İnsan gerçEĞİ ve islami hayat



Yüklə 2,48 Mb.
səhifə7/44
tarix27.12.2018
ölçüsü2,48 Mb.
#86677
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   44

KÂİNÂTIN YARATILIŞI

İçinde yaşadığımız uçsuz bucaksız bu âlem, yani kâinat (evren) nasıl var oldu? Bu kâinattaki denge, âhenk ve düzen nasıl ortaya çıktı? Üzerinde yaşadığımız dünya nasıl bizim yaşamamız için bu denli uygun bir barınak olabildi? İşte bu sorular, tarihin başından bu yana insanların ilgisini çekmiştir. Akıl ve sağduyu ile bu soruları inceleyen bilim adamlarının ya da düşünürlerin vardıkları sonuç ise hep şu olmuştur: 245

Kâinattaki bu düzen ve tasarım, tüm kâinata hâkim olan üstün bir yaratıcının/Allah’ın varlığının ispatıdır.

Rabbimiz Allah, insanlara doğru yolu gösterici olarak 14 asır önce vahyetmiş olduğu Kur’ân-ı Kerim’de bu gerçeği insanlara bildirir. Kâinatı yoktan var edip yarattığını ve belirli bir amaca göre düzenlediğini kâinattaki tüm sistem ve dengeleri, kâinatta insanın yaşamı için ne gerekiyorsa yarattığını haber vermektedir.

O, Allah ki yeryüzünde (kâinatta) ne varsa hepsini sizin için yarattı.” 246

O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır.” 247

Kur'ân-ı Kerim’de haber verdiği bu gerçek, modern astronominin kurucusu olan pek çok saygın bilim adamı tarafından da kabul edilmiştir. Galileo, Kepler, Newton gibi isimler, evrenin yapısını, güneş sisteminin tasarımını, fiziğin kanun ve dengelerini keşfettikçe, tüm bunların bir tesadüf sonucu olmasının asla mümkün olmadığını ve tüm bunların Allah tarafından yaratıldığını anlamışlardır. Bu gerçeği anlamayan, kâinatın sonsuzdan beri var olduğunu, yani Allah tarafından yaratılmadığını, kâinatta bir amaç, tasarım, denge, âhenk ve uyumun, planın olmayıp her şeyin tesadüf ürünü olduğunu öne sürenler; materyalistler, ateistlerdir. Ancak bilimsel bulgular, söz konusu materyalizm yanılgısının ne kadar gerçek dışı olduğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır.

Evrenin sonsuzdan beri geldiği, yani yaratılmadığı iddiası; evrenin hiçbir tasarım, plan, amaç içinde olmadığı, her şeyin tesadüf ürünü olduğu iddiası. İşte 19. yüzyıl materyalistlerinin, o dönemin ilkel bilim düzeyi içinde büyük hararetle savundukları bu iki iddia da 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular tarafından yıkılmıştır. Önce, evrenin sonsuzdan beri geldiği iddiası tarihe karışmıştır. 1920’li yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir “büyük patlama” (Big Bang) ile yoktan var hale geldiğini ispatlamıştır. Yani evren sonsuz değildir. Allah tarafından yoktan yaratılmıştır. 20. yüzyıl biliminin çökerttiği ikinci iddia ise, tesadüf iddiasıdır. 1960’lı yıllardan itibaren yapılan araştırmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlandığını ortaya koymaktadır.

Evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tümünün, insanın yaşamı için, tam olmaları gereken şekilde düzenlendikleri birer birer bulunmuştur. Batılı bilim adamları bugün bu olağanüstü tasarıma “insanî ilke” (anthropic principle) adını vermektedirler. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla tasarlanmıştır. Kısacası gününüzde materyalizm bilimsel olarak çökertilmiş durumundadır. 19. yüzyılda bilimsellik adına ortaya çıkmış, ama kısa zamanda büyük bir hezimete uğramıştır. 248 Böyle olması da doğaldır, çünkü Allah:

Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri boş yere yaratmadık (bunlar bir tesadüf eseri değildir); bu, inkâr edenlerin zannıdır (onlar kâinatın boş bir tesadüf olduğunu söylerler). Bu yüzden inkâr edenlere ateşten bir helâk vardır249 buyurmaktadır.

“Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır.” 250

Yaratma her ne kadar tedricen olmakta ise de, her yaratılan, Allah’ın “kün: ol” emriyle yokluktan varlığa çıkmaktadır. Gün ve zaman kavramları izafidir. Yaratmanın günle, zamanla kayıtlanması, anlatımı kolaylaştırmak içindir. Onun insanın kullandığı vakit birimleriyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Gün kavramını devre, nöbet, dönem süresi ancak Allah tarafından bilinen zaman birimi olarak anlamak yerinde olur. 251 Âyette bahsi geçen “altı gün” dünya günü değildir. Devre, period anlamındadır. Bu devrelerin zaman ölçüsüyle ne kadar olabilecekleri Allah’ın sonsuz ilmine ait bir meseledir. 252

“Allah Teâlâ neden ve niçin kâinatı bir anda, hemen yaratmadı da altı devrede, dönemde yarattı?” diye soru soranlar oluyor. Tabiî ki, Allah Teâlâ“bir şeyi yaratmak istediğinde sadece (ona) ‘ol!’ der, o şey derhal oluverir.” 253 Allah için zorluk söz konusu olamaz.

“O zaman kâinat neden hemen yaratılmadı?” sorusuna cevap olarak, diyebiliriz ki; tabiî, burada bütün mahlukat için, yaratılanlar için büyük faydalar ve hikmetler gizlidir. Yüce Rabbimiz yarattığı bazı şeylerin sebeplerini bildirmemiştir. Bildirilmesi gereken, önem arzeden şeyleri de Kur’ân-ı Kerim’de bildirmiştir. Demek ki kâinatın birden yaratılmaması sebebinin belirtilmemiş olmasının bir hikmeti vardır.

Gökler ve yerler yaratılmadan önce Allah’ın mülkü ve saltanatının, Arş’ının su üzerinde olduğunu Rabbimiz bildirmektedir. “Arş’ı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde (devrede, dönemde) yaratandır.” 254

Arş: Kâinattaki bütün cisimleri kuşatan ve mâhiyetini bilemediğimiz bir şeydir. Müfessirlerin bu âyeti açıklamalarına göre Allah Teâlâ önce Arş’ı, sonra suyu daha sonra da gökleri ve yeri yaratmıştır. Arş’ın su üzerinde olması ona bitişik olmasını gerektirmez. Nitekim göklerin de yerin üzerinde olduğu söylenir. Fakat bununla göklerin yere bitişik olduğu kastedilmez. 255 Bu su bütün mekânı kaplıyordu, sonra mekânda buharlaşarak gaz halini aldı. “Sonra göğe yöneldi; o, duman halinde idi.” 256

Bu duman (gaz ve buhar) İlâhî tecellinin emrine uyarak bir müddet sonra parçalandı. 257 “Big Bang” teorisinin ortaya koyduğu gibi, tüm evrenin, çok küçük bir hacimde bir arada iken ayrılıp genişlemesiyle ortaya çıkmış olduğudur.

O inkâr edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” 258

Âyetin Arapça orijinalinde çok önemli bir kelime seçimi vardır. Ayetin “birbiriyle bitişik” olarak diye tercüme edilen kelimesi ratk, Arapça sözlüklerde birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda kaynaşmış anlamlarına gelir. Yani tüm bir bütün oluşturan iki madde için kullanılır. Ayetteki “ayırdık” ifadesi ise Arapça fatk fiilidir ki, bu fiil ratk halindeki bir nesnenin yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir. Örneğin; tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması bu fiille ifade edilir.

Bu bilgiyle âyete tekrar bakalım. Âyette göklerle yerin ratk durumunda olduğu bir durumdan bahsedilmektedir. Ardından bu ikisi fatk fiili ile ayrılmışlardır. Yani biri diğerini yararak dışarı çıkmıştır. Gerçekten de Big Bang’in ilk anını hatırladığımızda, kozmik yumurta denilen noktanın evrenin tüm maddesini içerdiğini görürüz. Yani her şey bir başka deyişle tüm gökler ve yer bu noktanın içinde, ratk halindedirler. Ardından bu kozmik yumurta şiddetle patlamış bu yolla maddeler fatk olmuş, yani dışarı çıkarak tüm evreni oluşturmuşlardır. 259


Kâinat Genişliyor

Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kur’an’da evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilmektedir:

Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.” 260 Âyette geçen “gök” kelimesi Kur’an’ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır. Yani Kur'an’da evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Bilimin bugün vermiş olduğu sonuç da Kur'an’da bildirilenle aynıdır. Yirminci yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hâkim olan tek görüş evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak genişlediğini ortaya koydu. Bilim adamları, genişleyen evreni şişen bir balonun yüzeyine benzetmektedirler. Tıpkı lastikten yapılmış bir balonun üfürülerek şişmesi gibi. Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georgis Lemaitre, bu yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı.

Amerikalı astronom Edwin Hubble, kullandığı teleskopla gökyüzünü incelerken yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Her şeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli genişleyen bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı. Ancak bu gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kur'an’da asırlar önce açıklanmıştır: 261

Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.”

Tabiî ki, bu ilmî görüşler bu âyetleri pekiştirmiştir. Âyetlerin daha iyi anlaşılmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla dinimiz bilimsel çalışmaları teşvik etmektedir. Ancak Kur’ân-ı Kerim bir ilimler ansiklopedisi, bilimsel kuralları ve teorileri açıklayan bilimsel bir kitap olarak gelmiş değildir. Asıl maksadı insanlara pozitif bilgiler vermek, kâinat hakkında ilmî detaylar vermek ve açıklamalar yapmak değildir. Kur’ân-ı Kerim; insanlara bir hayat tarzını öğretmek üzere gelmiş, sistematik esaslar ihtiva eden, dünya ve âhiret hayatını düzenleyen bir nizamın anayasasıdır. Bu sebeple âyetleri ilmî yorumların peşinden sürüklemek, bilimsel ince teorileri Kur'an’dan çıkarmaya ve âyetlerin hiç de ifade etmediği anlamları çıkarmak için zorlamaya çalışmak çok yanlıştır. Kur’ân-ı Kerim, pozitif bilimlerin alanına giren muhtelif konularda kısa işaretler ve açıklamalara yer vermektedir. 262 Rabbimiz Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

Şüphesiz ki bu Kur'an (insanları) en doğru yola iletir. İyi davranışlarda bulunan mü’minlere kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” 263

Biz Kur'an’da belki öğüt alırlar diye, insanlara her türlü örneği verdik.” 264

Kur'an, Allah’ın büyüklüğünü, yüceliğini, dünya ve âhiret saâdetinin yolunu göstermekte ve insanların ibret ve öğüt almasını sağlamaktadır. 265
Güneş Sistemi
Evrendeki düzeni en açık olarak gözlemlediğimiz alanlardan biri de dünyamızın içinde bulunduğu Güneş Sistemidir. Güneş Sisteminde 9 ayrı gezegen ve bu gezegenlere bağlı 54 ayrı uydu yer alır. Bu gezegenler, Güneşe olan yakınlıklarına göre Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Neptün, Uranüs ve Plüton’dur. Bu gezegenlerin ve 54 uydularının içinde yaşama uygun bir yüzey atmosfere sahip olan yegâne gök cismi ise Dünya’dır. 266

Güneş canlıların yaşayabilmesi için gerekli olan enerjiyi (ısı ve ışık) sağlayan, kendi sisteminin merkezinde yer almış, Samanyolu galaksisindeki yaklaşık iki yüz milyar yıldızdan biridir. Küre şeklindedir. Çapı 1.391.000 km, dünyaya olan uzaklığı 149.598.000 km.dir. Saatte 1000 km. hız yapan bir uçak güneşe durmaksızın 17 yılda varabilir. Güneşten çıkan ışın bu mesafeyi 8 dakikada kat ederek bize ulaşır. Çekim gücü ise yer çekiminden 27 misli fazladır. Buna göre Dünyada 70 kg. gelen kimse, güneşte 1890 kg. gelecek demektir. 267

Güneş de Dünyamız gibi kendi ekseni etrafında döner ve bu dönüşü 25,5 günde tamamlar. 268 Yüzeyindeki sıcaklık derecesi 5500 santigrattır.

Güneş, kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu aziz ve alim olan Allah’ın takdiridir. Ne güneş aya yetişebilir ne de gece, gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeye (akıp gitmeye) devam ederler.” 269

Allah Teâlâ evrendeki yarattığı her şeyi bir düzen ve dengeye bağlamıştır. “O (Allah) yedi göğü birbiri üzerinde tabaka tabaka yarattı, Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik, uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir bir bak, bir bozukluk (dengesizlik) görüyor musun?” 270

Allah (c.c.) yarattığı kâinatta bir dengesizlik, düzensizlik olmadığını “bakın, görün bir uyumsuzluk var mı?” diye belirtmektedir. Tabiî ki, Allah Teâlâ'nın yarattığı hiçbir şeyde bir dengesizlik, bir uyumsuzluk yoktur.

İşte bu Aziz, Alim olan Allah’ın takdiridir.”

Dünyanın Oluşumu

Rabbinin yüce ismini tesbih et (an) ki, O (Dünyayı) yarattı, bir düzen içinde biçim verdi. Takdir etti, böylece yol gösterdi.” 271

De ki siz mi Dünyayı iki günde yaratana nankörlük ediyor ve O’na eşler koşuyorsunuz? O âlemlerin Rabbidir. Yeryüzünde sabit dağlar yerleştirdi, orada bereketler yarattı ve orada dört günde rızıklarını arayanlar için eşit gıdalar takdir etti.

Sonra kendisi duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki isteyerek veya istemeyerek gelin. İkisi de isteyerek (itaat ederek) geldik dediler.

Böylece onları yedi gök olarak iki günde var etti ve her göğe görevini vahyetti ve Biz dünya semasını kendilerine donattık, bozulmaktan koruduk. İşte bu, Aziz, Alim Allah’ın takdiridir.” 272

O küfre sapanlar görmüyorlar mı ki göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.” 273

Bundan sonra yeryüzünü (yaşamaya uygun bir şekilde) döşedi.” 274

Yukarıda zikredilen Enbiyâ sûresinin 30. âyeti, daha önce de belirttiğimiz gibi, çağımızda ulaşılan bilimsel bir gerçeği açıklamaktadır. Bilimsel teoriye göre bütün kâinat başlangıçta bir gaz bulutu halinde idi, sonra bir patlama ile bu gaz kütlesinden galaksiler, bunlara bağlı yıldız kümeleri, güneş sistemleri oluşmuştur. Dünyamız da bağlı bulunduğu Güneş sisteminin gezegenlerinden biridir. Önceleri bir ateş bulutu halinde bulunan Dünya da yavaş yavaş soğuyup kabuk bağlamıştır. Oluşum sırasında Dünya üzerinde yükselen gazlar ve buharlar yağmur biçiminde dünyaya dökülmüş; denizler, okyanuslar oluşmuştur.

Yani önceleri ratk (bitişik) olan gök cisimlerinin fatk (birbirinden ayrılması) ile Dünya meydana gelmiş ve dünyada oluşan sudan hayat doğmuştur. İşte ayet gayet öz bir ifade ile bu gerçeği vurgulamaktadır. 275

Dünya; güneş sistemindeki dokuz gezegenden biridir. Üzerinde yaşadığımız yerküre; Merkür ve Venüs’ten sonra Güneş’e en yakın üçüncü gezegendir. Tek uydusu ay’dır. Üzerinde yaşayan insan nüfusu yedi milyara ulaşmıştır. Dünya yüzü denizler, göller ve karalardan oluşur. Denizler ve göller, dünya yüzölçümünün 361.822.000 km.sini, karalarsa 148.822.000 km.sini kaplar. Dünya, kutupları hafifçe basık bir küre biçimindedir. Çevresi, kalınlığı 200 km. kadar olan bir atmosferle örtülüdür. Bir yandan kendi kuzey-güney kutup ekseni çevresinde dönerken, öte yandan da belli bir yörünge üzerinde güneşin çevresinde döner. Dünya; Güneş’in çekimi nedeniyle uzaya savrulmaktan kurtulur. Güneşten ortalama uzaklığı 149.500.000 km.dir. Dünyanın Güneş çevresindeki dönüşü yıl ve mevsimleri; kendi çevresindeki dönüşü de gece ile gündüzü oluşturur. Güneş çevresinde 365 gün 6 saat 8 dakika 38 saniyede dönen Dünya, kendi çevresindeki dönüşü 23 saat 56 dakika 4 saniyede tamamlar.” 276

Dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü Avrupalılardan ilk açıklayanlar Kopernik (1540) ve Galileo (1640)’dur. Bundan çok daha önce dünyanın yuvarlak olup döndüğünü büyük İslâm alimleri, mesela Birûnî ispat etmişti. Endülüs İslâm Üniversitesi'nde astronomi profesörü olan Nurettin Batruci ise 1185 senesinde yazdığı el-Hayat kitabında bugünkü astronomiyi anlatmaktadır. Pek çok Avrupalı Endülüs Üniversitesinde tahsil yapmış, fennin Avrupa’ya yayılmasına çalışmışlardır. 277

Avrupalı bilim adamı Galileo’nun Dünyanın döndüğünü söyledikten sonra başına gelenleri belirtmekte yarar var. 1609’da teleskopu geliştirdi ve bunu gökbilim gözlemlerinde kullandı. 1613’de Güneş lekeleriyle ilgili yazdığı eseri yayınladı. 278

Galileo; Güneş üzerindeki lekeleri gözetlerken, incelerken lekelerin hareket ettiğini, kaybolduğunu ve tekrar görüldüğünü tespit etti ve anladı ki Güneş 25 günde kendi ekseni etrafında bir kere dönüyor. İşte bunu ve dünyanın döndüğünü açıklayınca Hıristiyan din adamlarından tepki gördü. İncil’e karşı çıkıyor diye Galileo mahkemeye verildi. 279

“Dünya dönüyor” dediğinden dolayı suçlu bulundu Galileo, engizisyon mahkemelerine 70 yaşında iken sevk edilmiş hapishanede gözleri kör olmuştur. Daha sonra bu iddiadan vazgeçmesi Dünyanın dönmediğini söylemesi karşılığında serbest kalacağı kendisine bildirilince, o da kabul etmiş ve serbest bırakılmıştır. “Ben ne kadar Dünya dönmüyor desem de Dünya dönüyor” demiştir.

Şu zulme bakın; bilimsel bir açıklama yaptığından dolayı ödüllendirilmesi gerekirken bir bilim adamının engizisyon mahkemelerine sevk edilmesi ve cezalandırılmasını uygun görmüşlerdir. Engizisyon mahkemeleri niçin kurulmuş, biraz ona değinelim:

Engizisyon; Roma Katolik Kilisesinin Hıristiyanlığı muhafaza etmek ve karşı olanları veya yeni fikirler ortaya atanları cezalandırmak için kurduğu kilise mahkemelerine verilen addır. 1183 tarihinde kurulmaya başlandı. 1807’ye kadar tam altı asır devam etti. İtalya, İspanya, Fransa ile diğer Batı Avrupa devletlerinde kurulan bu korkunç cezaevlerinde sayısız insan, ya din adına veya yeni fikirler ortaya koydukları için haksız yere öldürüldüler, yahut diri diri yakıldılar. Engizisyon mahkemelerini papalar idare ediyor, bütün muameleleri gizli yapılıyordu. Papa Üçüncü İnnoceutius, engizisyonun öncülerindendir. Suçlanan kimsenin avukatı veya kendisini müdafaa edecek bir sözcüsü olmazdı ve suçlamaların kim tarafından yapıldığını öğrenme hakkı yoktu.

Almanya’da engizisyonun korkunç temsilcisi Konrat Von Malburg oldu. İtalya’da Üçüncü Pavlus zamanında engizisyon mahkemeleri devam etti. Engizisyon mahkemeleri yalnız Hıristiyanlıktan çıkanları değil, bütün aydınları yok ediyor, fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikleri günah sayıyordu. Dünyanın küre şeklinde olduğunu ve döndüğünü açıklayan Galileo bu beyanından ötürü yetmiş yaşlarındayken engizisyon mahkemelerine sevk edilerek hapishaneye konmuş, orada gözleri kör olmuştur. Daha sonra sözünü geri alarak kurtulabilmiştir. Engizisyon mahkemelerinin İspanya’daki zulmü daha büyük olmuştur. 1232 tarihinden başlayarak engizisyon cemiyeti, İspanya’nın her tarafında birer şube açtı. Müslümanlara, Yahudilere, hatta bunlara taraftar ve sevgisi olan Hıristiyanlara yapmadıkları zulüm kalmadı. Engizisyon mahkemeleri insanlık tarihinin lekesi, Hıristiyanlığın yüz karasıdır. İspanya’da engizisyonu Napolyon Bonaparte 1807 senesinde binbir zorlukla kaldırmış fakat görevden ayrıldıktan sonra tekrar canlanan bu vahşet bir müddet daha devam ederek 1830’da tamamen ortadan kaldırılabildi.

Engizisyon mahkemelerinin kurulduğundan kaldırılmasına kadar yaptıkları zulüm şöyle bildirilmektedir: “Engizisyonun zulmünden başka yerlere göç edenler: 5.000.000; zindana atılarak işkenceden ölenler: 291.154; diri diri yakılanlar: 33.746, idamdan sonra cesetleri yakılanlar: 18.027 kişidir.” 280

Bu zulüm altı asır devam etmiş, 19. asrın başlarında 1830’da ancak sona ermiştir. Bu olaylar Batı Avrupa devletlerinde olmuştur. Sözde Hıristiyanlığı koruma adına yapılan bu zulümleri hatırlamak ve bugünkü Batı hayranlarına da hatırlatmak lâzımdır.

Galileo’dan sonra da 19. yüzyılda Fransız fizik bilgini Jean Foucault (1818-1868) Dünyanın kendi çevresinde döndüğünü daha kesin bir şekilde ortaya koydu. Paris’te Pantheon’un içinde, kubbeden aşağı 60 metre uzunluğunda bir ip sarkıttı. İpin ucuna ağır bir demir gülle bağladı. Bu büyük sarkacın altında bir de iğnesi bulunuyordu. Uzun bir iple bağlı bir sarkacın hiç hava akımı olmayan bir yerde, saatlerce, durmadan aynı yönde sallanacağı bilinen bir gerçektir. Foucault, aşağıya sarkacın çevresinde halka biçiminde bir parmaklık yaptırdı, bu parmaklığın üstüne çepeçevre kum yaydı. Binanın her yanı sıkı sıkı kapandıktan sonra, sarkacın güllesi korkuluğun kenarına kadar çekildi, aradan bırakıldı sarkacın iğnesi, her gidiş gelişte kumların üstünde iz bırakarak, hareket yönünü belli ediyordu, Bu deneyde, sarkacın her harekette başka bir iz açtığı görüldü. Sarkacın hareketine etki yapan herhangi bir kuvvet olmadığına göre, deney dünyanın döndüğünü ispat etmiş oluyordu. Çünkü dünya dönmeseydi sarkacın hareketi hep aynı yönde olacaktı. 281



Kâinattaki Denge

Allah Teâlâ kâinat ve içinde yaşadığımız Dünyayı en iyi şekilde yaratmıştır. Rabbimiz Allah şöyle bildiriyor:

O ki, birbiri ile âhenktar (dengeli) yedi göğü yaratmıştır. Çok merhametli olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk (dengesizlik) göremezsin. Gözünü çevir bir bak, bozukluk (dengesizlik) görebiliyor musun?” 282

Yüce Rabbimiz kâinatı ve içerisinde yarattığı her şeyi bir düzen ve denge içerisinde yaratmıştır.

Eğer bu şekilde ölçülü ve dengeli bir şekilde yaratmasaydı ne olurdu? Veya bu dengeler bozulsa ne olur? Kısaca bakalım: Amerikalı astronom Hugh Ross, Dünyanın yaşam için uygunluğuyla ilgili bazı maddeleri şöyle sıralamıştır.

Yerçekimi;


Eğer daha güçlü olsaydı; Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu.

Eğer daha zayıf olsaydı; Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.

Güneş’e uzaklık;

Eğer daha fazla olsaydı; Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi.

Eğer daha yakın olsaydı; Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkânsızlaşırdı.

Yer kabuğunun kalınlığı;

Eğer daha kalın olsaydı; Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi.

Eğer daha ince olsaydı; Hayatı imkânsız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.

Dünyanın kendi çevresinde dönme hızı;

Eğer daha yavaş olsaydı; Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu.

Eğer daha hızlı olsaydı; Atmosfer rüzgârları çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkânsızlaştırırdı.

Ay ile Dünya arasındaki çekim etkisi;

Eğer daha fazla olsaydı; Ay’ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünyanın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu.

Eğer daha az olsaydı; şiddetli iklim değişiklerine neden olurdu.

Dünyanın manyetik alanı;

Eğer daha güçlü olsaydı; çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu.

Eğer daha zayıf olsaydı; Güneş rüzgârı denilen ve Güneşten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünyanın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkânsız olurdu.

Atmosferdeki Oksijen ve Azot oranı;

Eğer daha fazla olsaydı; Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı.

Eğer daha az olsaydı; Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.

Atmosferdeki karbondioksit ve su oranı;

Eğer daha fazla olsaydı; Atmosfer çok fazla ısınırdı.

Eğer daha az olsaydı; Atmosfer ısısı düşerdi.

Ozon tabakasının kalınlığı;

Eğer daha fazla olsaydı; Yeryüzü ısısı çok düşerdi.

Eğer daha az olsaydı; Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş’ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.

Sismik (Deprem) Hareketleri;

Eğer daha fazla olsaydı; canlılar için bir yıkım olurdu.

Eğer daha az olsaydı; okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı, dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi. 283

Bu konuyu Mustafa Yazgan kitabında şöyle sıralamış;

Dünyanın kendi mihveri etrafında saatte 1000 mil hızla dönüşünde ufak bir duraklama olsa hızla giden arabanın ani fren yapması gibi yeryüzünü yok etmeye yetecektir.

Kimya âleminde; maddenin içi yapısını teşkil eden unsurlar arasındaki çözülme bütün kimyevî alemi altüst edebileceği gibi, kimyevi reaksiyonlara müsait tehlikeli birleşimlerin Dünyayı ve insanlığı yok etmesi gayet kolaydır.

Biyolojik âlemde: Herhangi bir canlının yaşamasına imkân veren İlâhî rahmetin vasıtası hayat mekanizmasında azalma, çoğalma, basınç, ısı, ışık, tersine dönme biyolojik âlemin sonu olacaktır.

Psikolojik âlemde; gözdeki retinanın, burundaki koku alma hassalarının, kulaktaki zarın, dildeki tat hücrelerinin, derideki duyarlılığın, beyindeki merkezlerin bir anda tümden iptali, ruh-beden uyumunun bozulması umumî cinnet, ruhun bedenle olan esrarlı alâkasını kesme insanlığı mahvetmeye yetecektir. 284

Rabbimiz Allah şöyle buyurmaktadır:

O Allah’tır ki, içinde rahat edesiniz diye geceyi, çalışasınız (ihtiyaçlarınızı rahat göresiniz diye) gündüzü aydınlık olarak sizin için yarattı. Şüphesiz burada işiten bir toplum için ibretler vardır.285

De ki: Suyunuz çekilecek olsa söyleyin bakalım, size kim akar su (içecek su) getirebilir?” 286 Kimse getiremez. Dolayısıyla yaşam biter. Rabbimiz açıkça beyan ediyor. “Tabiatın dengesini yapısını bozacak olursak, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı, yiyecekleri ve içecek suyu ve havayı, kısaca yaşamınızın devamı için verdiğimiz nimetleri geri alacak olursak, bunları size sağlayacak, getirecek Allah’tan başka ilâh, güç var mı?” diye buyurmaktadır.

(Rasûlüm) de ki; düşündünüz mü hiç: Eğer Allah üzerinize geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek ilâh kimdir? (Var mıdır söyleyin) İşitmiyor musunuz? De ki söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinize gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ (bu gerçekleri) görmeyecek misiniz?287 buyuruyor. Bunlardan ibret almalı, Allah’ın emrettiğini yapmalı, yasak ettiği gayr-i İslâmî olan her şeyden uzak durmalıyız, Allah’a iyi kul olmak için gereken gayreti göstermeliyiz. Yukarıda değindiğimiz gibi, dünyada insanlara gerekli olan her şeyi Rabbimiz vermiş, fizikî yapımızı da en güzel şekilde yaratmış. Tüm ihtiyaçlarımızı bu yapımızla kolaylıkla görüyoruz. Vücut yapımız ve organlarımız el, ayak, göz, kulak vs. bunları tam dengeli şekilde ihtiyaçlarımızı rahat şekilde görmeye uyumlu yaratmıştır. Çünkü “Allah kolaylık diler, zorluk dilemez.” 288 Fakat dünya hayatını, insanlara cahiliye düzenleri ve cahiller zorlaştırmıştır. Çünkü hak ve adaletin olmadığı yerde huzur, mutluluk yoktur.

İslâm’ı doğru şekilde anlatmak gerekiyor. İslâm’ı iyi öğrenmiş, kavramış kişiler, bu görevi en güzel şekilde yapmaya çalışmalıdır. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostudur. İyiliği emreder (Hakka çağırır), kötülüklerden alıkorlar (bâtıldan sakındırırlar), namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”289

Hakka çağırmak ve bâtıldan sakındırmanın önemini Rabbimiz belirtmektedir. Tabiî ki, İslâm nizamına karşı çıkanlar, hevâ ve heveslerine, çıkarlarına ters düştüğünden, İslâm’ı tebliğ edenlerden rahatsız olup, onlara mâni olmaya çalışırlar. Bundan dolayı birtakım zorluklarla karşılaşılabilir. Tarih boyu İslâm davetçileri bu zorluklarla karşılaşmışlar, fakat yılmamışlardır. Çünkü insanların dünya ve âhiret saâdeti için yapılan İslâmî tebliğin önemini biliyorlardı. Sabrettiler, bu yolda gayret ettiler. “İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.” Bunun için İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenmeli, yaşamalı ve yakınlarımızdan başlamak sûretiyle insanları hakka çağırıp bâtıldan, gayr-i İslâmî olan her şeyden sakındırmaya çalışmalıyız. Aksi halde şeytan ve dostları insanları aldatmakta ve kendi safına katmaktadır. 290


Yüklə 2,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin