İslam’in etrafindaki ŞÜpheler



Yüklə 0,89 Mb.
səhifə11/31
tarix27.12.2018
ölçüsü0,89 Mb.
#87561
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   31

İslâm Ve Kadın

Bugün Şarkta «Kadın Hakları ve Erkekle Tam Eşit­lik» adını taşıyan bir fitne rüzgârı esmekte...

Kızgınlığa benzeyen bu esintinin ortasında bazı haysiyyetteii mahrum kişiler, îslâmm adiyle alay edi­yorlar. Onlardan bir kısmı insanları aldatmak maksadile diyor ki:

îslâm her hususta iki cinâ arasında eşitlik esasını kabul etmiştir. Veya onlardan bazısı da cehalet veya gayretleri yü­zünden diyor ki : Muhakkak İslâm kadına düşmandır, onun haysiyetini azaltır, büyüklüğünü küçümser, kişilik duygusunu yıkar, onu Jıayvaniyete daha yakın bir mertebede erkek için hissî bir meta, başka bir şey için değil, sadece üremek için bir vasıta sayar... Kadın bu durumda erkeğin yanında tâbi mevki­indedir. Erkek her şeyden ona hâkimdir ve her hususta'ona üstün durumdadır.

Bunlar ve onlar İslâmm hakikatini bilmiyorlar ve­ya bümemezlikten gelerek bulanık suda balık avla­mak isteyenlere avı kolaylaştırıyorlar, cemiyette fesa­dın yayılmasını ve fitnenin zuhurunu arzuluyor ve bunun için de hak ile batılı birbirine karıştırıyorlar.

îslâmda kadının gerçek yerini beyan emeden ön­ce, Avrupa'daki kadın meselesinin tarihçesine sür'atle şöyle bir bakmamız yerinde olur. Çünkü bu, taklit yoliyle şarkı ifsat eden fitnelerin menbaidır.

Vaktile Avrupa ve bütün dünyada, kadın hesaba katılmayan bir sürü idi. Âlimler ve filozoflar, kadın hakkında şöyle münakaşa ediyorlardı:

Kadının ruhu var imdir, yoksa o ruhsuz bir ya­ratık mıdır? Eğer onun! bir ruhu varsa, acaba o, insan ruhu mudur, yoksa hayvan ruhu mudur?.. Onun in­sanî bir ruha sahip olduğu farzedüdiği takdirde o za­man, onun erkeğe nisbetle insanî ve içtimaî durumu kölenin durumu mudur, yoksa o, köleden biraz daha yüksek bir yaratık mıdır? Hattâ, Yunan'da veya Roma İmparatorluğunda olsun kadının sosyal ve haysiyyet-li bir mevkie sahip olduğu kısa devrelerde bile bu durum bir cins olarak kadına ait bir meziyyet değildi. Bu durum ancak şahsî sıfatları sebebiyle mahdut ka-. dınlara veya meclislerin süsü, aralarında öğünme ve gösteriş vesilesi olarak onları teşhir etmeğe meraklı zengin ve müsriflerin israf ve lüks vasıtalarından bir vasıta olmaları hasebiyle başkentin kadınlarına has bir durumdu.

Lâkin buna rağmen kadın, erkeğin gönlüne sev­dirdiği şehvetlerden sarfı nazar ile kendi kişiliği için­de kendine has bir haysiyyete sahip olmağa lâyık ve insanî bir mahlûk gibi hiçbir zaman hakiki ihtiram mevkiine yükselemedi. !

Böylece bu durum Âvrupada kölelik ve derebey­lik devirlerinde de devam etti.

O devirlerde kadın cehalet içine gömülmüş oldu­ğu halde, bazan şehvet ve lüks oyuncağı olarak kulla­nılır, bazan da yiyen, içen, gebe olan, duran, hayvanlar gibi geceli gündüzlü çalışan ihmale uğramış bir yaratık olarak kendi haline terkedilirdi. Hattâ bu du­rum sanayi ihtilâli gelip çatıncaya kadar devam etti. Bu sefer kadına isabet eden felâket, uzun tarihinde isabet edenden daha kötü idi.

Bütün hayatı boyunca Avrupa karakteri dar ve inkarcı idi. Cömert değildi. O, yorulmağı gerektiren asillik ve gönüllü iyilik yapma seviyesine yükseleme-mişti. Yakın veya uzak, gerçek bir fayda düşüncesini ifadeden âcizdi. Lâkin kölelik ve derebeylik devirle-rindeki iktisadî vaziyetler ve zirai çevrede kölelik ile derebeyliğin icabettirdiği kütleleşmeler erkeği, kadı­nın fazla çocuk yapmasını ister hale koydu. Çünkü bu durum, mevcut şartların gerektirdiği tabiî bir hare­ketti. Zira zirai çevrede imkân nisbetinde kadının ev­deki basit sanatlarda da çalışması, çocuk yapma vazi­fesinden fazla olacaktır ki, böylece kadın bu işiyle de çocuğunun bakım masrafını ödüyordu!..

Lâkin, sanayi ve teknik ihtilâli köyde ve şehirde müsavi olarak mevcut durumları altüst etti, ailenin kuruluşunu parçaladı. Birbirine dayanma ve yardım­laşma üzerine kurulu bulunan köy çevresinden işçile­rin, hiçbir kimsenin kimseyi tanımadığı ve kimsenin kimseye yedirip içirmediği, şehir çevresine gelmeleri bir tarafa, fabrikalarda çocukları ve kadınları çalış­tırmak suretiyle aile bağlarını çözdü. Artık her insan kendi düşüncesi ve kendi zevkiyle müstakil hareket ediyordu. Haram yoldan cinsi arzuları tatmin işi ko-laylaşınca tabiatiyle evlenmeğe karşı rağbet ve aile kefaleti duygusu zayıflıyor veya en azından evlenme işi uzun seneler gecikiyordu.76

Burada bizim önem verdiğimiz husus, Avrupa ta­rihini arzetmek değildir. Fakat biz sadece kadının ha­yatına tesir eden âmilleri serdedeceğiz.

Demiştik ki, teknik ve sanayi hareketi kadınları ve çocukları çalıştırdı. Aile rabıtalarını parçaladı ve ailenin kuruluş düzenini bozdu. Lâkin çalışmasından, haysiyy e tinden, ruhî ve maddî ihtiyaçlarından en faz­la karşılık ödeyen sadece kadındı. Erkek bir yönden onun çocuk yapmasından korktu. Hattâ evli, aynı za­manda anne olsa bile kendisini beslemesi için çalışma­ğa icbar etti. Başka bir yönden de fabrikalar kadını en kötü bir şekilde isismar etti. Böylece onu uzun sa­atlerle çalıştırdılar ve aynı fabrikada aynı işi bera­ber yapan erkekten daha az ücret verdiler.

Bu durum nasıl meydana gelmiştir, onu sormayın. Çünkü, Avrupa böyledir!.. Avrupalı dar kafalı, inkar­cı ve nankördür. İnsanın haysiyyetini, insan olması bakımından kabul etmez. Kötülük yapmaya mukte­dir olduğu zaman bunu kendiliğinden bırakıp da gö­nüllü hayır yapmaz, Allah'ın ona hidayet ve yükselme murad etmesi müstesna, tarih boyunca mazide halde ve istikbalde bu onun tabiatıdır. Madem ki, ka dınlar ve çocuklar zayıf yaratıklardır, o halde onlar: istismara ve onlara son haddine kadar zulüm yapmağa hangi şey mani olur? Şüphe yoktur ki, onu mene decek olan tek bir şey vardır, o da vicdandır. Fakat ne zaman Avrupa'nın vicdanı olmuştur ki?!.

Bununla beraber orada zulme boyun eğmeyen1 canh ve insani vicdanlar da bulunmuştur. Çocuklar­dan zayıf olanları müdafaa ederek kükremişlerdir Evet ancak çocukları!. Böylece İslahatçı sosyologlar^ erken yaşta çocukları çalıştırmağı, henüz gelişmekten; nasibini alamamış zayıf bünyelilerin taşıyamıyacaği yükleri çocuklara yüklemeği ve sarfettikleri enerjiye karşılık ücretlerinin az oluşunu şiddetle tenkit etm ğe başladılar. Hamleler muvaffak oldu. Yavaş yavaş! çalıştırma yaşı yükseltildi. Ücretler artırıldı ve iş sa-l atleri azaltıldı.

Kadına gelince, onun bir yardımcısı bulunamadı. Çünkü bu durum, kadına yardımcı olmak duyguları­nın bir miktar yükselmesine ihtiyaç gösterir ki, Av­rupa zaten ona dayanamaz. Onun için kadın mihne­tinde devam etti. İşte böylece kadın, kendini harcıyor, - kendine bakmağa mecbur olduğu için- yaptığı is­tihsalin ve sarfettiği gayretin aynı olmasına rağmen erkeğin aldığından daha az ücret alıyordu.

Birinci Cihan Harbi koptu. Bu savaşta Avrupa ve Amerika gençliğinden on milyon insan ölüp gitti. Ka­dın bütün çirkinliğiyle beraber çalışma kasvetiîe yüz-yüze geldi. Milyonlarca kocasız kadın vardı. Bunla­rın kocaları ya harpte ölmüştü veya sakatlanıp çalı­şamaz duruma gelmişti, veyayut da korku, gürültü, zehirli ve boğucu gazlar sebebile sinirleri bozulmuş, deli olmuşlardı. Bir kısmı da dört senelik hapisten son­ra asabını dinlendirmek ve biraz yaşamak düşüncesile, çalışmak, yorulmak ve tahammül isteyen evlen­me ve evlilik hayatı yaşamaktan kaçıyordu.

Bir başka yönden, orada harbin tahrip ettiklerini tamir ve fabrikaların çalışmasını eski haline koyma­ğa kâfi gelecek miktarda çalışan erkek eli olmadığı için kadının çalışması bir zaruret halini aldı. Çünkü, çalışmadığı takdirde bizzat kendisi ve bakmağa mec­bur olduğu çocuklar ve ihtiyarlar açlık ehlikesine ma­ruz kalacaklardı. Kadın çalışınca da ahlâklarından vazgeçmek mecburiyetinde idi. Çünkü o gün için, ka­dının namuslu olması ekmeğine mâni bir kayıt duru­munda idi. Zira fabrikatör ve onun adamları sadece çalışan el istemiyorlardı. Onlar bu durumu bulunma birer fırsat telâkki ederek hareket ediyorlar, böylece peşinde koştukları kuşlar şimdi aç olarak tane top­lamak için- kendiliğinden yere düşüyorlardı. Artık onların bunları avlamasına ne mâni olabilirdi? AcaT ba vicdan mı?!. Ne gezer. Madem ki, zaruretlerin şev­kiyle çalışmak için kendini peşkeş çekecek bir kadın vardır, o halde iş isteyenlerden ancak kendini teslim edenlere iş verme zihniyeti hâkim olmalıydı ve öyle oldu.

Mesele yalnız yemek ihtiyacından gelen açlık me­selesi de değildi.

Cinsiyet beşerî ve tabiî bir ihtiyaçtır, elbete onu tatmin etmek lâzımdır. Erkeklerden sağ kalanlar ev­lenmiş olsa bile harp neticesinde erkek sayısındaki korkunç azalma sebebile tabiî cinsel ihtiyaçlarını tat­min etmek genç kızların imkânları dahilinde değildi.

Avrupa'nın akaidi ve dini de böyle arızi hallere kar­şı îslâmın koyduğu taaddüd-i zevcat gibi bir hal ça­resi imkânını da vermiyordu. Böylece gıda ve cinsi ihtiyaçlarını temin etmek, lüks elbiselere, ziynet eş­yalarına ve kadının ihtiyaç duyduğu diğer şeylere olan şehevi arzularını tatmin için isteyerek veya iste-miyerek erkeğin eline düşmekten başka çare yoktu.

Kadın, isteyenlere kendini teslim ederek fabrika ve ticarethanelerde çalışmakla şu veya bu yoldan ar­zularını tatmin etme mecburiyetinde bırakıldı. Lâkin onun esas meselesi bu sefer daha çok alevlendi. Kadı­nın çalışmağa olan ihtiyacını fabrikalar istismar etti ve hiçbir akıl ve vicdanın hoş görmiyeceği zalimce muamelesine devam etti. Kadına aynı yerde ve aynı işte çalışan erkeğin ücretinden daha az ücret veri­yordu.

Artık bir ihtilâlin kopmasından başka çare kal­mamıştı. Öylesine yularsız bir ihtilâl ki," uzun asırlar ve nesiller boyunca olan zulmü parçalayabilsin.

Kadına ait ne kaldı ki, o kendini; kadınlık gururu­nu ve haysiyetini harcadı. Aralarında varlığını his­settiği, hayatım kendi hayatına kattığı, böylece saa­det ve gurur duyduğu aile ve çocuklara olan tabiî ih­tiyacından bile mahrum bırakıldı. Buna mukabil en basit bedahetin kabul ettiği tabiî hakkı olan «ücrette erkeğe eşitlik hakkı» m alabildi mi?.. Avrupalı erkek kolay kolay hâkimiyetinden vazgeçmedi. Başka bir ifade ile, doğuştan gelen enaniyetini bırakmadı. O halde bir çatışmanın vuku ve bu çatışmada kullanma­ğa elverişli silâhları kullanmak gerekiyordu.

Kadın grevleri, gösterişleri, toplantı ve kongre eki konuşmaları ve basını hedefine ulaşmak için birer vasıta olarak kulandı. Sonra kendisine yapılmak­ta olan zulmü menbamdan kesmek için mutlaka ka­nun yapma yetkisinde erkeğe iştirak etmesi lâzım gel­diğini anladı, ilk önce seçme hakkını talebetti. Sonra tabiatile bunun arkasından gelen parlamentoda tem­sil hakkını talebetti. Erkeğin ilim tahsil etiği aynı yol-dan ilim tahsil etti. Çünkü o, erkeğin yaptığı işin ay­nını yapıyordu. Onun mantıki bir sonucu olarak, ma­dem ki, her ikisi de aynı yoldan hazırlanmışlar ve bir tek öğrenim yapmışlar o halde, bunun mantıkî bir sonucu olarak erkek gibi devlet memuriyetlerine gir­meğe hak iddia ettiler.

Bu, Avrupa'da kadının, haklarını elde etmek için yaptığı mücadelenin hikâyesidir... Orada, kadın hak­ları konusundaki her adım, erkek istesin istemesin ken­dinden sonra gelecek adımı hazırladı. Böylece diz­gini elinden kaçırmış ve çözülmelerle çökmüş olan bu toplumda bizzat kadın dahi artık kendi işine ken­disi mâlik değildi.77

Bunların hepsine rağmen, öğrendiğiniz zaman mutlaka hayret edersiniz ki, şu ana kadar İngiltere demokrasinin beşiği Avam Kamarasında haysiyyetli kadın milletvekilleri olduğu halde devlet memu­riyetlerinde çalışan kadına erkekten daha az ücret vermekte, hâlâ berdevamdır!..

Batıda kadının bir meselesi olduğu gibi, bizim ta­rihi, coğrafi, iktisadî akıdevi ve teşrii durumumuzun ve bunların gerektirdiği şartlar muvacehesinde, İslâm şartında da kadının yolunda savaşması gereken bir meselenin olup olmadığını anlamamız lâzımdır. Aksi halde o türlü hareketlerin bizi, eşyayı kendi gözleri­mizle görmez, hakikatleri kendi aklımızla idrâk etmez hale getirdiğini ve bunların sırf taklit ve garb'a gizli kölelik arzusundan meydana gelen şeyler olduğunu bilmemiz, böylece kadın toplantılarında etrafı doldu­ran sahte çıkışların ancak garba o türlü yönelmeden ileri geldiğini kavramamız için îslâmda kadının du­rumuna dönüyoruz.

Açıkça bilinen bir gerçektir ki, İslâm nazarında kadında, erkek gibi beşeri bir ruha sahiptir.

«Ey insanlar!.. Rabbinize sığınınız ki, o sizi bir tek nefisten,yarattı, onun eşini de ondan yarattı. Son­ra o ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretti. 78Binaenaleyh o, asıl menşe ve sonuçta kâmil vahdet, beşerî yapıda tam eşitliktir. Bilfiil bu oluşa bitişik olan hakların hepsi, bu eşitliğe terettüp eder. Binae­naleyh, kan, ırz, mal, yüze karşı alay etme veya ar­kadan çekiştirme, hakkında tecessüs veya insan hay-siyyet ve şerefini zedeleyen hareketler; bunların hepsi, her iki cins arasında herhangi bir seçme ve fark yapılmadan kadına verilmiş müşterek haklardır. îs-lâmda kanunlar ve prensipler herkes için umumi­dir.

Ey!.. İman edenler, bir kavim başka bir kavimle alay etmesin, alay edilenlerin alay edenlerden daha hayırlı olmaları muhtemeldir. Bazı kadınlar da bazı kadınları alaya almasın, alaya alınanların kendilerin­den daha hayırlı olmaları muhtemeldir. Birbirinizle alay etmeyiniz ve birbirinize ad takmayınız.» 79

«Tecessüs etmeyiniz, yapmasın.» 80

Bazınız bazınızın gıybeini

Ey!... İman edenler, kendi evlerinizden başka ev­lere girmeyiniz, ta ki, ünsîyyetiniz ola ve ev halkına se­lâm veresiniz.» 81

«Müslümanın tamamı müslümana haramdır: Ka nı, ırzı, malı...» 82

Her iki cins için âhiretteki ceza da birdir : «Rab-ları onlara cevap verdi: Ben, kadm veya erkek, siz­den amel eden hiçbir kimsenin amelini ve onun kar­şılığını zayi etmem. Sizin bazınız bazınızdandır.» 83

Yeryüzünde beşeri kişilik ve haysiyyeti tahakkuk ettirmek İslâm'da her iki cinse de verilmiştir. Mal mülk sahibi olmak, rehin, kiralama, vakıf, almak ve satmak, malı nemalandırmak v.b. tasarruf çeşitlerinin hepsiyle kadının tasarruf etme hakkı vardır. «Ana-baba ve akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir nasip ana baba ve akrabaların bıraktıklarından ka­dınlar için de bir nasip vardır.» 84

«Erkekler için kazandıklarından bir nasip, kadın­lar için de kazandıklarından bir nasip vardır.» 85

Burada mülkiyyet, tasarruf ve intifa hakkı mese­leleriyle ilgili bulunan iki hususun yanında bir nebze duruş yaparak izahat vermek gerekir.

Medeni (!) Avrupa kanunları yakın zamana ka­dar kadını bu haklardan mahrum ediyor ve oraya gi­den tek yolu koca, baba veya velisi olan erkek yolun­dan geçiriyordu. Yani Avrupalı kadın îslâmın zuhu­rundan sonra on iki asır gibi bir zaman boyunca, îs-lâmın kadına tanıdığı haklara sahip olamamakta de­vam etti. Sonra kadın o haklara sahip olduğu zaman da kolayca sahip olamadı. Bilâkis ahlâkı, ırzı ve hay-siyyetini harcamak mecburiyetinde kalarak bu hak­lara sahip oldu. Böylece Avrupalı kadın kendi hakla­rını elde etme yolunda en değerli varlıklarını harca­mağa icbar edildi. Onun bu duruma düşmesi ne ikti­sadi zarurete boyun eğmekten ve ne de insanlar ara­sında dönen mücadeleyi yakinen bilmemesinden idi. Avrupalı kadın, îsîâmın kadına gönüllü olarak ver­diği haklara sahip olmak yolunda ter, kan ve göz ya­şı akıtmağa muhtaç ve kendi öz haklarını zalim Av­rupalı erkeğin elinden zorla almağa mecbur idi.

îkinci mesele, genel olarak garplılar ve hassaten komünistler beşerî oluşu, iktisadi oluştan ibaret şayiyor ve sarahaten diyorlar ki, kadın için bir hürri­yet yoktur. Çünkü o mâlik olma sıfatmı haiz değildir veya sahip olduğu şeyden tasarruf hakkı yoktur. O, iktisadî bakımdan istiklâle kavuştuğu zaman ancak insani bir yaratık olmuştur. Yani kadın, kendisiyle ya­şayabileceği, tasarruf edebileceği, erkekten müstakil olara közel bir mülke sahip olduğu zaman ancak in­san olmuştur.

Bu dar hudut ile beşerî oluş ve yapıyı tahdit et­meği ve onu iktisadî bir araz olacak kadar düşürme­ği inkârdan sarf-ı nazar ederek prensip bakımından iktisadî istiklâlin, duyguların tekvininde ve kişinin var olma duygusunu geliştirmede özel bir tesiri olduğu hususunda onlara muvafakat ederiz.

Ancak bu konuda kadına, müstakil iktisadî yapı­dan vermiş olduğu hak ve hüriryetlerle iftihar etmek îslâmm hakkıdır. Zira îslâmda kadın vekâletsiz ola­rak kendi kendine mal sahibi olur, malında tasarruf eder ve ondan faydalanır, cemiyette vasıtasız muame­le yapar. İslâm, sadece mülkiyyet meselesinde kadının kişiliğini gerçekleştirmekle yetinmedi, belki hayatiy­le ilgili en mühim meselesi olan evlenme işinde de onun gerçek kişiliğini kendine kazandırdı. Binaena­leyh kadının rızası olmadan evlenmesi caiz olmaz ve o izin verinceye kadar akit tamamlanmaz. «İstişare edip fikrini almadan dul kadınla evlenme veya onu evlendirme! İzni ve arzusu olmadan bakire kızla da evlenme veya onu evlendirme! Umumiyetle kızların izni, sükûtudur 86Eğer kadm muvafakat etmediği­ni ilân ederse akit bâtıl olur.

îslâmm dışındaki cemiyetlerde, kadm istemediği bir evlenmeden kaçmak için bir takım dolambaçlı yol­lara baş vurmak mecburiyetinde idi. Çünkü o, ne şeran ne örfen onu redde mâlik değildi. Lâkin islâm bu mühim hakkı, istediği zaman kullanabilmesi için ka­dına verdi. İlk bakışta görülür ki, hali hazırda içnv de yaşadığımız taklitler atmosferindeki sosyal ve ik­tisadi şartlar muvacehesinde bu hak bir hayalden iba­rettir. Lâkin İslâm kendi nizamına karşı koyan ve onun ahkâmım tadil eden şeylerden mes'ul değildir. Sadr-ı îslâmda İslâm kadını bu hakları kullanmıştır. Şeriatın vâzıı Resûiüllah bu haklan ikrar eylemiştir. Halifeleri de ikrar etmiştir. Biz bugün, gayri İslâmî bir esasa dayanan iktisadî, içtimaî ve diğer kuruluşla­rın hepsinin izalesini ve hakların tatbikini istiyoruz 87Hattâ İslâm kadına, kendi kendini evlendirme hakkım da verdi ki bu, Avrupanııı ancak 20. asırda ulaşabildiği ve eski çürümüş taklitlere karşı muazzam bir zafer saydığı şeylerin en yücesidir.

Cehalet ve karanlığın kapladığı devirlerde îslâ­mm beşeri yaradılış ve kişiliği takviye eden âmillere karşı verdiği önem ve takdir öyle bir seviyeye ulaş­mıştı ki, ilmi ve öğrenmeği hayati bir zaruret itibar etmiş, bilgili olmanın insanlardan mahdut bir taifeye değil ,her ferde lâzım olan zarurî bir ihtiyaç olduğunu beyan etmiştir. Böylece İslâm, öğrenme hakkını her­kese eşit olarak sağlamış, hattâ onu İslâm yolu esa­sına göre Allaha imandan bir rükün ve bir fariza kıl­mıştır Yine burada İslâmın, tarihte kadına beşeri bir yaratık olarak bakan, bilgili olmadıkça insanî yapısı­nın unsurlarını tamamlayamıyacağını ve bu hususta yani öğrenme işinde durumunun tamı tamına erkeğin durumu gibi olduğunu kabul eden ilk nizam olmakla iftihar etmesi hakkıdır. Çünkü İslâm, ilim tahsilini er­keğe bir fariza kıldığı gibi kadına da bir fariza kılmış­tır. Yakın zamana kadar Avrupa bu hakkı inkâr eder, ancak zaruretlere boyun eğerek ona cevap vermekte devanı ederken İslâm; kadını, bedeni ve ruhu ile hay-vaniyyetten kurtarıp yükselttiği gibi akliyle de yük­selmeğe çağırmıştır.

İşte İsîâmm kadını yüceltmesi bu seviyeye ulaş­mıştır. Gurur ve azamet taslama imkân ve kudretine sahib olanlar da dahil hiç bir kimse «Bu meselelerin hepsinde îslâm in görüşü, kadının ikinci derecede bir yaratık olduğu veya varlığında bir başkasının vücu­duna tâbi bulunduğu veya onun hayattaki vazifesi­nin değersiz bir vazife olduğu esasına dayanır.» diye­mez. Eğer durum böyle olsaydı, İslâm, kadının eğitim ve öğretimiyle ilgilenmezdi. Öğretim bizzat kendi ba­şına özel delâleti olan bir meseledir, Bu mesele baş­ka bir şeye muhtaç olmaksızın kadının îslâmdaki ha­kiki yerini takrir ve tesbit etmeğe kifayet eder. Bu durum ise kadının insanlar ve Allah katında müker-rem bir yaratık olduğunu gösterir.

Lâkin îslâm insan olmaktaki tam eşitliği, herkes arasında müşterek beşeri bir tabiat ve yapıya bağlı olan hakları müsavi olarak takririnden sonra hak ve vazifelerin bir kısmında kadınla erkek arasında bazı ayırımlar yapar, işte buracıkta kadınlar birliğinin, on­larla beraber olan yazarların, ıslahatçıların ve genç­lerin koparacakları en büyük yaygara ve gürültü kendini gösterir. Onların bu davetleriyle ne derece ıslâ­hı istediklerini, haddizatında kadının haklarını mü­dafaayı değil de, toplantılarda ve yolda, kadını kolay elde edilen bir şey olarak bulmağı ne kadar arzuladık­larını Allah bilir! 88


Yüklə 0,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin