İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə17/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   169

B


335- qqBABİL u"_" : Asurlular devrinde Irak’ta kurulan şehirlerden biri. Bağdad’ın aşağı tara­fında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiya­tımızda “Çeh-i Bâbil” olarak yer alan ve bir çok dillerin meydana gelmesi bakımından da adı geçen “Bâbil Kulesi’nin bulunduğu ilkçağdan kalma bir şehir. Kur’an (2:102) de bah­sedilir.

335/1- qqBABİL KULESİ |, y7Y5 u"_" : Tevrat’ın rivayetine göre Hz. Nuh’un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve yetmişiki dil burada meydana gelmiştir. (Buna tebelbül-i akvam denir.) Bu kuleyi Nemrud’un gökyüzüne yükselerek Allah’ın işlerine karışmak maksa­dıyla yaptırmış olduğu rivayet edilir.

Miladdan önce yaşamış olan eski Yunan tarihçisi Herodot, Bâbil’deki Baal Ma’bedinin gayet yüksek bir kule olduğunu, seyahatinde görerek anlat­mıştır ki; Bâbil ve Nemrut Kulesi denen şeyin bu olması ihtimali vardır. (O.A.L.)



336- qqBAHAÎLİK tV[= _Z" : Batıl bir mezheb olan Babîlik’ten türemiş batıl sapık bir mezhep.

Babîliğin kurucusu Şirazlı (İran’lı) Mirza Ali Muhammed Bab (1819-1850), sa­pık düşünceleri sebebiyle küfrüne fetva verilerek Tebriz’de kurşuna dizilmiş­tir. “Bab” lâkabını (takma adını) kendisi almış ve bu isme Bab-ı Mehdî-i Muntazar (beklenen mehdi kapısı) mânâsını vermiştir. Kendisinden sonra en yakın taraftarla­rından Mirza Yahya Nurî ve Mirza Hüseyin Ali adla­rında iki üvey kardeş Babîliğe sahip çıkmışlardır. Şaha karşı suikasta girişmek suçundan sürgün edilmişler, önce Bağdad’a, oradan da İstanbul’a gelmişler­dir. Buradan da taraftarlarıya beraber Edirne’ye sürülmüşlerdir (1864). Mirza Hüseyin Ali (MS. 1817-1893) beklenen Mehdinin kendisi olduğunu iddia ederek Bahaullah adını almış, Babîliğe Musevî ve Hıristiyan dinlerinden bazı unsurları ve Batılı bazı lâik prensipleri de katarak batıl ve uydurma mezhebi (kendi ifadesine göre dini) olan Bahaîliği kurmuştur. Bab’ın halefi olan kar­deşi Mirza Yahya Nurî ise bir derece Babîliğe sadık kalarak Suph-i Ezel adını almış ve batıl mezhebine Ezeliye (ezelcilik) denmiştir.

Sultan Abdülâziz, bunlardan Mirza Hüseyin Ali’yi, taraftarlarıyla birlikte, şimdi İsrail sınırı içinde olan Akka’ya, Mirza Yahya Nurî’yi de Kıbrıs’a sür­gün etmiştir.

Bahâilik daha çok Avrupa, Amerika, İsrail gibi müslüman olmayan ülke­lerde ta­raftar toplamıştır. En önemli iki merkezi, İsrail’de Hayfa şehrinde ve Amerika’da Şikago şehrindedir.



337- qqBAHİRA ˜h[E" : Süryani rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenle­rine vâkıf ve bilhassa hey’et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebebden rahiblerin câhil­leri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsa’nın uluhiyetini ve Hz. Meryem’in ümmullah oldu­ğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovulmuş ve Şam yolu üzerinde Busrâ civarında bir manastır edinmişti.

İbn-i Hişam’ın siyerinde İbn-i İshak’tan rivayet olunarak:

«Bahira, kilise âleminde büyükten büyüğe intikal edip gelen bir kitaba mâ­lik bulunuyordu. Resul-i Ekrem’in bütün ahval ve evsafı bu kitabda yazı­lıydı.” denili­yor ki bu kitab “El-Enbâ” ünvanıyla bıraktığı rivayet olunan bir kitab ola­caktır.

Kitabın başlıca bahisleri; yakında Arabistan’da bir Nebi-i Zişan çıkacağı, tevhid itikadına davet edeceği ve putlara ibadetten nehyedeceği mevzuu etra­fında toplanı­yordu. (S.B.M.ci: 6 sh: 650)



338- «Nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm Amucası Ebu Talib ve bir kısım Kureyşî ile beraber, Şam tarafına ticarete gidiyorlar. Bahîra-yı Rahib’in Kilisesi civarına geldikleri vakit oturdular. İn­sanlar ile ihtilat etmiyen mün­zevi Bahira-yı Rahib birden çıkageldi. Kafile içinde Muhammed-ül Emin’i (A.S.M.) gördü. Kafileye dedi: “Şu Seyyid-ül Âlemîn’dir ve Peygamber olacaktır.” Kureyşîler dediler: “Neden biliyorsun?” Mübarek Rahib dedi ki: Siz gelirken baktım ki, havada üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu Muhammed-ül Emin (A.S.M.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görü­yordum ki: Taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise, Nebilere yapılır.» (M.135)

Sebeb-i nüzulünde Bahira’dan da bahsedilen bir âyet şöyle tefsir ediliyor:

«(28:52) ¬y¬A²V«5 ²w¬8 «_«B¬U²7~ ­v­;_«X²[«#³~ «w<¬gÅ7«~ Bundan, yani Kur’an verilmez­den evvel kitab verdiklerimiz-Yehud’dan içlerinde Ebu Rifaa bulunan 10 kişi iman et­miş, eza olunmuşlardı; ehl-i İncil’den 40 kişi Resulullah’a bi’setinden mukaddem iman etmişlerdi; otuzikisi Ca’fer ibn-i Ebu Talib ile beraber Ha­beşistan’dan gelmiş, sekizi de Bahira, Ebrehe, Eş­ref, Amir, Eymen, İdris, Nafi’, Temîm Şam’dan gel­mişlerdi; bu âyetin nüzu­lüne sebeb bunlar olmuş ise de, âyetin mefhum-u ıtlakı üzere ehl-i kitabdan bütün iman edenlere şâ­mildir.» (E.T.3746)

339- qqBAKAR hT" : (c. Bukur-Bikar) Öküz, dana, sığır. «Bakr, yarmak demek olduğundan, bu hayvan dahi top­rağı sürüp yarmak için kullanılması itibariyle bu isim verilmiştir.» (E.T.381)

340- qqBAKARPEREST a,há hT" : Öküzü mabud yapan. Öküz ve em­salini put yapıp ona tapan ehl-i dalâlet. Kur’anda (2:67) âyetiyle bildirilen bakarperestlik hâdisesi, her zaman ve herkes için bir ibret dersidir. Çünkü: «Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor.» (S.246) (Bak: 973/1.p.)

Meselâ, «Mısır Kıt’ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası oldu­ğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçti­ğin­den, o cehen­nem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bu­lunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getir­miş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraatı kudsiyye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır mil­leti sevre, bakar’a, ibadet etmek dere­cesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî İsrail dahi o kıt’ada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “İcl” mes’elesinden anla­şılıyor.

İşte Kur’an-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın risaletiyle, o milletin seci­yelerine girmiş ve istidadlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkuresini kesip öl­dürdüğünü, bir bakar’ın zebhi ile ifham ediyor.

İşte şu hâdise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese ga­yet lü­zumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvî bir i’caz ile beyan eder.

Buna kıyasen bil ki: Kur’an-ı Hakîm’de bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde zikre­dilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır.» (S.246)

341- Evet bu bakarperestlik hâdisesinin ibret alınacak küllî mânâsından bir ib­ret levhası, beşerin ve bilhassa hayatperest Yahudilerin hırs-ı hayat ve menfa­atpe­rest­likleridir. Evet hayatî ve maddî menfaatlere ve vesilelerine hırs ile ya­pışmak ve ha­yatta yegâne gaye olarak onlara bağlanıp âhireti unutmak gafleti, insanı ve cemi­yeti perişan eden ve anarşizmi doğuran sebeblerin te­melini teşkil eder. Hususan asrı­mızda şan, şöhret, makam ve maaş elde et­mek vesilelerine gösterilen umumi te­ha­cüm gibi (Bak: 161. p.sonu ve 163.p.) her asrın birer ve­sile-i hayat olan bir nevi ba­karı vardır ki, âyet o bakarları kesip beşerin hakikata teveccüh etmesi için ders veri­yor.

342- qqBANKA yT9_" : (İtalyanca i.) Faizle para alıp, veren, kredi, iskonto, kam­biyo işlerini gören ticarî kuruluş. Bankaların faiz alıp vermesi, dinimizde kat’iyetle haramdır. (Bak: Faiz, Riba)

«Riba atalet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribanın kapıları hem de onun kapları olan bu bankaların her dem nef’i ise, beşerin en fena kısmınadır; on­lar da gâvurlar­dır. Gâvurlardaki nef’i en fena kısmınadır; onlar da zalimler. Her dem zalimlerdeki nef’i en fena kısmınadır; onlar da sefihlerdir. Âlem-i İslâm’a bir zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşer her dem refahı nazar-ı şer’îde yoktur. Zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir; demi hederdir her de... m.» (S.730)



343- qqBARBAROS HAYREDDİN PAŞA _-_á w : (Mi. 1466-1546) Tarihin en büyük denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğu­muzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Os­manlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdeniz’i bir göl halinde devlete kazandırdı. Preveze’de Haçlı Donanmasını perişan etti. Dinin hayırlı evladı Hayreddin Paşa, bir korsan de­ğil, din yolunda muharebe eden mücahid gazi idi... Beşik­taş’taki evinde vefat etti ve oradaki türbesine defne­dildi.

344- qqBASAR hM" : (c. Ebsar) Görme duygusu. *Gözün görmesi. *İdrak. Fi­kir. *İlm-i Kelâm’da: Kendi şanına lâyık bir vecih ile Cenab-ı Hakk’ın “görme sı­fatı”dır. Kâinatta hiçbir şey onun görmesinden hariçte kalamaz. (Bak: Basiret)

345- qqBASİRET ?h[M" : Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eş­yanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiye. Feraset. İm’an-ı dikkat. *İbret alı­nacak hidayet sebebleri. Beyyine. Hüccet. (Bak: Süveyda-i Kalb)

«Nur-u akıl kalbden gelir:

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fi­kir mü­nevver. O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkı­rır. Nu­run li­basını giymiş bir zulmet-i müzevver. Gözünde bir nehar var, lâ­kin ebyaz ve muz­lim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver. O içinde bulunmazsa, o şahmpare göz olmaz, sen de bir şey göremez. Basiretsiz basar da para etmez. Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret ol­maz. Kalbsiz akıl olamaz.» (S.705)

345/1- «Basar masnuatı görüp de, basiret Sanii görmezse çok garib ve pek çir­kin düşer. Çünki o halde Saniin manen, kalben görünmemesi, ya basi­retin fıkdanın­dandır veya kalb gözünün kör olmasındandır veya pek dar ol­duğundan mes’eleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan’dır. Ve illâ Saniin inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.» (M.N. 210)

Yukarıda geçen “hızlan” tabiri, Kur’anın bazı âyetlerinde, aynı kökten tü­remiş değişik şekilleriyle geçer:



-Ehl-i şirk “hızlan”dadır (yokluğa düşmekten tâ en küçük tehlikeye kadar muhte­lif ehval karşısında hakiki istinaddan mahrumdur): (17:22)

-Cinnî ve insî şeytan dostluğunun akibeti bir “hızlan”dır: (25:29)

-Allah’ın hızlanına (nusret-i İlahiyeden mahrumiyetine) uğrayan kişi daha yardımcı bula­maz: (3:160)

346- Basiret hakkında Kur’an’dan birkaç not:

-Hak ile batılı ayıran hüccetler mânâsında basiret: (6:104) (7:203) (17:102)

-Basiretsiz insan hakkı göremez: (10:43)

-Hakka basiret üzere davet: (12:108) (Bu âyet, hikmet ve isbat yoluyla tebliğ mes­leğini ders verir.)

-Semavî kitab; insanlara basiret, hidayet ve rahmettir: (28:43) (45:20)

-Gök ve yerin tezekkür ve tefekkürü ile basiret kazanmaya teşvik: (50:6-8)

347- qqBAST-I ZAMAN –_8ˆ ¬nK" : Az zamanda çok uzun bir zaman yaşa­mış olmak. (Bak: Zaman)

348-qq BATİNİYYE y[X0_" : Kur’an-ı Kerim’deki âyetlerin ve hadis-i şe­riflerin zahir ve aşikâr mânâla­rından ayrılarak, usulsüz ve yanlış teviller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânâlarını bulmak iddiasında olan sapık bir ta­rikat ve buna bağlı olan­lar. Batiniyyunun zıddı, Zahiriyyundur. (Bak: Zahiriyyun)

Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânâlarını tefsir ve tevil ile keşfe­dip bulmak, bir ilim bir dirayet mes’elesi olarak vardır. Fakat zahir mâ­nâ­ları ve bunlardan çıkan kat’i hükümleri esas almak ve bunlara aykırı ol­mamak ve şeriattaki ve tefsir ilmindeki usule uygun olmak gibi şartlara riayet etmekle makbul olur. Tef­sirde «mecazın cevazı ise: Belagatın şeraiti tahtında olmak ge­rektir. Yoksa mecazi hakikat ve hakikatı mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadına kuvvet vermektir. Evet, herşeyi zahire hamlet­tire ettire nihayet Zahiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meylü’t-tefrit ne derecede muzır ise; öyle de herşeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra nihayette Batıniyyunun mezheb-i batılasını intac etmek şe’ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır.» (Mu. 23)

Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğünde, muhtelif vesilelerle Batiniyyeye verilen isimler şöyle sıralanıyor: l- Karamıta, 2- Saibiye, 3- İsmailiye, 4- Mübarekiye, 5- Babekiye.

Bunlardan başka Batınîlere; hakikatın yalnız masum imamın talimi ile öğ­renile­bileceği iddialarından dolayı Talimiye, dinî mahremata riayet etme­dikleri için İbahiye vs. isimleri de verilmiştir. Tohumu İbn-i Sebe tarafından atılmış olup Ab­basilerden Mutasım zamanında yaşıyan Ehvaz’lı Meymun ta­rafından filizlendirilen Batıniye mezhebine en evvel, takiyyeyi terk ile alenen davet eden Muhammed Ali Berkaî’dir (Hicri: 255).



349- qqBAYEZİD-İ BİSTAMÎ |8_OK" ¬f : (Hi. 188-261) Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in büyük âlimlerinden ve büyük evliyadandır. İran’ın Bistam Şehrinde doğmuştur. Künyesi, Ebu Yezid Tayfur Bin İsa El-Bistamî’dir. Cafer-i Sadık Radıyallahü Anhu’dan kırk sene sonra dünyaya gel­miş ve ondan üveysî olarak feyz almıştır. Mücerred (bekâr) olarak yaşa­mıştır. (K.Sırruhu)

350- qqBEDEVÎ z—f" : Çölde yaşayan. Göçebe. Medeni olmayan ve şe­hir ha­yatı yaşamıyan. *Seyyid Ahmet-i Bedevî namındaki büyük bir zatın ta­rikatı ve onun mensubu olan. (Bak: Ahmed-i Bedevî)

qqBEDİR MUHAREBESİ |K"‡_E8 ‡f" : (Bak: Bedr Muhare­besi)

351- qqBEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ z,‡YX7~f[Q, –_8i7~p : Bediüzzaman kelimesi zamanın bedii olan, zamanında benzeri olmayan, za­manının garib ve acibi olan mânâlarına gelir. Fevkalâde meziyetlere sahib ol­duğundan dolayı muasırları olan âlimler, Said Nursî Hazretlerine Bediüzzaman lakabını vermişlerdir. Manevî cihad-ı diniye olan Nurculuğun müessisi Said Nursî Hazretlerine verilen Bediüzzaman lakabının mefhumu kendi ifadesiyle şöyledir:

«Sual: Sen imzanı bazan Bediüzzaman yazıyorsun. Lakab medhi ima eder?

Cevab: Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi’, garib demektir. Benim ahlâkım suretim gibi, üslub-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalîbi, benim üslub ve muhakematımla mikyas ve mi­henk itibar yapmamayı bu ünvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım bedi’, acib demektir.

¬`¬¶<_«D«Q²7~ ¬–Y­[­2|¬4 °`[¬D«2|¬±9«_«6  ¯}«A[¬D«2 ¬±u­6 ­f²M«5 >¬h²W«Q«7 Å|«7¬~

masadak oldum. Bir misali budur: Bir senedir İstanbul’a geldim, yüz senenin inkılâbatını gördüm.» (H.Ş.101)

352- Bu kısım, Bediüzzaman Hazretlerinin kendi Tarihçe-i Hayatından alı­nan kısa parçalardan derlenmiştir. Çocukluk ve tahsil hayatı devresi alın­mamış­tır. An­siklopedinin hacmine göre uzun olmaması için tafsilata giril­memiş ve Mi. 1948 Af­yon Mahkemesi beraetine kadar alınmıştır. Tafsilatı merak edenlerin, mezkûr Ta­rihçe-i Hayatını mütalaa etmeleri gerekiyor.

Hayat safhalarındaki tarihleri merak edenler, bu bahsin sonundaki kro­nolo­jik tarih listesine bakabilirler. Doğum tarihi ve yeri ve hayatına kısa bir bakış için (Said Nursî) maddesine bakınız.



353- Lüzumlu bir açıklama:

Burada Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri hakkında bir derece geniş yer ve­rilmesinin bir sebebi, bu zatın bütün eserlerinin büyük kısmında mukni delil­lerle Allah’a, dine ve sünnet-i seniyyeye bağlanmaya vesile olma­sıdır. Bu nokta-i nazar­dan böyle zatların şahsiyet-i maneviyelerini göster­mede ne kadar gayret gösterilse de ifrat sayılmaz. Çünkü dine bağlanmayı netice veriyor.

Bilhassa halkın dinî istifadesini önlemek için, dine muarız cereyanlar böyle mürşid zatlara hücum gösterirlerse, o zatı tam müdafaa etmek zarureti doğar. Ta ki halk aldatılıp, o zattan istifade imkânını kaybetmesin.

Evet yarım asırdan beri, Bediüzzaman ve Risale-i Nur aleyhinde bilerek veya bilmeyerek mütemadi ve dehşetli tenkid ve propagandalar ile halkı ür­kütüp kaçır­mak, dinî hakikatların öğrenilmesine mani olmak planları tatbik edilmiştir. Bu du­rum karşısında münsif her müslüman için en azından ma­nen ve kalben bu taarruzu protesto etmek, dinî ve vicdanî bir vazife olur.

Risale-i Nur ve onun müellifine yapılan haksız hücumlardan vicdan-ı umu­mi­nin tepkisini endişe eden gizli münafıklar, “Bediüzzaman çok medhediliyor” gibi sözlerle bazı safdilleri aldatıp onlar vasıtasıyla bu gibi sözleri işaa ettir­mekle Bediüzzaman’ı manevi cihadında müdafaasız bırak­mak istemişlerdir. Hatta 1948 se­nesinde Afyon Ağır Cezası’nda muhakeme edildikleri zaman, Bediüzzaman’ın fe­dakâr bir hizmetkârı Zübeyr Gündüzalp müdafaasının bir bölümünde şöyle diyor:

«Sayın savcı, “Bediüzzaman’a olan hürmetin şekli diğer müfessirlerde gö­rüle­miyor.” dedi. Doğrudur. Hürmet ve ta’zim büyüklük ve kemâlatın de­rece­sine, min­net ve şükran da elde edilen istifadenin miktarına göre oldu­ğuna naza­ran; Bediüzzaman’ın eserlerinden azîm faideler elde ediliyor ki, ona olan ta’zim ve minnetdarlık da görülmemiş bir şekilde oluyor. Yirminci Asrın en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı, ko­münist ve masonlar biz­lere bilhassa gençliğimize tanıtmamağa çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve genç­liği, o din kahramanı üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.» (Ş.549)

Binaenaleyh böyle ideolojik cereyanların faal olduğu devrelerde, ehl-i di­nin ga­yet müteyakkız bulunmaları gerektir.

Bu cereyanlar mensub oldukları başlarını her vesile ile haksız ve aşırı medih ve propagandalarla ilan ederlerken, insaf ve bîtaraflık deyip İslâm bü­yüklerini lâyık ol­dukları halde müdafaa etmemek çok yanlış olur.

Merhum Mehmed Akif:

«Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim

Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım

Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu

İrticaın şu sizin lehçede mânâsı bu mu?»

mısralarıyla bu hakikatı güzel ifade etmiştir.

Hem bir kimseyi Allah için sevip hürmet etmek ile, bizzat şahsı sevip hür­met etmek arasında büyük fark vardır. (Bak: 216.p)

Bir atıf notu:

-Bediüzzaman Hazretlerinin seyyidliği, bak: 3374/1.p.

354- Bu açıklamadan sonra, Tarihçe-i Hayat eserinden alınan parçalarla Bediüzzaman Hazretlerinin hayat safhalarına geçiyoruz:

«Üstadın hayatı, küllî hizmeti noktasından topluca iki büyük safha arzetmektedir:

Birincisi: Doğuşundan itibaren tahsil hayatı, Van’daki ikameti, İstanbul’a gelişi, siyasî hayatı, seyahatleri, harb-i umumîye iştiraki, Rusya’daki esareti, İstanbul’da Dar-ül Hikmet-i İslâmiye azalığında bulunuşu, Kuva-yı Milliyede İstanbul’daki hizmeti, Ankara’ya gelerek ilk Meclis-i Mebusandaki faaliyetleri ve kısa bir müddet sonra Van’a çekilip inzivayı ihtiyar etmesi gibi; herbiri ayrı bir hayat sahnesi olan Üstadın hayatının bu birinci safhası; iman ve Kur’an hizmeti itibarıyla ikinci safha hayatının mukaddemesi hükmündedir. İkinci bü­yük hizmetine hazırlıktır. Ömrünün ellinci senesine kadardır.

İkincisi: Van’da inzivada iken Garb’a nefyedilip Isparta’nın Barla Nahiye­sinde ikamete memur edildiği zamandan başlar ki; Risale-i Nur’un zuhuru ve intişarıdır. Azamî ihlas, azamî fedakârlık, azamî sadakat, metanet ve dikkat ve iktisad içinde Risale-i Nur’la giriştiği hizmet-i imaniye ve ma­nevi cihad-ı dini­yedir.

Hayatının bu ikinci safhası: Harb-i Umumî neticesinde İmparatorluğu­mu­zun inkıraz bulmasıyla insanlık âleminde medeniyet-i beşeriyeyi mahve­den ve semavî dinlerle mücadeleyi esas ittihaz edinen komünizm rejiminin insaniyetin yarısını istila ederek dünyayı dehşete saldığı ve memleketimizi tehdide yelten­diği ve manevi tah­ribatının tehlikesine maruz kaldığımız bir devreye rastlar. Bu devre, bin senedir Kur’ana bayraktarlık yapmış, İslâmi­yet’e asırlarca hizmet etmiş kahraman bir millet için dikkatle incelenmesi lâ­zım gelen bir devredir.» (T.H. 27)

354/1- «Molla Said, Şarkın büyük ülemâ ve meşayihinden olan Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tagî, Şeyh Fehim ve Şeyh Mehmed Küfrevî gibi zevat-ı âliyenin herbirisinden ilm-i irfan hususunda ayrı ayrı derslere nail olduğun­dan, onları fevkalâde severdi. Ülemadan Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardır.

Van’da maruf ülema bulunmadığından, Hasan Paşa’nın daveti üzerine Molla Said, Van’a gitti. Van’da onbeş sene kalarak, aşâirin irşadi için arala­rında seyahatla tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi. Van’da bulunduğu müd­det, vali ve me­murîn ile ihtilat ederek, bu asırda yalnız eski tarzdaki ilm-i Ke­lâm’ın İslâm dini hak­kındaki şek ve şüphelerini reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür.

Bu kanaatı hasıl ettiği o zamanda, ulûm-u müsbete denilen bütün fenleri te­teb­bua başlayarak pek kısa bir zamanda Tarih, Coğrafya, Riyaziyat, Jeoloji, Fi­zik, Kimya, Astronomi, Felsefe gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir.» (T.H.46)

355- «Molla Said Van’da bulunduğu zamanlarda bazı hususlarda o havali­nin ülemasına muhalif bulunuyordu.

Kat-iyyen hiç kimseden hediye olarak para almamak ve maaş bile kabul et­me­mek... daima mücerred kalmak ve dünyada birşeyle alâka peyda etme­mek... Bunun içindir ki: “Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim” demiştir. Bu halin sebebi sorulunca: “Bir zaman gelecek herkes benim ha­lime gıbta ede­cektir. Saniyen; mal ve servet bana lezzet vermiyor, dünyaya ancak bir misafir­hane nazarıyla bakı­yorum.” derdi.» (T.H..47-48) (Bediüzzaman Hznin takvası, bak: 2824/1.p.)



356- «Bediüzzaman, Van’daki ikameti esnasında Âlem-i İslâm’ın vaziye­tini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müdhiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:

İngiliz Meclis-i Meb’usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur’an-ı Ke­rim’i göstererek söylediği bir nutukta:

Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an-ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslü­manları Kur’an’dan soğutmalıyız, diye hitabede bulunmuş.

İşte bu müdhiş haber, onda tarifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İsti­dadı şim­şek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın bu hava­dis üzerine: “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diye kuvvetli bir ni­yet ruhunda uyanır ve bu sâikle çalışır.» (T.H.51)



Bir atıf notu:

-Bediüzzaman Hz’nin gayret-i diniyesi, bak: 1043.p.

357- «Bediüzzaman, Şarkî Anadolu’da “Medresetüzzehra” namında bir dâr-ül fünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da dâr-ül fünun dere­cesinde bir medrese te’sisine çalışmak için İstanbul’a geldi.» (T.H.54)

«İstanbul’daki ikametgâhının kapısında şöyle bir levha asılı idi.

“Burada her müşkil halledilir, her suale cevab verilir. Fakat sual sorul­maz.”

İstanbul’da grup grup gelen ülemanın suallerini cevaplandırıyordu. Genç ya­şında böyle bilâistisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet mukni ve be­liğ ifade ve hârika hal ve tavırlarıyla, ehl-i ilmi hayranlıkla takdire sevkediyordu. Ve “Bediüzzaman” ünvanına bihakkın lâyık görüyorlar ve bu fevkalâde zatı, bir “nâ­dire-i hilkat” olarak tavsif ediyorlardı.

Hattâ bu zamanlarda Mısır Câmi-ül Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahid Efendi İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde; Kürdis­tan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İstanbul ülemâsı, Şeyh Bahid’den bu genç hocanın ilzam edilmesini is­terler. Şeyh Bahid de bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir na­maz vakti Ayasofya Ca­mii’nden çıkıp çayhaneye oturul­duğunda bunu fırsat telakki eden Şeyh Bahid Efendi, yanında ülema hazır bu­lunduğu halde Bediüzzaman’a hi­taben:

¬}Å[¬9_«W²C­Q7²~«— ¬}Å[¬=_«"­‡²—«ž²~ ¬±s«& |¬4 ­ÄY­T«#_«8

Yâni: “Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?” der.

Şeyh Bahid Efendi’nin bu sualden maksadı; Bediüzzaman’ın şek olma­yan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateşpâre-i zekâsını tecrübe etmek değil, belki zaman-ı istikbale ait şiddet-i ihatasını ve idare-i âlemdeki siyasetini an­lamak idi. Buna karşı Bediüzzaman’ın verdiği cevap şu oldu:

_«8 _®8²Y«< ­f¬V«B«K«4 ¬}Å[¬8«Ÿ²,¬ž²_¬" °}«V¬8_«& _«"­‡²—«ž²~ Å–¬~

_«8 _®8²Y«< ­f¬V«B«K«4 ¬}Å[¬=_«"­‡²—«ž²²_¬" °}«V¬8_«& «}Å[¬9_«W²C­Q²7~ Å–¬~«—

«Yâni “Avrupa, bir İslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doğu­racak (Bak: 3420.p.sonu); Osmanlılar da Avrupa ile hâmiledir, o da onu doğu­racak.”

Bu cevaba karşı Şeyh Bahid Hazretleri:

-Bu gençle münazara edilmez, ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar ve­ciz ve beligane bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman’a hastır, de­miştir.» (T.H.52-54)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin