İnsan gerçEĞİ ve islami hayat


NEFSİN, ŞEYTANIN İNSANLARA OLAN ZARARLARI VE BU ZARARLARDAN KORUNMANIN YOLLARI



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə36/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   44

NEFSİN, ŞEYTANIN İNSANLARA OLAN ZARARLARI VE BU ZARARLARDAN KORUNMANIN YOLLARI

İnsanların kötülüklerinin, ahlâksızlıklarının, günahlarının kaynağı nefis ve şeytandır. İnsanın zayıf bir yerini bulup, o kişiye kötülük yaptırmaya, başını derde sokmaya, günahlara götürmeye ve böylece onu çok kötü bir duruma düşürmeye uğraşır.

Kişilerin kâfir, müşrik, münâfık, fâsık veya zâlim olmasında nefs-i emmârenin ve şeytanın çok büyük katkısı vardır.

Yanlışlıkların, huzursuzlukların, kavgaların, cinayetlerin ve bütün kötülüklerin yapılmasında nefis ve şeytanın rolü vardır. İnsanlara maddî ve mânevî çok büyük zararlar vermekte ve böylece dünya ve âhirette insanların perişan olmalarına sebep olmaktadır. Nasıl ki yaşadığımız toplumda, insanın bir düşmanı olduğunda onun vereceği zarardan korunmak için tedbir almak gerekir. Düşmanı olduğunu bilmiyorsa o zaman tedbir almaya ihtiyaç hissetmez. Fakat düşmanı varsa, düşmanın tedbirsiz olan kişiye zarar vermesi çok kolay olur. Dolayısıyla nefis ve şeytan, insanlara zarar veren düşman olduğuna göre, onların da zararlarından korunmak için tedbir almak gerekmez mi? Tabiî ki gerekir. Tedbir almak da onların nasıl zarar verdiklerini öğrenip gereğini yapmakla mümkündür.

Nefs; sözlükte, bir şeyin zâtı ve kendisi demektir. Can, ruh, kalp mânâsına da gelir. Şeriat ilminde ise şehvet (cinsel ve her türlü aşırı arzu, istek) ve kızgınlığın başlangıcı olan insanın içindeki mânevî kuvvete de nefs denir.1844 Nefse “içgüdü” de denmektedir.

Nefs-i Emmâre; Dünya lezzetlerine meyletmesi, şiddetle istemesidir. “Emmare” tâbiri, fazlasıyla emreden, ısrarla isteyen demektir. Cinsî arzular, yemek, içmek, giyinmek, süslenmek, gezmek, eğlenmek gibi vücudun bütün isteklerine şâmildir. Kur’ân-ı Kerim’de nefs-i emmâre hakkında şöyle buyurulmuştur:

Muhakkak nefis, olanca şiddetiyle daima kötülüğü emreder...” 1845

Nefs-i Emâre, haram-helâl gözetmeden gördüğü ve istediği şeylerden hoşuna giden şeylerin hemen elde edilmesini, isteklerinin ve arzularının derhal yerine getirilmesini ister. Hiçbir sınır (haram-helâl) tanımadan her istediğine kavuşmak ister. İşte kötülenen nefis, insanın amansız düşmanı olan bu nefs-i emmâredir.

Allah Teâlâ, insanların yaşayabilmesi, kendilerini koruyabilmesi ve asıl imtihan için insanda nefis (şehvet ve öfke kuvveti) yaratmış, ayrıca şeytanı da insana musallat eylemiştir. Elbette bunda büyük hikmetler vardır.

İnsanoğluna akıl, fikir vermiş böylece insanı imtihana tâbi tutmuştur:

O Allah ki; hanginizin daha güzel, iyi amel ve davranışlarda bulunacağınızı imtihan etmek için, ölümü ve hayatı yarattı.1846 buyrulmaktadır.

Nefis insanda bütün kötü arzularının ve isteklerinin hemen tatbikini isteyen, kötülükleri yapmasını emreden, günah olan şeyleri yapması için kolaylık ve hafiflik, sevap olan şeyleri de yapmaması için ağırlık ve zorluk veren; benlik (kendini üstün görme), şöhret, hırs, kin, kibir, gurur, haset duygusu ve arzusu veren bir iç yönelimi ve bir istekler ve arzular manzumesidir.

İşte onun içindir ki; nefis insanın en tehlikeli düşmanıdır. Nefsin düşmanlığı şeytandan daha şiddetlidir ve tehlikesi ondan daha çoktur. Çünkü nefis insanın en şiddetli düşmanı olduğu halde sahibi tarafından sevilmektedir. Nefis içeriden öyle bir hırsızdır ki, evi soyar da kimseye belli etmez. Öyle bir düşmandır ki, ölünceye kadar insandan ayrılmaz. Çok kere şeytana yataklık eder, onunla birleşerek insanı felâketlere, günahlara götürür.1847 Bundan dolayı İslâm’da, nefsin kötü arzularından korunmak için nefisle mücadele vardır. Fakat nefsi öldürmek diye bir şey yoktur. İnsan, ölünceye kadar nefsin kötü arzuları1848 ve şeytanın düşmanlığı devam eder.1849 Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” 1850 İnsan ölünceye kadar, nefs-i emmâre ve şeytan, insanların Allah’a kulluk görevlerini yerine getirmeye mâni olmaya çalışır. Bu sebeple ölüm gelinceye kadar, nefsin kötü isteklerine ve şeytanın aldatmasına karşı dikkatli olmak gerekir. Hevâdan (kötü arzulardan) korunmanın önemini Allah Teâlâ şöyle bildirmektedir:

Nefsini kötülüklerden arındıran (koruyan) kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyana uğramıştır.” 1851

‘Nefs’, tek tek her varlığa işaret ettiği gibi, bu varlıklara yön kazandıran mânevî güce de verilen addır. Bu anlamda nefs, maddî hayatın kaynağıdır, yani isteklerin merkezidir.

İnsan, şekil yani cisim (beden) ve mânevî cephe sayılan ruhtan meydana gelir. İnsanın ruhu onun nefsidir de denmiştir. Hayatın devamı için bedenin bazı şeylere ihtiyacı vardır. Nefs bu ihtiyaçların şekillendirdiği ve çıktığı yerdir. Nefsin istekleri hayatın devamı için gereklidir. Ancak nefis başıboş bırakıldığı zaman, aşırı istekler gündeme gelir ve insan o noktada hataya düşer. 1852

İşte dünya hayatı bir imtihan yeri olduğundan, bunu iyi bir şekilde anlayıp, Allah ve Rasûlü’nün emirlerini dinleyerek, nefsin kötü arzularına, şeytanın aldatmasına kapılmadan kendisine verilmiş olan şehvet ve öfke kuvvetini insan, aklının ve mantığının ışığı altında meşrû şekilde kullanmalıdır.

Rasûlullah (s.a.s.) bir sahâbîye hitâben:

Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Müsafirin de senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver ” 1853 buyurmuştur.

İnsan nefsini İslâm’ın yasaklamadığı, serbest ettiği şeylerde tatmin etmeli. Eğer nefsin istekleri ve arzuları İslâm’a uygunsa bu yerine getirilebilir, fakat bu istekler İslâm’a aykırı ise kesinlikle yerine getirilmemeli, nefsin kötü istekleriyle mücadele etmeli ki, imtihanı kazanmak mümkün olsun.

Rasûlullah (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde: “Allah’ım, huşû duymaz bir kalpten, kabul olmayan duâdan, faydası olmayan ilimden, doymak bilmeyen nefisten Sana sığınırım” 1854 diye duâda bulunmuştur.

Nefis Allah’ın kendisine helâl kıldığı şeylerle yetinmeyip, iyi, kötü, haram, günah olan şeyleri de arzu ederek doymak bilmeyen bir arayış içindedir. Bu şekilde kişiyi günahlara götürmektedir. Dolayısıyla, kişi her aklına geleni, nefsinin her istediğini değil; helâl, câiz olanı yapmalıdır.

“Hele şu günahı işleyeyim, nefsim doysun, bir daha gerek duymam” düşüncesi, şeytanî bir düşüncedir. Çünkü nefis doymaz, günah işledikçe, zevk aldıkça, tekrar tekrar ister. “Nefsin kötü istekleri, öyle bir canavardır ki, ona isteklerini verdikçe doyacak yerde daha da acıkır.” Çare nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadele ederek onu yerine getirmemektir.

Nefis insanın en büyük ve sinsi düşmanıdır, kişiyi her türlü ahlâksızlığa ve günah olan şeylere götürerek, maddî- mânevî çok büyük zararlar vermektedir. Rabbimiz Allah (c.c.) bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

Sana gelen her kötülük kendi nefsindendir (onun kötü arzusuna ve isteklerine uymandandır).” 1855 Nefsinden dolayı, basit, gereksiz şeyleri bahane eden, kavga çıkaran ve hatta cinayet işleyen nice insan vardır.

Başa gelen belâların, üzücü olayların çoğu, nefsin kötü isteklerinin yerine getirilmesinden kaynaklanmaktadır.

Nefsin içki, kumar, zina, hırsızlık, ahlâksızlık, haset, kin, gurur, kibir gibi isteklerine uymasından dolayı dünya ve âhirette insan perişan olmaktadır.

Bir hadis-i şerifte:

Bir şeye olan aşırı sevgin seni kör ve sağır yapar.” 1856 buyrulmuştur. İnsan bir şeye aşırı sevgi duyarsa ondaki hatayı, kusuru göremez, yanlışlıklarını söyleyenlere de aldırmaz, duymaz olur. Aynı şekilde insan nefsini çok severse o zaman, kendi hatalarını, yanlışlıklarını görmez, nasihat edilse de anlamaz. Görüldüğü gibi kişi nefisini çok sever, isteklerine çok önem verip, her istediğini yerine getirmeye çalışırsa o zaman yanlışlıkları devam eder, gider.

Yine bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

Allah zevkine (keyfine) çok düşkün olan erkek ve kadını sevmez.1857

Fakat kişi nefisinin kötü isteklerini yerine getirdiğinde kendine zarar verdiğini anlamalı. Kişi zevkine, keyfine çok düşkün olmamalıdır. sadece câiz olan istekleri yerine getirilebilir. Câiz olmayan isteklerin ise, yerine getirmemesi gerekir.

Nefsin meşrû olan isteklerini yapıp, meşrû olmayan isteklerinden korunmak için de nefisle mücadele etmek gerekir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Mücahid nefsine karşı cihad edendir.” 1858

Mücahid, nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadele ederek ona galip gelen ve İslâm’a uygun olanı yapan kişidir. Bu uygunluk, hem nefis ve şeytanla mücadele, hem de İslâm’ın yaşanmasına karşı çıkan İslâm düşmanlarıyla mücadele şeklinde olur. Bu, hem İslâm’ın kendine hâkim olması için mücadele, hem de İslâm’ın topluma yayılıp hâkim olması için mücadeledir.

Kur’ân-ı Kerim’de nefis, kötülüklerin kaynağı olarak gösterilmekle birlikte, terbiye edilecek güzel özelliklerin ona kazandırılıp iyi bir ruh haline getirilebileceğine de işaret edilmekte ve bu tavsiye edilmektedir 1859

Nefis mücadelesinde önemli olan şey, ölçüyü kaçırmamaktır.

Câiz olan şeyler, sanki câiz değilmiş gibi kendini zorlamak doğru değildir. Çünkü “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” 1860 “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” 1861 buyrulmaktadır. Ölçülü olup, aşırıya gitmemek gerekir. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın. Doğrusu Allah haddi aşanları sevmez.1862 Bu ayette, Hz. Peygamberin (s.a.s.) ashâbından bir topluluk hakkında nâzil olmuştur.

İbn Abbas (r.a.)’dan rivâyet olunmuştur, o der ki:

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ashâbından bir grup, gündüzleri oruç tutacaklarını, geceleri de ibâdetle geçirip yatakta uyumayacakları, et ve yağ yemeyip sadece kendilerine yetecek kadar yemek yiyecekleri, eski elbiseler giyecekleri, erkekliklerini giderip kadınlara yaklaşmayacaklarını, yeryüzünde dolaşacakları ve kendilerini tamamen ibâdete verebilmek için her şeyden el etek çekecekleri hususunda aralarında anlaşıp görüş birliğine vardılar. Derhal bu haber Rasûlullah (s.a.s.)’e erişmiş, bundan dolayı onlara:

İyi bilin ki, Allah’tan en çok korkanınız benim. (ben böyle emrolunmadım). Ancak ben hem oruç tutar hem iftar ederim, hem namaz kılar hem uyurum ve kadınlarla da evlenirim. O halde, kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” Bir müddet sonra yukarıdaki âyet nâzil oldu.1863 Görüldüğü gibi Allah’a iyi kulluk yapayım diyerek helâl olan şeyleri kendilerine yasaklamalarının çok yanlış olduğu açıklanmaktadır. Aşırıya gidilmemeli ve câiz olanı değil, caiz olmayan şeyleri terk etmeli, yani ifrat ve tefritten sakınmalı, doğru olan şeyleri yapmalı, doğru olmayan, İslâm’a aykırı şeylerden de uzak durmalıyız.

Nefsin kötü isteklerinin, şeytandan daha şiddetli ve tehlikeli olduğunu bilerek ona göre mücadeleye hazırlanmamız lâzımdır. Zira nefisle mücadele etmek, şeytanla mücadele etmekten daha zordur. Çünkü nefis öyle bir iç düşmandır ki, ölünceye kadar insandan ayrılmaz. Şeytan eûzü besmele ile insanlardan biraz olsun ayrılabilir, fakat nefis eûzü besmele ile de ayrılmaz. Sonra insanın şeytanın tuzağına düşmesine çok kere nefis sebep olur; eğer nefsin arzusu ve aşırı isteği olmazsa şeytan bir zarar veremez. İnsanın şeytandan gelen vesveseye kapılmasına, aldatılmasına ve onun dediğini yapmasına nefis olanca kuvvetiyle uğraşır. Çünkü şeytanın yaptırmak istediği şey, nefsin çok hoşlandığı ve şiddetli arzu ettiği şeydir. Eğer insanı, yani nefis kendi sahibini biraz sözüne baktırabilirse, her dediğini yaptırabilirse o zaman şeytanın işi de kolaylaşır. 1864

İnsanın dünya ve âhirette zor duruma düşmesi ve perişan olmasına sebep olan nefis ve şeytan olduğuna göre buna karşı iyi bir şekilde mücadele etmeliyiz. Bu da, bu mücadele nasıl olması lâzımsa, onu öğrenip gereğini yapmakla olur. Fakat gereğini yapmak için de sabır gerekir. Ancak sabırla nefsin kötü isteklerine mâni olmak mümkündür. Yani nefisle mücadeledeki başarı, bu bilgiyi elde etmek ve sabır göstermekle mümkündür.

Nefsini kötülüklerden arındıran, kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen (sokan) da ziyan etmiştir.1865

Ama kim de, Rabbinin (huzurunda duracağı) makamından korkup (gereğini yapar) nefsini de kötü arzu ve hevesten men ederse işte muhakkak ki, cennet onun varacağı tek yerdir.” 1866



Şeytan

Şeytan, azgınlıkta şer ve kötülükte fevkalade bir yükselişle kendi sınıf ve benzerlerinin dışına çıkmış, kötü, inatçı mânâsında bir cins isimdir. Şeytan kelimesinden, daha çok, cin cinsinden olan, cin şeytanı anlaşılırsa da, kötü ruhlu insanlara da bu ad verilir. Dolayısıyla kötü ruhla alâkası olan, görülen veya görülmeyen her kötü ve haktan uzak ve insanları saptıran şeylere şeytan ismi verilir. Cin şeytanı olduğu gibi, insanlardan da şeytanlar vardır. İnsan ve insan şeytanı görüldüğü halde, ruhta gizlenen kötülük görülmez; eserleriyle belli olur. Bundan dolayı şeytan isminden gizli ve kötü bir kuvvet, kötü bir ruh anlaşılır. İnsan ve şeytanı, cin şeytanına tâbi, ona bağlıdır. Yaratılışta her cins bir tek fert ile başlamış olduğundan, şeytan denilince bu cinsin babası olan, ilk fert, yani İblis akla gelir. Şeytanın diğer bir ismi de İblistir. Dil bilginlerinin açıklamasına göre şeytan kelimesi uzaklık ve uzak demektir. Gerçekten de şeytan haktan (ve hakikatten) uzaktır. Onun için şeytandan da uzaklaşmak, (şerrinden korunmak) gereklidir. 1867

Şeytan; Allah Teâlâ’nın Âdem’e secde etmesi konusundaki emrine karşı çıkıp isyan ettiğinden ötürü rahmet-i İlâhî’den kovulan, cinlerden olan, görünmeyen, gizli bir varlıktır. İblis, şeytanların ilki olduğundan onların atasıdır. “Hani Biz meleklere: ‘Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblis hâriç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı.1868

Andolsun ki, sizi Yarattık, sonra şekil verdik, sonra da meleklere Âdem’e secde edin! diye emrettik, İblisin dışındakiler secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: ‘Ben sana emretmişken, seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ İblis: ‘Ben ondan daha üstünüm, çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın’ dedi. Allah ona: ‘İn oradan, orada büyüklük taslamak sana düşmez; defol, sen alçağın birisin!’

İblis: ‘Beni azdırdığın için, andolsun ki, Senin doğru yolun üzerinde olanlara karşı duracağım; sonra önlerinden, arkalarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın’ dedi.

Allah buyurdu: ‘Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım.” 1869

Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” 1870

Şeytan bizim apaçık bir düşmanımız olduğuna göre, biz de onu bir düşman bilmeliyiz ve ona karşı tedbirli olmalıyız ki, onun kötülüklerinden korunmak mümkün olsun.

Enes b. Malik (r.a.)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Şeytan insanın vücudunda, damarlarda kanın dolaştığı gibi dolaşır.” 1871 Âlimlerin beyanına göre şeytanın aldatması insan farkına varmadan gerçekleşir. Nasıl ki kanın damarlarda, insanın farkında olmadan dolaştığı gibi veya insanın hayatta olduğu sürece, kanın damarlarda dolaştığı gibi şeytan da insandan, yaşadığı sürece ayrılmaz, ona vesvese vererek aldatmaya günahlara sokmaya çalışır.

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

Her insanın bir şeytanı vardır, şeytanı olmayan kimse yoktur.1872 Her insanın şeytanı olduğuna göre, her insan, dünya ve âhirette perişan olmasına çalışan, büyük bir düşmanı olduğunu iyi bilmelidir.

Ey insanlar yeryüzündeki temiz (helâl) şeylerden yiyiniz. Şeytanın (ve onun peşinden gidenlerin) yoluna gitmeyin. Çünkü şeytan sizin için apaçık bir düşmandır. O size ancak bir kötülüğü, hayasızlığı (ahlâksızlığı) ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” 1873

Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

İnsanoğluna şeytanın vesvesesi (olduğu gibi) meleğin de ilhamı vardır. Şeytanın vesvesesi şer aşılamak ve hakkı yalanlamaktır. Meleğin ilhamı ise hayrı (iyi şeyleri) öğütlemek ve hakkı doğrulamaktır. Her kim kalbinde hayır (iyilik duyguları) hissederse bunun (melek aracılığıyla) Allah’tan geldiğini bilsin ve ona şükretsin. Şer, kötülük (günah) hissederse bunu da şeytandan bilsin ve ondan Allah’a sığınsın (ve onu yapmamaya çalışsın).” Allah’ın Rasûlü daha sonra şu âyeti okudu:

Şeytan size fakirlik duygusunu aşılar. (Sizi yardım etmekten alıkoymak ister) ve sizi fahşâya (dinin, olgun aklın ve bilimin çirkin bulduklarını yapmaya) yöneltir. Allah ise bağışlama ve lütuf vaad ediyor. Şüphesiz Allah lütfu geniştir ve O (kulunun ne yaptığını) bilendir.” 1874 İnsanın aklına gelen iyi duygular melektendir, kötü duygular ise şeytandandır.

Allah (c.c.) her insana doğru yolu gösteren melekle yardım ettiği gibi; ona vesvese veren bir de şeytan vermiştir. Mü’mine düşen görev, şeytandan gelen vesveselere (günah olan şeylere) değil, meleğe (ondan gelen, doğru olan şeylere) uymaktır.

Allahu Teâlâ, insanlara hak ve bâtılı bildirmiş, nefis ve şeytana da onları hak yoldan ayıracak şekilde fırsat vererek insanları imtihana tâbi tutmuştur. Tabiî ki, insanlara nefis ve şeytanın kandırmasına karşı koyabilecek güç de verilmiş, insanlar bu gücünü kullanarak nefsin kötü arzularına ve şeytanın aldatmasına kanmayabilir. Ona bu irade verilmiş; tercih onun; ister nefis ve şeytana uyar, isterse uymaz.

Ve de ki: Hak Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zâlimlere (onlara) öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. İman edip de (nefis ve şeytana uymayıp) güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirler ki) Biz güzel işler yapanların mükâfatını zâyi etmeyiz (veririz).” 1875 buyrulmaktadır. Dileyen İslâm’a inanır, hak yoldan gider; dileyen de İslâm’a karşı çıkar, şeytanın yolundan gider. Bu, kişinin tercihine kalmış bir şeydir. Fakat şeytanın yolundan gidenlerin sonu cehennemdir. Bazı kişiler kötü işler yapıyor, günah işliyor “niye bunu yaptın?” diye sorulduğunda “ne yapayım, şeytana uydum, şeytan beni kandırdı” diyerek kendini savunmaya çalışıyorlar. Tabiî ki, bu mazeret değil, çünkü şeytan sadece kötü şeylerin yapılmasını ister ve kötülükleri aklına getirir, günahların işlenmesine çalışır. Fakat şeytan başarılı olabilir de, olmayabilir de.

Bu, kişinin elinde. “Şeytan, insanlara aldatmaktan başka bir şey vaad etmez. Şurası muhakkak ki, benim ihlâslı (samimi, emirlerime bağlı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) Koruyucu olarak Allah yeter.1876

Yeter ki, insan nefsin ve şeytanın kötülüklerinden korunmak istesin. Allah ona yardım eder. O kötü arzu ve isteklerinden korunur. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle bildirir:

Kim kendini sabra zorlarsa, Allah ona sabır verir.” 1877 Kişi yeter ki, günah olan şeyleri yapmamaya gayret etsin. Allah ona yardım eder, o da günahlardan korunur. 1878

Şeytanın Korkunç Planları

Şeytan gururundan, kibrinden dolayı, Allah’ın emri olan Âdem’e secde etmeyerek Allah’a isyan etmiştir. Bundan dolayı da Allah’ın rahmetinden kovulmuştur.

Şeytan ‘İnsanların tekrar dirilecekleri (kıyâmet) gününe kadar bana mühlet (yaşama fırsatı) ver’ dedi. Allah ‘Sen mühlet verilenlerdensin” 1879 buyurarak isteğini kabul etmiştir. Şeytan da Âdem ve ondan gelen nesle yapacağı korkunç planları şu şekilde belirtmiştir:

(Şeytan) Madem ki beni azgın bıraktın (Rahmetinden kovdun); andolsun ki ben de insanları saptırmak için, Senin doğru yoluna oturacağım. Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından (her yönden saldırmak için) kendilerine gelip sokulacağım (vesvese vereceğim) sen de onların çoğunu şükredenlerden (kulluk görevlerini yerine getirenlerden) bulamayacaksın’ dedi.” 1880

(şeytan) O (kendisine dost ola)nlara söz verir ve onları boş umutlara düşürür. Şeytanın onlara söz verdiği şeyler, bir aldatmadan başka bir şey değildir. İşte onların (o şeytan ile onun dostlarının, ona tâbi olanların) varacakları yer cehennemdir.1881 Âyetlerden de anlaşılacağı gibi şeytan kıyâmet gününe kadar insanları Allah’a itaatten, kulluktan alıkoymak için elinden geleni yapacaktır. Kim ona kanar ve onun yolundan giderse, cehennemi boylayacaktır. Şeytanın yolundan gitmek istemeyenler; onun, insanları nerelerde, nasıl, ne şekilde kandırdığını öğrenmeli ki şeytanın tuzağına düşmekten korunması kolay olsun. 1882

Şeytanın Günahları Süslü Göstermesi

Şeytanın korkunç planlarından birisinin de, günahları süslü, çekici göstermesi olduğunu ve bu şekilde insanları kandırdığını Kur’ân-ı Kerim bildirmektedir:

(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim (hoş göstereceğim) ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.” 1883

(Ey Muhammed) Allah’a andolsun, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, şeytan onlara kötü işleri, günahları süsleyip kendilerine hoş gösterdi. İşte o, bu gün de onların (yani inkârcıların) dostudur. Onlar için acıklı bir azap vardır.” 1884

Şüphesiz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik (fakat dinlemeyip âsi oldular, tevbe edip Bize) yalvarsınlar diye onları ansızın (kıtlık ve hastalık) gibi darlık ve sıkıntıyla yakalayıp cezalandırdık. Hiç olmazsa (sıkıntı ve felâket gibi) azâbımız geldiği zaman yalvarsalardı. Fakat kalpleri katılaştı, şeytan da yapmakta oldukları (günahları)nı kendilerini süsleyip hoş gösterdi.” 1885

Rabbimiz Allah şeytanın amelleri süslediğini, günah olan şeyleri iyi, hoş ve câzip göstererek çoğu insanları bu şekilde kandırdığını belirtmektedir. 1886



Şeytanın, Müslümanların Arasını Açması

Şeytan, müslümanların apaçık bir düşmanı olduğu için onların birlik beraberlik içerisinde olmalarını istemez. Onun için aralarını açmaya, birbirlerinden uzaklaştırmaya çalışır. Rasûlullah (s.a.s.) bu gerçeği şu şekilde belirtmektedir:

Şeytan insanlar arasında onları birbirlerine karşı kışkırtır! (Aralarının açılmasına uğraşır).” 1887 Çünkü “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” 1888

Şeytan bundan dolayı müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olmaması için birbirleriyle uğraştırır ve aralarını açmaya çalışır. Mü’minlerin birlik, beraberlik, kardeşlik içerisinde olmalarından şeytan rahatsız olmaktadır. Mü’minler, şeytanın oyununa gelmemeli, birtakım bahanelerle aralarının açılmasına fırsat vermemelidirler. Çünkü “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umulur ki bağışlanırsınız.” 1889 buyrulmaktadır. Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivâyetle Rasûlullah (s.a.s.), bütün ümmetine şöyle seslenmektedir:

Birbirinize karşı kin doğuracak hareketlerde bulunmayın. Dünya menfaatine rağbet edip de aranızda fesat çıkarmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun! ” 1890

Nasıl ki, bir ana ve babadan meydana gelen kardeşler birbirlerine sahip çıkıyorlarsa, birbirlerinin dertleriyle dertleniyorlarsa; Aynı şekilde Allah Teâlâ bütün müslümanları kardeş ilan ederek, birbirlerimize karşı ne kadar yakın olmamız gerektiğini iyi anlamamızı istiyor. Evdeki kardeşimize ne kadar yakınsak müslüman kardeşlerimize de en az o kadar yakın olmalı ve birbirimize hava atmaya değil; gerektiğinde yardım yapmaya çalışmalıyız.

Tabiî ki, şunu da belirtmek gerekiyor, evdeki kardeşlerden biri müşrik ve kâfir ise müslüman o kişiyi kardeş, dost edinemez. “Mü’minler ancak kardeştir.” İslâm dinindeki kardeşlik düşüncesi, kan bağı ile değildir. Din bağı iledir. Bu kardeşliği en iyi şekilde yerine getirmek gerekir. Küskünlüğe sebep olacak tartışmalara girmemek lâzımdır. Peygamberimiz (s.a.s.) dargınlığa sebep olmamak için bizleri uyarmaktadır:

Haklı da olsa, sürtüşme ve münakaşayı terk eden kişiye cennetin çevresinde bir köşk verilecektir1891 buyurarak müslümanların birbirleriyle iyi geçinmelerinin önemini belirtmiştir.

Yine bir hadis-i şerifte:

Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe (tam) iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevdirecek şeyi size haber vereyim; selâmı aranızda yayınız.1892

Abdullah b. Ömer (r.a.)’dan rivayetle, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Müslüman müslümanın kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. Müslüman, müslümanı tehlike ve musibette de terk etmez. Her kim, müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun ihtiyacını yerine getirir. Her kim, bir müslümandan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Allah da onun kıyâmet gününün kederlerinden bir kederini giderip ferahlatır. Her kim, bir müslümanı(n ayıbını) örterse, Allah da onu kıyâmet gününde örter.” 1893

Enes b. Malik (r.a.)’dan rivâyetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

Hiç biriniz kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için arzu etmedikçe (kemâliyle) iman etmiş olmazsınız.” 1894 Yine hadis-i şerifte: “Sizden her kim din kardeşine bir fayda verebilirse bunu hemen yapsın (terk etmesin).” 1895

Ebu Eyyub Halid b. Zeyd (r.a.)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

Bir kimsenin din kardeşini üç günden fazla küskün bırakması helâl olmaz. Öyle bir küskünlük ki, iki mü’min birbirleriyle karşılaştıkları zaman birisi yüzünü şu tarafa çevirir, öbürü de öteki tarafa çevirir. Halbuki iki mü’minin hayırlısı, şu önce selâm vermeye (barışmaya) başlayandır.” 1896

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a ve İslâm’a) sımsıkı sarılın. Dağılıp, ayrılmayın.” 1897

Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olmaları ve birbirlerine yardım etmeleri, kardeşlik bilinci içerisinde yaşamaları, şeytanın oyununa, tuzağına düşmeden, İslâm kardeşliğini gerçekleştirmeleri istenmektedir.

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

Kişiye kötülük (günah) namına, müslüman kardeşini tahkir etmesi (küçük görmesi) kâfidir” 1898 Tabiî, ki, müslüman kişi, kendisinde olan birtakım imkânlardan dolayı gururlanıp, müslüman kardeşini asla küçük görmemelidir. Gurur, kibir, haset gibi birtakım bahanelerle şeytan müslümanların arasını bozmaktadır. Buna fırsat vermemeli. Âyet ve hadislerde belirtilen gerçek kardeşliği yerine getirmeliyiz. Her hususta imtihana tâbi tutulduğmuz gibi, kardeşlik konusunda da imtihana tâbi tutulduğumuzu unutmayalım. Şeytanın oyununa gelip imtihanı kaybedenlerden olmayalım. Aklımızı iyi kullanıp, İslâm’ın gereklerini yerine getirelim ki, kurtuluşa erenlerden olalım. 1899

Şeytanın Karı-Koca Arasını Açması

Aile yuvasının temelini oluşturan karı-kocadır. İslam dini barış, esenlik, mutluluk dini olduğundan fertlerin, ailelerin, cemiyetlerin mutlu, huzurlu olmasının yolunu göstermiş ve bu huzurun korunmasını belirtmiştir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

Sizin en hayırlınız ailesine iyi davranandır.” 1900 Bir başka hadis-i şerifte ise:

Hiçbir mü’min, hanımına (aşırı) kızmasın. Onun bir huyunu beğenmezse bile beğendiği başka huyları olabilir.” 1901

Herhangi bir kadın, kocası kendisinden memnun olduğu halde ölürse cennete girer.” 1902

Hanımlarınızla güzel geçinin.” 1903

Şüphesiz ki, yumuşak davranmak bir şeyde bulunursa, onu güzelleştir Bir şeyden de alınırsa, onur çirkinleştirir.” 1904

Yine bir hadis-i şerifte:

Yumuşaklık ev halkına hayır ve menfaat sağlar.” 1905 buyrularak aile içerisinde iyi geçinmenin önemi belirtilmektedir. Ev içerisinde de yumuşak olmalı; sert, kaba olmamalı. Ufak tefek şeylerden dolayı bağırıp, çağırmamalı. Sakin, yumuşak bir şekilde davranarak problemleri çözmeli. Ailede önemli olan husus, sorun çıkarmak değil, sorunu en iyi şekilde çözmektir. Tabiî ki, şeytan müslümanların düşmanı olduğuna göre, karı- kocayı birbirine kışkırtarak sorun varmış gibi kavga çıkartmaya çalışır. Böylece evdeki huzurun bozulmasını sağlar ve yuvanın yıkılması, aile fertlerinin perişan olmasını ister. Bu da en büyük arzularından biridir. Rasûlullah (s.a.s.) bunu bildirmektedir:

İblis tahtını su üzerine kurar. Sonra bölük bölük askerlerini gönderir. Askerlerinin derece ve makamca kendine en yakını, fitnesi en büyük olanıdır. Yardımcılarının biri gelir de:‘şöyle şöyle işler yaptım’ der. İblis ona: ‘Senin yaptığın çok önemli bir şey değil’ der. Sonra onlardan bir diğeri gelir ve o: ‘Karı ile kocanın arasını iyice ayırıncaya (boşanıncaya) kadar peşini bırakmadım’ der. Bu ifade üzerine İblis o yardımcısını kendisine yaklaştırır ve sen ne güzel bir iş yapmışsın !’ diyerek onu takdir eder (ödüllendirir).” 1906

Görüldüğü gibi şeytanın en büyük gayelerinden biri de karı- koca arasında geçimsizliğin çıkması ve sonuçta birbirinden ayrılmasıdır. Böylece aile yuvasını yıkarak ailenin perişan olmasına sebep olmaktır. Çocukların mağdur olması, kadının zor duruma düşmesi gibi zararlar vermektedir. Dolayısıyla mü’minlerin uyanık olması gerekir. Evde ufak tefek sebeplerden dolayı bağırmamalı, evin huzurunu bozucu her türlü yanlışlıklara karı- koca olarak çok dikkat etmeli, bunun için de anlayışlı olmalıdır. Şeytanın birbirlerini kışkırttığını unutmamalı, o, en ufak şeylerden dolayı öfkelendirip karşılıklı münakaşalara sürüklemektedir. Burada dikkat edilecek en önemli husus öfkelenmemeye çalışmak ve buna dikkat etmektir. Eğer öfkelenirsek ne yapmalıyız? Bunu Rasûlullah (s.a.s.) şöyle bildirmektedir:

Öfke şeytandandır. Şeytan ateşten yaratılmıştır, Ateş ise su ile söndürülür. Öyleyse biriniz öfkelenince (kızınca) hemen kalkıp abdest alsın.” 1907

Süleyman (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.)’in yanında iki kişi birbirlerine sövmeye başladılar. Birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi gözüküyordu. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ben bir kelime biliyorum. Eğer onu söyleyecek olsa kendisinde oluşan öfke giderdi: “Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm; (Ya Rabbi, kovulmuş şeytanın şerrinden Sana sığınırım)” buyurdu. 1908

Yine bir hadis-i şerifte:

Sizden biriniz ayakta iken öfkelenirse o hemen otursun, öfkesi geçerse ne âlâ, geçmezse yatsın.” 1909 buyruluyor. Ayakta duran kişi öfkelendiği zaman elinden kaza çıkması söz konusudur. Oturunca ayaktakine nispetle hareket çabukluğu azalmış olur. Yattığı zaman ise vücut baskısı ile gerilen damarlarda bir gevşeme görülür. Bu hadis-i şerife uyanlar bir çoktehlikeden korunmuş olurlar. Rabbimiz Allah, öfkeyi tutmanın ve öfkeli olunduğu zaman nefsine hâkim olmanın önemini Kur’ân-ı Kerim’de bildirmektedir:

Onlar bollukta ve darlıkta (Allah rızası için) harcarlar. Öfkelerini yenerler. İnsanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.”1910

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.):

Aranızda pehlivan kime dersiniz?” diye sordu. Biz:

‘Kendisini erkeklerin yenemediği kimseye, cevabını verdik. “O değildir! Lâkin pehlivan, kızgınlık anında nefsine hâkim olan kimsedir” buyurdular. 1911

Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Asıl pehlivan, rakibini yenen değil, kendini kızdırıcı durumlarda nefsine (kendine) hâkim olup öfkelenmeyen (kızmayan)dir.1912 Marifet, herhangi bir oyunda rakibini yenmek değil, nefsini yenmektir:

Güçlü kimse insanları yenen değildir, asıl güçlü nefsini yenendir (Kötü arzularına karşı mücadele ederek onu yerine getirmeyendir).” 1913

Kullarıma söyle: sözün en güzelini konuşsunlar. Sonra şeytan aralarını bozar (açar). Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” 1914

Evde hanım ve bey, birbirlerini üzecek, kızdıracak şeyler değil, birbirini sevindirecek, memnun edecek sözler söylemeli ve işler yapmalıdır. Mü’min bir aile, mutluluğa engel olacak her türlü şeyden sakınmalı ve buna çok dikkat etmelidir. 1915

Şeytanın Ana-Baba İle Çocukların Arasını Açması

Ana-baba hakkının çok önemli olduğunu ana-babaya karşı vazifeler bölümünde belirttik:

Ana-babana ‘öf’ bile deme, onları azarlama (bağırıp, çağırma). İkisiyle de güzel konuş.” 1916 Ana-babanın kalplerinin kırılmaması gerekir. “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” 1917 Abdullah İbn Mesud (r.a.) der ki:

Rasûlullah (s.a.s.)’e ‘hangi iş ve davranış Allah’a daha sevimlidir?’ diye sordum. O da:

Vaktinde kılınan namazdır” dedi. ‘Sona hangisi?’

Ana-babaya iyilik etmek (onlara iyi davranmak). ‘Sonra hangisi?’ “Allah yolunda cihad etmektir” buyurdu. 1918

Amr oğlu Abdullah (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’in“Allah’ın rızasını kazanmak, ana-babanın rızasını kazanmakla olur. Allah’ın gazaba gelmesi ise ana-babanın öfkelenmesine bağlıdır (onları kızdırmak Allah’ı gazaplandırmaktır)” dediğini rivayet etti. 1919 Peygamberimiz (s.a.s.) büyük günahları sayarken; “Allah’a şirk koşmak, anne-babaya âsi olmak (karşı gelmek)tır” diye buyurmuştur. 1920 Yine “Ey Allah’ın Rasûlü kendisine en iyi davranılması gereken kimdir?” diye soruldu. Rasûlullah (s.a.s.)

Annen, sonra annen daha sonra, yine annen, sonra babandır” diye cevap verdi. 1921 Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi anne ve babaya iyi davranılması, onlara karşı gelinmemesi gerekmektedir. Şeytan da bu önemden dolayı çocukları ana-babaya karşı kışkırtarak onlara itaat ettirmemeye çalışıp büyük günaha götürmektedir. Şeytanın bu tuzağına düşmemek için önce anne-babalar çocuklarını İslâmî terbiye ile yetiştirmeli ve kendileri de dikkat ederek, çocuklarına iyi davranarak, çocuklarını kendilerine karşı gelecek bir duruma getirmemeli. Hem kendileri, hem de çocukları kendine düşen görevleri yaparak birbirlerinden memnun olmak sûretiyle şeytanın oyununa gelmekten sakınmış olurlar.

Şeytan aynı şekilde kardeşlerin, akrabaların, komşuların, arkadaşların ve iş ortaklarının birbirleriyle dargınlığa sebep olacak kışkırtmalara (birbirleri hakkında aslı olmayan kötü düşüncelere) götürmektedir. Müslümanlar, şeytanın insanların birbirleriyle iyi geçinmesini istemediğini, bunun için aralarının açılması için kışkırttığını düşünerek birbirlerini uyarmalıdırlar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Bu düşman müslümanların dünya ve âhirette perişan olmasına çalışmaktadır. Bu çalışma içerisinde şeytanın insan dostları ve yardımcıları da vardır. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

Şeytan onları etkisi altına aldı da, kendilerine Allah’ı hatırlatmayı (O’na kulluğu) unutturdu. İşte onlar (unutanlar) şeytanın taraftarlarıdır (onun yolundan gidenlerdir). İyi bilin ki şeytanın taraftarları (yardımcıları) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.” 1922

O (küfre sapanlar) âhirete karşılık dünya hayatını tercih edenler, (insanları) Allah’ın yolundan (İslam’dan) alıkoyanlar ve onu eğri (ilerlemeye engel tutucu) göstermeye çalışırlar, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” 1923

İşte bu emperyalist güçler, dünya hayatını âhirete tercih edip, haktan sapıp, bâtılı esas olarak yaşamaları, kendilerine zarar verdikleri gibi başka insanlara da zarar veriyorlar, zulmediyorlar. “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkartmayın (bozgunculuk yapmayın)’ dendiği zaman, ‘Bizler sadece düzeltenleriz’ derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat bunu düşünmezler. 1924 Niye düşünmezler? Çünkü menfaatlerine dokunacağı için, işlerine gelmez. Sömürü düzenlerinin sona ermesini istemezler. Bundan dolayı sömürücüler, bâtıl düzenlerinin devamı için birtakım sözlerle insanları aldatmaya çalışıyorlar.

"Globalleşme, barış, özgürlük, insan hakları, çağdaşlık, ilericilik, yeni dünya düzeni” gibi laflarla zulümlerini gizlemeye çalışıyorlar. Fakat 1991 yılındaki Körfez Savaşı bütün şiddetiyle Batının çirkin yüzünü bir kez daha göstermiş oldu. Bosna, Çeçenistan, Filistin gibi İslâm topraklarındaki zulümleri, bu emperyalist şer güçler yapmaktadır. Avrupa’sı ve Amerika’sıyla bugün artık “Batı” denilen âlemi meydana getiren bu bâtıl şer güçler, zulümlerine hâlâ devam ediyorlar. 11 Eylül 2001’de A.B.D.’de ikiz kulelere yapılan saldırıyı bahane ederek, A.B.D. 7 Ekim 2001’de de Afganistan’a saldırarak savaş başlatmış ve mâsum halkı bombalamıştır. Bunu yaparken de terörün kökünü kazımak için yaptıklarını söylüyorlar. Kendilerinin yaptıkları terörü terör saymıyorlar ve A.B.D. müttefikleri de bu zulümlere destek oluyorlar. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Ey İman edenler! Yahudileri ve hristiyanları (yani Batılıları) dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar (onların zulümlerine destek olanlar) onlardandır. Şüphesiz Allah zulmeden toplumu doğru yola eriştirmez.” 1925

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

İnsanlar içerisinde müslümanlara düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın (göreceksin).” 1926

Tarih boyu yahudiler müslümanlara çeşitli şekillerde düşmanlıklarından dolayı zulüm yapıyorlar. İsrail yahudileri yıllardır Filistin’li müslümanlara zulüm yapmaktadır. Dünyanın her yerinde ekonomisiyle, siyasetiyle her şeyiyle yahudiler, hıristiyanlarla da yardımlaşarak Müslümanlara düşmanlıklarını sürdürmektedirler. Tabiî ki, hıristiyanların müslümanlara karşı düşmanlıkları yahudilerden pek geride değildirler. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bildiriliyor:

Yahudiler ve Hıristiyanlar, birbirinin dostudurlar (Fesat ve savaş konusunda da) birbirlerinin yardımcılarıdır.” 1927 Tarihte hıristiyanlar, müslümanlara karşı haçlı seferleri düzenleyerek düşmanlıklarını göstermiştir. 1096-1270 yıllarında, yani 174 yıl süren haçlı seferleriyle müslümanlara büyük zulümler yapmışlardır. Tarihten gelen bu haçlı zihniyet hâlâ devam ettirilmek isteniyor. 11 Eylül 2001’de A.B.D.’deki ikiz kulelere yapılan saldırılardan sonra A.B.D.’nin başkanı Bush, yaptığı konuşmada “Bu bir haçlı seferidir” diyerek, Afganistan’a karşı savaş başlatmıştır. Zaten haçlı zihniyetini çeşitli şekillerde gösteriyorlardı ve emperyalist egemenliklerini sürdürmeye çalışıyorlardı. Fakat açık olarak “haçlı seferleri” denmesi, başta A.B.D. ve Batının, kendi iç yüzünü göstermiş olması açısından hayli önemlidir.

Teröre karşı saldırı diyerek, terör yapan A.B.D. ve müttefikleri Afganistan’a karşı Usame Bin Laden’i bahane ederek 7 Ekim 2001’de savaşı başlattı. Bu savaşı, teröre karşı bir savaş olarak gösterdiler.

Peki, Afgan halkı da mı terörist? Bu saldırıda bombalardan esas onlar zarar görmüştür. “Biz terörist kamplarını bombalıyoruz” diyerek Afgan halkının ölümüne sebep olmuşlardır. Bundan da bir üzüntü dahi duymuyorlar. Aynı şekilde Nisan 2003’de A.B.D., Irak’ı işgal etti. Uzun lafın kısası İslam’ın ve müslümanların düşmanları birtakım bahaneler gösterseler de düşmanlıkları, yaptıklarından belli olmaktadır. Hak-bâtıl mücadelesi tarih boyu devam etmektedir. Hakkı, İslâm’ı savunanlar birlik, beraberlik içerisinde olup, güçlerini birleştirip arttırmadıkça bu bâtılı savunanlardan zaman zaman zarar görmek mümkün. Çünkü şeytan ve dostları müslümanların açık düşmanıdır. Rabbimiz Allah (c.c.):

Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın” 1928 buyurmaktadır.

Bu âyet-i kerimede düşmanlara karşı kuvvet hazırlamamız emredilmektedir. Tabiî ki, bu kuvvetten maksat, savaşta düşmana galip gelecek her çeşit vasıtadır. Kara, hava ve deniz kuvvetlerine ait bütün vasıta ve silahlar, kara ve deniz yolları, ekonomik güç ve savaş tekniği vs. şeyler bu kuvvet anlamındadır. Düşmana karşı gereken kuvvet hazırlanmalıdır. Çünkü güvenlik için bu şarttır.

Tabiî ki, kötülüğe sürükleyen nefis ve şeytana galip gelmek için de kuvvetli olmamız gerekiyor. Bu kuvvet iman ve sâlih ameldir, yani şirkten, küfürden uzak bir iman ve ihlâslı ameller yapmaktır. Bu da İslam’ı doğru öğrenip doğru yaşamakla mümkündür. Şeytan, ilk önce insanların, Allah’ı, Peygamberi veya İslam’ın herhangi bir hükmünü inkâr ederek açıkça kâfir olmasını ister. Bunda başarılı olamazsa şirke sokmaya çalışır, bunda da başarılı olamazsa münâfık yapmaya çalışır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bunların varacağı yer, ebedî cehennemdir.

Bunlarda da başarılı olamazsa kişiyi haramlara, günahlara sokmaya çalışır, yani şeytan küfür, şirk, isyan ve haramlara, günahlara sürükleyerek kişinin, imtihanı kaybetmesi için elinden geleni yapar. En büyük günahtan, en küçük günaha kadar, tüm suçları insanlara işletmek için peşini bırakmaz. Bu nedenle, ne günah işletirse, ne yaptırırsa onun için kâr odur. Rabbimiz Allah (c.c.) bizleri uyararak “Dünya hayatı sizi aldatmasın, Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi kandırmasın” 1929 buyurarak şeytanın aldatmasına karşı dikkatli olmamızı buyuruyor.

Şeytan, bütün insanların kendisi gibi imtihanı kaybedip cehenneme girmesini istemektedir. Bunun için ne gerekiyorsa yapıyor. Mü’minler de imtihanı kazanmak için nefsine ve şeytana uymamalıdır. İnsanların yaratılış gayesi Allah’a kulluk olduğuna göre, dünyada en önemli şey, Allah’a iyi bir şekilde kulluk yapmak, imtihanı kazanmanın, cehennemden kurtulup cennete gitmenin yolu budur. İnsanlar kendilerine düşmanlık yapmak istemiyorsa, kendini düşünüyorsa yapacağı şey; Allah’a gerçek kul olmaktır. Bu da İslâm’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmakla mümkündür. Buna mâni olmaya çalışan nefis ve şeytana karşı da gereken mücadele yapılmalıdır. 1930 Ne mutlu Allah’a iyi kul olmaya gayret edene!.. 1931




Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin