İnsan memleketiNİn islâhi hakkinda iLÂHÎ tedbîrler



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə44/45
tarix02.12.2017
ölçüsü2,72 Mb.
#33540
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45

FASIL

-4-

BAŞKALARIYLA SOHBET

Ve başkalarıyla sohbet mürîde en çok şerli olan bir şeydir. Çünkü yol, ülfet edilen şeyleri kesmek ve beğenilen şeyleri terk etmek üzerine binâ edilmiştir. Ne zamanki başkalarıyla sohbet ülfet ve ünse; ve mahal değiştirme ve ayrılık gerçekleşmesi durumunda, elem oluşmasına sebeb olur; işte bunun için biz onu mekruh kıldık. Ve işte bunun için şeyhler derler ki: “Kim ki halvette ünsiyyet ve halk arasında sıkıntı buldu, şimdi onun ünsü halvette Allah ile değildir; ve ancak onun üzerine araya karışmış oldu.” Bundan dolayı mürîde cümleten başkalarıyla sohbetten uzaklaşmak evlâdır. Onun gayreti şeyh talebinde olsun. Eğer şeyhi bulursa, onun gayrısına bakmasın. Şeyhin talebeleriyle sohbette câiz değildir ve bunların dışındakilerle arkadaşlık etmesin. Eğer şeyh bununla emrederse bu durum istisnâdır. Şimdi mürîde kendi cinsinden halk ile berâber olmak ve onun dışındakileri vahşi gibi görüp kaçmak ve bu kaçışla Allah ile ünsiyyeti taleb etmek ve zikri çoğaltmak ve o husûsta mücâhede edip gayrı olan bir kimse ile düşüp kalkmamak ve arkadaşlık etmemek yakışır. Eğer sohbete mecbûr kalırsa, sohbet ettiği kişi ile berâber nefsini kontrol etsin. Eğer ondan ayrıldıktan sonra, kendisine ondan yana bir elem bulursa, ondan ve onun sohbetinden ayrılsın. Eğer o kendisine tâbi' olur ve onu taleb ederse, şehirden ayrılsın. Giydiklerinde ve oturduğu meskeninde de böyledır. Nefsinden elbisesini sevdiğini hissettiği vakit, onu satıp başkasını giysin; ve eğer onu satmaya ihtiyâcı yoksa onu birine versin. Ve eğer mekânını severse, onu değiştirsin. Ve vücûdda ferde mensûb oluncaya kadar kalbinden nasîb alacak bir şey bırakmasın. Çünkü Hak Sübhânehû, gerek itâatkâr olanlardan olsun ve gerek onların dışındakilerden olsun, kendisinin gayrıyla ünsiyyeti olan kalbe tecellî buyurmaz. Ve eğer şeyh onun için tabîb ve kendisinde mürîdin helâki olan illetin varlığı ve onun indinde onun devâsı olmasa, şeyhin mürîd ile berâber oturması câiz olmaz idi. Ve onunla ünsiyyet yönü üzere değil, edeb öğrenme yönü üzere oturur olsun. Çünkü tâlibin şeyhe ünsiyyeti bağlandığı zaman, onun üzerine yol uzar ve onun tedâvisi şeyhe güç olur. Ve illetinden kurtulup âfîyet bulma süresi uzar. Ve bu onunla ünsiyyetten dolayıdır. Ve şeyhin talebeden yana amacı, her bir vakitte, onu zikr ile kalbi ma'mûr bir halde bulmaktır. Hattâ bir zaman olur ki, onun fiilinde bir kimsenin arkadaşlığına sebeb olan şeyi ona aktardığı zaman, onu elemlenmiş görür. Bundan dolayı şeyh bilir ki, muhakkak mürîde feth olundu; ve ona i'tinâ eder. Ve onun onlarla berâber yaşaması, kendi ihtiyâcını görmeden başkasına bağış ve ihsân ve nefsini halkın hizmetine vermek ve onlardan hukûk talebini terk ile olsun; ve onların fazlını görsün. Ve nefsi için onların indinde bir hak görmesin. Bundan dolayı onlar üzerine fazl nasıl olur? Ve işte bu illetten dolayı biz mürîde başkalarıyla sohbeti terk etmekle emrettik. Çünkü sohbet için, yapılması onun üzerine zorunlu olan bir hukûk vardır ki, onu kalbinde Allah Teâlâ’nın hukûkunu yerine getirmeyi ihmâl eder; mürîd ise zayıftır. Şimdi ona yalnızlık ve halktan uzaklaşmak evlâdır. Çünkü başkalarıyla sohbet temkîn ehli olan evliyânın büyüklerinin huyundandır. Ve onlar ile berâber nefsin üzerinde ol! Eğer seni zemmederlerse, sen zemmin ehlisin; ve eğer methederlerse, kendilerinin vasfıdır ki, onlardan söylerler. Ve Allah Teâlâ senin işini onlara örtmüştür. Ve eğer onlara açsa idi ayıbı görürler idi. Bundan dolayı onların methetmesiyle ve sana olan senâlarıyla ferahlanma!

Başkalarıyla sohbet, mürîde en çok şerli olan bir şeydir. Çünkü Hak yolu ülfet edilen ve alışkanlık edinilen şeylerden vaz geçmek ve nefsin hoş gördüğü ve beğendiği şeyleri terk etmek esasları üzerine binâ edilmiştir.

Başkalarıyla sohbet ülfet ve ünsiyyete; ve bu ülfet ve ünsiyyetin oluştuğu mahallin değiştirilmesi ve ayrılığın gerçekleşmesi durumunda da, kalbde elemin oluşmasına sebeb olduğu zaman, sâlik hakkında zararlı olur. İşte ayrılığı hüzün ve eleme sebep olan başkalarıyla olan bu sohbeti biz mekruh kıldık.

Ve işte bu sebepten dolayı şeyhler derler ki: “Kim ki halvette ve yalnızlıkta ünsiyyet; ve halk arasında sıkıntı bulmuş ise, onun ünsiyyeti halvette Allah ile değildir; ve ancak ona karışıklık olmuştur.”

Bilinsin ki, Hak yolunda sâlik için şeyhinin emriyle halvette bulunmak kâidesi de vardır. Fakat sâlikin nefsi bu halvetten aslâ hoşlanmaz. İşte sâlikin nefsi halveti kerîh gördüğü için şeyhi onu halvete koyar. Ve eğer sâlikin nefsi halvette ünsiyyet ve râhat bulur ve halk ile bir arada olmaktan yana sıkılır ise, şeyhi onu halvete koymayıp bilakis halk ile bir arada bulunup yaşamaya sevk eder. Çünkü amaçlanan şey güzel gelen şeyleri terktir.

Şimdi sâlik halveti güzel görürse ve halk ile bir arada bulunmaktan yana sıkılır ise, onun ünsiyyeti Allah ile değil, nefsi iledir. Ancak Hak yolunda halvet kâidesi olduğu için, onun halveti tercîh etmesinde, bu halvet kâidesiyle araya karışmış olur. Ya'nî sâliklerin halvete girmesi kâidesine uymuş olmak için bu da halvete girmiş olur. Fakat halvetteki maksad bu sâlik için mevcûd olmadığından faydası yoktur. Yalnız zâhirî olarak onlara karışma ve benzeyiş görünür.

Bundan dolayı mürîd için, ayrılığı kendisine elem verecek olan başkalarıyla sohbetten vazgeçmesi evlâdır. Onun gayreti kâmil bir şeyh aramaya sarf etmekten yana olmalıdır. Eğer hakîkî bir şeyhi bulursa başkasının sohbetine bakmamalıdır.

Ve şeyhin mürîdleriyle de sohbet etmek ve bir arada bulunmak câiz değildir. Çünkü onların hepsi sâlik olup henüz noksan hâlindedir. Bundan dolayı bunlarla sohbet ve bir arada bulunmak sâlik için zarardır. Eğer şeyh bunlarla sohbet etmeyi ve bir arada bulunmayı emrederse, bu hâl istisnâdır. Çünkü şeyh sâlikin kemâline lâzım olanı emreder. İhtimâl ki, sâlikin noksanları onlardaki noksanlardan daha fazladır. Sâlik bunlardaki kemâlâtı nefsine numûne edinmek için, şeyhi bu şekilde emretmiştir.

Şimdi mürîde;


  • Kendi cinsinden, ya‘nî yol ehlinden olan halk ile berâber olmak ve yol ehlinin gayrı olan kimseler onun indinde vahşî hayvânlar gibi olup onlardan kaçmak;

  • Ve bu kaçma husûsunda Allah Teâlâ hazretleriyle ünsiyyeti taleb etmek;

  • Ve Allah Teâlâ’yı çok zikretmek ve bu husûsta nefsinin meyillerine muhâlefet edip bir kimse ile berâber düşüp kalkmamak ve arkadaşlık etmemek yalışır.

  • Eğer bir kimse ile sohbet için mecbûriyet olursa, sohbet ettiği kişi ile nefsi arasındaki bağlantıyı kontrol edici olsun;

  • Eğer bu sohbet ettiği kişinin ayrıldığını düşündüğünde, kendisinde sıkıntı ve hüzün ve elem hissederse, o sohbet ettiği kişiden ve onun sohbetinden ayrılması lâzım gelir.

  • Ve eğer sohbet ettiği kişi onun arkasını bırakmayıp ta‘kîb eder ve onu ararsa, şehirden ayrılsın.

  • Bu sûretle nefsinin alışkanlıklarını kesmiş olur.

  • Elbisesinde ve oturduğu meskeninde de bu kâideye riâyet îcâb eder. Eğer giydiği elbiseye karşı nefsinde bir muhabbet hissederse, onu satıp nefsinin hoşlanmadığı başka bir elbise alsın.

  • Ve eğer elbisenin bedeline muhtâç değilse, satmayıp birisine versin.

  • Ve eğer oturduğu hâneyi veyâ odayı severse onu değiştirsin.

Kısaca bu izâfî vücûd âleminde ferde mensûb oluncaya kadar, kalbinden nasîb ve hisse alabilecek hiç bir şey bırakmasın. Çünkü Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri, gerek itâatkâr olanlardan ve gerek itâatkâr olanların gayrından olsun, kendisinden başkasıyla ünsiyyet peydâ etmiş olan kalbe tecellî buyurmaz. Beyt:

Sür çıkar gayrıyı gönülden tâ tecellî ede Hak

Pâdişâh konmaz saraya, hâne ma‘mûr olmadan

Nitekim bu konudaki îzâhlar “hayret taşı” bahsinde geçmiş idi.

Ve eğer şeyh, sâlikin tabîbi olmasaydı ve mürîdde onun helâkini gerektiren illetin varlığı ve şeyhte bu illetin ilacı olmasaydı, mürîde şeyh ile birlikte bulunmak bile câiz olmaz idi.

Bundan dolayı mürîdin şeyhi ile ünsiyyet yolu üzere değil, edeb öğrenme yolu üzere oturması lâzımdır. Ya'nî mürîd “Ben noksanım ve şeyhim kâmildir. Ben ondan kemâlin ne demek olduğunu ve Hakk’a ulaşmanın usûlünü öğreneceğim” niyeti ile şeyhinin huzûruna gitmelidir.

Ve bu gibi niyetlerin dışında olarak sâdece nefsi şeyh ile ünsiyyet bulduğu için onun huzûruna giderse, bunda mahzûr vardır. Çünkü tâlibin şeyhe ünsiyyeti bağlandığı zaman, onun üzerine sülûku uzar. Ve onun tedâvîsi şeyhe güç olur. Ve illetinden kurtulup âfiyet kazabilme süresi uzar. Çünkü şeyh de varlıksal sûretlerden biridir. Ve mürîd, onun ma'nâsından bakışı kesmekle, onun varlıksal taayyünü ile ve sûreti ile ünsiyyet peydâ ederse, kalbi Hakk’ın masivâsı ile ünsiyyet etmiş olur. Ve Hakk’ın gayrıyla ünsiyyeti olan kalbe tecellî olmayacağından, sâlik düştüğü bu çukurdan kurtuluncaya kadar, sülûkunu tamamlayamaz ve Hakk’ın tecellîsine mazhar olmakla kemâl kazamaz.

Hakk yolunda mevcûd olan râbıtaya gelince, bunda dahi yukarıdaki niyet mevcûd olmadıkça etkisi olmaz. İşin aslında şeyhin sûretinin dahi puttan ibâret olduğu tahkîk ehli hazarâtı tarafından beyân buyrulmuştur. Mesnevi:

Tercüme: “Benim yârimin hayâli, halîl gibi geldi. Onun sûreti puttur, ma'nâsı ise put kırıcıdır.”

Şimdi şeyh ile zâhiren ve hayâlen birlikte oturmak onun sûretiyle ünsiyyet üzerine olmayıp ma'nâsına bakmakla olması gerekir.

Ve şeyhin başına mürîdleri toplamaktan amacı, kendisine hizmet tedârik etmek ve halkı kendisine çekip elini öptürmek ve hürmet ve ta'zîm ettirmek değil, her bir vakitte onların kalblerini ilâhî zikir ile i’mârlı bulmaktır.

Hattâ bir zaman gelir ki, şeyh mürîdin yapacağı bir işte, bir kimse ile arkadaşlığına sebeb olan şeyi ona nakledip emrettiği zaman, mürîdi elem duyar. Ya‘nî mürîd kendi kendine der ki “Keşke şeyhim bana halk ile bir arada yaşamaya ve arkadaşlığa sebep olan bu işin yapılmasını emretmemiş olsaydı ne iyi olurdu” deyip üzülür. Bundan dolayı şeyh mürîdin bu hâlinden mürîde ilâhî fetih olduğunu bilir ve onun sülûkunun tamamlanmasına i‘tinâ gösterir. Çünkü yukarıda, Hakk’ın gayrı ile ünsü olan kalbe Hak Teâlâ tecellî buyurmaz, denilmiş idi. Mürîd ise Hakk’ın gayrıyla ünsiyyetten kaçındığı için tecellîye mazhar olur.

Şimdi mürîd ihtiyâc dolayısıyla halk ile birlikte yaşamak mecbûriyyetinde bulunursa, onun bu birlikteliği, kendisi muhtaç iken başkasına bağış ve lütuf etmek; ve güzel işler ve ihsân; ve nefsini halkın hizmetine vermek ve onlardan yana hukûk talebini terk etmek esaslarına dayanmalıdır.

Ve kendi üzerine onların fazlını görmeli ve nefsi için onların indinde bir hak görmemelidir.

Şimdi nefsini onların altında gören kimse onlar üzerine nasıl üstünlük iddiâsında bulunabilir?

İşte bu saydığımız zorluğu çok sebeblerden dolayı biz mürîde başkalarıyla sohbeti terk ile emrettik. Çünkü başkalarıyla sohbet için, yapılması mürîd üzerine zorunlu olan bir takım haklar vardır ki, o hakların yerine getirilişini tefekkür ederken, kalbinde Allah Teâlâ’nın hukûkunu yerine getirmeyi ihmâl eder. Mürîd zayıf olup hem halkın hukûkunu ve hem de Hakk’ın hukûkunu yerine getirmeye gücü yetmez. Bu iki tür hukûku bir araya toplayıp yerine getirmek kuvvet sâhibi olan kâmillerin kârıdır. Böyle olunca o zayıf olan mürîde halktan yana yalnızlık ve kaçmak evlâdır. Çünkü onlarla sohbet, temkîn ehli olan evliyâullâhın büyüklerinin huylarındandır. Ve onlar zikredilen iki tür hukûku yerine getirmeye muktedirdirler.



Şimdi sen temkîn ehli evliyâullâhın büyükleriyle berâber olduğun zaman, nefsine bakıcı ol! Eğer seni zemmederlerse sen zemmedilmeye lâyıksın ve zemmedilmenin ehlisin. Ve eğer seni methederlerse, kendilerinin vasıflarını söylerler. Ve Allah Teâlâ senin işini onların önünde örtücüğüyle örtmüştür. Ve eğer senin bâtınını ve hallerini onlara açsaydı ayıblarını görürler idi. Bundan dolayı “Bu büyükler beni methettiler ve bana senâ eylediler” diye ferahlanma ve sevinme! Ve kendinin hakîkaten medh ve senâya lâyık olduğunu zannetme!

FASIL

-5-

MESCİDLERE GİTMEK

Mürîde çok hareket etmemesi yakışır. Çünkü o fırkalaşmadır. Hâlini bulandıracağından dolayı biz onu, kendini irşâd edecek şeyh talebinin dışında bir seferden men' ettik. Şimdi mescidlere veyâ bir zarûret için yolculuk yaptığın zaman, sağa ve sola iltifât etmesin. Ve bakışını ilk bakış korkusundan dolayı, ayaklarını bastığı yöne diksin. Ve yürüyüşünde zikir ile meşgul olsun. Ve ona selâm veren kimseye selâmını versin. Hiç bir kimse ile duraklamasın; ve bir kimseye “Nasılsın?” demesin. Ve bundan kaçınsın. Çünkü o bizim indimizde güç bir iştir. Ve yolundan taş yada diken veyâ pislikten yana ezâ cinsinden olarak bulduğu her bir şeyi ortadan kaldırsın. Ve yazılı bir kağıt bulursa onu duvar kovuğuna kaldırsın; ve onu ayaklarıyla itip bırakmasın. Ve yolunu kaybedenlere yol göstersin. Ve zayıfa yardım etsin. Ve ağırlığa tahammül etsin. İşte bunun hepsi ona zorunludur. Ve selâm verdiği zaman, yeryüzünde ve semâda Allah için her bir sâlih kula selâm versin. Bu makâmdan selâmın sana döndürülür. Yürürken koşmaktan sakın, kendini beğenmeden yavaşça olsun. Çünkü o senin himmetin için çoktur bile. Ve eğer bir şeyi taşıyıcı olup da dinlenmek istersen, yolunu değiştir ve herkesin yolunu daraltma!

Ve semâ' meclislerine gitmekten sakın! Eğer şeyhin sana, ona gitmen ile emrederse git; ve dinleme ve zikir ile meşgûl ol! Çünkü senin semâ'ın zikrin olup şiir cinsinden olan semâ‘ından evlâdır. Ve özellikle muhabbet ve şevk husûsunun dışında şiir ve kasîde okuyucular azdır. Ve nefis bunun indinde haz duyar. Ve senin indinde bunlar da'vâya sebeb olur. Eğer kasîde okuyanlar ölüme dâir şiir okur ve senin aklına cehennemi düşünmekten yana, korku ve sıkıntı ve hüzün ve ağlama yâhut ömrünün geçtiği yâhut ölüm ve onun sıkıntıları yâhud hesâb ve kısâs veyâ kıyâmet durakları gelirse, ona meylet! Ve gelen şey hakkında tefekkür et! Eğer sana bir hâl gâlib olup seni duyularını kaybetmiş kılar ve sen de ayağa kalkarsan, bu kalkışın senin değildir; ve seni ancak vâridin ya’ni bu sana gelen kaldırmıştır. Şimdi ne vakit duyularına geri dönersen derhal otur, vücûdunun normaline geri dön! Çünkü semâ'da hareket i'tidâl yolundan çıkmaktır; ve kastın dolayısıyla muhtelif olur. Eğer sen hareket ettiğini hissettiğin hâlde hareket edersen, şimdi hareketin, Siccîn’de karar buluncaya kadar, yukarıdan aşağıya inen kimse gibi, aşağıyadır. Allah Teâlâ’dan âfiyet taleb ederiz. Ve eğer nefsinden ve duyularından fânî olduğun halde hareket edersen, cennetlerde veyâ ateşte, kalbinde onun azametinin istilâ etmesiyle, Allah Teâlâ’da fânî oldun. Şimdi hareketin, İlliyyîn’de karar buluncaya kadar, ulvîdir. Ve eğer bir kadından veyâ genç bir delikanlıdan senin için olan bir ma'şûk hakkında fânî oldun ise, şimdi fânî olman ve hâlin geçerli olmakla berâber, hareketin Siccîn’de, cehennemdedir. Oysa insanlar seni Allah hakkında fânî oldu zannederler. Şimdi semâ' meclislerine gitmekten sakın!

Eğer başkalarıyla sohbete mecbûr kalırsan şeyh buluncaya kadar, muâmele ehlinden olan âbidleri ve ictihad vericileri arkadaş edin! Eğer onları şehir içinde bulamazsan, ıssız sâhillerde ve harâb mescidlerde ve dağların eteklerinde ve vâdîlerin içinde ara! Çünkü onlar gece onlara gelirler. Ve sen onlardan olmaya azmettiğin zaman, ancak mescidde olduğun hâlde, namaz vaktinin girmesini bekle. Ve mürîdlerden tefrît edici olan, namaza kamet getirildiği sırada gelen kimsedir. Eğer namaza kamet getirildiği halde mescide gelirsen, muhakkak son derece tefrît ile ifrât ettin. Ve sen onlardan değilsin. Velâkin başlangıç tekbîrine veyâ imâm ile kılınan namazın ilk rek'atını kaçırırsan buna sözümüz yoktur. Çünkü bu îmânları hoş görülmeyen âmmenin hükmündendir. Bundan dolayı Allâh’a tövbe et ve baştan başla! Ve bir mescide ve mescidde ilk saffa ve sürekli bir yere müdâvim olmaktan sakın!

Mürîde ikâmet etmekte olduğu mahalden çok sefer ve hareket etmemesi yakışır. Çünkü sefer esnâsında gözü bir çok şeyler görür; ve bu gördüğü şeyler kalbine hâtıralar verir; ve bu hâtıralar fikirlerini perîşân eder; ve kendisini cem‘ etmişlikten fırkalaşmaya düşürür. İşte sâlikin hâlini bulandıracağı için biz onu seferden ve çok hareketten men' ettik.

Eğer onun bu hareket ve seferi, kendisini irşâd edebilecek bir şeyh aramak maksadına dayanıyorsa ancak uygun ve câiz olur. Cemâatle namaz kılmak için mescidlere veyâ gıdâ tedâriki gibi bir zarûret için yolculuk yaptığı zaman, sağına ve soluna bakmaksızın yürümeli ve gözünü ilk bakış korkusundan dolayı, ayaklarını bastığı yöne dikmelidir. Çünkü yolda giderken etrâfına bakınacak olursa, bakışı nefsine hoş gelecek bir manzaraya denk gelip, bu ilk bakışı ikinci ve üçüncü bakışlar ta'kîb eder. Ve bu bakışlarının kimi, örneğin güzel bir kadına olup meşrû' olmaz ve harâm olur; ve ba'zısı mubâh olup bakmakta bir zarar olmamakla berâber, kalbe hâtıralar verdiği için sâlike zararlı olur.

Sâlikin bu mahzûrlardan emîn olmak için bakışını muhâfaza etmek ve yürürken kalben zikir ile meşgûl olması lâzımdır. Yolda bir kimse kendisine selâm verirse ona selâm vermeli; ve hiç bir kimse ile duraklamayıp konuşmaya dalmamalı; ve bir kimseye hâl ve hatır sormamalıdır. Bundan kaçınmalıdır. Çünkü böyle rast geldiği kimse ile konuşmak ve sohbet etmek bizim indimizde güçtür. Çünkü kalbinin hallerini tasfiye ile meşgûl olan sâlike, derhal sohbet ettiği kişinin halleri akseder ve onda eser bırakır. Bundan dolayı bu husûstaki mesâisinin sonuşsuz kalmasına sebep olur. Bu hâl, beyaz ve temiz bir elbiseye ufak bir kir veyâ toz bulaşmasına benzer.

Ve insanların geçtikleri yerlerde taş veyâ diken veyâ pislik gibi halka eziyet verecek bir şey görürse onları kaldırıp halka eziyet vermeyecek olan bir yere koymalıdır. Ve yazılı bir kağıt bulursa onu duvar kovuğuna veyâ başka bir uygun yere kaldırmalıdır. Çünkü nutuk ve kitâbet ve kağıt insanlara mahsûs olan ilâhî ni’metlerdendir. İlâhî ni’metlerin kıymetini bilmeyip ayaklar altında çiğnemek edebsizliktir ve küfrândır. Yiyip içtiği kaba işeyen ancak hayvandır. Bu husûsta uyanık fikirli geçinen felsefecilerin “Kaba sofuluktur ve cehâlettir” demeleri, ne kadar dar fikirli olduklarına açık bir delîldir. Çünkü cenâb-ı Hakk’ın insanlara cömertçe verdiği türlü ni’metleri idrâk ve takdîrden âciz bir hâldedirler.

Yolunu kaybedenlere rehberlik yapmalı ve zayıfa yardım etmelidir. Ve bulunduğu çevre içinde halkın kendisine yüklediği bir takım ağır vazîfelere tahammül etmelidir.

İşte insanlık yolunu bulup Hakk’a ulaşmak isteyen sâlike bu bahsedilen vazîfelerin hepsi zorunludur.

Ve selâm verdiği zaman, yeryüzünde ve semâda Allah Teâlâ hazretlerinin şerefli rızâsı için, her bir sâlih kula selâm versin. Ya'nî selâmını bu niyetle versin. Eğer selâmını bu niyetle verirsen hiç şüphe etme ki, selâmın sana bu niyetinin makâmından geri gelir. Çünkü gerek yerde ve gerek gökte bulunan sâlih kulların hüviyyetleri hep Hak’tır. Ve senin selâmın ise senin ve onların hüviyyetleri olan Hakk’a yönelik olarak olmuştur. Bundan dolayı selâmın bu hüviyyetten sana geri gelir. Ve selâmın sâlih kullar ile sınırlandırılması, Hak Teâlâ hazretlerinin Selâm ismi ile onlara tecellî edici olması sebebiyle, dünyâda ve âhirette ancak onların selâmette bulunmalarına dayanmaktadır. Fenâ ve günâhkâr kulların da hüviyyetleri Hak ise de, Hak Teâlâ onlara Selâm ismi ile tecellî edici değildir. Çünkü onlarda bu tecellîyi kabûl edecek isti'dâd yoktur. Ve tecellî ise isti'dâda göre olur.

“Yerdeki sâlih kullar malûmumuzdur; gökteki sâlih kullar kimlerdir?” denecek olursa cevâben deriz ki:

Dünyâmızın yüzdüğü ve döndüğü sonsuz fezâda milyonlarca âlemler yüzmekte ve dönmektedir. Ve onların her birinin üzerinde türlü ilâhî mahlûklar vardır. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’inde haber verir: “Semâvât ve arzı halk etmesi ve onlarda dâbbe cinsinden olan şeyi yayması, onun vücûdunun alâmetlerindendir. Kadîr’in irâdesi bağlandığı vakit, o mutlak Kâdir onları kudret elinde toplama üzerindedir” (Şûrâ, 42/29) Ve “dâbbe” hayvan ve insana kapsam olan bir kelimedir.

Yürürken koşmaktan sakın! Çünkü insana koşmak yakışmaz; bu hâl hayvanların sıfatıdır. Yürümen kendini beğenerek ve kibirlenmeden yavaşça olsun. Çünkü bu derece yürüyüş senin kast ve gayretini te’mîn için çoktur bile. Çünkü sen dünyâ ehli gibi hırslı değilsin ki, kaybedebileceğin bir dünyâ menfâati uğrunda koşasın. Senin kastın ancak mescidlere ve Allah zikri mahallerinedir. Bunun da vaktini bilip oturduğun yerde hesabını yaparak çıkmış olman gerekir. Böyle yavaşça yürümek, bu maksada ulaşmak için çoktur bile.

Ve eğer arkanda bir yükün olup dinlenmek istersen, halkın çoklukla geçtiği cadde ve yolda dinlenme ki, onların yolunu daraltıp geçmelerinde herkesi rahatsız etmeyesin.

Ve semâ‘ meclislerine gitmekten sakın! Eğer şeyhin “Git!” diye emrederse, git! Fakat fikrini çalınan saz ve okunan kasîdeler ve ilâhiyyât nağmeleriyle meşgûl etme; ve ancak Allah ziki ile meşgûl ol! Çünkü sen henüz işinde başında ve nefsi zinde olan bir sâlik olduğun için, senin semâ’ın zikrin olmalıdır. Ve sana bu zikir, şiir ve nağme cinsinden olan semâ’ından evlâdır.

Ve özellikle semâ‘ esnâsında çalgıcıların ve zâkirlerin çoğu muhabbet ve şevke dâir olan şiirler ve beyitler söylerler. Ve nefis bunları dinlediği vakit haz duyar. Ve bu nefsin haz duyuşu sende, velâyet makâmına ayak basmış olmak gibi, bir takım asılsız da'vâlara sebeb olur.

Ve eğer kasîdeler ve ilâhî söyleyen zâkirler ölüme dâir şiirler okurlar ve sana;


  • Cehennemi düşünmek yüzünden korku ve sıkıntı ve hüzün ve ağlama;

  • Veyâhut ömrünün geçtiği;

  • Veyâ ölüm ve ölümün sıkıntıları;

  • Veyâhut yeniden dirilme günündeki hesâb ve kısâs ve kıyâmetin durakları

gibi tefekkürler gelirse, bu fikirlere tâbi’ ol ve tefekküre tamâmı ile dal ki, hazzlar ve lezzetler ve dünyâ süslerine meyilden tiksinesin.

Eğer sana bir hâl gâlib olup seni duyularını kaybetmiş kılar ve sen de ayağa kalkıp dönmeye başlarsan, bu kıyâm ve dönme senin irâdenle olmamış ve seni ancak ilâhî bir vârid ya’nî geliş kaldırmıştır. Çünkü sen bu ayağa kalkma ve dönme esnâsında kendi hâline ve dönmeni seyreden ziyâretçilerin hallerine vâkıf değilsin. Aklın başında olmadan mest bir hâldesin. Ve eğer kendini ve çevreni idrâk etmeye başlarsan derhal ayakta durmaktan ve dönmekten vazgeçip otur! Vücûdunun normal hâline geri dön! Çünkü semâ‘da hareket i‘tidâl yolundan çıkmaktır. Ya‘nî semâ’ esnasında ayağa durmak ve dönmek insanın normal ha- reketlerine ters perîşanlık göstermekten ibârettir. Bu normal olmayan hareketlerin, hissi ve idrâki yerinde iken insan için câiz görülmesi mümkün değildir.

Sâib’ten bir beyit:

Tercüme: “Ârifin gönlü semâ‘ı bir hâle ve özel bir te’sîr vaktine bağlıdır. Çünkü zeminin parçalarında her gün zelzele olmaz.”

Eğer hissin ve idrâkin yerinde olup ayakta olduğunu ve döndüğünü idrâk edici olduğun hâlde hareket edersen bu hareketin Siccîn’de karar buluncaya kadar, yukarıdan aşağıya inen kimse gibi aşağıya olur. Çünkü insân vücûdundaki hareketin i'tidâl yolundan çıkması kasta göre çeşitli olur. Bundan dolayı his ve idrâki yerinde iken, benim kendimden geçmişliğimi halk görüp “Hal sâhibi mübârek bir adamdır” desinler kastıyla, veyâ ileride gösterilecek bir sebebin sürüklemesiyle hareket ve ayağa kalkmak sâlikin Siccîn’de, ya'nî tabîat ve nefis âleminde, karar buluncaya kadar yukarıdan aşağıya düşmeni gerektiricidir. Allah Teâlâ’dan bundan yana âfiyet niyâz ederiz.

Ve eğer sen nefsinden ve duyularından fânî olduğun hâlde ayağa kalkar ve dönersen, çalgcıların ve zâkirin cennetlere veyâ ateşe dâir söylediği şiirlerin ma’nâlarını düşünmen sebebiyle, kalbini Allah Teâlâ’nın azameti kapladığı için, Allah Teâlâ’da fânî oldun. Bundan dolayı bu halde hareketin, İlliyyîn’de karar buluncaya kadar, aşağıdan yukarıya doğrudur. Çünkü hareket ettiricin ulvî âlemdendir.

Ve eğer bir kadından veyâ genç bir delikanlıdan ma'şûkun olup da, semâ' esnâsında kalbine bu aşkın galebesiyle fânî oldun ise, senin bu fânî oluşun ve hâlin geçerli olmakla berâber hareketin Siccîn’de, ya'nî tabîat âleminde ve nefiste, cehennemdedir. Çünkü hareket ettiricin süflî âlemdendir. Oysa insanlar seni böyle ayakta ve dönüş içinde görüp Allah’da fânî oldu zannederler. Sâlikin bütün hallerinde doğruluk üzere olması îcâb eder.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin