AHLÂK
Ahlâk, Arapça, “hulk” kelimesinin çoğuludur. “Hulk” huy, seciye, tabiat, mertlik, din ve yaratılış anlamlarına gelir.
Buna göre ahlâk kelimesi lugatta huylar, seciyeler, insanın mânevi yapısını belirleyen özellikler gibi mânâlara gelir.
Terim olarak ahlâk:
İslâm âlimlerince yapılan ve en beğenileni İmam Gazalî’nin tarifidir ve şöyledir: “Ahlâk, insan nefsinde yerleşen öyle bir heyet (meleke)dir ki, fiiller hiçbir zorlama olmaksızın, düşünüp, taşınmadan, bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.” 1400
Bu tarifin tahlili, bizi ahlâkın mâhiyeti hakkında aşağıdaki sonuçlara götürmektedir:
Ahlâk, insanın işlediği fiil ve davranışlardan ziyade, bu davranışların kaynağı olan, onları meydana getiren mânevî kabiliyetler kompleksini (Gazalî’nin tarifi ile hey’eti) ifade eder. Buna göre ahlâkî davranışlar, ahlâkın kendisi olmayıp, onun bir sonucu ve tezâhürüdür. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in belirttiği gibi “Ameller niyetlere göredir.’ 1401
Ahlâk, sadece iyi huylar ve kabiliyetler mânâsına gelmez. Kelimenin asıl mânâsı ile iyi ve kötü huyların hepsine birden ahlâk denir. Kendisinde iyi huylar geliştirmiş olana “iyi ahlâklı” denir. Kötü huylar geliştirmiş olana da “kötü ahlâklı” denir. Şu halde esasen ahlâksız insan yoktur. Bununla beraber, iyi huylu ve davranışlı insan sadece “ahlâklı”, böyle olmayan için de “ahlâksız” tâbirleri galat-ı meşhurdur (yanlış olmasına rağmen herkes tarafından kullanılan ifade).
Ahlâk, insanda gelip geçici bir hal olmayıp, onun mânevî yapısında yerleşen, bir meleke halini alan yatkınlık ve kabiliyetler bütünüdür. Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır.” 1402 buyurmuştur.
Ahlâk, insanı düşünüp taşınmaya herhangi bir baskı ve zorlamaya gerek kalmaksızın vazifeyi rahatlıkla ve memnuniyetle yapamaya sevkeder. Riyâ, korku, menfaat temini gibi sebeplerle yapılan davranışlar, güzel ahlâk sınıfına girmez.
Güzel ahlâklı olabilmek için vazifeleri rahatlıkla ve memnuniyetle yerine getirme alışkanlığı büyük önem arz eder. Böyle bir alışkanlık da ancak eğitim ile kazanılır. Burada eğitimden maksat, insanın kendi kendini eğitmesi, yani nefsini ıslah etmeye çalışmasıdır. Bu bir irâde eğitimidir ve bu eğitim sayesinde kişinin ruhunda ahlâkî irade gelişip güçlenecektir. 1403
Ahlâk İlmi
İnsan, güzel ahlâkî özelliklere sahip olabilmesi, bu vasıfları kendisinde en doğru bir şekilde nasıl geliştirebileceği hususunda bazı bilgilere muhtaçtır ki, ahlâk ilmi insanın bu ihtiyacını karşılamayı üstlenir.
Fakat insan hayır ve şer denilen tutum ve davranışların neler olduğunu bilmezse, bu konuda hatalara düşmesi kaçınılmazdır.
Ahlâk ilmi, ahlâkî fâil olan insanın, ahlâkî kabiliyetlerini tetkik ve tahlil eden, iyi ve kötünün, fazilet ve reziletin nelerden ibaret olduğunu araştıran, insanın yapmakla yükümlü olduğu vazifeleri ve uymak zorunda olduğu kaideleri bildiren bir ilimdir.
Ahlâk ilmi, ahlâkî fâil olarak insanı ve onun ahlâkî kabiliyetlerini, duygularını ve bunlardan doğan fazilet ve reziletleri inceler. Güzel huyları geliştirmenin, kötü huyları ıslah etmenin yollarını araştırır ve gösterir. Ahlâk ilmi, kaideler, kurallar ve değerler ilmidir.
Hz. Muhammed (s.a.s.):
“Ben ahlâk güzelliklerini tamamlamak için gönderildim.” 1404 buyurmuştur. Bu hadis bir bakıma, ahlâk ilminin gayesini göstermektedir. Gerçekten, ahlâk ilminin gayesi Rasûlullah (s.a.s.)’ın ifadesiyle ahlâk güzelliklerini, yani iyi huyları ve yüksek vasıfları insanlara kazandırmaktır.
İslâm düşüncesine göre insan bir ruh ve beden varlığıdır. 1405 İnsan, beden sağlığını olduğu kadar ruh sağlığını da korumak ve geliştirmek zorundadır.
Ahlâk, kısaca “neyi yapmalıyız?” sorusunun cevabını araştıran bir ilimdir. Dolayısıyla ahlâk ilmi bize hayır ve şer hakkında bilgi vermeyi, insan olarak uymak zorunda olduğumuz kaide ve kanunları, kuralları, görev ve sorumlulukları tanıtmayı böylece ahlâkî ve ictimaî bakımdan mükemmel bir insanlık meydana getirmeyi gaye edinir. 1406
Ahlâk İlminin Kısımları
1. Nazarî ahlâk, (nazarî ahlâk, ahlâkın teorik olan kısmında, bize bilgi verir.) “Vazife (görev) nedir? İyi ve kötü nedir?” İşte bütün bu ve benzeri sorunların cevaplarını araştırır. Böylece nazarî ahlâkta ahlâk problemleri incelenerek insanın ahlâkî yaşayışına temel teşkil edecek genel prensipler, kural ve kanunlar tespit edilir.
2. Amelî ahlâk, ahlâk ilmi, tatbikî bir ilimdir. Yani bu ilim sadece “ bilmek” için değil, “yapmak” için vardır.
Amelî ahlâk, nazarî ahlâkın tespit ettiği kural ve kanunların hem bir neticesi, hem de tatbikidir.
İyi ve kötü fiillerin, fazilet ve reziletlerin neler olduğu ayrıntılı olarak belirtilir. Ahlâkî vazifelerin tasnife tâbi tutulduğu amelî ahlâk umumiyetle bir “vazifeler ilmi”nden teşekkül eder. 1407
Câhiliyye Ahlâkı
Câhiliyye, belli bir döneme ait bir olgu değil; insan hayatında sürekli var olan dinamik ve yaşayan bir olgudur. Peygamberimiz (s.a.s.)’den önceki dönem, câhiliyye devri olduğu gibi; günümüz modern câhiliyyesi de en büyük ve en ilkel câhiliyyedir. Câhiliyyenin, kendisine göre (İslâm’a dayanmayan) inanış sistemi, yaşayış biçimi, ahlâk anlayışı ve devlet görüşü vardır. Câhiliyye kelimesi, Kur’an’da dört yerde geçer, Kur’an’da câhiliyye kelimesinin geçtiği dört âyet, câhiliyyetin temel dört görüşünü ifade eder:
1- Câhiliyyetin inanç sistemi, Allah hakkındaki zannı: “… Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da, Allah hakkında haksız olarak câhiliyye zannına kapılıyorlardı.” 1408 Dolayısıyla vahye/ilme dayanan bir inanç değil; zanna ve cehâlete dayanan bir inanç câhiliyyenin özelliğidir.
2- Câhilî yaşayış biçimi, câhiliyye taassup ve barbarlığı: “O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliyyet taassubunu yerleştirmişlerdi...” 1409 Dolayısıyla câhiliyyenin kendisine has, İslâm dışı bir hayat tarzı, dünya görüşü söz konusudur.
3- Câhiliyye ahlâk anlayışı/ahlâksızlığı: “(Ey peygamber hanımları!) Evlerinizde vakarınızla oturun, ilk câhiliyye (devri kadınları)nın açılıp saçılarak, ziynetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürümeyin.”1410 İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan modern bazı tavır ve kıyafet/ kıyafetsizliğin eski câhiliyyenin devamı olduğu anlaşılmaktadır.
4- Câhiliyyenin hüküm, yönetim anlayışı: “Yoksa onlar câhiliyye idaresini mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükmü/hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” 1411 Demek ki, Allah’ın hükmüne dayanmayan câhiliyye yönetimi, İslâm öncesi cahilî yönetimin hatırlatılmasından başka bir şey değildir. 1412
Câhiliyye devri Arapları Allah’ı hakkıyla bilemedikleri, O’na şeksiz ve şirksiz iman etmedikleri, gerek ferdî, gerekse içtimaî hayat itibariyle bilgiden, nizamdan, sulh ve sükûndan uzak oldukları, güçlü ve asil sayılanları daima haklı kabul ettikleri ve adâletten yoksun bir hayat yaşadıkları için bu döneme câhiliyye denilmiştir. Eski Arap şiirinde, cehlin “şiddet, saldırganlık ve barbarlık” anlamında kullanıldığını, hatta yerine göre bunun bir fazilet sayıldığını gösteren pek çok örnek vardır. Meselâ meşhur câhiliyye şairi Amr b. Külsum’un, “Hele biri kalkıp da bize karşı cahillik etmeye görsün, o zaman biz câhillikte bütün câhillerden baskın çıkarız” anlamındaki beyti bu örneklerin en çarpıcısıdır. 1413
Câhiliyye düzeninde geçerli olan ahlâk anlayışı, vahyin kokusunu taşımayan bir ahlâk anlayışıdır. Bu câhiliyye ahlâkını tanıyabilmek için İslâm gelmeden önce Arabistan’da yaşanmış olan ahlâk anlayışına bir göz atmak gerekir.
“Devr-i câhiliyye’de Arapların saygı gösterdiği birtakım putlar bulunuyordu. Civarda büyük panayırlar kurulurdu. Panayırlar vesilesiyle, Mekke’ye akın akın seyirciler, alıcılar, satıcılar, şairler, hatipler, fahişeler, ayyaşlar, kumarbazlar dolardı. Bizans’ın, Suriye’nin ve Arabistan’ın çengileri (dansözleri) ve şarkıcıları hep burada toplanırdı.
Hülâsa: “Câhiliyye devrinde Arap yarımadası, bütün dinlerin, mezheplerin, hurâfelerin ve bütün yüz kızartıcı kötülüklerin sergisidir.”
Hz. Peygamber, cahiliye dönemine geçmişte kalan bir zaman dilimi olarak bakmamış, aksine bu dönemdeki anlatışın her fırsatta tekrar ortaya çıkabileceğini düşünerek uyarılarda bulunmuştur. 1414
Dostları ilə paylaş: |