: (Bak: Cürcanî)
3375- qqSIBGATULLAH yÁV7~ }RA. : Boya manasında olan sıbga, bu terkibte mecazen kullanılır. (Bak: Sünnetullah)
Kur’anda geçen sıbgatullah ifadesi şöyle tefsir ediliyor:
“ (2:138) ¬yÅV7~ «}RA. Biz Allah boyası olan iman-ı fıtrî ile iman ettik, sun’i boyaya tenezzül etmeyiz, Allah boyasına, Allah boyasına.
Zira ®}«R²A¬. ¬yÁV7~ «w¬8 w«K²&«~ ²w«8«— Allah boyasından daha güzel kimin boyası vardır. Maddiyatta bütün kâinata bir göz geçirseniz, eşcar ü nebatata, bütün çiçeklere bilhassa insanların simalarına bir atf-ı nazar etseniz onlardaki fıtrî elvan ile, insanların sürdüğü sun’i boyalar arasında kıymet ve hüsn ü beha cihetinden ne kadar büyük fark görürsünüz. Bilhassa insan bedenlerine sürülen ve fıtratı tağyir eden sun’i boyalar ne çirkin, ne mülevves, ne arazî şeylerdir! İşte maneviyatta din ve ahlâkta dahi böyledir. Din din-i fıtrî, iman iman-ı fıtrî, taharet taharet-i fıtriye, cemal cemal-i fıtrîdir. Mükteseb olan bütün tathirat, taharet-i fıtriyenin muhafazasına ve ârizî bulaşıkların izalesine ma’tuf olmalıdır.” (E.T. 516)
Avrupa’nın mimsiz medeniyetinden yayılan ve moda, fantaziye ve asrîlik namı verilip teşvik edilen ve heva ve hevesin tatminine matuf aşırı israflar, sıbgatullah hakikatına aykırı, fıtrî güzelliklere zıt ve İslâm ahlâkına muhaliftir. Hem acib bir riyakârlık ve hayatperestliktir. Çevrenin te’sirine çabuk kapılan nisa taifesinin de en zayıf damarıdır. Müslüman ailelerin böyle temayüllerden uzak durmaları gerekiyor.
3376- qqSIDDİKİYET }[T<±f. : Sadakat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sadık olma hali. * İslâmî hükümlere hiç aklî ve şahsî tasarrufta bulunmadan ve usûlü üzere hakikatı görüp teslim olan muhakkiklerin mertebesidir. Velilik mertebesinin nihayeti, Peygamberlik mertebesinin bidayeti olan makam. *Aşere-i Mübeşşere’nin birincisi ve ilk halife olan Hazret-i Ebubekir’in (R.A.) namı ve sıfatıdır. * Çok doğru olup, hiç yalan söylememek. (Bak: Sadakat)
3377- qqSIDK »f. : Doğru söz. Hakikata muvafık olan. *Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. *Ahdinde sabit olmak. *Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. *Kalb temizliği. (Bak: Kizb)
3378- “Sıdk, İslâmiyetin üss-ül esasıdır ve ulvi seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olansıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.
Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sani-i Zülcelal’in kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün envaiyle kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalatını da karıştırmış.” (H.Ş. 45)
3379- “Asr-ı Saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın âlâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-ı imaniye ve hakaik-ı kâinat hazinesi açılması sırrıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında sıdk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş.
Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab’ın emsali, esfel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatın anahtarı olduğunu o inkılab-ı azîm gösterdiğinden, kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılab-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şeyleri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan Sahabeler; elbette şüphesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves etmezler. Müseylime-i Kezzab’a kendilerini benzetemezler. Belki bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle en revaçlı mal ve en kıymettar meta ve hakikatların anahtarı Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın âlâ-yı illiyîne çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup, mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamağa çalıştıklarından, ilm-i hadisce ve ülema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan “Sahabeler, daima doğru söylerler. onlardaki rivayet tezkiyeye muhtaç değil. Peygamberden (Aleyhissalatü Vesselâm) rivayet ettikleri hadisler, bütün sahihtir” diye ehl-i şeriat ve ehl-i hadisin ittifakına kat’i hüccet, bu mezkûr hakikattır.
3380- İşte Asr-ı Saadetteki inkılab-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyaset propagandası bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir derece meydan aldı...
Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. “Urvet’ül-vüska” sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur.” (H.Ş. 48)
“Evet her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek.. yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok. Çünki halis olmazsa su-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarf olur.” (H.Ş. 51)
“Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgarlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.” (İ.İ. 107)
3381- Kur’an (39:32 ilâ 35) âyetleri, sıdk’ı tekzib etmenin mesuliyetini ve sıdk’ı tasdik etmenin ise, afv ü mağfiretle mükâfatlandırılacağını beyan etmiştir.
3382- qqSIFFÎN w[±S. : Suriye’de Fırat nehri ile Colap kolu arasındaki bölgede bir yer ismidir. Bu yer Hazret-i Ali (R.A.) ile Hazret-i Muaviye (R.A.) arasında Mi. 657 senesinde vuku bulan muharebelere meydan olmakla şöhret bulmuştur. Sıffin muharebesinde Hazret-i Ali’nin maiyyetinde 120.000, Hazret-i Muaviye’nin maiyyetinde 90.000 kişi vardı. Hazret-i Ömer’in (R.A.) oğlu Hz. Abdullah da şehid olanların arasında idi. Sıffin vak’ası 110 gün sürmüş ve doksan muharebe olmuştur. S.B.M. 12. cild Hadis No: 2123’de bahsi geçer.
3383- Risale-i Nur’dan Mektubat adlı eserde, bu harbin hakiki sebeb ve mahiyeti şöyle beyan ediliyor:
“Hazret-i İmam-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffîn’de, Hazret-i Muaviye’nin tarafdarlarıyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani: Hazret-i İmam-ı Ali ahkâm-ı dini ve hakaik-ı İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve tarafdarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp, ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.” (M.54)
3384- qqSILA-İ RAHM v&‡ šyV. : Mütedeyyin hısım akrabayı ziyaret etme, onlarla müsaid şartlarda ve meşru dairede görüşme ve mektuplaşma; alâkayı devam ettirme. *Akrabanın kusurlarını afvetme.
“Kadı İyaz’ın beyanına göre sıla-i rahmin birbirinden faziletli dereceleri vardır. Bu derecelerin en aşağısı, akrabayı terk etmeyerek onlarla konuşmak veya hiç olmazsa selâm göndermek suretiyle sılada bulunmaktır. Sıla-i rahim kudret ve ihtiyaca göre değişir ve yerine göre bazan vacib, bazan müstehab olur...
Kurtubî, sıla-i rahmin umumi ve hususi olduğunu söyler. Umumi sıla-i rahim dinîdir ve din kardeşini sevmek, ona nasihatta bulunmak, ona karşı adalet ve insaflı olmak, gerek vacib gerekse müstehab bütün haklarına riayet etmekle yapılır. Hususi olan ise, bundan fazla olarak akrabaya nafaka vermek, vakti, hali olup olmadığını soruşturmak ve kusurlarını görmezden gelmek gibi şeyleri de hesaba katmakla olur. İbn-i Ebi Cerre’ye göre sıla-i rahmin geniş manası: Mümkün olan hayrı yapmak ve elden geldiği kadar kötülüğü defetmektir.
Bütün bunlar müslümanlar hakkındadır. Kâfirlere, fâsıklara gelince; kendilerine nasihat kâr etmediği takdirde onlarla alâkayı kesmek icabeder... (Bak: 3563. p.da bir âyet notu) (Aile efradı arasında itaat, meşruiyet şartına bağlıdır, bak: 178-180. p.lar)
Bülkinî, ebeveyne isyanı izah ederken şöyle diyor: “O halde itaatsizlik, başkasına yapılmış olsa küçük günahlar cümlesinden sayılacak haram bir eziyeti, evladın ebeveyninden birine yapmasıdır. Bu suç onlara karşı büyük günah olur. Keza evladın, cihad gibi kendisine vacib olan şeylerden başka bir hususta nefsinin veya bir uzvunun telefinden korkarak ebeveyninin emir ve nehiylerine karşı gelmesi veya onlara meşakkat veren yolculukta kendisine farz olmayan bir şey hakkında muhalefette bulunması, ilim tahsili ve kazanç gibi faydalı şeylerden başka bir hususta onları uzun zaman terketmesi, onlara hürmet ve ta’zimde bulunmaması da onlara isyandır. zira ebeveynden biri geldiği vakit evladı ayağa kalkmaz veya yüzünü ekşitirse bu hareket başkalarına karşı bir suç sayılmamakla beraber, anne babaya karşı itaatsizliktir.”...
Ekser-i ülemaya göre ise anne baba, evladının bulunmamasından bir zarar görmiyecekse farz-ı kifaye olan ibadetler, hatta bazılarına göre mendublar bile onların rızası olmadan eda edilebilir.” (B.M. ci. 4, sh: 341-345)
3384/1- Sünen-i İbn-i Mace, sıla-i rahim hakkında şu bilgileri verir:
“Sıla-i rahim, kişinin akraba ile alâkalanıp onlara karşı üzerine düşen iyiliği yapmasıdır. Tuhfe yazarı Tirmizi’nin “Sılatü’r-Rahim” babında yukardaki bilgiyi verdikten sonra şöyle der: İbn-i Ebi Cemre demiştir ki: Sıla-i rahim, akrabaya malî yardımda bulunmak, ihtiyaçlarını gidermek, başlarına gelmesi muhtemel zararı defetmek, güler yüz göstermek ve dua etmekle olur. Hülasa, mümkün olan her iyiliği yapmak ve şerri defetmek gayretini göstermektir. Akraba kısmı dürüst ve dindar olduğu müddetçe mezkûr iyi münasebetler devam ettirilmelidir. Şayet kâfir veya fâsık, yani kötülüklere dalan tiplerden olursa önce gerekli nasihat yapılır, yollarının yanlış olduğu anlatılarak doğru yola yönelmelerine gayret edilir. Buna rağmen akraba durumundaki kişi veya kişiler kendilerine çeki ve düzen vermedikleri takdirde olumsuz tutum ve davranışları gerekçe gösterilerek onlarla münasebet kesilir. Bu kesinti, Allah yolunda olduğu için sıla-i rahim sayılır. (Bak: 983/1.p.) Alâkayı kesmekle beraber doğru yola yönelmeleri için Allah’a dua etmeye de devam edilir.” (İ.M. ci.9, sh: 454)
3384/2- Kurtubi’nini yukarıda nakledilen izahatında bir nebze tebarüz ettiği gibi sıla-i rahim, dar ve basit manada yani gurbette iken zaman zaman vatanına dönüp ebeveynin ve yakınlarının gönlünü almaktan ibaret değildir. Mana ve şümulü çok daha geniş ve derindir. Fıtrî alâkalara dayanan aile efradı arasındaki vicdanî ve manevî yakınlık ve irtibattan (Bak: 156, 2862, 2863, p.lar) ta bütün mü’minler arasındaki uhuvvet-i maneviye hisleriyle hasıl olan kudsî ve hasbî rabıtalara kadar şümulü vardır. (Bak: 3878/1. p.)
Evet müslümanlar arasında salih komşulardan köy, şehir, memleket ve âlem-i İslâma kadar irtibat ve alâkalar vardır. Böylece hem her türlü ehval-i dünyeviye ve a’da-i İslâma karşı bu büyük uhuvvetin maddi ve manevi kuvvetiyle dayanılabilir. (Bak: 530, 530/1. p.lar) Hem teavün kaidesiyle ihtiyacat-ı muhtelife, sühuletle te’min edilebilir, hem bu hal ile insanlığa yakışan müslümanların ve müslümanlığın şahsiyeti tezahür ve tahakkuk eder.
Nitekim bir hadiste şöyle buyuruluyor:
“ ¬y²[«V«2 ¬yÁV7~ «h²%«~ ~YV«.~«Y«# ~«†¬~ ¬a²[«A²7~ «u²;«~ Å–¬~
Åu«%«— Åi«2 ¬yÁV7~ ¬r²X6|¬4 ~Y9_«6«— «»²ˆ¬±h7~
Bir aile halkı, birbirini yokladıklarında, Allah onların rızkını geniş ve kolay kılar ve onlar Allah’ın daire-i himayesi altında bulunurlar.” (R.E. 118)
Diğer bir hadis mealen şöyledir:
“Sıla-i rahim Rahman’dan bir şubedir. Kim onu bitiştirirse (vaslederse) Allah’ı sıla etmiş demektir. Ve kim de onu keserse, Allah’la arasını açmış demektir.” (R.E. 209)
3384/3- Sıla-i rahim ile alâkalı âyetlerin tefsirlerinden aldığımız aşağıdaki izahlar, mananın vüs’at, derinlik ve şümulünü gösteriyor:
“ (13:21) Allah ahdini ifa ederler. Sure-i A’raf’da:
²w¬8 «•«…³~|¬X«" ²w¬8 «tÇ"«‡ «g«‘«~ ²†¬~«— ¬yÁV7~¬f²Z«Q¬" «–Y4Y< «w<¬gÅ7«~
|«V«"~Y7_«5 ²vU±¬"«h¬" a²K«7«~ ²v¬Z¬KS²9«~|«V«2 ²v;«f«Z²-«~«— ²vZ«BÅ<±¬‡† ²v¬;¬‡YZ1
(7:172) âyetinde beyan olunduğu vechiyle Allah Teala’nın rububiyetini i’tiraf etmek üzere nefislerinde fıtratlarıyla taahhüd ettikleri tevhid ahdini vefa ederler. (13:21) «»_«C[¬W²7~ «–YNT²X«< ««— Ve o misakı bozmazlar. Binaenaleyh Allah’a karşı verdikleri hiç bir sözden caymaz, taahhüdlerini, yeminlerini bozmazlar.
«u«.Y< ²–«~ ¬y¬" yÁV7~ «h«8«~ _«8 «–YV¬M«< «w<¬gÅ7~«— Ve Allah’ın vaslını emrettiği şeyleri vaslederler -hukuka riayet ederler. Ki enbiyanın, verese-i enbiya olan ülemanın, erham ü akrabanın, komşunun ve bütün mü’minlerin ve hatta zimmeti bulunan alel’umum insanların ve kedisine, tavuğuna varıncaya kadar herhangi bir hakkı taalluk eden hayvanat ve belki nebatat ve eşyanın hukukuna riayet mes’eleleri hep burada dahildir.” (E.T. 2978)
« (2:27) «u«.Y< ²–«~ ¬y¬" yÁV7~ «h«8«~ _«8 «–YQ«O²T«<«— Bu cümledeki emir, iki kısımdır.
Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ; ilmin i’tası, manen ameli emrediyor; zekanın i’tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekayı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.” (İ.İ. 174)
İşte sıla-i rahmin bu şümullü manasındandır ki, kat’-ı sıla-i rahm mubikat-ı seb’aya dâhil olmuştur. (Bak: Mubikat-ı Seb’a)
3384/4- Sıla-i rahmin dar manasındaki bir tatbikatı olarak, kişinin kendi memleket ve ebeveynini ziyaretle sıla-i rahim yapması, bu kişinin, manevi bir cihad olan dine hizmet vazifesine sekte oluyor ve bu hizmeti aksıyorsa, böyle bir sıla-i rahim, ülema-i İslâmın beyanları vechile gerekmemektedir. Ezcümle, Bediüzzaman mühim bir talebesine gelen bir şefkat tokadını şöyle değerlendiriyor:
“Hizmet-i Kur’aniyenin pek mühim bir azası olan Hulusi Bey, Eğridir’den memlekete gittiği vakit saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve te’min edecek esbab bulunduğundan, bir derece sırf uhrevi olan hizmet-i Kur’aniyede fütura yüz göstermeğe dair esbab hazırlandı. Çünki hem çoktan görmediği peder ve validesine kavuştu, hem vatanını gördü, hem şerefli rütbeli bir surette gittiği için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur’aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Ta ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.
İşte Hulusi’nin kalbi çendan lâyetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevkettiğinden şefkatli tokat yedi. Tam bir iki sene bazı münafıklar ona musallat oldular. Dünyanın lezzetini de kaçırdılar. Hem dünyayı ondan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit vazife-i maneviyesindeki ciddiyete tam manasıyla sarıldı.” (L.42)
Görüldüğü gibi sıla-i rahmin hakikatı şümullü olduğu gibi, tatbikatı dahi şartlarla mukayyeddir.
Ehadiste sıla-i rahme ait bahisler vardır. Ezcümle: Buhari, 78. Kitab-ül edeb, 10-16. babları ve S.M. 45. Kitab-ül Birr, 6. babı ve Ebu Davud, 9. Kitabüzzekat, 45. babı örnek verilebilir.
3385- qqSIRAT-I MÜSTAKİM v[TBK8 ¬~h. : En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah’ın razı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve salihlerin, sıddıkînlerin gittikleri meslek.
İnsandaki kuva, kabiliyet ve hislerin (meselâ merak gibi bir hissin) ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri vardır. (Bak: Merak maddesinde 2344/1. p.)
Ve keza sırat-ı müstakim, şeriat yolu olduğundan mü’min, düşünce, his ve hareketlerinde şeriatın gösterdiği ölçülere bağlı kalmaya çalışmalıdır. Meselâ tekâmül sahasının bir nev’i olan mübareze kanunu sahasında mü’min, (Bak: 1292. p.) mütecaviz düşmana karşı fikren hissen ve lüzumunda fiilen hakkı koruma gayretinde tarafgir iken (Bak: 571. p.) mü’minler arasında çok kere bîtaraf ve hakikatı izhar etmek makamında yumuşak ve sulhçu davranır. İşte bu düstura göre şerirlerin şerleri karşısında mü’minin alâkasız kalması, tefrit; bütün kin ve gayz ile ölçüsüz tecavüzü, ifrat; şer’î kıstaslara göre hareketi ise vasattır.
3386- “Sırat-ı müstakim; şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülasasından hasıl olan adl ve adalete işarettir. Şöyle ki: Tagayyür, inkılab ve felaketlere ma’ruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri cezb ve celb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def’ için kuvve-i sebuiye-i gadabiye. Üçüncüsü: Nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir. Lakin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin herbirisi tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar. Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki; namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.
İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.
3387- Ve keza kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddi ve ne manevi hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattır ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz. (Bak: Cesaret-i Medeniye)
İhtar: Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.
3388- Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabavettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise; hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinab eder. (2:269)
~®h[¬C«6 ~®h²[«' «|¬#—~ ²f«T«4 «}«W²U¬E²7~ «Ìx< ²w«8«—
3389- İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi; füruatı da, o üç mertebeyi havidir. Meselâ: Halk-ı ef’al mes’elesinde Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İ’tizal mezhebi de tefrittir ki, te’siri insana verir. ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezheb beynebeynedir ki; o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza itikadda da ta’til ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.
Hülasa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad şu üç mertebedir.” (İ.İ. 23)
3390- Nev’-i beşerde, sırat-ı müstakimde giden kafilenin en mümtazlarına işaret eden Fatiha’daki (1:6) «v[¬T«B²KW²7~«~«h¬±M7~ _«9«f²;¬~ cümlesi, çok geniş bir manayı ifade eder.
“Evet nasıl bir yerden bir yere giden yolların ve bir noktadan uzak bir noktaya çekilen hatların en kısası ise, en doğrusudur ve müstakimidir.. aynen öyle de; maneviyatta ve manevi yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu, en müstakimi ise en kısa ve en kolayıdır. Meselâ: Risale-i Nur’da bütün müvazeneler ve küfür ve iman yollarının mukayeseleri kat’i gösteriyorlar ki; iman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkilatlı ve tehlikelidir. Demek bu istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevkedilen bu kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz ve iman ve tevhidin hakikatları, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vacibdir. Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir. Meselâ: Kuvve-i akliye, hadd-i vasat olan hikmeti ve kolay, faydalı istikameti kaybetse, ifrat ve tefritle muzır bir cerbezeye ve belalı bir belahete düşer, uzun yollarında tehlikeleri çeker. Ve kuvve-i gadabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takip etmezse; ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebanet ve korkaklığa düşer.. istikameti kaybetmesinin, hatasının cezası olarak daimi, vicdanî bir azabı çeker. Ve insandaki kuvve-i şeheviye, selâmetli istikameti ve iffeti zayi etse; ifratla musibetli, rezaletli fücura, fuhşa ve tefritle humuda, yani ni’metlerdeki zevk ve lezzetten mahrumiyete düşer ve o manevi hastalığın azabını çeker.
İşte bunlara kıyasen, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin bütün yollarında, istikamet en faydalı ve kolay ve kısadır. Ve sırat-ı müstakim kaybedilse, o yollar pek belalı ve uzun ve zararlı olur. Demek «v[¬T«B²KW²7~«~«h¬±M7~ pek çok cami ve geniş bir dua, bir ubudiyet olduğu gibi bir hüccet-i tevhide bir ders-i hikmete ve bir talim-i ahlâka işaret eder.” (Ş. 615)
3391- “Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenatı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat’i bir surette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş. İfrat ve tefritten içtinab etmiştir. Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, «²h¬8~ _«W«6 ²v¬T«B²,_«4 (11:112) emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat’i bir surette görünüyor.
Meselâ kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, azami masumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hakeza... Bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir. Hatta tekellümünde ve ekl ve şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat’iyen içtinab etmiştir. Bu hakikatın tafsilatına dair binler cild kitab te’lif edilmiştir. ?«‡_«-¬²~¬y[¬S²U«# ¿¬‡_«Q²7~ sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz.” (L.60)
Sırat-ı müstakim, yani vasat yol, “Hayr-ul umûri evsatühâ” (K.H. 1247) hadisiyle tavsiye edilir. Aynı eser, mezkûr hadisin beraberinde (17:29) (25:67) (17:110) (2:68) âyetlerini de zikreder.
3392- Sırat-ı müstakimle alâkalı âyetlerden birkaç not:
-Allah tarafından emrolunduğu gibi istikamette olmak: (11:112) (42:15 ve 22:67 âyeti de alâkalıdır)
-Kur’an istikamette gitmek isteyenlere tezkirdir: (81:27, 28)
-Sırat-ı müstakime liyakat şartları: (4:66, 67, 68, 174, 175)
-Sırat-ı müstakimin hususiyetleri ve ondan başka bir yola sapmamak: (6:151, 152, 153)
-Sırat-ı müstakim, bütün zihayatın tasarrufuna sahib olan Allah’ın gönderdiği hidayet yoludur: (11:56)
-Rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet, sırat-ı müstakimdir: (19:36) (36:61)
-Allah, Kur’anın hakkıyetini bilip ona hürmet eden ehl-i ilmi, sırat-ı müstakime götürür: (22: 54)
-Allah dilediğini (lâyık olanları) sırat-ı müstakime götürür: (24: 46)
-Tarik-ı müstakim ifadesi, (46:30) âyetinde geçer.
3393- qqSIRAT KÖPRÜSÜ |,háY6 ~h. : Cennet’e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.
Sırat Köprüsü hakkında müteşabih nev’inden müteaddid rivayetler vardır. S.B.M. 2. cild 450. hadis içinde geçen Sırat Köprüsü hakkında 830. sahifede 2. haşiyeden 836. sahifedeki 2. haşiyeye kadar, Sırat Köprüsü’nü geçmekteki kolaylık ve zorluk ve sür’at farkları gibi hususiyetlere ait muhtelif rivayetler naklediliyor. Sırat Köprüsü âhiret ahvalinden olduğu cihetle, vücuduna iman etmek mecburi olmakla beraber hakiki mahiyeti tefhim edilemiyor. Ancak bazı temsil ve teşbihlerle fehme takrib edilir. Bu sebeble Sırat Köprüsü’nün müteşabihiyeti nev’inden sayılabilen ve iki taraf arasında münasebeti temin eden muhtelif köprülerden, Sırat Köprüsü’ne intikal etmek için deniliyor ki:
Dostları ilə paylaş: