İstanbul ansiklopediSİ



Yüklə 5,06 Mb.
səhifə4/76
tarix04.01.2019
ölçüsü5,06 Mb.
#90131
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   76

EROL (Safiye) — Muharrir ve felsefe muallimi; Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında Türk kadınlığının kalkınması yolunda ön saflarda çalışmış bir simadır; ilk şapka giyen hanımla-rımızdandır; millî bayramlarda, inkılâbların senei devriyelerinde nutukları, konferansları ve radyo konuşmaları ile tanmmışdır. Hal ter-cemesi elde edilemedi. 1964 de vefat etti.

EROL (Tekbacakh) — 1966 eylülünde Spor-Totoda 13 tutturarak 26000 lira kazanan bir dilenci; o tarihde 35 yaşlarında bulunan Erol aslen izmirli olup yıllardan beri Eyyub Camii avlusunda dilencilik yapmakda idi; o-kuma yazma bilmediği için Spor-Toto kuponunu ilkokul öğrencisi bir çocuğa doldurtmuş, parasını aldıkdan sonra bu çocuğu bularak 500 lira bahşiş vermek cömerdliğini göstermişdir; parasının büyük kısmını bankaya yatırdıkdan sonra o gün ilk işlerinden biri bir hanımı evine götürerek sabaha kadar eğlenmek olmuş, ve eğlencesini de: «Esaslı bir gaco buldum, felekden bir gece çaldım, verdiğim 200 papel helâl olsun» diye anlatmışdir; toplu parası ile ne yapacağı sorulduğu zaman da: «iki sene evvel Eyyubda bir arsa satın almışdım, oraya bir ev yaptırmayı düşünüyorum» demişdir. (B.: Dilenci, cild 8, sayfa 4572).

EROZAN (Celâl Sâhir) — Edebiyatı Ce-dîde şâirlerinden, aşağıdaki hal tercemesi değerli edebiyat muallimlerinden Mustafa Nihad Özöri'ün tam yetki sahibi kaleminden çıkmış-dır:

«29 Eylül 1883 de Istanbulda doğmuşdur. Babası Podğöriçeli ismail Hakkı Paşa; annesi de, 1908 den sonra birkaç piyes yazmış olan Fehime Nüzhet Hakkı Hanımdır. Nümunei Terakki Özel Okulu ile Davutpaşa Rüştiyesinde ve Vefa İdâsîsinde okudu. Hukuka kaydolun-muş ve iki sene devam etmişse de tamamla-




5211 —

— 5210 —
ERSEK (Siyami)

ır. Erken çağda manzumeler yazmıya, bunları bazı dergilerde bastırmıyâ başladı. Gündelik Sabah gazetesine de bir iki küçük hikâye yazdı. Mehmed Rauf ve Halid Ziya U-şaklıgil ile tanışması üzerine, o sıralarda Faik Âli Ozansoy'un kullandığı «Zahir» adına benzeterek kendi de «Sâhir» adını aldı ve 1899. sonlarına doğru Serveti Fünun dergisinde manzumeler yayınlamaya başladı. Bu suretle Edebiyatı Cedide topluluğunun en genç şairi oldu. Manzumelerinin genel konusu aşk ve kadındı. «Kadınlar olmasa öksüz kalırdı eş'arım» mısraı bir kitabının ilk sözleri arasındadır. «Feminist şair», «şair-i nisaî» sözleri onu hem karakterleştirmek, hem kendisiyle alay etmek için kullanılır tâbirler olmuştur. 1908 deri sonraki serbestlik zamanında bazı dergilerin çıkarılmasına yardımda bulundu, kendi de dergi çıkarma işine girişti, bu arada bazı manzumeler de yazdı. «Fecr-i Âti» adlı edebî encümen toplantısının reisliğini yaptı, Musavver Muhit dergisinin yazı işleriyle uğraştı, Demet adiyle bir kadın dergisi çıkardı. 1910 da Selanik'te Ziya Gökalp kılavuzluğu ile başlıyan «Yeni lisan» hareketleriyle ilgilendi; bir iki yıl sonra Türkçülük hareketi organları olan Türk Derneği ve Türk Yurdu dergilerine yazılar yazdı; bir ara Türk yurdunun idaresine de baktı. Bu arada kendi yazılarında da bazı değişiklikler gösteriyor; eski edasını bırakmamakla



Ceîâî Sahir Erozan

(Resim: Yaşar Ekinci)



istanbul

beraber bazı yeni tertip manzumeler de yazıyordu. «Buhran», «Beyaz Gölgeler» ve «Siyah Kitap» adiyle manzumelerini toplayıp 1909 -1912 arasında üç cilt olarak çıkardı. Bunlar hep ilk yazıları çeşidinden nazım ve nesirlerdir. Öteki yoldaki yazılarım toplamamıştır. İlk Cihan Savaşı sonlarında ticaretle uğraştı; Mütareke zamanında millî harekete İstanbul'da yardımda bulunanlar arasında idi, bir taraftan da gençlerle birlikte onların yazılarını yayınlamak isteğiyle «Birinci, ikinci...» diye numara ile çıkan «Kitapları» yayınlıyordu. 1919 yılında Hakkı Naşir müstear adiyle istanbul îçin Mebus Namzetlerim» isimli manzum küçük bir kitap da çıkardı.

«Edebiyat-ı Cedidenin en genç üyesi olduğu gibi, bütün ömrünce gençlik işleri ve yeniliklerle beraber bulundu, yakından ilgilendi, hemen her yeni teşekküle yardım etmeyi bir iş edindi. Türk Ocaklarının 1932 de ilgasına kadar bu sahada da daima faal bir rol oynadı; bütün bu hareketlerinde kendisini ihmal etmiş bir durumda kaldı. Büyük Millet Meclisinin üçüncü toplantı dönemi sonlarında Zonguldak Milletvekili oldu. Bu sıralarda yeni Türk alfabesinin tesbiti için kurulan heyete alındı; daha sonra Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) ne girdi ve edebî dilde konuşulan canlı Türkçenin ve istanbul şivesinin hâkim olması tezini müdafaa etti. (16 Kasım 1935 de KadıkÖyünde vefat etti, 18 kasını günü bir şâir ve mebusun sânına lâyık törenle Bakırköy Mezarlığına defnedildi)» (M. Nihad Ozon, Aylık Ansiklopedi).

ERSEK (Siyam!) — Tıb doktoru, operatör; bilhassa göğüs-kalb cerrahisinde çağımızın büyük hekimi; 1920 de Uşakda doğdu, yüzbaşı Arif Beyin oğludur, annesinin adı Fehi-me Hanımdır. İlk ve -orta tahsilini İzmir'de yapdı; İstanbul Lisesinde okudu ve 1938 de diploma alarak İstanbul Tıb Fakültesine girdi. 1942-1944 yıllarında İstanbul Tıb Fakültesinin Anatomi Enstitüsünde ücretli yardımcı asistanlık yapdı; 1944 yılında Tıb Fakültesinden diploma aldı ve Anatomi Enstitüsü asistanlığına tâyin edildi ve az sonra 1. Cerrahî Kliniği asistanlığına nakledildi; 1947 de ayni kliniğin baş asistanı ve az sonra genel cerrahî uzmanı oldu; 1948 eylülünde İngiliz Kültür heyetinden temin edilen burs ile Ingil-tereye gitti, altı aydan fazla kalarak (mart



ANSİKLOPEDİSİ

1949) anestezi ve göğüs cerrahisi üzerindeki bilgi ve görgüsünü arttırmak üzere hastahâ-nelerde çalışdı. Yurda döndüğünde askere çağırıldı, askerliğini yedek subay olarak Gölcük Hastahânesi Cerrahî Servisinde yapdı (kasım 1949 - eylül 1950).

1950 de Teşvikiye Sağlık Evinde, Türki-yede ilk defa olarak veremli bir sol akciğer ameliyatı yapdı.

Operatör Siyami Ersek

(Resim: Yaşar Ekinci)

1951 de Heybeliada Sanatoryumunda mütehassıs muavin olarak tâyin edildi; 1953 a-ğustosunda aynı sanatoryomun cerrahî mütehassıslığına terfî etti. 1956 şubatında ek görev olarak Uludağ Sanatoryumu Başhekimliği ile operatörlüğüne tâyin edildi. 1957 de yine ek vazife olarak Süreyyapaşa Sanatoryomu göğüs cerrahisi servisi direktörlüğüne tayin edildi. 1981 de Heybeliada Sanatoryomu operatörlüğünden Haydarpaşa Göğüs Hastalıkları Hastahânesi operatörlüğüne nakledildi; aynı yıl içinde îstanbulda göğüs cerrahisinin merkezi hâline getirilen bu hastahânenin başhekimliğine tâyin edildi; yine o yıl, Uludağ Sanatoryo-mundaki baş hekimliği, ilmî ve idarî müşavirliğe tebdil edildi.

1961 kasımında İstanbul Tıb Fakültesinin Genel Cerrahî Doçentliği unvanını kazandı, 1984 de göğüs cerrahîsi ihtisas diploması aldı; 1965 şubatında Süreyyapaşa Sanatoryomu göğüs cerrahisi servisi direktörlüğünden istifa etti.

1948, 1953, 1956, 1959 da ingiltere, Fran-

ERSİN (Mustafa Nazmı)

sa, Almanyada, 1959 da isveç, 1960 da Rusya ve Hollandada meslekî tedkik gezileri yapdı.

1960 yılına kadar yapdığı akciğer ameliyatları üçbine yakındır. Milletlerarası cerrahî ve Tüberküloz Cemiyetlerinin, bu arada «Union International contre La Tuberculose» Cemiyetinin üyesidir, ingilizce ve Fransızca bilir. Fransızca, ingilizce ve Almanca meslekî yayınlan vardır.

Siyâmî Ersek 1966 senesi nisan ayında 34 yaşında bulunan Güner Dikmen adında evli bir kadına 5,5 saat süren bir kalb ameliyatı yapmış ve ameliyat büyük başarı ile sona ermişdir. Bu ameliyatda hastanın kalbine 13.500 lira değerinde 3 plâstik kapak takılmışdır ki bu konuda yalnız Türkiyede değil, Avrupada yapılmış ilk ameliyatdır. Böyle bir ameliyatın Ame-rikadaki ücreti 250.000 lira iken Siyami Ersek ameliyatını meslek aşkına, insanlık hizmetine yapmışdır.

Devlet Demir Yolları İdaresinde bir me-mur zevcesi ve 11 yaşında bir oğul sahibi olan ümidsizlikle intiharı bile düşünmüş ölüme mahkûm genç hasta kadını 45 gün sonra sihhat içinde evine yollarken: «Bu kapaklar 60 yıl garantili» demişdir.

Bu satırların yazıldığı sırada Türkiyede ikinci kalb nakli ameliyatını yapmış bulunuyordu (B.: Kalb Nakli Ameliyatı) Kasım 1968.

ERSiN (Mustafa Nazmi) — Bir muhâsib

Mustafa Nazmi Ersin

(Resim: Yasar Ekinci)



ERSİPER (Ali Fuad)

5212 —



istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

5213 —



ERSOY (Ali Ulvi)



Arkadaş Mecmuasında karikatüristlik (1940 - 1941); Çocuk dergileri ile Türk Kadını dergisinde kapak ve hikâye ressamlığı (1947 -1949); Kahkaha ve Mizah dergilerinde karikatüristlik (1948-1949); Cumhuriyet Gazetesinde karikatüristlik (1950 - 1956) yapdı. Amerikaya giderek New York'da Twentieth Century Fox film şirketinde afiş ressamlığı (1957-1959), ve Fieldston Studio'da afiş ressamlığı, Charles Schlaifer Advertisemt şirketinde karikatüristiik ve afiş ressamlığı yapdı (1959-1960); memlekete döndüğünde (1960) karikatürist olarak tekrar Cumhuriyet Gazetesinde çalışmaya başladı, bu satırların yazıldığı tarihde (ekim 1968) bu büyük günlük siyasî gazetenin karikatüristi bulunuyordu.

Karikatürlerinin çizgi ve lejandlarmda ba-yağılıkdan daima uzak kalmış değerli bir sanatkârdır.


ve son divan şâirlerinden; 1878 de Istanbulda doğdu, tüccardan Hacı Şakir Efendi adında bir zâtin oğludur; iyi bir hususî tahsil görmüş ve Mektebi Küttabda okumuşdur; pek genç yaşında Harbiye Nezâreti kalemine intisab etmiş ve bütün memuriyet hayatı orada geçmiş-dir; muhasebat müdürlüğünde, levazım dâiresi müdürlğnde bulunmuş, Birinci Cihan Harbinde 3. Ordu Menzil Müfettişliği muhasebeciliği yapmışdır. Emekliye ayrıldıkdan sonra da uzunca bir müddet Dârüşşefaka Lisesinde muhasebecilik yapmışdır; 1942 de vefat et-mişdir.

Arabca ve farscayı ana dili gibi bilirdi; şiirleri Malûmat Mecmuasında yayınlanmışdır, müretteb dîvânı var mıdır bilmiyoruz. Bilhassa tarih yazmada hüner sahibi idi; aşağıda tarih manzumesi Göztepe Camii için yazılmış-dır:



Hayre mail muttaki bir sahibi cûdü sehâ Himmetiyle eyledi Allah içün kesbi âlâ

Sahai imkâne koydu böyle âlî camii Gıbta eylerse sezadır sa'yine ehli ginâ

Göztepe sükkânı çokdan müftekirdi camie Şimdi gelsin dursun artık cemaat essalâ

Hayr ile 'banisini tâ; haşredek yâd eylerim Eyledikçe beş yakitdeehli din farzı eda

Söyledi târihi cevherdârim Nazmi anın Beyti atîde idüft ihlâs ile ben de dua

«Sâ'yîni mezkûr ide Mevlâ Mehmed Hâlis'in Mevkiinde bu muallâ camii* kıldı bina»

1317 (Rebiülevvel) = (M, 1899)

Erenköy Güneş Koleji kurucusu Nezahet


Ege ile kadın yazarlardan Mefharet Ersin bu
zâtin kızlarıdır. ,

Hakkı GÖKTÜRK

ERSİPER (Ali Fuad) — 1961 yılında hırsızlık suçundan yakalanarak İstanbul İkinci Ağır Ceza Mahkemesince sekiz yıl ağır hapse mahkûm olmuş bir şahısdır; hükümden sonra Sultanahmed Cezaevinden bir temyiz lâyihası yazıp göndermiş, bu lâyihada «Emniyet

Müdürlüğünde falakaya çekildiği için suçu yüklenmiş bulunduğunu» ileri sürerek lâyihasının başına kendisine atılan falaka dayağının bir de krokisini çizmişdir. Böyle krokili (resimli) temyiz lâyihası Türkiye Adliyesinde ilk defa görülmüşdür. Bu kroki-resimli lâyihanın bir fotokopisini neşreden Hürriyet Gazetesi ayrıca şu satırları yazmaktadır:

«Krokide, falakaya çeklidiği yeri ve falakaya yatırılışını bir şenıa ile gösteren mahkûm, lâyihasına, «Allah rızası için, iyice ted-kik ediniz» şeklinde başlamış ve eski bir mecmuadan kestiği 15 yıl nahak yere hapis yatan bir Amerikalının hikâyesini de eklemiştir. Hâlen Sultanahmet Cezaevinde bulunan mahkûm, lâyihasında macerasını Amerikalının hayat hikâyesine benzeterek, masum olduğu halde, suçu, neden yüklendiğini anlatmakta ve altı parşömen dolusu lâyihayı şöyle bitirmektedir: «Ben, krokide işaret. ettiğim falakanın, tuzlu su kovasının ve kızılcık değneklerinin kurbanı oldum. Beni Adaletin kadife elleri kurtaracaktır.»

«Ali Fuad Ersiper'in dört ayrı yerden pardesü, manto, pikap gibi, eşyalar çaldığı tes-bit edilmiş ve duruşmada, polis tarafından a-leyhinde birçok deliller gösterilmiştir. Bu delilleri reddeden Ersiper, suçu, dayak yüzünden



Ali Fuad Ersiper

(Resim: Yaşar Ekinci)

kabullendiğini bildirmiştir.» (Hürriyet Gazetesi, 1962)

Ali Fuad Ersiper hakkında temyiz karârı öğrenilemedi. Lâyihasındaki kroki-resim kendisi tarafından çizilmiş ise hırsızlıkdan sekiz yıl ağır hapse mahkûm olmuş Ali Fuad Er-siperin şahsında bir sanatkâr heder olmuşdur

denilebilir.

Burhaneddin OLKER

ERSOY (Ali Ulvî) — Çağdaş değerli bir karikatürist; 1924 de îstanbulda doğdu, babasının adı Mehmed Azmi, annesinin adı Feriha-dır; Üsküdar 19. İlk Okulda, Kadıköy Orta O-kulunda, Balıkesir Öğretmen Okulunda okudu (1945); Ankara Gazi Terbiye Enstitüsüne devam etti (1947); karikatürler çizmeye talebelik hayatında başlamışdı, 1947 den sonra tamamen basın hayatına atıldı.


Ali Fuad Ersiperin Temyiz Mahke meşine verdiği dilekçedeki kroki-resim

ERSOY (Mehmed Akif)

5214



ANSİKLOPEDİSİ

5215

ERSOY (Mehmed Akif)


Gazeteciler Cemiyeti ve Gazeteciler Sendikası üyesidir. Yüzme, tenis ve futbol sporlarını sever. Sigara tablası koleksiyonu vardır, tablo röprodüksiyonları toplamaya meraklıdır, amatör bir' fotoğrafcıdır, batı müziği sever. Bazı karikatürleri Avrupa ve Amerikanın Saturday Evening Post, Look, Punch, Esquire New York Times gibi büyük mecmua ve gazeteleri tarafından iktibas ve neşredilmişdir.

Alev (İpekçi) Hanımla evlidir, îhsan Azmi (doğ 1957) adında bir oğlu vardır. Bibi. : Kim 'Kimdir Ansiklopedisi.

ERSOY (Mehmed Akif) — «Samimî duyguları ile âlemi îslâmm çok büyük şâiri; kalbi, felâketli harblerin hâtıraları ile durmadan kanamış ve coşkun feryadlarmı tertemiz, pürüzsüz Türkçe ile arşı âlâya yükseltmiş büyük bir vatan şâiri; Türk milletinin asalet, kudret ve civanmerdliğine bütün varlığı ile inanmış ve bağlanmış, milletinin gördüğü haksızlıklara karşı kudretli kaleminin bütün şiddeti ile isyan etmiş ve bu uğurda hayatını istihkaar etmiş bir kahraman; Türklük ve müslümanlığm vekarlı ve mağrur müdafii, Çanakkale kahramanlık destanının ve Türk İstiklâl Marşının unutulmaz büyük şâiri; vezne ve lisana hâkim üstad: 1873 de îstanbulda doğdu, babası Fatih Medresesi müderrislerinden İpekli Mehmed Tâhir Efendidir.

«Fatih Rüşdiyesinde ve İstanbul İdadisinde okudu; aile muhitinde temiz ve heyecanlı bir dinî terbiye gördü. Babasını ondört yaşlarında iken kaybetmigdi; ailesi zengin değildi,, hayatını kazanmak mecburiyetinde olmasına rağmen tahsilini bırakmadı, Mülkiye Baytar Mektebine girdi ve bu mektebi sınıfının birincisi olarak bitirdi. Bir tarafdan da Arabca, Farsça ve Fransızca öğrendi. Baytardı, fakat edebiyatı ve şiiri bir münevver adamın günlük tabiî meşgalesi kabul etmişdi. Mesleği icâbı Orman ve Ziraat Nezâretinde memur oldu. Rumeli, Anadolu ve Suriyede baytar müfettişi olarak dolaşdı; halk ile düşüb kalkdı. Köylünün, kasabalının ızdırablarım, memleketin harab, bakımsız hâlini yakından gördü. Milletin ruhundaki cevheri, yükselme iştiyak ve kaabiliyeti-ni yakından tanıdı. 1908 inkılâbından sonra baytarlığı tamamen bırakarak kendisini edebiyata verdi. Seçkin kaleminin, derin bilgisinin hakkı olarak Halkalı Ziraat Mektebi ile İstan-

bul Darülfünunun edebiyat muallimliğine tâyin edildi. Şeyhülislâmlık Dâiresinde kurulan ilmî meclise âza oldu. Birinci Cihan Harbi mütârekesinin kara günlerinde Millî Mücâdele başlarken Anadoluya geçdi. Birinci Büyük Millet Meclisine Burdur meb'usu olarak girdi. Köy köy, kasaba kasaba dolaşarak, coşkun şiirleriyle, âlimâne konferansları ile, hutbeleri ile, vaazları ile, sözlerine kattığı göz yaşları ile milleti vecd ve heyecanla silâh başına, ceb-heye koşduran büyük mürşidlerden biri oldu. Zaferden sonra, bâzı fikir anlaşmazlıkları yüzünden sessiz, gürültüsüz, iddiasız Mısıra git-di, orada kendisini tamamen ilme verdi. Kahire Üniversitesine Türk edebiyatı profesörü tâyin edildi.

«1936 da ağır hastalandı: «Vatanımda ölmek, vatanımın toprağına gömülmek isterim» diyerek Istanbula döndü. Hakkı olan coşkun sevgi ve hürmetle karşılandı. Vapurdan inip ölüm döşeğine yattı. 27 Aralık 1936 pazar günü akşamı saat 8,15 de Beyoğlunda Mısır A-partımanında vefat etti, ertesi sabah bu ölüm haberi, büyük şehrin tarihinde sayılı matem günlerinden birinin başlangıcı oldu. Cenaze namazı Bayazıd Camiinde cemaati kübrâ ile kılman Mehmed Akif Ersoy Edirnekapusu S/e-hidliğinde çok sevdiği iki arkadaşının, muallim M. Cevdet ile Babanzâde Ahmed Naim Beyin kabirleri arasında defnedildi. Şehidlikde Mehmed Akif'in merkadinin bulunduğu yer hâlen Mehmed Akif Meydanı adını taşır.

«Büyük adamın ebedî istirahatgâhına tevdi edilirken üstad heykeltraş Râtib Âşir Acu-doğu tarafından alınmış yüzünün kalıbı merhumun ailesi elindedir, bu yüz kalıbının yeri, kadir ve kıymeti ne kadar bilinmiş de olsa ve aile eli değil, millî mefahirimizin hâtıralarını toplayacak bir müze, Ankaradaki Millî Kütüb-hânedir.

«Balkan Harbi ve Birinci Cihan Harbi yıllarında Sırât-ı Müstakim ve Sebîlürreşad mec-mualarındaki makaaleleri, dinî ve ahlâkî kanaatlerin ifâdesinde yepyeni ve vekarlı bir cereyan açmışdı. Şiirlerini de «Safahat» adı altında toplamışdı. Safahat yedi kitab olup şâir her birine ayrı isim vermişdi. Bu kitablar sırası ile şunlardır:



  1. Safahat

  2. Süleymaniye Kürsüsünde

3. Hakkın Sesleri

  1. Fatih Kürsüsünde

  2. Hâtıralar

  3. Âsim (Çanakkale Kahramanlığı Desta
    nı bu kitabın bir parçasıdır.)

  4. Gölgeler

«İlk altı kitab İstanbulda, sonuncusu olan Gölgeler Mısırda basılmışdır.

«Mehmed Akif'in Türk irfan âlemine en büyük hediyelerinden biri de Kur'an-ı Kerîm tercümesidir. Ne -kadar yazıkdır ki büyük şâirin kalemi ile yapılmış olan bu terceme neşre-dilmemişdir..» (R.E. Koçu, Elli Türk Büyüğü).



Çanakkale

Şu boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin!

Ne çeiik tabyalar ister, ne sîner hasmından Ahmr kal'a göğsündeki kat kat îman

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler 'batıyor!

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker Gökden ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi, Bedrin arslanları aııcak bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın, «Gömelim gel seni târihe..» desem sığmazsın,

«Bu taşındır.» diyerek Kâbeyi diksem başına, Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına,

Sonra gök kubbeyi alsam da rid ânâmiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,

Ebru nisanı acık türbene çatsam da tavan, Yedi: kandilli Süreyyâyı uzatsam oradan,

Sen ba avizenin altında bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Tür'bedâruı gibi tâ fecre kadar bekletsem, Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem,

Tüllenen mağribi, akşamlan sarsam yarana Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana!

Ey şehid oğlu şehîd isteme benden nıskber Sana âğuuşunu açmış duruyor Peygamber!

Bülbül

Bütün dünyâya küskündüm., dün akşam pek bu-

nalmışdım,

Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmış-

dım.

Şehirden çıkmak isterken sular zâten kararmışdı, Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmışdı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş

lal, Bu istiğrâkıtek bir nefha olsun itmeyor ihlâl.

Muhitin hâli insaniyetin timsâlidir sandım; Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım !

Çıkarken haşrolub beynimden artık 'bin müselsel

yâd, Zelâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşdurdu Ki. vadide bütün giryan eninîer çağlayıb durdu.

Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc dem

lerdi! Ağaçlar, taşlar ürpermişdi, güya sûri mahşerdi.

Eşin var, âşiyânın var, baharın var ki beklerdin, Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?



O zümrüd tahta kondun, bir semavî saltanat kurdun;

Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.

Bugün, bir yemyeşil vâdî, yarın bir kıp kızıl gülsen

Gezersin; hânümânm şen, için şen, kâinatın şen.

Hazansız bir bahar isterse -şâyed ruhi serbâzın Ufuklar, bu'di mutlaklar bütün mahkûmi pervâzın.

BeğiS bir kayde, sığmazsın kanadlandın mı eb'âda, Hayâtın en muhayyel gaayedir ahrâra dünyâda.

Neden, böyleyse, matemlerle eyyamın perişandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman buruşandır?

Hayır! Matem senin hakkın değil:, matem benim

hakkım'; Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez afakim.

ERSOY (Mehmed Akif)

5216 —



İSTANBUL

3217



(ERSOY (Mehmed Akif)



gının gücü ile meydan yürüdü; sokaklar yürüdü; Şehzadebaşı, Saraçhane, Fatih, Edirneka-pu önümüzden gelip geçti ve ansızın kendimizi surun dışında, servilerin altında bulduk.

Mehmed Akif'e gösterilen bu coşkun bağlılık, pek yerindedir. Memleket, kendi uğrunda yıpranan evlâtlarını unutmaz. Büyük şair ise, varlığının bütün değerli taraflarını yalnız vatan için harcamış bir adamdı. Yedi ciltlik «Safahat» mda kendi derdinden bir satır yoktur. Kendi gönlünü, kendi acılarını bir yana atarak, bütün eserlerine yurdun gururunu, yurdun a-cısını sindiren büyük feragat karşısında hürmet ve biraz da hayretle eğilmek haksızlık ve insafsızlık olur.

«Edebiyatı Cedide» nin en kuvvetli olduğu günlerde, o da yazıyordu. Memlekette yep-


Son fotağrafından Mehmed Akif Ersoy

(Resim: Kemal Zeren)


Teselliden nasibim yok., hazan ağlar baharımda, Bugün bir hânümansız serseriyim öz diyarımda!

Ne hüsrandır ki, şarkın ben vefasız, kansız evlâdı, Serapa garba çiğnettim de çıkdım hâki ecdadı.

Hayâlimden geçerken şimdi fikrim hecrü merc oldu, Salâhaddîni Eyyûbîlerin, Fâtihlerin yurdu.

Ne zilletdir ki, nâkus inlesin beyninde Osmânın, Ezan sussun, fezalardan şilinsin yâdı mevlâmn.

Ne hicrandır ki, en şevketli bir mazi serâb olsun, O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın mabedinde Yıldırım Hânın; Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan'ın!

Ne haybettir ki, vahdetgâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarla me'vâsız kalan dindaş!

Hesapsız bigünah işkenceler altında kıvransın, Serilmiş gövdeler 'binlerce, yüzbinlerce doğransın,

Dolaşsın sonra islâmuı haremgâhında nâmahrem! Benim hakkım., sus ey bülbül., senin hakkın değil

matem!

İstiklâl Marşı



Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, 'cehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl. Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl!

Yüklə 5,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin