İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ


Maneviyatı ve Allah’ı inkâr eden maddiyyunların mesleği. (Bak: Maddiyyun) 2262- qq



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə93/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   89   90   91   92   93   94   95   96   ...   169
: Maneviyatı ve Allah’ı inkâr eden maddiyyunların mesleği. (Bak: Maddiyyun)

2262- qqMATÜRİDÎ >f<‡Y#_8 : Ehl-i Sünnet itikad imamlarından Ebu Mansur-u Matüridî, Semerkand şehrinin Matürid köyünde doğmuştur. Hi: 280-332 tarihleri arasında yaşamıştır.

Amelde Hanefî mezhebinden olanlar, itikadda (ekseriyetle) Matüridî mezhe­bindendir. Çünki bu zat, ehl-i sünnet itikadına muhalif görüşleri, eserleriyle redde­derek ıslah etmiştir.



Atıf notu:

-İtikadda mezheb imanları, bak: 2410-2414.p.lar.

2263- qqMEAL ij_8 : Bir ibarenin kısaca manası.

“Meal, te’vilin me’hazı olan “evl” manasına masdar-ı mimîdir. Bir şeyin vara­cağı gaye manasına ism-i mekân da olur ki, te’vilin hasılı demektir. Bun­dan başka, meal; bir şeyi eksiltmek manasına da gelir. Onun için örfte bir kelâmın manasını her vechile aynen değil de, biraz noksanıyla hasılına göre ifade etmeğe de meal denil­miştir. “(E.T.Mukaddimede 30) (Bak: Te’vil)



2264- qqMECAZ ˆ_D8 : (Cevaz.dan) Geçecek yer. Yol. *Ebd: Bir hu­susu anlatmak için kelime veya cümlenin hakiki manası ile değil de, anlatıl­mak istenen şeye benzer başka ifade şekli ile anlatmak. (Bak: Kinaiyyat, Müteşabihat)

Edebiyat Lügatı’nın, “Mecaz” maddesinde şu tafsilat vardır. “Bir kelime kendi manasında kullanılırsa, hakikat olur. Eğer bir münasebetle asıl mana­sından başka bir manada istimal edilir ve kendi manasında kullanılmasında “karine-i mania” bulu­nursa, “mecaz”dır. Meselâ; tahta kelimesi, ağaçtan sa­tıh manasına olduğu halde hakikattır. Fakat-yazı levhası-manasına kullanılır. Faraza, muallim tarafından tale­beye “Tahta başına geç” denilirse, mecazdır. Çünkü, levhanın tahtadan yapılmış olması münasebeti ile, bir de başına ge­çilecek tahtanın ancak yazı tahtası olup dö­şeme ve tavan tahtalarının başına geçilemiyeceği karine-i maniası ile, o kelime haki­kat manasından mecaz ma­nasına naklolunmuştur.

Nakildeki münasebete alâka denilir. Alâkası teşbih olan mecazlar istiare, başka türlü alâkası bulunanlar da mecaz-ı mürsel’dir. Mecaz-ı mürselin alâ­kaları teşbihten başkadır ve en meşhurları şunlardır.

2265- l- Hulul: Hakikat ve mecaz manalarında birinin ötekine mahal ol­masıdır. “Derse girildi” denildiği vakit, hal olan dersin söylenip onun mahalli bulunan ders­hanenin kastedilmesi. “Yemekhaneye indi” denilince de, mahal bulunan yemekha­nenin zikrolunup yemeğe inildi, denilmek istenmesi gibi.

Manaca cüz’î bir fark ile buna, zarfiyyet-mazrufet alâkası da diyebiliriz.

2- Sebebiyet, müsebbebiyet: Hakiki ve mecazî manalardan birinin diğe­rine sebeb müsebbeb olmasıdır. “Bir muharrir, kalemiyle geçinir” cümle­sinde sebeb olan kalemin zikredilip müsebbeb olan yazı ücretinin kastedil­mesi; kar yağarken söylenilen “bereket yağıyor” cümlesindeki müsebbeb olan bereketin zikredilip, sebeb olan karın murad edilmesi gibi.

3- Cüz’iyet, külliyet: Hakikat ve mecaz manalarından biri, diğerinin cüz’ü olma­sıdır. Diğer bir tabir ile; bir şeyin bütünü kastedilmesidir.

“Marmara’dan her yelken

Uçar gibi neş’eli”

beytindeki yelken kelimesi gibi (ki, onun zikriyle bütünü söylenip par­çası, yahut parçası söylenip bütünü bulunan kayık murad edilmiştir.)

4- Itlak ve takyid: Hakikat ve mecaz manalarından birinin mutlak yani umuma; o birinin mukayyed, yani hususa delalet eder olmasıdır. Hayvan ke­limesindeki mana umumidir. Hayvan deyip de meselâ “at”ı murad etmek onu mukayyed bir manada kullanmak demek olacağından”mecaz” olur.

5- Kevniyyet: Bir şeye eski halinin ismini vermektir. Bir validenin, yetiş­miş oğ­luna; “bizim çocuk” demesi gibi.

6- Evveliyyet: Bir şeyi sonra olacağı isim ile zikretmektir. Tıbbiye ve de­niz mekteblerine yeni girmiş talebeye “doktor ve kaptan” denilmesi gibi.”

Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse, hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar, “ (H.Ş.120)

Bir atıf notu:

-Teşbih ve temsiller havastan avama geçince hakikat telakki edilir, bak: 268.p.

2266- qqMECELLE y±VD8 : Aslında hikmet yazılı sahife olup, bazı lügat mü­tehassıslarına göre, bu kelime her kitab için de kullanılabilir. Hususi ma­nada Me­celle, Osmanlı imparatorluğunda 1868 tarihinden 1926 tarihine ka­dar, Medeni Ka­nun olarak mer’î bulunan ve “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye” adını taşıyan kanuna de­nilir. Mecelle, İslâm Hukuku’nun ilk kanunlaştırılmış olan bir kısmıdır.

Sadrazam Ali Paşa’nın layihasından da anlaşıldığı üzere Fransız Medeni Ka­nunu’nun kabulü takarrür etmiş iken, Cevdet Paşa’nın gayreti ile, fıkha dayanan bu kanun kabul olunmuştur. İslâm Hukuk âlimlerinin re’y ve içtihadlarının bir araya toplanması için, bu tarihe kadar İslâm âleminde bü­yük bir teşebbüs yapılmamış idi.

Mecelle, “def-i mefasidin celb-i menafi’den evla” olduğu temeli ile ah­lâka da­yanmakta ve “celb-i menafi’in def-i mefaside tekaddümü”ne istinad eden ve men­faati esas tutan Garp Hukuku’ndan ayrılmaktadır.

2267- ...Mecelle’nin muhtelif kitabları başka başka zamanlarda, ayrı ayrı neşre­dilip, yürürlüğe konulmuştur. Mukaddimesi ile Bey’ bahsini ihtiva eden ilk kitabı 1870’de ve 16. ve sonuncu kitabı olan Kaza ise, 1877’de neşredil­miştir. Mecelle, medeni kanun vazifesini görmüş olmakla beraber, medeni hukukun bütün hü­kümlerini ihtiva etmediğinden, diğer Avrupa medeni ka­nunlarına benzemez. 1851 madde olan bu eser, bir mukaddeme ile 16 kitabdan mürekkeptir. Bunlar sırası ile, Bey’, İcare, Kefalet, Havale, Rehin, Emanat, Hibe, Gisp, Hacir, İkrah, Şüf’a, Şirket, Vekalet, Sulh ve ibra, İkrar, Dava, Beyyine ve Kaza kitaplarından ibarettir.

Mecelle’nin muhtelif kitaplarında ve muhtelif akidler vesilesi ile koyduğu hü­kümlerde daima kendi adalet ve hakkaniyet ölçüsü dahilinde bir müvazene kurmak ve haksız bir menfaat te’minine yer vermemek temayülü sezilir. Aynı zamanda her meseleyi teferruatına kadar tanzim ederek, ihtilaf­lara, indî ve keyfî olabilecek tak­dirlere yer bırakmaz ve netice itibarı ile hâ­kimlere pek az takdir hakkı tanır. İşte bu yüzden, Mecelle’de Garp medeni kanunlarında görülmeyen teferruata ait hükümler vardır ve bunlar tefsirî mahiyette olmayıp, âmir hükümlerdir.



2268- ...Cemiyeti teşkil eden zevatın beraberce çalışmaları mahsulü olan Me­celle’yi, Cevdet Paşa tarafından te’lif edilmiş bir eser olarak göstermek doğru değil­dir. Cevdet Paşa’nın meseleleri toplayıp tertiplemede, tercüme ve tahrirde, kitapları bablara bölme ve sırayı tayin ve tertipte, hatta tab’, tashih ve neşirde büyük himmeti geçmiştir. Mecelle, muhtelif yabancı dillere de tercüme edilmiştir.

Mecelle 1926 senesinde İsviçre kanunlarından iktibas edilen Medeni Ka­nun ile Borçlar Kanunu’nun kabulüne kadar, Türkiye’de yürürlükte kalmış­tır. (İslâm An­siklopedisi’nden) (Bak: Şeriat)



2269- qqMECUSİ |,YD8 : Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan bi­risi­nin adıdır. Ateşperestlik ayinine sebeb olduğundan, Ateşperestlere bu isim veril­miştir. *Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse.

2270- Çok hakikatları ifade ile beraber Mecusiliğe de işaret eden bir âyet-i ke­rimede şöyle buyuruluyor:

“(6:100) Åw¬D²7~ «š_«6«h­- ¬y±V¬7 ~Y­V«Q«%«— Allah’a cinleri türlü türlü şerikler kıl­dılar..

İbn-i abbas’tan bir rivayete göre de işbu Sure-i Saffat’daki

(37:158) _®A«K«9 ¬}ÅX¬D²7~ «w²[«"«— ­y«X²[¬" ~Y­V«Q«%«— âyetinin de delaleti veçhile, Allah ile İblis beynlerinde bir neseb alâkası iktiza eden, mütekabil iki birader gibi ad­dederek ha­yırların hâlikı Allah, şerrin hâlikı İblis’tir” diyen zenadika hak­kında nazil olmuştur ki; bu surette de evvela Mecus itikadına ve saniyen buna benziyenlere alâkadar olur. Zira alel’umum Mecus, bu âlemdeki bütün hayırlar Nur’dan ve tabir-i âharla Yez­dan’dan, bütün şerler de Zulmet’ten ve tabir-i âharla Ehremen’dendir, diye bir iki­liğe kail olduklarından suret-i umumiyede “Sineviyye” ünvanını almışlardır. Ve esa­sen Zerdüşt’ün “Zeynd” kitabına nisbeti ifade eden Farisîde “zendik” ve Arabîde “zındık” ve bunun cemi’ olarak zenadika, alel-umum Mecusun lakabıdır. Bütün Me­cus mezhebinde anası ve kızkardeşi gibi meharimini tezevvüc etmek helal adde­dildiği gibi yine Mecus içinde haram ve helal ahkâmına i’tikad etmiyen, “hurremdiniler” tabir olunan, eski bir İbahiye fırkası ve kezalik alel-umum kadın­larda emvalde, ot su mer’a gibi iştirake kail olan ve Mezdekiyye denilen bir iştirakiyye fırkası dahi bulunduğu cihetle, zındık bilhassa dinsiz ve itikadsız mana­sına da örf olmuş ise de esasen zenadika, Zerdüşt’ün “Zendavesta”sı dolayısıyla alel-umum Mecus demektir. Mecus’un hissî bir nokta-i nazar iş’ar eden Nur ve Zulmet isimleriyle ifade ettikleri bu ikilik akideleri, surenin başında

(6:l) «–Y­7¬f²Q«< ²v¬Z¬±"«h¬" ~—­h«S«6 «w<¬gÅ7~ Åv­$ «‡YÇX7~«— ¬€_«W­VÇP7~ «u«Q«%«— kavl-i celili ile şümullü bir su­rette takbih olunduğu gibi, Yezdan ve Ehremen veya Hürmüz ve Ehremen diye maba’dettabiî ve manevi bir nokta-i nazardan ifade eden şirkleri de burada “cin” mantukiyle takbih ve reddolunmuştur. Çünkü Ehremen, İslâm’da İb­lis denilendir ve İblis ¬y¬±"«‡ ¬h²8«~ ²w«2 «s«K«S«4 ¬±w¬D²7~ «w¬8 «–_«6 (18:50) medlûlünce cin­dendir. Gerçi müfessirînin ve Milel ü Nihal’de Şehristanî’nin beyanları veçhile, Me­cusilerin bu babda birçok ihtilafatı var­dır.” (E.T. 1998)

2271- qqMEDENİYET }[9f8 : Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşa­yış. *Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münasebetlerde, ilim ve fen ve san’atta te­kâmül etmiş cemiyetlerin hali. *İslâmiyet’in emirlerine göre, usulü dairesinde yaşayış. (Bak: Terakkiyat)

2272- “İnsanın fıtratı medenidir, ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşıyamadığından ebna-i cin­siyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara ma­nevi bir fiat vermeğe mecbur bu­lunduğundan fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-ı şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar; masum olmayan cani bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese ha­kiki özrü olsa, o müstesna.” (H.Ş.60)

2273- Kur’an nazarında ilim, fazilet ve adalet gibi müsbet esaslara daya­nan ha­kiki medeniyet makbul; bozuk ve sefih medeniyet ise merduttur.”Medeniyet-i ha­zıra felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı “cidal” tanır. Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet ve menfi milliyet” bilir. Ga­yesi, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hacat-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı “lehviyat”tır. Halbuki: Kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her ar­zuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır.Düstur-u ci­dalin şe’ni, çar­pışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğun­dan te­cavüzdür.

İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehasiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsız­lığa, sefalete at­mıştır.



2274- Amma hikmet-i Kur’aniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakk”ı ka­bul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-yı İlahî” kabul eder. Hayatta düs­tur-u cidal yerine “düstur-u teavün”ü esas tutar. Cemaatle­rin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayatı, “hevesat-ı nefsaniyenin nameşru tecavüzatına sed çekip ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemalat-ı insaniyeye sevkedip insan etmektir.” Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Fa­ziletin şe’ni, tesanüddür. Teavünün şe’ni, birbirinin imdanına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmareyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalata kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saa­det-i dareyndir.

İşte medeniyet-i hazıra, edyan-ı sabıka-i semaviyeden, bahusus Kur’anın irşadatından aldığı mehasinle beraber, Kur’ana karşı böyle hakikat nazarında mağlub düşmüştür.” (S.407)



2275- “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsa­maha veya teşebbühle medenilere yanaşmayın. Çünki, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de on­lara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.” (M.N. 126) (Bak: 3884/1.p.)

2276- “Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle, riyaya şan ve şeref namını vermiş. İnsanları da o pis ahlâka sevkediyor. Hakikaten insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi milletlere hatta unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellal, tarihleri de al­kışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar “hamiyet-i cahiliye” ünvanı altında unsurî hayatlara feda edilmektedir. “ (M.N.188)

İkaz edici mezkûr beyanlarıyla medeniyetin bozuk kısmını tenkid eden Bediüzzaman, 1909 senelerinin siyasî buhranlarını fırsat bularak açığa çıkan gayr-ı medeni hallere karşı sözlerine şöyle devam ediyor.



2277- “Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette laübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise; herkes şahid olsun ki, o saadet-sa­ray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağraza bedel, vilayat-ı şarkiyenin hür­riyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve ser­bestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarından tam manasıyla hükümfermadır.” (İ.M.Ş.46)

2278- “Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu me­deniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakiki medeniyet, nev’-i insanın te­rakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğin­den, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insa­niyeti istemektir.” (İ.M.Ş. 48)

“İslâmiyet ise insaniyet-i kübra ve şeriat ise medeniyet-i fuzla (en faziletli me­deniyet) olduğundan âlem-i İslâmiyet medine-i fâzıla-i eflâtuniye olmağa sezadır.” (İ.M.Ş. 40)



2279- “Şu medeniyet-i sefihe, küre-i arzı bir tek şehir hükmüne getirip ahalisi birbiriyle tanışmakla, her sabah ve akşam gazetelerle günahları ve malayaniyatı bir­birine nakledip öğretmektedir. İşte bu sefih medeniyet sebe­biyle, gaflet perdesi o kadar kalınlaşmış ve onun süs ve fantaziyeleriyle hicab o kadar kesafet peyda etmiş ki, adeta yırtılmaz bir hale gelmiş. Çok büyük bir himmetin sarfı lâzımdır ta yırtılsın.

Hem dahi o medeniyet-i habise, beşerin ruhuna dünyaya bakan hadsiz menfez ve ihtiyacat deliklerini açmıştır. Cenab-ı Hakk’ın hususi lütfuna mazhar olmuş olanlardan başka, bu delikleri kapamak gayet çetin ve müşkül olmuştur.” (M.Nu.246)



2280- “Bunu da inkâr etmem. Medeniyette vardır mehasin-i kesîre... La­kin, onlar değildir ne Nasraniyet malı, ne Avrupa icadı,

Ne şu asrın san’atı. Belki umum malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semavi şerayi’den, hem hâcat-ı fıtrîden, hususen şer’-i Ahmedî.

İslâmî inkılabdan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez.” (S.714) (Bak: 3523/1.p.)

“Hristiyanlığın malı olmıyan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İs­lâmi­yet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönme­sine delildir.” (H.Ş.120)



2281- “Ecnebiyeden terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız. Amma medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebilerde mehasin-i me­deniye-i kesiresiyle muhat olduğu için çirkinliğini o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit su-i tali’ cihetiyle ve su-i intihab tarikiyle müşkil-ü tahsil mehasin-i medeniyeti terkedip çocuk gibi heva ve hevese muvafık zunub-u medeniyeti kesbettiğimizden, muhannes gibi (yani kadınlaşmış erkek gibi) veya mütereccile gibi (yani erkekleşmiş kadın gibi) oluruz. Kadın erkek gibi giyinse maskara olur. Erkek kadın gibi süslense muhannesliktir, yakışmaz. Merd ve âlî-himmet, zib ü ziverle müzahraf cilveli hanım gibi olmamalı.” (İ.M.Ş.71)

“Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin maye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet’te neşv ü nema bul­duğu için iki cihetle sarılmak zaruridir.” (İ.M.Ş.72)



2282- “Biliniz ki: Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malı­mızı harab ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar.

Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hesanatına racih gel­mekle, beşer iki harb-i umumi ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr me­deniyeti zir ü zeber edip öyle bir kustu ki, yer yüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah istikbaldeki İs­lâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pislikler­den temizleyecek, sulh-u umumiye de temin edecek.



2283- Evet Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmedi­ğinden, belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip, ihtilalci komite­lerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebe­sine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecek­tir. (H.Ş. 35)

2284- Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir “sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşairde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teş­vik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan “mimsiz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

Elcevab: Medeniyet-i hazıra-i Garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine racih geldi. Me­deniyetteki maksud-u hakiki olan istirahat-ı umumiye ve saa­det-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet.. ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavi Kur’anın kanun-u esasîsi

(7:31) ~Y­4¬h²K­# «ž«— ~Y­"«h²-~«— ~Y­V­6 (53:34) |«Q«, _«8 ެ~ ¬–_«K²9¬Ÿ¬7 «j²[«7 fer­man-ı esasîsiyle: “Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyliyeceğim:

2285- Birincisi: Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatını tedarik etmiyen on adette ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeni­yet-i zalime-i hazırası su’-i istimalat ve israfat ve hevasatı tehyiç ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, za­ruri hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihe­tiyle şimdiki o medeni insa­nın tam muhtaç olduğu dört hacatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatı tam helal bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. De­mek bu medeniyet-i hazıra, insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde be­şeri zulme, başka haram kazanmağa sevk etmiş. Bi­çare avam ve havas taba­kasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’anın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekat, hurmet-i riba” vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama karşı şefkatini te’min eden o kudsî kanunu bırakıp; burjuva­ları zulme, fukaraları isyana sevk etmeğe mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zir ü zeber etti!

2286- İkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazıranın hârikaları, beşere birer ni’met-i Rabbaniye olmasından, hakiki bir şükür ve menfaat-ı beşerde isti­mali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kısım insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa’yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor.

Meselâ Risale-i Nur’daki “Nur Anahtarı”nın dediği gibi: Radyo büyük bir ni’met iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir manevi şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevasata, lüzumsuz malayani şeylere sarf edildiğin­den; tenbelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeğe sevk edip, sa’yin şevkini kı­rıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hatta çok menfaatli olan bir kısım hâ­rika vesait, sa’y ve amel ve hakiki maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâ­zım gelirken, ben kendim gör­düm; ondan bir-ikisi zaruri ihtiyaca sarf edil­meğe mukabil, ondan sekizi keyif, hevasat, tenezzüh, tenbelliğe mecbur edi­yor. Bu iki cüz’î misale binler misaller var.



2287- Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hazıra, semavi dinleri tam dinleme­diği için, beşeri tam fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisad ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tama’ı ziyadeleştirmeğe; zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o biçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevasata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi ediyor.

Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su’-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra geti­ren kes­retli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine ya­yılmasıyla inti­baha gelip uyanmış beşerin gözü ününde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabı veriyor.

2288- İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı, Kur’an-ı Hakîm’in dörtyüz milyon talebesinin intibahiyle ve içinde semavî, kudsî kanun-u esa­sîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazan­dıracağını; ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi gös­termesini ve on­dan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi; dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavi kanunlara bir hizmet­kâr, bir yardımcı edeceğini-Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın işarat ve rumuzun­dan anlaşıldığı gibi-Rahmet-i İlahiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yal­varıyor, arıyor!...” (H:Ş.147-152)

2289- Bütün insanları azdırıp dalalete düşürmek tehlikesi olmasaydı, Al­lah in­sanlar için gümüş tavanlı, koltuk ve asansörlü evler yapardı manasında açıklanan (43:33) âyeti, insanı dünya hayatına bağlıyan ve gaflete sebebiyet veren aşırı lüks ve konfordan çekinmeyi ders verir.

Bu âyet daha çok asrımızdaki medeniyeti 1400 sene önceden haber verir. Çünkü asansör, çok katlı evler ve gökdelenler içindir. Halbuki 14 asır önce ve bil­hassa Arabistan’da şehircilik ve teknik gelişmemişti. Demek Kur’an bütün zamanla­rın içindeki her şeyi gören ve bilen bir zatın kelâmıdır. (Rızık gayet bol verilseydi in­sanlar şükrü unuturlardı, bak: 3048.p.)



Atıf notları:

-Meshi intac eden mimsiz medeniyet, bak: 2355.p.

-Medenilere galebe çalmak ikna iledir, bak: 1851.p.

-Medenilere müsamaha ile yanaşmamak, bak: 1006.p.

-İslâm medeniyetinin inkişafına zemin hazırlamak, bak: 386.p.

-Medeniyet-i Avrupa’nın bozukluğu ve ihya-yı din ile bu milletin ihyası mümkün olacağı, bak: 683.p.

-Avrupa medeniyetinden süzülen medeniyet-i habisenin reddi, bak: 383.p.

-Avrupanın teknik medeniyetini almak, bak: 779.p.

-Seyyiatı hasenatına üstün, mağrur medeniyet-i Avrupa, bak: 1946.p.

-Medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümü, ictihad kabiliyetinden uzaklaştırır, bak: 1485.p.

-Medeniyet-i sefihenin neşir imkânlarıyla sefaheti neşretmesi, bak:1004.p.

-Aile bünyesinde medeniyetin fantaziyelerine teşvik edici olmamak, bak: 158.p.

-Medeniyet-i Avrupa’nın yerine dine teşvik etmek, bak: 251.p.

-Mimsiz medeniyet irtidada kapı açar, bak: 2744.p.da âyet notu.

-Medeniyet-i Avrupa beş menfi esas üzerine kurulmuştur, bak: 367.p.

-İslâmiyet’in kuvvetiyle mehasin-i medeniyet seyyiatına galebe edecek, bak: 1423/1.p.

-İnsan fıtraten medenidir, bak: 2342.p.

Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   89   90   91   92   93   94   95   96   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin