İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə24/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   50

Allah’u Teala, onlar tövbe ettikten sonra onların üzerinden azabı işte bu şekilde mahv (kaldırdı) etti. Evet Allah dilediğini mahv (kaldırır, siler) eder ve dilediğini de sabitleştirir.

3-Allah’u Teala, A’raf süresinde şöyle buyuruyor; ‘Musa’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilave ettik. Böylece Rabb’in tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu.’601[601]

Bakara süresinde ise şöyle buyuruyor; ‘Musa’ya kırk gece söz vermiştik , sonra haksızlık ederek buzağı (ilah) edindiniz.’602[602]

4-Allah’u Teala, Ra’d süresinde şöyle buyuruyor; ‘Bir toplum kendilerinde ki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onları da bulunanı değiştirmez.’603[603]

5-Allah’u Teala, A’raf süresinde şöyle buyuruyor; ‘O ülkelerin halkı olan insanlar iman getirselerdi ve sakınsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat, yalanladılar, bizde ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.’604[604]

EHL-İ SÜNNET KAYNAKLARINDA BEDA

Teyalisi, Ahmed b. Hanbel, İbni Sa’d ve Tirmizi kendi eserlerinde şöyle naklederler; Resulü Ekrem şöyle buyurdular; ‘Allah’u Teala Adem’in neslini ona gösterdi. Adem onların arasında nur çehreli birisini gördü ve şöyle dedi, Ya Rabb’i bu kimdir? Allah’u Teala şöyle buyurdu; Bu senin evladın Davud’dur. Adem, Ya Rabb’i, O’nun ömrü ne kadardır? Diye sual etti. Yüce Allah şöyle buyurdu; Atmış yıldır. Ya Rabb’i, O’nun ömrünü çoğalt diye, arzetti. Yüce Allah, kendi ömründen ona bağışlamadın müddetçe bu olmaz diye buyurdu. Benim ömrüm ne kadardır? Diye sordu. Bin yıl diye buyurdu. Adem, Ya Rabb’i ben ömrümden kırk yılını ona bağışladım dedi... Onun vefat vakti gelince ölüm melekleri onun yanına geldiler. O henüz benim ömrümden geriden kırk yıl var dediğinde, melekler ise, sen o kırk yılı Davud’a bağışladın dediler.’605[605]

Daha önce zikrolunan sıla-i rahim ve benzerlerinin yanı sıra, bu rivayet ‘Allah dilediğini siler ve (dilediğini de) sabit bırakır’ ayetinin misdaklarındandır.

Celaleddin Suyuti kendi tefsirinde, Hz. Ali (a.s)’ın Peygamberden ‘Allah dilediğini siler’ ayetinin tefsirinden sual edince şöyle buyurduğunu nakletmiştir; Ben senin ve ümmetimin gözlerini bu ayetin tefsiriyle aydınlatacağım; Allah yolunda sadaka vermek, anneye ve babaya iyilik etmek ve iyi işlerde bulunmak bedbahtlığı iyi bahta dönüştür. İnsan ömrünün çoğalmasına sebep olur ve kötü ölümleri engeller.’606[606]

Müslim, sahihinde Enes b. Malik’den Peygamberin şöyle buyurduğunu nakleder; Rızkının çoğalmasını, ecelinin gecikmesini isteyen sıla-i rahimde bulunsun.’607[607] Yukarıdaki rivayetin aynısını Buhari’de nakletmiştir.608[608]

Buhari’nin naklettiği bir hadiste, Ebu Hureyre Resulullah’ın şöyle buyurduğunu naklediyor; ‘İsrail oğullarından cüzzamlı, kör ve kel olan üç şahısı imtihan etmek Allah’a beda (zahir) oldu. Bunun için bir melek gönderdi. O melek cüzamlıya gelerek, senin en çok sevdiğin şey nedir? Diye sordu. O güzel bir renk ve güzel bir deri. Çünkü halk benden iğreniyor, dedi. Melek onu meshederek önceki pisliğini giderdi ve yerine güzel bir renk ve güzel bir deri verdi. Sonra, hangi malı daha çok seviyorsun? Diye sordu. O, deveyi daha çok seviyorum dedi. Ona on aylık hamile bir devede verdi. Sonra kel olanın yanına geldi. Sen daha çok neyi seviyorsun dedi. O, benden bu pisliği giderecek güzel bir saçımın olmasını, çünkü halk benden iğreniyor diye cevap verdi. Melek ona da meshederek onun pisliğini giderdi ve ona da güzel bir saç verdi. Sonra, mallarının hangisin daha çok seviyorsun diye sordu. O en çok sığırı seviyorum dedi. Ona da gebe bir sığır verdi. Sonra körün yanına gelip, sen daha çok neyi seviyorsun diye sordu. O, Allah’ın bana yeniden gözlerimi kavuşturmasını istiyorum, dedi. Melek ona da meshedince, Allah onu tekrar gözlerine kavuşturdu. Sonra hangi malı daha çok seviyorsun diye sordu. O koyun deyince ona da doğuran bir koyun verdi. Daha sonra bu şahısların deve, sığır ve koyunları çoğaldı. Her birisinin bir sürüsü oldu. O zamanda melek yine onlara gelerek, onlardan sahip oldukları mallardan kendisine vermelerini istedi. Kel ve cüzamlı olan şahıslar bunu reddettiler. Allah’ta onları eski haline dönüştürdü. Kör ise meleğe sahip olduğu maldan verdi. Allah onun malını daha da çoğaltıp, gözünü de sağlam bıraktı.609[609]

Yine Buhari’nin miraç bölümünde naklettiği şu rivayet beda inancını doğrulamaktadır. ‘...Bana bana elli vakit namaz farz oldu. Dönüp Musa’nın yanına gelince ne yaptın diye sordu? Dedim ki, bana elli vakit namaz farz oldu. Musa, ben halkı senden daha iyi tanıyorum. İsrail oğulları için ne kadar çaba harcadım. Senin ümmetin tahammül edemez. Dön ve Rabb’ine bu farzı hafifletmesini iste, dedi. Bende dönüp, Allah’tan kolaylık istedim. Allah kırk vakit namazı farz kıldı. Sonra Musa ile aramızda aynı şekilde sohbet ettik. Ben yine geri döndüm. Rabb’im, otuz vakit namazı farz etti. Benzeri bir durumdan sonra yirmi vakit namazı farz kıldı. Sonra Musa’ya geldim , o aynı sözü söyledi. (Bu sefer) Allah beş vakit namazı farz kıldı. Sonra Musa’ya geldim, yine ne yaptın diye sordu? (Allah’u Teala) beş vakit namazı farz kıldı, dedim. O yine indirtmemi söyledi. Bende selam ettim ama bana şöyle nida edildi. Ben hükmümü verdim ve kullarıma kolaylık sağladım, bir hayrı da on misliye mükafatlandıracağım.’610[610]

Buhari’nin naklettiği ayrı bir hadiste, Peygamberin beş vakit namaza ininceye kadar, mükerrer dönüşlerini anlattıktan sonra, şöyle devam ediyor; Hz. Musa, Resulullah’a ümmetinin beş vakit namaza tahammül edemeyeceğini belirterek yine de dönüp Allah’u Teala’dan hafifletmesini istemesini söyledi. Fakat, Resulullah, artık ben Rabb’imden utanıyorum, cevabını verdi.611[611]

Bu rivayetler beda inancının İslam ruhuyla bağdaştığını gösteren rivayetlerdir.

EHL-İ BEYT MEKTEBİ KAYNAKLARINDA BEDA

İmam Cafer Sadık (as.) şöyle buyuruyor; ‘Allah hiçbir peygamberi meb’us etmeden önce, ondan üç şey istemiştir. Allah’ın kulluğuna ikrar, Allah’tan her türlü şeriki uzak tutma ve Allah dilediğini ileri geçirir ve dilediğini de tehir (geciktirir) eder.’612[612]

İmam Cafer Sadık (as.), aynı manayı mahv ve ispat kelimeleri ile şu şekilde buyurmuştur; ‘Allah hiçbir peygamberi meb’us etmeden önce ondan üç şey istemiştir. Allah’ın ubudiyetine ikrar etme, her türlü şeriki Allah’tan nehyetme ve Allah dilediğini mahveder (ortadan kaldırır, siler) ve dilediğini de sabitleştirir.’613[613]

Üçüncü rivayette mahv ve ispatı beda olarak adlandırmış ve şöyle buyurmuştur; Hiçbir Peygamber bunlara itiraf etmedikçe Peygamberlik nişanesini almaz...Onlardan birisi bedayı itiraf etmektir...’614[614]

İmam Rıza (as.) şöyle buyurmuştur; Allah şarabı haram etmeden ve bedaya itiraf almadan önce hiçbir Peygamberi göndermemiştir.’615[615]

Başka bir rivayette İmam Cafer Sadık (a.s) mahv ve ispatın zamanından haber vererek şöyle buyurmuştur; ‘Kadir gecesinde melekler, ruh ve katipler dünyanın semasına inerler, Allah’ın o yılki mukadderatlarının tamamını yazarlar. Allah dilerse bir şeyi ileri düşürür ya geciktirir veya onu noksanlaştırır. Allah dilediği gibi meleğe onu mahvetmesini (silmesini) veya sabitleşmesini emreder.’616[616]

İmam Muhammed Bagır (as.) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyorlar; ‘Kadir gecesinde melekler ve katipler dünya semasına inerler, o yılda olacak onları kullara isabet edecek şeylerin tamamını yazarlar.

Bunlar Allah’ın iradesine bağlı olan şeylerdir. Dilediğini öne düşürür ve dilediğini geciktirir. Bu Allah’ın ‘dilediğini siler ve dilediğini de sabit bırakır ve asıl kitap onun yanındadır.’ Sözünün anlamıdır.617[617]

İmam Muhammed Bagır (as.), ‘Allah eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez.’618[618] Ayetinin tefsirinde şöyle buyuruyor; Allah hiçbir zaman eceli gelip çatan birisinin ölümünü ertelemez. Ecel geldiği zaman katipler onu yazarlarsa, bu eceli Allah ertelemez.’619[619]

Allame Meclisi Bihar-ul Envar’ın mezkur babında, Buhari’den naklettiğimiz, Adem’in ömründen kırk yılı Hz. Davud’a bağışlamasını da nakletmiştir.’620[620]

ÖLÜMDEN KURTULAN GENÇ

İmam Muhammed Bagır (as.) şöyle buyuruyor; ‘Bir gün Hz. Davud oturmaktaydı. Hz. Davud’un yanına gelip giden, zahirde fakir ve çökmüş bir gençte O Hazretin huzurundaydı. Bu esnada ölüm meleği gelerek sert bir şekilde o gence baktı ve şaşırdı.

Hz. Davud, ölüm meleğine, bu gence neden şaşırdın? Diye sordu.

Şöyle cevap verdi; Evet, ben yedi gün sonra bu gencin canını burada almağa memur oldum.

Hz. Davud (as.) bu sözden dolayı kalbi o gence sızladı ve gence dönerek evli misin diye sordu. O genç, hayır, daha evlenmedim diye cevap verdi. Hz. Davud o gence şöyle buyurdu; İsrail oğullarından falan adamın yanına gideceksin ve benim tarafımdan ona diyeceksin ki; Davut kızını benimle evlendirmeni sana emrediyor. Bu akşam kalk evlilik masraflarınıda yanına alarak o kızın yanına git ve yedi gün geçene kadar eşinin yanında kal. Yedi gün sonra buraya benim yanıma gel.

O genç, memur olduğu şey için, israil oğullarından o şahısın yanına giderek, Hz. Davudun emrini ona ulaştırdı. O adamda o gece kızını o genç ile evlendirdi. Genç yedi gün eşinin yanında kaldıktan sonra Hz. Davudun yanına döndü. Hz. Davud ona, bu bir kaç gündeki durumun nasıldı? Diye sordu. Şöyle cevap verdi; Bu bir kaç gün içerisindeki huzur ve nimette olduğum gibi asla böyle bir huzur ve nimette olmamıştır.

Hz. Davud, şimdi otur diye buyurdu. Genç oturdu ve Hz. Davudun da gözünü, ölüm meleğinin söylediği gibi gelip bu gencin canını almasına dikmiş bir halde bekliyordu. Ama bir müddet geçmesine rağmen ölüm meleğinin gelmediğini gördü. Bundan dolayı gence dönerek şöyle buyurdu; Evine dön ve sekizinci gün yine benim yanıma gel.

Genç evine döndü ve sekizinci gün geçtikten sonra tekrar Hz. Davudun huzuruna gelerek oturdu, ama ölüm meleğinden yine bir haber çıkmadı. Bu mesele üç hafta devam etti, en sonunda ölüm meleği Hz. Davudun yanına gelince, Davud ona, “Sen yedi gün sonra bu gencin canını alacağım diye söylememiş miydin.”? Diye sordu. Melek evet diye cevap verdi. Hz. Davud, bugüne kadar üç tane sekiz gün geçti diye buyurdu.

Ölüm meleği ise şöyle buyurdu; “Ey Davud, sen bu gence rahmedip acıdığın için, Allah’da bu gence rahmedip onun ömrünü otuz yıl çoğalttı.”621[621]

SADAKA ÖMRÜ UZATIR

Şeyh Saduk Emali adlı kitabında İmam Cafer Sadık (a.s)’dan şöyle rivayet eder; Hz. İsa, sevinçli olan bir kavmin yanından geçerken, onlara sevinç ve neşelerinin sebebini sordu. Şöyle dediler; Ya Ruhullah! Bu akşam falancanın kızını falan şahıs için gelin olarak götürüyorlar. Hz. İsa buyurdular ki; bunlar bugün sevinçlidirler ama yarın ağlayacaklar.

Birisi, Ya Resulullah neden? Diye sordu. Hz. İsa, çünkü bu gece onların gelinleri ölecektir, diye buyurdular. Bu söz Hz. İsa taraftarları ve münafıklar arasında ihtilafa sebep oldu.

Ama ertesi sabah o kızın yanına vardıklarında kızı salim olarak gördüler ve bu yüzden Hz. İsa’nın yanına giderek şöyle dediler; Ey İsa, senin ölecektir dediğin gelin ölmedi.

Hz. İsa, Allah dilediğini yapar, şimdi bizi onun yanına götürün dedi. Onlar acele ile Hz. İsa’yı oraya götürdüler ve evin kapısını çaldılar. O yeni gelinin kocası kapıya geldiğinde, İsa ona, eşinden müsade iste, ben onun yanına gitmek istiyorum dedi. Yeni damat eve giderek eşine, Hz. İsa’nın bir toplulukla kapıda olduklarını söyledi. Böylelikle o kadın hicabını aldıktan (kendini toparladıktan) sonra Hz. İsa içeriye girerek o kadına, dün akşam hangi hayır işi yaptın? Diye sordu.

Kadın şöyle cevap verdi; önceki işlerime ilave olarak fazla bir iş yapmadım. Her cuma akşamı bir fakir gelip kapıyı çalıyordu ve bizde bir haftalık ona yiyecek veriyorduk. Dün akşamda aynı dilenci geldiğinde ben ve ev halkı ayrı ayrı işlerle meşgul olduğumuz için onu farkedemedik. Bir defa feryad etti, kimse onun cevabını vermedi. İkinci defa seslendi, yine kimse cevap vermedi. Bir kaç defa seslendikten sonra ben kalktım ve her hafta olduğu gibi ona bir haftalık yiyecek verdim ve böylelikle oda gitti.

Hz. İsa bu sözleri dinleyince, ona yerinden kalkmasını söyledi. O kadın yerinden kalkınca, ağaç dalı gibi büyük bir yılan o kadının döşeğinin altında kuyruğunu ağzına almış bir vaziyette görüldü. Hz. İsa şöyle buyurdular; “Yapmış olduğun o amelinden dolayı Allahu Teala bu belayı senden uzaklaştırdı”622[622]

İNFAK VE İHSAN, MUKEDDARATI DEĞİŞTİRDİ.

Abdurrahman b. Haccac İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın şöyle buyurduğunu. Nakleder; Beni İsrail arasında hanımı salihe olan salih bir şahıs yaşıyordu. Bu şahıs bir gün yatarken rüyasında kendisine şunların denildiğini görüyor; Allahu Teala senin ömrünün miktarını bu kadar kararlaştırmıştır. Ömrünün yarısı bolluk ve diğer yarısıda sıkıntı ve kıtlık içerisinde geçecektir. Şimdi sen bu ikisinden hangisini istersen, önce olmasını seçmede muhtarsın. (istersen bolluk ve refah olan bölümü önce seç ve kıtlık olan dönemi sonraya bırak ve istersende önce kıtlık olan zamanı seç, bılluk ve refah olan zamanı ise sonraya bırak.)

Salih olan bu şahıs dedi ki; Benimle hayata müşterek olan salihe olan bir eşim var, onunla meşveret edeyim ve böylelikle sana haber vereyim. Sabah olduğunda, hanımına ben böyle bir rüya gördüm diye, rüyasını anlatır. Kadın ise ona şöyle dedi; Bolluk ve refahlık olan bölümü önce iste, umulur ki, Allah bize rahmeder ve nimetini bize tamamlar. İkinci akşam olduğunda aynı şahısı rüyada gördü, şahıs ona, hangisini seçtiğini sordu. Salih adam ona, ben ömrümün ilk yarısını refah ve bolluk içerisinde olmasını seçtim, diye cevap verdi. Böylelikle oda çekip gitti. O günden sonra dünya her taraftan bu salih adama yüz getirdi ve onun nimeti çoğaldı. Bunu böyle gören kadın kocasına şöyle dedi; Bu mallar ile yakınlarına, muhtaçlara, komşulara yardımda bulun. O günden sonra kadın onu daima sıla-i rahime, ve ihsana davet ediyordu. (oda bunları yapıyordu.) Böylelikle onun ömrünün yarısı tamam olduğunda aynı adamı rüyada gördü. (rüyada ki) ona şöyle dedi; Allahu Teala bu müddet içerisinde yapmış olduğun şükürlerinden ve ihsanlarından dolayı, senin ömrünün tamamını bolluk ve ferahlıkla geçmesini ve ömrünün sonuna kadar bu halde olmasını takdir buyurdu.623[623]

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor; Sıla-i rahim ameli temizler malı bereketlendirir, belayı defeder, hesabın hafif olmasını sağlar ve eceli geciktirir.624[624]

Ehlibeyt kaynaklarında anlatılan beda bunlardan ibarettir. Son olarak şunu arzedelim ki; Bu islami inanç neden “Beda lillah” olarak tabir olunmuştur? Öncelikle şunu belirtelim ki; Bu inancın bu kelime ile tabir olunmasında İslam Peygamberine itaat olunmuştur. Zira Sahih-i Buharide naklolunan cüzamlı, kel ve körün meselesinde, Peygamber efendimizin dilinden (Beda lillah) kelimesi südur etmiştir.625[625] İkinci olarak ta; Bu tür kelimeleri sarfetmek, ve kullanmak milletin lisanına göredir. Normal örfe göre, birisinin kararı değişti mi (Beda li) diye söyler. (yani, benim için beda vücuda geldi)

Din büyükleri dahi, kendi muhataplarına bu meseleyi anlatmak için onların lisanıca konuşmuş ve Allah hakkında bu tabiri kullanmışlardır.

Kur’anı Kerim aynı dalda, Allahu Tealaya tuzak kurma, unutma.... nisbetleri verilmiştir. Oysa Allah’u Teala, insanlar arasında yaygın olan ve farklı bir tarzda anlaşılan bu tür sıfatlardan tamamen münezzehtir.

Kur’anı Kerim şu şekilde buyuruyor;


  1. “Onlar bir tuzak kurarlar, bende bir tuzak kurarım.”626[626]

  2. “Onlar böyle bir tuzak kurdular. Bizde kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.”627[627]

  3. “Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar, halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir." 628[628]

  4. “Onlar (münafıklar) Allah’ı unuttular, Allah’da onları unuttu.”629[629]

Bedayı, Allah önceden bir reyi bilmiyordu ve sonradan bir işde yeni bir reyi ortaya çıktı anlamında mana etmek doğru değildir. Bu mana Ehlibeyt mektebinde kabul görmeyen bir manadır. Biz böyle bir manadan Allah’a sığınırız. Nitekim yukarıdaki ayetlerden anlaşılanda budur. Ehlibeyt imamlarının, bu konudaki görüşleri Allameyi Meclisinin İmam Cafer Sadık (a.s)’dan naklettiği rivayettir ki, İmam şöyle buyuruyor; Allah (bir meselede) önceden bir şey bilmiyordu ve sonradan yeni bir reye sahip oldu diyenlerden uzak durunuz.630[630]

BEDA İNANCININ ESERLERİ

Eğer bazı insanlar birbirlerinin daima seadetliler zümresinde olduğunu ve bunun asla değişemeyeceğine ve bazıları da birilerinin bedbahtlar ve şekavetliler zümresinde olduğuna ve bunun da asla değişmeyeceğine, yerini seadete bırakmayacağına inanırsa, böyle bir inanca sahip olan birisi tövbe etmeyeceği gibi aksine günahlarına devam eder. Zira bedbahtlığın onun kesin ve değişmeyen alın yazısı olduğuna inanır. Diğer bir taraftan da şeytan, seadet içerisinde olan birisine bu kanaldan yaklaşır ve ona sen seadetliler zümresindesin diyerek vesvese eder, dolayısıyla onu ibadetlerinden soğutur ve gevşekleştirir.

Ama “Beda” ilkesine inanan bir Müslüman, yapacağı iyilikler, ihsanlar.. karşısında önüne iyi şeylerin çıkacağına ve kötü şeylerin iyi şeylere dönüşeceğine inanır. Öte taraftan da, şeytani fiillerde de bulunanlar bu kötü fiillerin neticesinin bir gün karşılarına çıkacağına inanırlar. İşte bu bedanın fayda ve eserlerinden sadece bir tanesidir.

Netice olarak şunlar söylenebilir ki; Şia inancına göre, beda ilahi irade gereği kaza ve kaderin değişmesine denmektedir. Ama bazıları kendi cehaletlerinden bu konuyu yanlış yorumlayarak Allah’a nisbet verilen bedanın insanlarda olduğu gibi ortaya çıkan yeni bir durumdan sonra görüşünü değiştirerek önceki iradesinin hilafına bir iş yapmağa denildiğini ileri sürmüşlerdir. Ehli Sünnetten bazıları, Şianın bu anlamda bedaya inandığını söyleyerek, bunun Allah’a cehalet ve noksanlık isnad etmeyi gerektirdiği şeklinde itirazlarda bulunmuşlardır. Oysa beda inancının hem kul ve hemde Allahu Tealada aynı manada olduğunu söylemek doğru değildir. Şianın böyle bir şeye inandığını söylemek kesinlikle yanlış olup ve bu tür sözler bir iftira niteliğinden başka bir şey taşımaz. Şianın geçmişte ve şimdiki sözleri tam bir açıklıkla net olarak ortadadır.

İster Şia ve ister de Ehli Sünnet olsun, eğer Allahu Tealanın kaderi değiştirdiğine inanmasaydık, fazla namaz ve dualarımızın ne faydası olurdu? Yine hepimiz, Allahu Tealanın Peygamberler vesilesi ile ahkamını değiştirip şeriatları neshettiğine ve hatta Hz. Resulullah (s.a.a)’in şeriatinde bile nasih ve mensuh olduğuna inanmaktayız. Buna göre bedaya inanmak küfür olmadığı gibi dinden çıkmak demek de değildir. Bu yüzden Ehli Sünnetten bazılarının bu konuda şiayı eleştirip itirazda bulunmak gibi bir hakları yoktur. Bütün içtenlikle tüm Müslümanların ihtilaf ettikleri ve tartıştıkları meselelerde hak, adalet ve aklın egemenliğini kabul edecek ölçüde ilerlemelerini, duygusallık, bağnazlık ve taassubu bir kenara atarak, Kur’anı Kerimden insafa riayet etme ilkesini öğrenmelerini temenni ederiz. Allahu Teala bu doğrultuda Resulüne vahy ederek bağnaz insanlara şöyle söylemesini emrediyor; “Biz veya siz hidayet yada açık sapıklık üzereyiz.”631[631]

Allah Resulü Müşriklere bile değer verip insafı öğretmek için, tartışma makamında kendisini onlarla aynı mertebeye indiriyor ve onlardan, eğer doğru konuşuyorlarsa delil getirmelerini istiyor. İnsanlar bu yüce değerlerden ve bu güzel ahlaktan ne kadar da uzak kalmışlardır.

Bu satırların tüm okuyuculara ışık yolu tutması ümidiyle....

PEYGAMBERDEN SONRAKİ HALİFELER.

Peygamber (s.a.a) bir çok defa muhtelif mekanlarda kendisinden sonra ki, halifelerin, bazı zamanlar sayılarını ve bazı zamanlarda isimlerini açık bir şekilde beyan buyurmuşlardır. Hatta bunların hangi soydan olduklarını da açıklamışlardır. Ehli Sünnet ve Şia kaynaklarında bulunan bu rivayetler Şia mektebinin doğruluk ve haklılığını gösterir.

Halifelerin Kureyş’den olması gerektiğini gösteren hadisler olmasına rağmen Ehli Sünnet, Kureyşi olmayanıda halifeliğe caiz görmektedirler. Bu görüş Ehli Sünnetin kendi kitaplarında naklettikleri ile muhaliftir.

Buhari ve Müslim Abdullah b. Ömer’den şöyle naklederler; Resulü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular; “Dünyada iki kişi dahi kalmış olsa, her zaman bu emir (dinin emri) Kureyş’de olacaktır.” 632[632]

Bu rivayet Salebide kendi tefsirinde Zuhruf suresinin 44. Ayetini tefsir ederken nakletmiş ve aynı şekilde Hamidi’de “El-Cem’u beyn-es Sahiheyn” adlı eserinde 169. numarada Abdullah b. Ömer’den bu rivayeti ve bu rivayetin benzerlerini nakletmiştir.

Cabir b. Semure Resulü Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir; “Benden sonra on iki tane emir olacaktır.” Daha sonra bir şey söyledi ama ben duymadım, babamdan sorduğumda, babam, Allah Resulünün “Onların hepsi Kureyş’den dir” diye buyurduğunu bana söyledi.633[633]

Aynı hadisi Ahmed b. Hanbel’de Müsnedinde nakletmiştir.634[634]

Buhari İbni Uyeyne’den Resulü Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir; “On iki kişi insanlara hüküm etmedikçe onların işleri ilerlemeyecektir.” Daha sonra bir şey söyledi ama ben duyamadım, babama sordum, O Resulü Ekrem(s.a.a)’in şöyle buyurduğunu söyledi; Onların tamamı Kureyş’den dir.

Müslim kendi Sahihinde şöyle naklediyor; Cabir b. Semure diyor ki; Babam ile birlikte Allah Resulünün yanına gittik, O Hazret şöyle buyuruyordu; “Bu işe (İslam dinine) on iki halife emirlik etmedikçe bu iş sonuçlanmayacaktır.” Daha sonra yavaşça bir cümle söyledi ama ben duyamadım. Babamdan Peygamberin ne söylediğini sorduğumda, O şöyle buyurduğunu söyledi; “Onların hepsi Kureyş’den dir.”635[635]

Başka bir rivayette Resulü Ekrem (s.a.a) efendimiz şöyle buyuruyor; “Kureyş’den on iki kişi bu dine halifelik ettiği müddetçe bu din kıyamete kadar daima ayakta kalacaktır.”636[636]

Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel Müsnedinde 637[637] ve bu rivayetin bir benzerinide Tirmizi kendi Sahihinde638[638] ve İbni Hacer Sevaik’de639[639] nakletmişlerdir.

Mesruk şöyle diyor; Bir akşam Abdullah b. Mesud’un yanında oturmuştuk, o bize Kur-an öğretiyordu. Birisi ona şöyle sordu; Ey Abdurrahmanın babası, Allah Resulünden hiç sordunuz mu ki, bu ümmetin ondan sonra kaç tane halifesi olacaktır.? Abdullah şöyle dedi; Irak’a geldiğim günden beri hiç kimse benden bu soruyu sormamıştı. Evet, Allah Resulünden sorduk, O Hazrette şöyle buyurdu; “Benden sonra İsrail oğullarının nakibleri sayısınca on iki halife gelecektir.”640[640]

Süleyman Kunduzi Yenabi-ul Mevedde adlı kitabının 77. b abını bu konuya ayırmış ve bu konuda, Tirmiziden , Müslimden Ebu Davud’dan, Seyyid Ali Hemdani’den ve diğerlerinden bir çok hadis nakletmiştir. Örneğin, yahya b. Hasan Fakih Ümde adlı eserinde yirmi tarihden naklederek şöyle diyor; Doğrusu, Peygamberden sonraki halifeler on iki tanedin ve hepside Kureyşden dir. Yine Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Hamidi Allah Resulünün şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; “Benden sonraki halifeler on iki tanedir ve hepside Kureyşten dir.” 641[641] Bazı rivayetlerde de Onların hepsi “Beni Haşimden dir” diye naklolunmuştur.642[642]

Kunduzi şöyle diyor; Bazı muhakkikler şöyle demişlerdir; Peygamberden sonra on iki halifenin imametine delalet eden hadisler meşhurdur. İnsan bu hadislerden, Resulü ekrem (s.a.a)’in kendisinden sonra on iki Ehlibeyt İmamını kendi yerine bıraktığını anlamaktadır. Zira hadisleri Resulü Ekrem (s.a.a)’den sonra ki sahabeden olan halifelere tatbik etmek mümkün değildir. Çünkü Allah Resulü on iki kişi tayin etmiştir, ama onlar dört kişiden fazla değillerdi. Beni Ümeyye den olan halifelere de tatbik etmek doğru değildir. Çünkü onlar da on iki kişiden fazlaydılar ve bunun yanısıra Ömer b. Abdullah Azizin dışında onların hepsi zalim ve cani idiler ve Beni Haşimden de değildiler. Oysa bazı rivayetlerde Resulü Ekrem (s.a.a) “Onların hepsi Beni Haşimden dir” diye buyurmuştur. Bu rivayetleri Beni Abbas halifelerine de tatbik etmek mümkün değildir. Çünkü onlarında sayısı on ikiden fazla idi. Bunlar asla Ehlibeyt hakkında Allah’ın emrine riayet etmediler. Zira Allahu Teala şöyle buyuruyor; “Deki ben buna (Risalete) karşılık sizden yakınlarımı sevmenizden başka bir ücret istemiyorum.”643[643]


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin