrır (rahatsız olur).” 1575

Demek ki; bir müslümanın ihtiyacından dolayı rahatsız olması, diğer mü’minlerin de rahatsız olmasını gerektiriyor. Bir mü’min, imkânsızlıktan dolayı bir sıkıntı içerisinde ise, bütün mü’minler bu rahatsızlığı bir an önce gidermenin gayreti içerisinde olmalıdır. “Bana ne? Ne hali varsa görsün!” demek, mü’min kişinin davranış biçimi değildir

Kim ki; sabahleyin kalktığında, düşüncesi Allah’tan başka bir şey olursa; onun, Allah’ın hoşnutluk ve yakınlığından nasibi yoktur. Kim ki; sabahleyin kalktığında müslümanların sıkıntılarını kalbinde hissetmezse, (onların derdiyle dertlenmezse) onlardan değildir.” 1576

Müslüman müslümanın derdiyle dertlenmeli, onlara gerektiği zaman, gereken yardımı yapmalıdır. Çünkü, Rabbimiz müminleri kardeş yapmıştır. 1577 Kardeşliğin gereği ne ise onu hemen yapmalıdır:

Sizden her kim din kardeşine bir fayda verebilirse, bunu hemen yapsın, (ihtiyacını gidersin)” 1578 buyrulmaktadır.

Enes b.Malik (r.a.)’dan; Rasûlullah (s.a.s.):

(Ey mü’min, sen mü’min) kardeşine, zâlim iken de, mazlum iken de yardım et ” buyurdu.

Sahabeler:

‘Ya Rasûlallah, şu mazlum kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zâlime nasıl yardım ederiz?’ diye sordular.

Zâlimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu zulümden men edersin)” buyurdu. 1579

Müslüman, müslüman kardeşine yapması gereken yardımı yapmalı, ona karşı kardeşlik görevini yerine getirmelidir.

İyilik ve Allah’ın (yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık (kötülük) üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın azâbı şiddetlidir.” 1580 Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmakadır:

Hiç biriniz kendiniz için arzu ettiğinizi, kardeşiniz için arzzu etmedikçe (kemâliyle) iman etmiş olmazsınız.” 1581

Bir mü’min kendisini düşündüğü gibi, din kardeşini de düşünmelidir.

Hz. Peygamber döneminde kurulan İslâm kardeşliği öyle bir noktaya gelmiştir ki, kendisi ihtiyaç içersinde olan bir müslümanın, diğer müslüman kardeşini kendine tercih etmesini sağlamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler (ensâr), kendisine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içersinde bulunsalar bile onları (misafir ve muhâcirleri) kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 1582

O kimseler ki, iman edip hicret ettiler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda mücadele ettiler. O ensâr ki muhâcirleri barındırdılar ve onlara (her konuda) yardım ettiler. Onlar birbirinin dostlarıdırlar.” 1583

Âyet-i kerime, ensârın muhâcirlere karşı yaptığı fedakârlığı övmektedir. Medineli ensâr, Mekkeli muhâcir kardeşlerini, hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardır. O kardeşleri için ne yapmak gerekiyorsa onu hemen/gecikmeden yapmışlardır. Bu da kardeşliğin nasıl olması gerektiğini bizlere gösteren mükemmel bir örnektir.

Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise, size günahtan bağışlama ve bolluk vaad eder. Allah ihsânı geniş olan ve her şeyi hakkıyla bilendir. 1584

Cimri kişiler hem Allah katında ve hem de insanlar arasında sevimsiz ve kötü kişiler olarak görülür

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

(İşte) onlar, hem cimrilik ederler, hem de cimriliği emir (ve tavsiye) ederler ve Allah’ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Biz de bu nankörlere, rezil edici ve alçaltıcı bir azap hazırladık.” 1585

Mü’min, imtihan gereği birtakım imkânlara sahip olabilir, bu imkânlardan dolayı asla şımarmamalıdır. “Zenginim, imkânlarım çok” diye gururlanıp kendi kadar zengin olmayanları küçük görmemeli, onlara hava atmamalıdır. Çünkü bu imkânlar da bir imtihan gereğidir.

Mal ve servet insanlar için bir imtihandır. 1586 Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik ve infaktır.1587

(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz (Allah’ın takdiri, imtihan gereği diye boyun eğmeniz) ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.” 1588

Allah dilediği kimseye rızkı geniş verir ve (dilediğine) daraltır. Onlar dünya hayatıyla sevinip yetinirler. Halbuki dünya hayatı, âhiret hayatının (sınırsız mutluluğu) yanında basit, geçici bir faydalanmadan başka bir şey değildir.” 1589

Zenginlik de fakirlik de imtihan gereğidir. Zenginlikle şımarmamalı, fakirlikle de üzülmemeli, sabretmelidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” 1590

Dünya hayatı imtihandan ibarettir; bunu iyi anlamak gerekir ki, ne yapmamız lâzımsa onu yapmak mümkün olsun.

Mallarınızda muhtaç ve yoksulların hakkı vardır.” 1591

“Parayı, malı ben kazandım; niye başkasına vereyim, ben aptal mıyım?” diyerek, şeytanî bir mantık ileri sürerek cimrilik yapanlar, Allah’ın ihsân ettiği imkânlardan ihtiyaç içersinde olanları yararlandırmayan cimrilerin vay haline! Asıl cimrilikleri sebebiyle aptallık yaparak kendilerine zarar vermiş oluyorlar.

Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun (cimrilik yaparak) kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” 1592

Cimrilik tehlikeli ve kötü bir iştir. Kişiye fayda değil, zarar getirir. Akıllı insan cimrilik yapan değil, infak edendir.

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

Cimri kişi Allah’a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır.” 1593

Yine bir hadis-i şerif:

Kulların sabaha erdiği her günde iki melek semâdan iner ve bunlardan biri şöyle duâ eder: ‘Ey Rabbimiz, infak edene karşılığını (sevap) ver.’ Diğeri de şöyle duâ eder: ‘Ey Rabbimiz, cimriye de telef ver (malını yok et).” 1594

Cimri kişi sıkıntı içersindedir. Parasının gideceğinden, azalacağından çok korkar. Kendisine ve çocuklarına para harcamamak için elinden geleni yapar. Bu tip kişiler misafirliğe bile gitmek istemezler, çünkü onların da kendisine geleceğini düşünür. Onlara içireceği çayın dahi hesabını yapacak kadar alçalabiliyorlar. Dolayısıyla cimrilik çok kötü bir hastalıktır. Böylelerini Allah sevmez, kullar da sevmez.

Tabiî ki, İslâmî yönü olmayan maddeci kişiler, cömert olmaya veya cimrilikten korunmaya önem vermezler, onlar maddeye önem verirler, sevabı günahı düşünmezler.

Fakat bazen İslâmî yönü olan, İslâm’ı yaşamaya çalıştığını söyleyen, hatta İslâm’ı tebliğ eden kişilerde dahi cimrilik hastalığı görülmektedir. Tabiî ki, cimrilikten hemen kurtulmak gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Elini boynuna bağlama (cimrilik yapma), onu büsbütün de açma (israfçı olma); sonra kınanmış, pişman olmuş bir halde oturup kalırsın.” 1595 Ne cimri ne de israfçı olmamak gerekir. “Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” 1596

O kimseler (mü’minler) ki, harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, (harcamaları) bu (ikis)inin arasında dengeli olur.1597

Mü’minler her hususta dengeli olmalıdır, aşırıya gitmemelidir, ifrat ve tefritten sakınmalıdır.

İsraf ederek hayır yaptığını, hayır yapacağı zaman da israf ediyormuş gibi, sanmak ve hayır yapmayı terk etmek çok yanlıştır. İmam-ı Azam (rh. a.)’in belirttiği gibi:

“İsraf etmede hayır, hayırda israf olmaz.”1598

Onun için, gerektiği zaman infak etmeli, sadaka vermeli.

Sadaka: Allah Teâlâ tarafından, karşılığında sevap verilen bağıştır.1599

Onlar ki, mallarını gece gündüz, gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır.” 1600

Müslüman kişi ailesinin ihtiyacı için harcama yapar ve bundan sevap umarsa bu ona sadaka olur (sevap kazanır).” 1601

Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun.” 1602

Sadaka vermek için zengin olmak gerekmez, yapılan yardım az da olsa hayırdır, sevabı vardır. Herkes gücü nisbetinde ihtiyaç sahiplerine katkıda bulunmalıdır.

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Veren el, alan elden hayırlıdır.” 1603

Tabiî ki, malından fedakârlık yaparak veren, cimrilik etmeyen, hayırlı kişidir.

İnsanların (veya müslümanların) en hayırlıları; dostlarına ve komşularına hayrı dokunandır.” 1604

İnsanların en hayırlısı iyiliği beklenen, kötülük etmesinden korkulmayan kimsedir.” 1605

Hadislerden de görüldüğü gibi, insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.

Altın ve gümüşü (parayı, malı) biriktirip, onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları da acıklı bir azapla müjdele! O gün (bu paraları) cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak: ‘İşte bu nefisleriniz için biriktirip yığdıklarınız. Haydi biriktirip istifçilik ettiğiniz şeylerin acısını tadın’ (denilecektir).” 1606

Parasını, malını biriktirip ihtiyaç sahiplerine vermeyerek cimrilik yapanların âkıbetinin çok kötü olacağını, âyet-i kerimelerden öğrenmiş oluyoruz.

“Rasûlullah (s.a.s.) bir keresinde, “Hanginiz vârisin malını kendi malından daha çok sever?” diye sordu. Cemaat:

‘Ey Allah’ın Rasûlü içimizde herkes kendi malını vârisin malından çok sever’ dediler. Bunun üzerine “Öyleyse şunu bilin, kişinin gerçek malı hayatında (infak ettiği) gönderdiğidir. Geriye bıraktığı da vârislerin malıdır.” 1607 buyurdu. Tabiî ki, insanın gerçek malı Allah rızâsı için insanlara verdiği malıdır. Bunun mükâfatını âhirette kat kat görecektir.

Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırlar, ancak Allah’ın rızâsını kazanmak için olsun. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” 1608

İnsanlara yapılan iyilikler, zekât, sadaka ve yardımlar sadece Allah rızâsı için olmalıdır. İnsanlar arasında iyi kişi olarak bilinsin ve övülsün, “ne iyi insan, bravo!” densin diye veya herhangi bir çıkar için yapılan yardımların hayrı yoktur.

İnfak parayla, malla olduğu gibi çeşitli şekilde de olmaktadır. İnsanlara güler yüzle davranmak, dertli olanların derdini paylaşmak, insanlarla iyi geçinmek, güzel sözle yapılan tebliğ ve her türlü iyilik infaktır, sadakadır ve sevabı vardır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

İki kimse arasında adâletle muâmele etmek sadakadır. Hayvanına (arabasına) bindirmek yahut eşyasını yüklemek (eve taşınırken, eşyasını taşımak için yardımcı olmak) pek âlâ bir sadakadır. Güzel söz (güler yüz) de bir sadakadır. Namaza gitmek için kişinin attığı her adım da bir sadakadır. Yolda gelip geçene ezâ veren şeyleri gidermek de bir sadakadır.” 1609

Peygamberimiz (s.a.s.):

Her iyilik sadakadır” buyurdu. 1610 İyi şeyler yapıldığında sevap olduğu gibi, günahlardan kaçınmakta da sevap vardır, bu da sadakadır.

Peygamberimiz (s.a.s.):

Her müslüman sadaka vermesi lâzımdır” buyurdu. Oradakiler tarafından:

‘Ya Rasulallah sadaka verecek bir şey bulunmazsa ne yapar?’ dendi. Rasulallah (s.a.s.):

Çalışın! Elinizin emeği ile kazandığını hem kendisi harcar, hem de sadaka verir” buyurdu. ‘Çalışmaya gücü yetmezse ne yapar, dersiniz?’ denildi. “Yardıma muhtaç olan mazlûma yardım eder” buyurdu. ‘Böyle bir yardım etmeye gücü yetmezse ne dersiniz?’ denildi. “Hakka çağırır, bâtıldan sakındırır” buyurdu. ‘Bunu yapmaya gücü yoksa ne dersiniz?’ dediler. “Kötülükten, (günahlardan) kendini korur, bu da onun için bir sadakadır ” 1611 buyurdu.

Demek ki, günahlardan sakınmak da sadakadır. Sevap vardır. “Şüphesiz ki sadaka ömrü uzatır, kötü ölümü defeder. Allah sadaka sebebiyle kibir ve övünme hastalığını giderir.” 1612

Sadaka vermeye koşunuz. Çünkü belâ sadakayı geçmez (sadaka, sahibini belâ ve musibetten, tehlikelerden korur).” 1613

Her kim haram mal toplar da bundan sadaka verirse bunda onun için hiçbir sevap yoktur. Günahı ise kendisine kalır.” 1614

Allah, helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul etmez.” 1615 Sadakanın kabul olması için, sadaka helâl kazançtan olmalı ve Allah rızâsı için verilmelidir.

Suyun ateşi söndürdüğü gibi sadaka günahları yok eder.” 1616

Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vâcip veya nâfile hükmünde olur. Sadakanın farz olan kısmı zekâttır. Zekât, Allah tarafından farz kılınmıştır. 1617 Rasûlullah (s.a.s.) çeşitli hadislerinde farz olan zekâtı belirtmiştir. İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir. 1618

Fitr sadakası vâcip hükmünde bir sadaka türüdür. Bu, Ramazan ayının sonuna yakın, yoksullara verilmesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca “fitre” denir. Sadaka, geniş anlamıyla nâfile olarak yapılan hayır ve hasenâtı, insan ve hayvanlara yapılan iyilik, lütuf ve ihsânları, hatta insanların gönlünü hoş eden davranışları kapsamına alır. Sadaka-i câriye, vakfedilmiş sadaka ile diğer hayır ve hasenât bu niteliktedir. Sadaka-i câriye, sürekli ecir getiren sadaka anlamına gelir. Bir hadiste sürekli ecir kaynağı olan ameller şöyle belirtilir:

İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnâdır. Sadaka-i câriye, kendisinden yararlanılan ilim (yazmış olduğu faydalı kitaplar, yaptığı emr-i bi’l-ma’ruflar) veya kendisine hayır duâ eden sâlih çocuk.” 1619 Sadaka-i câriye; yol, köprü, çeşme, mescit (câmi), yoksullar için aş evi, hastane ve İslâmî ilimler okutulan okul gibi hayır yerlerini kapsamına alır. İnsanlar bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına sebep olanlar, gerek sağlıklarında ve gerekse vefatlarından sonra ecir almaya devam ederler. 1620 Müslüman kişi farz olan zekâtını vermeli, ayrıca gerektiği zaman fakirlere yardımda bulunmalı, kesinlikle cimri olmamalıdır.

Dini (o, hesap gününü) yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip kakan, yoksulun yiyeceği ile ilgilenmeyip yardımı teşvik etmeyen de odur. Vay haline o namaz kılanların ki, onlar namazlarından (onun öneminden gayesinden ve geçtiğinden) gâfildirler. Hem de onlar, gösterişçilerdir. (Onlar, zekât veya yardım ve) yardımlaşma için en basit şeyleri dahi esirgerler.” 1621 Müslüman cömert olmalı, asla cimri olmamalıdır. Tabiî ki, dünya bir imtihandır. Sınav gereği insanlar zengin veya fakir olabilir. Mü’min zenginse sadakasını vermeli; lüksten, israftan, cimrilikten kaçınarak çocuklarına, kendisine gerektiğinde harcama yapmalıdır.

Fakir kişi de helâl yönden imkânlarını artırmaya ve kimseye muhtaç olmamaya çalışmalıdır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

Sizden birinin sırtında odun taşıyıp onu satarak geçinmesi, halktan sadaka istemesinden daha hayırlıdır.” 1622

Mü’min, insanlara yük olmaya değil, yükünü taşımaya çalışmalıdır. Buna rağmen fakir olduğunda, ihtiyaç gerektiğinde verilen yardımı kabul etmelidir. Gururlanarak ‘O da kimmiş, bana yardım yapıyor?’ diyerek verilen yardımı geri çevirmemelidir. Hem ihtiyaç giderilecek, hem de yardım yapana sevap kazandırmış olunacaktır.

Hikmetli bir söz:

“Fakirlikle küçük düşme korkusu, zenginlikle şöhret hırsı, insanı kör (duyarsız) ederek, hakikati görmesine engel olur.” Dolayısıyla “verilen yardımdan dolayı küçük düşerim” endişesiyle borç para veya herhangi bir yardım istememek ve bundan dolayı mağdur olmak yanlıştır.

Tabiî ki müslüman, aç gözlü değil tok gözlü olmalı, elindekiyle yetinmeye çalışmalı, fakat zor durumda kaldığında ise, müslüman kardeşlerine durumunu arz etmeli, onlar da bu sorunu çözmeye çalışmalıdır. Çünkü bu, müslümanların kardeşlik görevidir.

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

Kimin güvenliği (oturacak evi) sağlanmış, sağlığı yerinde ve yiyecek şeylere de sahipse sanki bütün dünya ona verilmiş (gibi zengin) sayılır.” 1623

Yani, temel ihtiyaçlarını gideren kişilerin de zengin sayılacağı belirtilmekte ve onların şikâyetle değil, şükürle meşgul olmaları istenmektedir.

Her Müslüman, gücü nisbetinde sadaka vermelidir. İnsanları hakka çağırmanın ve bâtıldan sakındırmanın (Tirmizi, Birr 26), “Allah’a şükretmenin ve O’nu tesbih (zikir ) etmenin bir sadaka olduğu belirtilmiştir (Müslim, Müsafirîn 84). Bir kimseye yol veya adres tarif etmek, güzel söz söylemek, yapılan tüm iyi şeyler sadakadır (Buhârî, Cihad 72; Müslim, Zekât 50-52).

Bunları bilen kişi, bu hayırlardan, sevaplardan yararlanmalıdır. Mü’min, kapitalist, maddeci kişiler gibi paraya, mala çok önem veren, bunu biriktiren ve hayır yapmayan ve parayı kazanırken helâla-harama dikkat etmeyen “param çoğalsın da nasıl çoğalırsa çoğalsın fark etmez” diyen kişiler gibi değildir. Mü’min, İslâm’a uygun olmayan şeyleri uygun görmez ve onu yapmamaya çalışır.

Mü’min yeri geldiğinde Allah yolunda malını ve canını verebilmeli ki, korktuğu cehennemden korunsun ve umduğu cennete kavuşsun.

Ey İman edenler! Sizi acı bir azaptan (cehennemden) kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi? Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur.” 1624 Âyet-i kerimede hayatın iman ve cihaddan ibâret olduğu ve iman ve cihadın “büyük mutluluk ve kurtuluş” sebebi olacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla lafla cennete girilmez, iman ve sâlih amelle girilir; işte bu, böyledir! 1625


Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin