7. Ahlâkî Kural ve İçeriklerinin Öğretilmesi
Çocuk ve gençlere öğretilmesi gereken bir diğer önemli konu da, ahlâk kurallarıdır. Hatta ahlâkî ilkeler, diğer eğitim konularına göre daha önceliklidir. Ahlâkî kuralların öğretilmesinin öncelikli ve bir o kadar da ehemmiyetli olmasının nedeni ise, insanın hayatın her evresinde özellikle de ileri yaşlarda bu kurallara şiddetle ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Eğer, insanın aslı ve gerçeği, onun ruh ve maneviyatındaysa ki, gerçekte de bu böyledir, bu ahlâkî kurallar şüphesiz kişiliğin şekillenmesinde çok önemli bir role sahiptir. Hatta ahlâkî kurallarla diğer İslâmî eğitim konuları birbirleriyle karşılaştığında, ahlâkî kurallar, dinî bilgilerin daha sağlıklı alınıp uygulanmasına zemin hazırlamaktadır. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, “Tezkiye” ve arınmayı, “Talim” ve öğretiyi öncelikli görmektedir. Ayrıca, İslâm dininin insanı terbiye edip, eğitmesindeki asıl amacı, ahlâkî değerleri kişide ve toplumda hâkim kılmak ve bu şekilde dünya ve ahiret saadetini sağlamaktır. Allah’ın Resulü şöyle buyurur:
“Hiç şüphesiz ben, ahlâkî değerleri tamamlamak için seçildim.”[1]
Aslında bu eğitim ve terbiye kuralları, hayatın gerçek mana ve anlamını bulabilmek için tek çaredir. Öte yandan insan ilişkilerinin gelişip, kişinin başkaları ile olan iletişimlerinin artması ve bunun dışında kişilerin çıkar ve menfaatlerinin birbiriyle çatışmalarını gidermek için insan fıtratından kaynak alınan ve bu çatışmalara yön verip, dizginleyebilecek bazı kural ve kaidelere ihtiyaç duyulmaktadır. İşte burada ahlâkî kurallar devreye girmekte ve diğer kural ve kaidelere göre insanın mânevî boyutuna hitap edip, insan fıtratına uygun içeriği ile daha işe yarar ve uygulanabilir gözükmektedir.
Ahlâkî kuralların, insan fıtratını kaynak alması ve ona uygun oluşu, eğitim ve terbiye gerektirmediği anlamına gelmez. Çünkü her ne kadar dinî öğretiler de, insan fıtratıyla uyum içerisinde olmasına rağmen, yine de eğitim ve terbiyeye ihtiyaç duymaktadırlar. Ahlâkî kurallar da, eğitim ve terbiye ile insan kişiliğine tam manasıyla yerleşmektedir. Bu yüzden insanın gelişimle ilgili evrelerinin bilinmesine ilişkin kuralların bilinmesi ve ahlâkî kuralların eğitimini, genel eğitim ve öğretim kurallarına uydurmak oldukça önemlidir. İnsanın aklî, ahlâkî ve toplumsal gelişimi ile ilgili ortaya atılan fikirlerin tahlil edilip, okunması ve fikirler üzerine tartışılması, genel eğitim konularının belirlenmesinde önemli katkılar sağlayacaktır.
İslâm, insanın saadete ulaşması görevini üstlendiğinden beri, ne mânevî doyuma ulaşmak için gerekli olan eğitim ve terbiye içeriğinin beyanından ne de önemli ve gerekli noktaların (her ne kadar muhatapların kahır çoğunluğunun psikoloji ve eğitim konularında bilgi sahibi olmamalarına rağmen) açıklanmasından geri kalmamıştır. Bu sözler İslâm’ın insanın ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimi konusunda yeni bir varsayım ve değer ortaya attığı anlamına gelmemektedir. Çünkü esasen İslâm’ın gayesi, yeni bir ahlâkî doktrin ortaya koymak değil, var olan ahlâkî değerleri kemale ulaştırmaktır. Gerçi tüm sözü edilen bu ahlâkî kaidelerden İslâmî bir varsayım elde etmek de mümkündür. İslâm’ın bize sunduğu bazı nokta, içerik, hedef ve sonuçlardan bu varsayıma ulaşabiliriz.
Sonuç itibariyle hiç şüphesiz, çocukluk ve gençlik dönemindeki en önemli ve zaruri eğitimlerden birisi, ahlâkî kuralların eğitimidir. İslâm kaynaklarında, ergen ve gençler için, bu eğitimin önemi hakkında oldukça mühim bilgiler mevcuttur. Daha önceki bölümlerde İmam Ali’den (a.s.) naklettiğimiz bir hadiste, bir konunun öğrenilebilmesini sağlayan, insanın geleceğinde işe yarar ve kullanılabilen gerçekler olmalıdır[2] ve gerçekten çok az kişi ahlâkî kuralların insan hayatında işe yaramadığına inanır.
Din Önderlerimiz (Masum İmamlar), kendi çocuk ve gençlerini bu konular hakkında bizzat kendileri eğitmişlerdir. İmam Ali’nin (a.s.) Sıffin savaşı dönüşünde oğluna yazdığı, ebeveynlerin evlatlarına karşı görevlerini içeren mektubunda, şöyle yazmıştır:
“(Ey oğul!) Gencin kalbi ekilmemiş tarlaya benzer, oraya ne ekersen tutar, yeşerir. Kalbin katılaşmadan, öğütleri reddetmeden ve aklın başka şeylere yönelmeden sana edepten bir şeyler öğretmeye başladım”[3]
Buna göre eğitim mutlak ve geneldir, ahlâkî kuralları da içinde barındırır. Bu ahlâkî eğitim için var olan fırsatı, ergenlik ve gençlik döneminde kaçırmamak gerekmektedir. İmam Zeynu’l-Âbidîn, anne-baba görevleri ve çocukların hakları konusundaki o değerli buyruklarında (Risâletu’l-Hukuk’ta); ahlâkî kuralların öğretilmesinde anne ve babadan kesin olarak görevli olduğundan bahsetmiştir.[4]
Dinî Önderler’in kendi çocuklarına ve diğer gençlere öğrettikleri ahlâk ilkelerinin içeriği ve çeşitlerinin oldukça geniş ve kapsamlı olduğu, kişisel ve toplumsal ahlâk olarak ikiye ayrıldığından söz etmek gerekiyor. Ayrıca İslâm dininde ahlâk, sadece toplumsal ilişkilerde veya kişinin kendisi ile alâkalı konuları içermemekte, belki Allah ve tabiat ile ilişkilerini de kapsamaktadır. Yani, kişinin Allah ile olan ilişkilerinde ibadet ve itaat kuralları bir tarafa, ahlâkî kuralları da bir hayli önemli ve zaruridir. Günümüz modern dünya psikolojisinde, ahlâkî değerlerden maksat, daha ziyade toplum içerisinde kabul gören, yani “Prososyal Davranışlar”[5] olarak adlandırılan toplumsal ahlâk ve o da genellikle işbirliği, yardımseverlik, hümanizm ve saygı gibi ilkelerdir.[6]Örnek teşkil etmesi açısından, burada Masumlar’dan (a.s.) birkaç rivayete yer vereceğiz.
• İmam Ali, oğlu Muhammed Hanefi’ye şöyle buyurur:
“Oğlum! Tüm insanlara, onlardan iyilik beklediğin gibi iyilik yap. Kendin için beğendiğini onlar için de beğen ve başkalarında kötü ve sevimsiz gördüğünü, onlar için de kötü gör. İnsanlarla öyle yaşa ki, onlardan uzaklaşınca seni özlesinler ve öldüğünde ardından ağlayıp yas tutsunlar.”[7]
• İmam Hasan Mücteba (a.s.) şöyle nakleder:
“Annem Fatıma’yı (s.a.) Cuma gecesi kendi mihrabında ibadet ederken gördüm. Gün ağarıncaya kadar rükû ve secde ile meşguldü. İman sahibi kadın ve erkekler için dua ediyor ama kendisi için hiçbir şey istemiyordu; sordum:
- Anne! Başkaları için dua ettiğin gibi kendin için neden dua etmiyorsun? Şöyle buyurdu:
- Ey oğlum! Önce komşular sonra biz.”[8]
• Ehl-i Beyt İmamları’nın On birincisi İmam Hasan el-Askerî (a.s.) şöyle nakleder:
“Adamın biri oğluyla birlikte İmam Ali’ye (a.s.) misafirliğe gitmişti. İmam Ali (a.s.) onlara saygıda kusur etmeyip ikramda bulundu ve onları meclisin başköşesine oturttu. Kendi de karşılarında oturdu. Derken yemek vakti geldi ve (sofra hazırlanıp) yemekler yendi. Yemekten sonra Kamber (Hz. Ali’nin (a.s.) tanınmış hizmetkârı) el yıkamak için havlu ve maşrapa getirdi. İmam Ali (a.s.) onları Kamber’in elinden alıp, misafirin elini yıkamak için hareket etti. Misafir izin vermedi; fakat İmam’ın (a.s.) ısrarı yüzünden kabul etti. İmam Ali (a.s.) misafirinin elini yıkadıktan sonra oğlu Muhammed Hanefi’ye şöyle buyurdu:
Oğlanın elini sen yıka. Ben senin babanım ve babasının elini yıkadım sen de oğlunun elini yıka. Eğer bu oğlanın babası burada olmasaydı onun elini ben yıkardım, ama Yüce Allah baba ve oğul bir aradayken onlara olan saygının farklı olmasından hoşnut olur.
Muhammed, babasının emriyle ayağa kalktı ve oğlanın elini yıkadı.
İmam Hasan el-Askerî bu olayı anlattıktan sonra; “Gerçek Şia böyle olmalıdır.” diye buyurmuştur.[9]
İslâm ahlâkı yalnızca fertlerin kişilik ve haysiyetlerine karşı saygıyı içermemektedir belki başkalarının mal ve eşyaları konusunda da ahlâkî olarak olması ve olmaması gereken ilkeleri de içermektedir. Aslında bu mesele, çocuk ve gençlere iyice öğretilmesi gereken bir konudur. Bunu öğrenip mutlaka uygulamaları gerekmekte ve bu şekilde başkalarının mallarına izinsiz dokunulmayacağının bilinmesi sağlanacak ve toplum için gerekli ekonomik emniyetin hazırlanması temin edilecektir. Din Önderleri’nin (Masum İmamlar) bu konu hakkında çokça tavsiyeleri mevcuttur. Bu tavsiyeler, ergen ve gençleri bu tür ahlâkî konularla tanıştırmaktadır. Örnek olarak aşağıda aktaracağımız okuması zevkli şu rivayete dikkat ediniz.
“Abdurrahman b. Siyabe Kufî, henüz gençliğin ilk demlerini yaşarken babası vefat etti. Babasının ölümü bir taraftan fakirlik ve işsizlikle, bir diğer taraftan da psikolojik yıkımla ona acı veriyordu. Bir gün evde otururken birisi kapıyı çaldı. Gelen, babasının bir arkadaşıydı; önce başsağlığı diledi ve onu teskin etmeye çalıştı ve daha sonra da Abdurrahman b. Siyabe-i Kufi’ye sordu:
- Babandan sana herhangi bir sermaye kaldı mı?
- Hayır.
- Bu bin dirhemi al ve sermaye olarak kullan. Bundan elde ettiğin kârı da harca.
Bunun üzerine Abdurrahman sevinçle annesinin yanına gitti ve tüm olup biteni ona anlattı. Babasının arkadaşının tavsiyesine uyarak bir iş kurmaya karar verdi. Gün bitmeden elindeki parayla mal aldı, kendisi için bir mağaza açmayı düşündü ve ticarete başladı. Çok zaman geçmeden işler yoluna girmişti. Hesap yaptı ve hayatını idame ettirmenin dışında bayağı bir sermayesinin olduğunu fark etti. Hacca gitmeye karar verdi ve bu konuyu annesiyle meşveret etti. Annesi ona, önce kendisine sermaye veren adama gitmesini ve hayatımızın bereket ve sermayesi olan o bin dirhemi geri vermesini, ondan sonra hacca gitmesini öğütledi. Abdurrahman da annesinin nasihatlerine uyarak adamın yanına gitti. Bin dirhemlik keseyi adamın önüne koydu ve şöyle dedi:
- Buyurun, size paranızı getirdim. Adam, Abdurrahman’ın bu meblağı az bulduğunu ve bir süre sonra parayı geri getirdiğini düşünerek:
- “Bu para az ise biraz daha ekleyebilirim” dedi. Abdurrahman da:
- “Hayır, az değil, bilakis çok bereketli bir paraydı; şu an kendime ait sermayem var ve dolayısıyla bu paraya artık ihtiyacım yok. Size teşekkür etmek ve paranızı geri vermek için geldim” dedi.
Abdurrahman kısa bir süre sonra Hacca gitti ve Hac ziyaretinden sonra Medine’ye geçerek Hacılarla birlikte İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) huzuruna çıktı. Hacıların sayısı bir hayli fazlaydı ve henüz oldukça genç olan Abdurrahman, arkalara doğru oturdu. Orada insanların gelip, gidişine, sorular soruşuna şahit oldu. Meclis biraz tenhalaşınca İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) onu işaret ederek, yanına çağırdı ve sordu:
- Senin bir isteğin var mı?
- Ben, Abdurrahman, Siyabe Kufi’nin oğluyum.
- Baban Nasıl?
- Babam rahmetli oldu.
- Eyvah, eyvah Allah rahmet etsin. Peki, ondan sana hiç miras kaldı mı?
- Hayır, hiçbir şey kalmadı.
- Öyleyse o zaman Hacca nasıl gelebildin? Abdurrahman anlatmaya başladı:
- Babamın ölümünden sonra biz gerçekten çok perişan olduk. Babamın ölümü bize bir taraftan fakirlik bir diğer taraftan da psikolojik sıkıntı yaptı. Bu sıkıntılı günler, bir gün babamın bir arkadaşının başsağlığı diledikten sonra bana bin dirhem vermesine kadar devam etti. O adam, bana bu parayı sermaye yapmam için verdi ve ben de onun bu nasihatlerini dinledim. Hacca da o sermayeden arta kalan kârla geldim. Abdurrahman bunu söyleyince İmam (a.s.), gencin sözünü bitirmesine izin vermeden buyurdu:
- Peki, babanın arkadaşının bin dirhemini ne yaptın?
- Annemin tavsiye ve nasihati ile yola çıkmadan önce o adama geri verdim.
- Aferin! Sana bir nasihat vermemi ister misin?
- Elbette kurban olduğum.
- Doğruyu ve doğruluğu anla ve ondan uzaklaşma. Doğru yolda olan insan, insanların mallarına ortaktır.”[10]
[1] Tabersî, Ebu Nasr Hasan b. Fazl; Mekârimu’l-Ahlâk, s. 3.
[2] İbn-i Ebi’l-Hadid; Nehcu’l-Belaga Şerhi, C. 2, s. 333. “Ne zaman bir çocuğu azarlarsan, onun bazı yaptığı hataları görmemezlikten gel. Aksi takdirde düşmanlık ve inadına sebep olursun.”
[3] Nehcu’l-Belaga, 31. Mektup.
[4] Harranî, Hasan b. Ali; Tuhafu’l-Ukul, s. 269.
[5] Son yıllarda ‘’Prososyal Davranışlar’’ tanımı oldukça sık kullanılmaya başlanmıştır. Bu tanım ‘’Olumlu kişiler arası ilişkiler’’ olarak da adlandırılabilir. Bunlar, empati, işbirliği, paylaşma gibi diğer insanların mutluluğu ile ilgili ve diğer insanların yararına olan duygular olarak da düşünülmektedir. (Mütercimin notu)
[6] İslâm Kaynaklarında Psikoloji ve Gelişim, C. 2, s. 40.
[7] Hurru’l-Âmilî, Muhammed bin Hasan, Vesâilu’ş-Şîa, C. 8, s. 541.
[8] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 43, s. 81.
[9] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 41, s. 55.
[10] Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 5, s. 134.
Dostları ilə paylaş: |