İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə15/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   169

285- «Bütün tarih-i beşeriyede kat’iyen misli görülmemiş ve Kavm-i Lut’un ba­şına yağan semavî taşlardan daha müdhiş taşlar, dinsizlik hesabına milyon­larla ehl-i imanı ve masumları edyan-ı semaviye ve kavanin-i İlahiye haricine dehşetli vasıta­larla sevkeden bir memleketi semavî taşlarla tokatla­masının bir mukaddemesi ola­rak, resmi gazetelerin kat’i haber verdikleri bir hâdise-i semaviyeyi, âdetime muhalif olarak bir Nur şakirdi bana haber verdi. Dedim: Yirmibeş sene gazetelerin hava­dislerini merak etmedim. Fakat bu taşlar, Risale-i Nur’un dinsizlere manevi tokatla­rını temsil ettiği cihette ve beş-altı sene evvel ondan haber verdiği için o şakirde de­dim: “Git, yalnız o hâdiseyi tamamıyla oku, tahkik et.”

O tahkik etti, geldi. Diyor ki: Bu baharda Rusya’nın Viladivostok Or­manla­rına, zemin yüzünde hiç emsali görülmeyen büyüklükte semadan taşlar düşmüş. Ve en büyüğü, 25 metre uzunluğunda ve 10 metre boyundadır. Düştüğünde et­rafındaki ağaçları devirmiş ve otuz kadar büyük çukurlar hu­sule getirmiş. Tedkik edilen par­çalarında; demir, çelik ve başka maddeler ka­rışık olarak mi­zansız bulunmaktadır.

İşte resmi gazetelerin kat’i verdikleri bu haber, 1360 sene evvel Sure-i Fil’in mucizane (105:4) ¯?«‡_«D¬E¬" ²v¬Z[¬8²h«# cümlesi ile, 1359 tarihinde dün­yayı dine ter­cih eden ve dinsizliği esas tutan, bir nevi medeniyet hesabına beşeri yoldan çıka­ranların başlarına, Ebabil kuşları gibi semavî tayyarelerden bom­ba­lar başlarına ine­cek ve semavî taşlar yağdırmasına mukaddemesi olacak diye haber veriyor. Ve (105:2) ¯u[¬V²N«# |¬4 aynen 1360 tarihini gösterip, da­lâletin cezası olarak Kavm-i Lut’un ba­şına gelen ahcar-ı semaviyeyi andıran semavi taşlar o tarihlerden sonra geleceğini haber verip tehdid ediyor. Ve Ri­sale-i Nur’un Sure-i Fil nüktesine ait be­yanatı içinde haşiyeli bu cümle var:

«Evet bu tokatlardan pür-şer beşer, şirkten şükre girmezse ve Kur’ana tar­ziye vermezse, melaike elleriyle de ahcar-ı semaviye başlarına yağacağını, bu sure bir mânâ-yı işarî ile tehdid ediyor.”

İşte bu fıkra doğrudan doğruya bu taşlara işareti olmasına iki emare var:

Birincisi: Şimdiye kadar gelen semavî taşlar bir-iki karış oldukları halde, böyle 25 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğinde dağ gibi taşlar, elbette semavatın dinsizliğe karşı bir alâmet-i hiddetidir. Sure-i Fil mu’cizane ona bakması, onun tef­siri ona işaret etmesi hakikattır. O hâdisenin o ihbara liyakatı var. Çünki emsalsiz­dir.

İkinci emaresi: Bütün zemin yüzünü ve nev-i beşeri tehdid eden dehşetli bir dinsizliğin merkezlerine gelmesidir. Ve dinsizler bunu hissetmişler ki; kü­çücük hâ­diseleri ehemmiyetle neşrettikleri halde, bir-iki aydır bu acib deh­şetli hâdi­seyi, elle­rinden geldiği kadar şaşaalandırmamağa çalışmışlar.» (E.L.I 230) (Yıl­dız enkazları olan göktaşları, bak: 4008.p.)

286- Bir şiir parçası:

«Fillerle varıp Kâbe’ye hem Ebrehe zâlim

İsterdi ki yapsın nice bin türlü mezalim

İsterdi ki o beyt yıkılıp şöhreti sönsün

Halk Kâbe’yi terkederek kiliseye dönsün

İsterdi ki çeksin doğacak nura bir sed

Hem doğmadan ölsün diye Mahbub-u Müebbed

Günlerce gidip Kâbe’ye hem yaklaşan ordu

Birdenbire bir tehlike sezmiş gibi durdu

Sür’atle gelip bir sürü kuş, semt-i bahirden

Taş harbine başlar pek acib hepsi birden

İndikçe havadan o muamma gibi taşar

Cansız yıkılıp yerlere yatmış nice başlar

Şahıyla beraber kocaman orduyu Mevla

Olsun diye Mahbub’a nişan, eyledi mevta.» (E.L.I.116)

287- qqASHAB-I KEHF rZ6 ¬_E.~ : Kur’an (18:9 ilâ 29) âyetlerinde bahsi geçen zatlar, din yolunda azimet ve tebliğ gayretine sahib olan muvahhid genç yi­ğitlerdi. Kendi devrelerinde hük­meden zalim hükümdarın, tebliğ vazifesini durdu­racak kadar şiddetli olan teca­vüz ve zulmünden dolayı, büyükçe bir mağarada giz­lenmişlerdi. Bu genç yiğit­ler, Allah’ın inayetiyle bir mucize olarak uykuya benzer bir halette, esahh olan kavle göre 309 sene mağaralarında yattılar. Çok derin ilmî hakikatları da tazammun eden bu uy­kularından kalktıklarında yarım veya bir gün kadar yat­tıklarını zannettiler. (Bak: 3911.p.) Mağarada yatarlarken kendilerini gö­renlerin çok korkacakları bir durumu Allah ihsan etmiş (Kur’an 18:18) olduğu için olsa gerektir ki, za­limler bu zatları imha etmek niyetiyle mağaraya vardıklarında içe­riye gireme­yip, ancak içeride ölmeleri için mağara kapısını taşlarla kapatmış­lardı. Bazı kaynakların nakline göre, bir çoban mağarayı koyunlarına barınak yapmak için kapı kısmını açmış ve binnetice yiğitler muzaffer olmuşlardı.

Ashab-ı Kehf hakkındaki âyetlerin beyanından anlaşılıyor ki, o devrede; ta­rihte ve asrımızda bazan görüldüğü gibi, tahripçi ve zalim bir cereyanın istibdadlı, inkârcı istilası olmuş ve hakkı müdafaa edenler korkutulup sustu­rul­muş, Ashab-ı Kehf gibi azimli mücahidler hakkında da yukarıda kaydedil­diği gibi imha planı takib edilmiş.

Evet hayatta vuku bulan küfrî istibdadların, Ashab-ı Kehf ile münasebetdar bulunduğu ve Kehf Suresinden ders ve ibret alınması gerek­tiği sebebiyle olmalı ki; rivayetlerde “Deccal fitnesinden istiaze ve tahaffuz için Sure-i Kehf’in baş kısmın­daki âyetlerden okuyun” buyurulur. (İbn-i Mace Kitab-ül Fiten 33. bab) Diğer bir hadiste de “Kehf Suresini okuyana göklere kadar yükselen bir nur ve­rilip deccal fit­nesinden korunur” buyuruluyor. (R.E. 1.cild sh:164) Yani tahkikî iman nuruyla deccal fitnesinin dehşetini anlayan mü’min, o fitnelerin tesirinden uzak kalır, gaflete düşürü­lemez. «Ashab-ı Kehf efendilerimiz beş veya sekiz delikanlı (asrımızdaki ta­hammül edilmeyen fenalık gibi) o asırda fenalıktan, fit­neden kaçarak mağa­raya iltica ettiler. Sebebi ise; Din-i Hak üzere bulunan ehl-i imanı, zamanla­rının padişahı olan Dakyanus putperestliğe davet edip.. kabul edenleri put­lara kurban kestirip, kabul etmiyenleri katliam ettiği sırada, Ashab-ı Kehf efendilerimiz mağaraya çekildiler.» (B.L.157)

288- Kur’anda zikredilen böyle kıssalardan en mühim maksad; kıssadan alına­cak hisse ve ibret dersidir. Meselâ bu kıssada en bariz görülen ibret dersi; şirk, küfür ve zulme karşı baş eğmemek ve Ashab-ı Kehf’in mağara kapısı ka­patıldığı gibi, içinde ölsünler diye hapsin tecridhanesinde kapılar kapatılsa da din yolunda her meşakkata sabr u sebat etmek salabetini gös­termek ve Allah’a tevekkül edip ta­zarru’da bulunmak gibi yüksek seciyeleri kazanmaktır. Böyle ana gayeleri nazara vermek için olsa gerektir ki Kur’an, insanlarca daha çok merak edilen ve teferruat sayılan malumatı vermemek­tedir. Meselâ bu kıssada bazı tefsirlerce üzerinde duru­lan mağaranın yeri, hâdisenin zamanı ve sair hu­suslar gibi...

Ashab-ı Kehf’in isimleri rivayette şöyle sıralanır: Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Sazenuş, Kefeştetayuş. Kendilerine sadık kö­pekle­rinin adı da Kıtmir’dir.



289- qqASHAB-I MEŞ’EME yW¶[L8 ¬_E.~ : Uğursuz, kötü, dine mu­halif olanlar. *Solak, sol tarafta, alçak mevkide bu­lunanlar. Kur’an (56:9) ve (90:19)da zikredilmektedir.

290- qqASHAB-I MEYMENE yXW[8 ¬_E.~ : Dinen ihtiram mevki­inde bulunan yüksek haysiyet sahibleri. Hayırlı kimse­ler. Kur’an (56:8) ve (90:18)de zik­redilmiştir.

291- qqASHAB-I RESS ±‰‡ ¬_E.~ : Kur’anda bahsi geçen bir kavim adı­dır. Kimler oldukları kat’i olarak tesbit edilemiyor. Ravilerin ekserisi, pey­gamberle­rine isyan eden ve onu öldürüp ku­yuya atan, bundan dolayı da Cenab-ı Hakk’ın helak ettiği bir kavim olduğu hakkında ittifak etmişlerdir. Kur’an (25:38) ve (50:12)de zikri geçer.

Kur’anın umum zamanlara ders veren mânâ külliyetine sahib olduğu kaide­sine binaen, Ashab-ı Ress’e ait âyetlerin mânâsı da yalnız o kavme münhasır değildir. Belki Ashab-ı Ress hakkında müfessirlerce beyan olunan mânâ ve va­sıflar, geçmişte ve gelecekteki zalim ve münkir kavim ve cere­yanlara da şamildir. Örülmemiş kuyu mânâsına gelen “ress” kelimesinden, zalimane öldürdükleri insanları gömmek için kuyular kazan Ashab-ı Ress gibi, katliamcı cereyanlara da bir işaret olsa gerektir.



292- qqASHAB-I RIDVAN –~Y/‡ ¬_E.~ : Cenab-ı Hakk’ın rızasıyla müj­delenen sahabeler (R. Anhüm). (Bak: Biat-ı Rıdvan)

293- qqASHAB-I SUFFA y±S. ¬_E.~ : Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygam­ber’in (A.S.M.) mescidine bitişik üstü ör­tülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada ya­şarlardı. Bu zatların yaşayışları ve halleri, dinî hizmet hayatı ba­kımından büyük de­ğer taşımaktadır. Devamlı olarak Peygamberimiz’in (A.S.M.) yanında bu­lunarak Kur’anın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyet’i öğ­renmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsî menfaatlarını terkederek tam bir İslâm fe­daisi ola­rak yaşarlardı. Bunlar ev­lenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffa’nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmi­yet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Peygamberimiz’in (A.S.M.) ha­dis-i şe­rifleri mü­kemmel bir şekilde muhafaza altına alınmış ve zamanımıza kadar hatta kı­yamete kadar sağlam bir şekilde devam etmesi sağlanmıştır.

Bu Ehl-i Suffa’nın ahvali, Kur’an-ı Kerim hizmetine ilk ve en mühim baş­langıç olduğu ve herkese büyük ibret ve ders teşkil edeceği için, Sahih-i Buhari Tercemesi 7. cildinin 62 ve 63. sahifelerindeki alâkalı kısmı nakledi­yoruz:

«Suffa, Kamus Mütercimi’nin dediği gibi ve hepimizin bildiği veçhile, eski yer­lerdeki sed, seki gibi yüksekçe eyvana denir. Lisanımızda tahrifle “sofa” ta­bir olu­nur. Ehl-i Suffa buna izafe edilmiştir. Ashab-ı Suffa; aileden cüda, gaile-i dünyeviyeden azade ve bütün mânâsı ile feragatkâr bir hayata malik olan bir zümre-i mübarekenin ekseri vakitleri Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) huzurunda ge­çerdi. Daima Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) ahz-ı feyz ederlerdi. Taraf-ı Peygamberîden tayin buyurulan muallimler marifetiyle de kendilerine Kur’an talim edilirdi. Bunlardan yetişenler, müslüman olan ka­bilelere, talim-i Kur’an için gönderilirdi. Bu cihetle bunlara “Kurra” deni­lirdi. Bu suffaya da “Dar-ul Kurra” demek en münasib bir isimdir. Nur-u Kur’anın lemhat-ül basar denile­bilecek derecede az bir zaman zar­fında âfak-ı âleme intişar etmesi, bu ilim oca­ğının yetiştirdiği güzideler sayesinde müyes­ser olmuştur.

Mütevazi ve fakat çok feyyaz olan 400-500 raddesinde daima Kur’an ile, ica­bında gaza ile meşgul olan bir irfan-ı Kur’an ordusu bulunuyordu. İçle­rinden teeh­hül edenler, kadro haricine çıkardı. Fakat yenileri ile ikmal edi­lirdi. Burası bütün mânâsı ile leylî ve meccanî bir dar-ül ilim idi. Müdavimleri ne ticaretle, ne bir sanat ve harasetle iştigal etmezdi. Maişetleri taraf-ı Risaletpenahîden ve agniya-i ashab ta­rafından temin edilirdi. Bu hakikatı, Ehl-i Suffa’nın mübarek simalarından birisi olan Ebu Hüreyre (R.A.) kendi­sinin çok hadis rivayet etti­ğinden şikayet edenlere karşı verdiği şu müskit ce­vabında pek güzel ifade et­miştir:

«Benim kesret-i rivayetim çok görülmesin. Muhacir kardeşlerimiz çarşı­daki, pa­zardaki ticaretleri ile, Ensar kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçeler­deki zira­atları ile meşgul bulundukları sırada Ebu Hüreyre, Peygamber’in (A.S.M.) mü­barek nasihatlarını hıfzediyordu.» demişti.

294- Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ashab-ı Suffa’nın maişeti ile, talim ve terbi­yesi ile pek yakından alâkadar olurdu. Hatta saadethaneleri ihtiyacatı ile ikinci derecede meşgul bulunurdu. Bir kerre Hz. Fatıma (R.A.) el değirmeni ile un öğütmekten usandığından şikayet ederek bir hizmetçi istediğinde, Re­sul-i Ek­rem’in (A.S.M.) “Kızım sen ne söylüyorsun? Henüz Ehl-i Suffa’nın maişetini yoluna koyamadım” buyurmuştu.

Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) hiç bir mev’izaları, hiç bir hitabeleri yoktur ki, bunun iradı sırasında Ashab-ı Suffa orada hazır bulunmasın; dinleyip, hıfze­de­rek diğer as­haba nakletmesin... Bu suretle ahkâm-ı İslâmiyenin hıfz ve naklinde Ehl-i Suffa’nın pek müstesna tesirleri görülmüştür. İçlerinde Ebu Hüreyre (R.A.) gibi müstesnalar yetiştiği gibi, ilmî varlık göstermiyenler de vardı. Fakat hangi türlü tedris gösterebilir ki; umumi surette böyle sihir-âmiz bir feyiz verebilmiş olsun...» (Bak: Hicret, Mücahede)



Atıf notları:

-Bir bardak süt ile Ahab-ı Suffa cemaatını doyuran bereket mucizesi, bak: 429.p.

-Ashab-ı Suffa ve onlar gibi fisebilillah dine hizmet edenlerin bazı vasıfları ve ze­kâta lâyık oldukları, bak: 4050-4053.p.lar

-Ashab-ı Suffanın cemaat dersleri, bak: 3701.p.

295- Kur’an (11:27,29,30) ve (26:111-114) âyetlerinde de görüleceği gibi; mahviyetkârane ve fedakârane dine hizmet eden ve dünyevî şöhreti olmıyan fa­kir­lere itibar etmemek ve onların Resulullah’a tebaiyetlerini ehemmiyetsiz gör­mek ve geri saflara itmek ve tahakkümleri altına almak istiyenlere, yani dünyevî şan ü şeref sahibi olan mütekebbirlere rağmen Kur’anda (6:52) âyeti Ashab-ı Suffa’ya ve dola­yısıyla dine hizmet yolunda Ashab-ı Suffa gibi, yani hakiki keyfiyeti teşkil eden tam ihlas, sadakat, sebat, takva ve rıza-yı İlahîyi niyet et­mek gibi meziyetlere sahib olup fisebîlillah dine hizmet için vakf-ı hayat eden­lere ciddi ehemmiyet verdiğinden, bu âyetle alâkalı tefsirden bir kısmını aşağıda dercediyoruz. Şöyle ki:

«Müttakilere ikram ve tebşir için buyuruluyor ki: (6:52) «w<¬gÅ7~ ¬…­h²O«# «ž«— Ve şöyle müttakileri koğma ki, ¬±|¬L«Q²7~«— ¬?«—«f«R²7_¬" ²v­ZÅ"«‡ «–Y­2²f«< sabah akşam yani her zaman Rablarına dua ve ibadet ederler ve ederken ­y«Z²%«— «–—­f<¬h­< sırf onun -o Rabb-ül Âlemîn’in- cemâlini, rızasını isterler. Hulus-i niyet ile ve ancak Allah’a te­veccüh ederek daima dua ve ibadet ederler.

¯š²|«- ²w¬8 ²v¬Z¬"_«K¬& ²w¬8 «t²[«V«2_«8 Onların hesablarından hiçbir şey sana ait de­ğil, ¯š²|«- ²w¬8 ²v¬Z²[«V«2 «t¬"_«K¬& ²w¬8_«8«— senin hesabından hiç bir şey de onlara ait değildir -ki muhasebe vazifesi veya endişesiyle- ²v­;«…­h²O«B«4 onları koğasın. Bina­ena­leyh koğma. Koğarsan «w[¬W¬7_ÅP7~ «w¬8 ­–Y­U«B«4 zalimlerden olursun.

Rivayet olunuyor ki: Kureyş’in ileri gelenlerinden bir takımları Hz. Pey­gamber’e uğramışlar. Yanında Süheyb, Cenab, Bilal, Ammar, Selman ve sair fukara-i müslimîn bulunuyormuş. “Ya Muhammed! Sen kavminden vazgeç­tin de bunlara mı razı oldun? Biz bunların arkasından mı gideceğiz? Bunları yanın­dan tardetsen, biz senin meclisine gelir, konuşur, belki ittiba ederiz” demişler.

Resulullah «w[¬X¬8ÌY­W²7~ ¬…¬‡_«O¬" _«9«~_«8 Ben mü’minleri tardetmem buyur­muş.

«O halde biz geldiğimiz vakit bunları kaldır, gittiğimiz vakit istersen ya­nında oturt” demişler. Hz. Ömer de “Ya Resulallah, yapsan bakalım ne ola­cak­lar?” demiş. Sonra onlara ilhah etmişler ve bunun yazılmasını istemişler. Resulullah da yazılmak için bir sahife ile Hz. Ali’yi çağırtmış. Ve bu âyet, «w[¬8¬h²D­W²7~ ­u[¬A«, «w[¬A«B²K«B¬7«— (6:55) kadar bu sebeble nazil olmuş­tur. Bunun üzerine Resulullah sahifeyi atmış ve Hz. Ömer sözüne i’tizar etmiş­tir.

Selman ve Cenab (R.Anhüma) demişlerdir ki: “Bu âyet, bizlerin hak­kında nazil oldu. Resulullah bizimle beraber oturur ve biz kendisine dizimiz mübarek dizine dokununcaya kadar yaklaşırdık ve istediği zaman yanımızdan kalkardı. Sonra Sure-i Kehf’te

¬±|¬L«Q²7~«— ¬?—«f«R²7_¬" ²v­ZÅ"«‡ «–Y­2²f«< «w<¬gÅ7~ «p«8 «t«K²S«9 ²h¬A².~«— (18:28) nazil oldu ve binaen aleyh biz kalkmadan kalkmayı terk buyurdu ve dedi ki:

«h¬A².«~ ²–«~ |¬9«h«8«~ |ÅB«& |¬X²B­W«< ²v«7 >¬gÅ7~ ¬y±V¬7 ­f²W«E²7«~

(25) ­€_«W«W²7~ ²v­U«Q«8«— _«[²E«W²7~ ­v­U«Q«8 |¬BÅ8­~ ²w¬8 ¯•²Y«5 «p«8 |¬K²S«9

Hamdolsun Allah’a ki; ümmetimden bir kavim ile beraber nefsime sab­ret­tir­memi bana emretmeden beni öldürmedi. Hayat sizinle, memat sizinle.” ilh...» (E.T.1940-1941) (İ.A. Ehlüssuffa maddesinde; bu âyetin bazı müfessirlerce Ashab-ı Suffa hakkında nazil olduğu söylenmiştir, denilmektedir.)

İşte yukarıda görüldüğü gibi; din yolunda hiçbir karşılık beklemeden, yalnız rıza-yı İlahî için hasr-ı hayat eden Ashab-ı Suffa’ya âyetin emriyle ha­yat bo­yunca dine hizmet beraberliğini, Peygamberimiz (A.S.M.) “Hayat si­zinle, me­mat sizinle” diyerek heyecanlı ifadesiyle müjdelemiştir. Bu müjde­nin ifade et­tiği derin mânâ, ciddi bir şekilde mülahaza edilmelidir.

Hem dünyevî şan ü şeref sahibi olmadıklarından mütekebbirlerce beğe­nil­me­yen bu gibi fedakârlara, (7:49) âyeti uhrevî zafer şerefini de müjdeler. İbn-i Mace 37. kitab-üz Zühd 4. Babda ve aynı eserin 3989. hadisinde, ga­fillerce de­ğerleri tak­dir edilmeyen fakat Allah indinde şerefli olan kimseler beyan edilir. (Bak: 3941.p.)

İki atıf notu:

-Cemiyette şöhretten uzak ve gizli kalan zatlar, bak: 1517.p.

-Hz. Muaviye’nin ders halkasında oturan Ashab-ı Suffa’ya hayat boyunca yerle­rinde otu­rup durmalarının sebebini sorması, bak: 3701.p.

296- Hem ümmet içinde din için Ashab-ı Suffa gibi yaşıyanlara bir müjde-i Peygamberî (A.S.M.) da şu hadis-i şeriftir:

¬a²QÅX7~|«V«2 |¬BÅ8­~ ²w¬8 «|¬T«" ²w«W«4 Þ ¬}ÅSÇM7~ «_«E².«~_«< ~—­h¬L²"«~

¬}«8_«[¬T²7~ «•²Y«< |¬=_«T«4­‡ ²w¬8 ­yÅ9¬_«4 ¬y[¬4 «Y­; _«W¬" _®[¬/~«‡ ¬y²[«V«2 ²v­B²9«~ >¬gÅ7~

(26) Meali: “Sizlere müjde ey Ashab-ı Suffa! Sizden sonraki ümmetimden si­zin üzerinde olduğunuz vasıf ile (yaşadığınız evsaf ile) devam edenler ve o hale razı olanlar, kıyamet gününde benim refiklerimdirler” diyerek cihandeğer Peygamber (A.S.M.) arkadaşlığını kazanmayı müjdelemiştir. El­bette ki bu müj­deye mazhar olan din hâdimlerini seven ve himayesine çalı­şanlar da, bu müjde­den hissedar olurlar. Hatta Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’i dahi, bu din fedailerinin beraberinde olmak sebe­biyle, Cennet’e gireceği müjdelendi. (Bak: 1264.p.) De­mek hak uğrunda feda-i nefs eden cemaat-ı mücahidîn ve hatta onlara mensu­biyet dahi o kadar ehemmiyetli ki, Kıtmir’i dahi Cennetlik ediyor.

Mevlana Cami Hazretlerinin Farsçadan tercüme edilen şu sözü bu mev­zuda ne kadar manidardır:

«Ya Resulallah! Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Sahabelerinin cemaatı içinde Cennet’e girsem ne olur!.. Onun (Kıtmir’in) Cennet’e benim Cehen­nem’e girmem reva mı? O Ashab-ı Kehf’in köpeği, ben ise Ashabının kö­peği...” (Mezkûr tercüme, Sözler sh: 488’deki Farsça metinden yapıldı.)

İslâm hayatının ve Kur’an hakikatlarının gizli ve aşikâr düşmanlarından ko­runmasında, en üstün derecede gayret sahibi olan böyle mücahidîne ve feda­kârlara bilerek muhalefet edenlerin veya ehemmiyetsiz görenlerin hali nice olur?

Sahih-i Müslim tercemesi 6. cild 147. hadiste de; kurra denen ve gündüz Ashab-ı Suffa’nın maişetiyle de meşgul olup gece derslerine devam eden Ensar’dan 70 fedakâr Sahabeden haber verilir.

Kur’an (59:9) âyeti Ensar’ın, Muhacirler’i Allah için sevip yardım ettikle­rini be­yan eder.

Ashab-ı Suffa hakkında daha pek çok rivayetler vardır. Bunların toplan­ması büyük yekûn teşkil edeceğinden, ansiklopediye mütenasib olacak öl­çüyü nazara ala­rak bu kadarla iktifa ettik.

İşte Ashab-ı Suffa böyle mahrumiyetler içinde sabır ve fedakârane hiz­met gös­termişlerdir.

297- Burada hatıra gelebilen şöyle bir sual var:

Bu kadar ciddiyetle hizmet eden bu Suffa Cemaatı neden devam etmedi? Hem büyük bir hassasiyetle Ashab-ı Suffa’ya ihtimam gösteren Resulullah (A.S.M.) bu cemaat-ı mücahidînin devamlılığını neden teminat altına almadı?

Cevaben denir ki: Fahr-i Âlem (A.S.M.) nazar-ı Nübüvvetle görüyordu ki, bu fedakârane olan hizmet-i diniye, Âl-i Beyt silsilesinin manevi kahra­manla­rına intikal edecekti. Evet Âl-i Beyt ihlas, sadakat, istiğna, fedakârlık ve içtimaî gıll u gıştan azadelik gibi Ashab-ı Suffa’nın temel hususiyetlerini de­ğiştirmeden ve bu sıfatlarla da muttasıf olarak, çok genişlemiş olan âlem-i İslâm’ın manevi hayatiyetini muha­faza yolunda çalışmışlar ve âlem-i İslâm’a merkez-i maneviye olmuşlardır. Cesed ruhsuz duramadığı gibi, cemiyet-i İslâmiye bünyesi de, ma­nevi şahsiyetlere istinad etmezse ayakta duramaz. Bu meseleyi hakikatıyla an­lamak için “Âl-i Beyt” kelime­sindeki izaha bakınız.

İşte bu cemaat-ı mücahidîn-i İslâmiye olan Âl-i Beyt’in manevî şahsiyet­leri, âlem-i İslâm’ın bir merkez-i manevîsi olarak asırlarca devam etmişler ve hiz­met-i diniyeyi herşeyin üstünde tutarak dinin muhafazasına çalışmışlardır. Bü­tün âlem-i İslâm’ın tam bir itimad ve hürmetle bağlanmaları ve İslâm’ın mer­kez-i maneviyeleri olmaları için kader-i İlahî, Âl-i Beyt silsilesindeki ma­nevi kahramanların ellerini, ta­rafgirlik ve keşmekeşliğin zemini olan siyasî saltanat­tan çekti ve böylece gönüllerde müessir ebedî sultanlar oldular. (Bak: 1331 ilâ 1334.p.a kadar)

En sonunda yani âhirzaman fitnesinde 1749, 1750.p.larda zikredilen ha­dis­lerin ihbarıyla, İslâm’ın ilk devrine benzer bir vaziyet olacak. Yani Muha­cirîn ve Ashab-ı Suffa gurebası gibi, dine hizmet için evinden ve diyarından uzak­laşmış gariblerle ihya-i din ve cihad-ı manevî yapılacak, fitne cereyanının boz­duğu Sünnet-i Nebe­viye ihya edilecektir. Bu fedakârlar zümresi (cemaat-ı kalile, bak: 958/1 ve 1979.p.sonu) hizmet-i imaniyenin büyük cemaatı içinde manevî merkeziyet teşkil edecektir.

Demek 296.p.da geçen rivayetteki “Sizden sonraki ümmetimden” ifade­siyle açıkça haber verilen ve teşvik edilen Ashab-ı Suffa’nın devamı, İslâm’ın son devre­sinde tahakkuk eder ve ona bakar. Evet Âl-i Beyt keyfiyet şartları bakı­mından Ashab-ı Suffa’nın vazifesine kemâl-i ciddiyetle sahib çıkmışlar­dır. Fa­kat zahirî şekil bakımından, yani mücerredlik, hicret (kendi vatanından uzaklık, (bak: 1294/1.p.) ve dünya meşgalelerinden azadelik gibi zahirî şekil bakımından ise, İslâm’ın ilk devresi ile son devresi birbirine çok benzer.

Esasen Risale-i Nur’un haslar dairesi, Âl-i Beyt’in son halkası denilebilir. (Bak. E.72 p.son, 267 p.son ve Ş.452 p.2) Yani Ashab-ı Suffa’nın kalkma­sıyla beraber vazifeleri son bulmadı. Âl-i Beyt’e intikalen devam etti. Bilhassa âhirzamanda Risale-i Nur’la aynı vazife devam ettiriliyor.

Elhasıl: Ashab-ı Suffa’nın yüklendikleri hizmet hayatı ve Ashab-ı Suffa mânâsı durmamış, mahiyeti ve hususiyetleri değişmeden Âl-i Beyt’in manevi kahramanlar silsilesine intikal ederek devam etmiştir. Kıyamete kadar dahi bu tarz hizmet-i di­niye, haslar dairesi denen ehl-i hizmet ile devam edecektir.

Bu husus |¬BÅ8­~ °}«S¬¶<_«0 ­Ä~«i«# «ž ilh... hadis-i şerifleri ile de müeyyeddir. (Buhari 96. kitab 10. bab) Bunun aksini iddia etmek, din hizme­tinde azamî fedakâr­lığı ve bunun hakkındaki delail ve tebşiratı inkâr mânâsına gelir. Hatta Bediüzzaman Haz­retlerinin vasiyetnamelerinde, hassaten ve ehem­mi­yetle din hiz­metine hayatını vak­fedenlerin devamlılığı üzerinde durulur. (Bak: Vakf-ı Hayat)

Bir atıf notu:

-İmam-ı Rabbanî’nin (R.A.) Ashab-ı Suffa’ya işaret eden mektubu, bak: 2477/1.p.

-Ashab-ı Suffa’nın kendi aralarındaki dersleri, bak: 3701.p.

298- qqASHAB-ÜŞ ŞİMAL Ä_WL7~ _E.~ : Amel defterleri sol tarafla­rın­dan verilecek olan Cehennemlik kimseler. Sol­cular. Kur’an (56:9,41) ve (90:19) âyetle­rinde geçer.

299- qqASHAB-I UHDUD …—f'~ _E.~ : Cenab-ı Hakk’a iman ve itaat edenleri çukurlara doldurup yakan veya sopa ile döven firavun gibi za­lim kimseler ve cereyanlar. Kur’an (85:4.8)de geçer.

300- qqASHAB-I YEMİN w[W< _E.~ : Ahd ve yeminlerinde sebat eden­ler. Allah’a itaatleri ve amelleri iyi olup âhirette amel defterleri sağ ta­raftan verilecek olanlar. Mukaddesatçılar. Kur’an ve iman yolunda Allah (C.C.) için çalışanlar ve bunlara tarafdar olanlar. Kur’an (56:8,27,38) (74:39) ve (90:19) âyetlerinde geçer.

301- qqASR (ASIR) hM2 : Bir devrelik zaman. *İkindi vakti. *Zamanın bir cüz’ü. Yüz yıl. *Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet. İnsanın or­talama yaşayış za­manı. *Gece ve gündüzden herbiri. *Birisinin aşi­reti. *Men’etmek. *Suyunu çı­karmak için bir şeyi sıkmak. (Bak: Zaman)

301/1- Asır, Kur’an’da 103. Surenin ismi olup, bu surenin başında asr’a yemin edilmekle pek büyük ehemmiyeti bildirilmiştir. Surede zikredilen husu­siyetlere sahib olan her bir devir, bu surenin daire-i şümulüne girer. Aşağıdaki parça bu su­renin asrımıza bakan mânâ vecihlerinden bir nümunesidir. Şöyle ki:

«Her asra hitab ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade bakan (103:1,2)

¯h²K­'|¬S«7 «–_«K²9¬ž²~ Å–¬~ ¬h²M«Q²7~«— âyetindeki ¯h²K­' |¬S«7 «–_«K²9¬ž²~ Å–¬~ (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üçyüz yirmidört (1324) (1908) edip, hürri­yet inkılâbıyla başlıyan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlûbiyetleri ve deh­şetli muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzele­leri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî­nin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasaret-i insaniye ile ¯h²K­'|¬S«7 «–_«K²9¬ž~ Å–¬~ âyetinin bu asra dahi bir hakikatı, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’cazını gösteriyor.

(103:3) ¬€_«E¬7_ÅM7~ ~Y­V¬W«2«— ~Y­X«8³~ «w<¬gÅ7~ ެ~ (âhirdeki €, ; sayı­lır, şedde sayı­lır ise) makam-ı cifrîsi bin üçyüz ellisekiz ve dokuz (1942-43) olan bu sene­nin ve gele­cek senenin aynı tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus mânevi hasaretlerden kurtulmanın çare-i yeganesi, iman ve a’mâl-i sâliha ol­duğu gibi ve mefhum-u mu­halifiyle, o hasaretin de sebeb-i yeganesi kü­für ve küfran, şükürsüz­lük yani imansız­lık, fısk ve sefahet olduğunu gösterdi. Sure-i

¬h²M«Q²7~«— nin azametini ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikın hazinesi olduğunu tasdik ederek, Cenab-ı Hakk’a şükrettik.» (K.L.204)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin