ANSİKLOPEDÎSI
— 5225 —
ERTUCr (Hasan Refik)
yola çıktık. Hudud karakollarının bulunmadığı yerleri iyi biliyordum. Zaten, Kırklareli ile hu-dud arasında pek fazla mesafe yoktur. Kimseye görünmeden Üsküp mer'ası ile Sazlıdere a-rasmdaki ormana geldik. Bulgar hududu, artık karşımızda idi. Hududdan geçebilmek için vaktin gecikmesini, uyku zamanının bir hayli ilerlemesini beklemek icabediyordu. Zaten akşam olmuştu. Dere kenarında kimsenin göre-miyeceği bir yere oturduk. Kendisiyle tanıştığım saattenberi benimle hemen hemen hiç konuşmamış olan bu meçhul adam, orada bülbül kesilmişti. Bir çocuk gibi seviniyor, ellerini birbirine vurarak, dudaklarını şaplatarak şöyle konuşuyordu. Bu arada, Bulgaristandan Mos-kovaya geçeceğini söyledi, orada kuracağı teşkilâttan bahsetti ve yakında Ruslarla birlikte Türkiyeye döneceğini söyledi. Bir kaçakçı olduğum halde asabım bozuldu. O hâlâ sevinçli sevinçli konuşuyor, menfur hayallerinden bahsediyordu. Nihayet kararımı verdim: Onu öl-dürmeli idim.
Vakit bir hayli ilerlemişti. Sabahaddin Ali, kendisini saati gelince uyandırmaklığımı ten-bih ederek meşin ceketi içine büzüldü ve uykuya daldı. Yanıbaşımda duran bir odun parçasını başına vura vura öldürdüm..» (1960).
(Vak'anın adlî safhası, Ali Ertekinnin ve onun mensub olduğu şebekenin âkibetleri izlenemedi; ist. An.)
Ferdi ÖNER
EKTEM (Sadri Edhem) — Gazeteci; felsefe muallimi, politika adamı; 1900 de Istanbulda doğdu, bir binbaşının oğludur; askerî rüşdiye ve îdâdîde, Üsküb Sultanîsinde okudu; istanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesinin Felsefe şubesinde talebe iken Anadoluya geçerek istiklâl Harbine katıldı; Ankarada Hâki-miyet-i Milliye, Yeni Gün gazetelerinde çalışdı, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1925 - 1926 arasında îstanbula geldi: yarım kalmış yüksek tahsilini tamamladı ve orta mekteblerde, liselerde muallimlik yapdı, gazeteciliğe de Istan-bulda devam etti; uzunca bir zaman Vakit'de eahşdı, Son Telgrafın baş muharrirliğini yapdı. 1939 da Cumhuriyet Halk Partisi adayları arasında Kütahyadan milletvekili seçildi; muhtelif gazetelerde yazılarına devam etti, 1943 de milletvekili iken Ankarada kalb sektesin-
den öldü.
Kitab hâlinde yayınlanmış eserleri şunlardır; romanları: «Cıkırıklar Durunca», «Düşkünler», «Bir Varmış, Bir Yokmuş»; «Hikâyeler: «Korku», «Bacayı indir, Bacayı Kaldır», «Silindir Şapka Giyen Köylü», «Bay Virgül»; seyahat notları: «Bir Vagon Penceresinden», «Ankara - Bükreş», «Ankara - Moskova»; ted-kik eserleri: «Türk inkılâbının Karakterleri», «Imparatoriçe ve Saray», «Avrupa İktisat Tarihi», «Politika Felsefesi».
ERTEN (Kadife) — Ünlü bir çağdaş ses sanatkârı, hal tercemesini bu şehir kütüğünde sânına lâyık olarak tesbit edebilmek için gönderdiğimiz ve sorularımızı ihtiva eden mektuba cevab alamadık; aşağıdaki satırları Hilmi Rit'in 1963 yılında «Ses» mecmuasında çıkmış bir yazısından nakil ile yetiniyoruz:
«1924 de Istanbulda Beşiktaşda doğmuş-dur; Beşiktaş 19. İlkokulunda okumuşdur. Bu okulda musiki muallimi Hikmet Koptagel Hanım, R. Erten'in musikiye olan heves ve kabiliyetini sezmiş, hattâ onu Ankara konserva-tuvarma göndertmek istemişdir, fakat ailesi izin vermemişdir. Nişantaşı Kız Orta Okulunda okurken musikiye karşı hevesi üstün gelmiş, orta okulu terkederek Beşiktaşta oturan üstad musiki hocası N. H. Poyraz'dan ders almaya başîamışdır. 1936 da 12 yaşında iken ilk defa, Istanbulda Postahâne üstündeki istanbul Radyosunda mikrofon karşısına çıkmışdır. Kendisi şöyle anlatıyor:
«Siyah mektep önlüğü giymiştim, beni dinleyecek olan Cevdet Kozanoğlu: — Radyoda mektep mi açıyoruz... diyerek beni isteksiz dinledi. Merhum Salâhaddin Pınar'ın «Ne gelen var, m haber..» şarkısını okudum. Cevdet Kozanoğlu şaşırdı ve hemen ertesi günden itibaren bana radyoda neşriyat verdi; iki yıl İstanbul Radyosunda çalışdıktan sonra 1936 da da bâzı arkadaşlarla beraber Ankara Radyosuna tâyin edildim; Ankara Radyosunda fasılasız oniki yıl çalışdım, her üç senede bir imtihan vermek suretiyle sınıf terfilerim oldu.
«Ankara Radyosunda bulunduğu müddetçe Nuri Halil Poyraz, Kemal Niyazi Seyhun, Refik Fersan, Fahri Kopuz, Veli Kanık, Nu-rullah Şevket Taşkıran, Ruşen Kam, Vecihe Daryal, Halil Bediî Yönetken, Cevad Mem-
duh Altar gibi musikimizin büyük kıymetleri ho çaları oldular. 1946 yılında Ankara Radyosunda hocalık imtihanım kazandı, dört yıl hocalık yapdı. Sonra serbest sahne konserleri vermek üzere Istaııtaula gelip yerleşdi, İstanbul Radyosunda da muhtelif topluluk ve solo yayınlarına katıldı, 1953 de İütanbul Belediye Konservatuvarı icra Heyeti üyeliğine davet edildi ve kabul etti; 1963 de aynı heyetde bulunuyor ve İstanbul Radyosundaki görevini de muhafaza ediyordu. Makamlardan Uşşak, Hüzzam ve Kürdilihicazkâr, sazlardan da keman ile piyanoyu sever. Yirmi kadar eser bestele-mişdir; evli ve iki evlâd sahibidir; tercih için aşk mı, para mı, şöhret mi sualine aşk diye cevap vermişdir...» (Hilmi Rit, Ses Mecmuası, 1963).
EKTEZCANLJ (Mehroed) — İstanbulun Bayazıddaki Sahaflar Çarşısı kitabcıların, o çarşıda 18 numarada Yurttaş Kitabevi'nin sahibi ve Sahhaflar Derneği üyesi; 1914 de Iz-mirde doğdu, babasının adı Hâmid, annesinin adı Cânan'dır; gayreti ve mesleğini sevmesi ile şahsiyetini yapmış bir iş adamıdır; Bayazıd 5. İlk Okulunda okudu, 1928 de Vefa Lisesinin orta kısmında ve henüz 14 yaşında iken geçim yolunda tahsili terke mecbur kaldı, fo-tagrafhâne çıraklığı (1928), berber çıraklığı (1929) yapdı, her iki işe de ısınamadı; ilk kademelerinde bırakmaya mecbur kaldığı tahsil aşkının tazyiki ile kitapçılığa heves etti, bir sene kadar seyyar kitabcılık yapdıkdan sonra, 16-17 yaşlarında iken sahihleri tâbilik de yapan kütüphanelerde iş aradı, altı yıl Yenişark Kütübhânesinde (1930-1936), üç yıl Remzi Kütübhânesinde (1937 - 1940), dokuz yıl İnkılâp Kütüphanesinde (1941-1950) çalışdı, ve severek atıldığı mesleği üzerinde sağlam görgü, bilgi sahibi oldu, ve 1951 de Babıâli (Ankara) Caddesi âleminden ayrılarak Sahhaflar Carşısındaki Yurttaş Kitabevi'ni kurdu.
Beyhan (Aral) Hanımla evlidir, Şeymâ Cenan (Doğ. 1959) adında bir kızı vardır. O-todidakt olarak edebî kültür sâb'bi bir kitab-cıdır.
EKTUĞ (Hasan Kefik) — Profesör, avukat, muharrir; 1911 de Ustrumca'da doğdu; babası şehid Binbaşı Rifat Sami Bey, annesi
müderris Üzeyir Hilmi Efendinin kızı Emine Hanımdır; Fatih Akşemseddin ve Maltepe Numune Mektebinde, Kadıköy Orta Okulunda (1928), İstanbul Erkek Lisesinde okudu (1931); 1934 de Mülkiye Mektebini (Siyasal Bilgiler Fakültesini) bitirdi; sonradan İstanbul Hukuk Fakültesi imtihanlarını da vererek Hukuk diploması aldı.
Ziraat Bankası müfettişi (1934-1939), Millî Eğitim Bakanlığı hukuk müşaviri (1939-1943), Başbakanlık Basın - Yayın ve Turizm Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdür Vekili (1943-1950), İstanbul Üniversitesi Genel Sekreteri (1950-1955) Devlet hizmetlerinde bulunmuş ve 1955 yılı Ocak ayında Yüksek Denizcilik Okulu öğretim üyeliğine geçmiştir. Hâlen bu vazifededir (1968). Ayrıca 1955 yılından itibaren serbest avukatlık yapmaktadır.
Yukarıda sayılan resmî görevleri devam ederken, Hasan Refik Ertuğ, öğretim ve yazı hayatına da girmiştir.
1943 yılında Siyasal Bilgiler Okulu (Fakültesi) İdare Hukuku Profesörlüğüne tâyin edilmiş ve bu vazifeyi devam ettirirken, ken-
Prof. Hasan Refik Ertuğ
(Resim: Yaşar Ekinci)
ERTUÖRUL (İsmail Fenni)
— 5226 —
ISTANBUI7
ANSİKLOPEDİSİ
_ 5227 —
ERTUĞRUL (Muhsin)
dişine üç yıl müddetle Kamu Hukuku dersinin okutulması görevi de verilmiştir.
1950 yılında İstanbul Üniversitesi Genel Sekreterliği vazifesine seçilmiş bulunması hasebiyle, Siyasal Bilgiler Fakültesindeki öğretim üyeliğinden ayrılmış ve aynı yıl Kasım a-yında yeni kurulan îktisad Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü Öğretim üyeliğine tayin edilmiştir. Hâlen bu vazifesi de devam etmektedir.
Mülkiye Mektebinde öğrenci iken, Hasan Şükrü Adal ile birlikte kurdukları «Mülkiye, Siyasal Bilgiler, Siyasî İlimler» adlı aylık ilim ve politika dergisini çıkarmıştır (1932 - 1957).
Ankara Radyosunda dört yılmüddetle «Hukuk Saati» konuşmalarım yapmıştır.
Vatan Gazetesinde 1950 -1961 yılları arasında devamlı ve muntazam surette makaleleri çıkmıştır. Ayrıca birçok dergilerde ve gazetelerde yazıları yayınlanmıştır.
1942 yılında Nihal (Tor) Hanımla evlen-mişdir; Hasan Ferid (doğ. 1943) adında bir oğlu ve Zafer Füsun (doğ. 1952) adında bir kızı vardır. İngilizce ve Fransızca bilir; posta pulu kolleksiyonuna meraklıdır. Sohbeti aranır bir meclis adamıdır.
ERTUĞRUL (ismail Fennî) — Mütefekkir, şâir, musikişinas; 1855 de Tırnova (Tır-nava)da doğdu; babası, o zamanlar bir Osmanlı eyâleti olan Bulgaristanın bir kasabasında eşrafdan ve meclisi idare âzası Mahmud Beydir. Fennî Efendi ilk ve Rüştiye tahsillerini Tırnovada tamamladı.
Bilâhare bir yandan medreseye devarn e-derken bir yandan da daha 16 yaşında iken Muhasebe Varidat mukayyidi olarak memuriyet hayatına girmiştir. Fakat 1293 (1876) Rus harbi içindeki büyük, toplu muhâceretde binlerce muhacir abasında o da îstanbula geldi.
Istanbulda Divanı Muhasebatta vazife aldı; boş azmanlarında da yeni açılan lisan mektebine devanı etti; orada evvelâ fransızca öğrenen Fennî Efendi sonra da hususî olarak İn-C'llizeeye çalışmışdı.
Bütün ömrünü, dürüst, çalışkan ve işlerinde çok titiz bir memur olarak geçdi; tek zevki okumak ve serveti kitabları oldu. Hiç evlenmedi. Devlet hizmetinde o zamanın tabiriyle rütbei ûlâ sınıfı evvelliğine kadar yükseldi. Divanı Muhasebatta muhtelif vazifelerde bu-
lunduktan sonra Dahiliye Nezareti muhasebecisi oldu; istediği gibi okuyup yazmağa vakit bulmak için arzusu. üzerine 1911 de emekliye ayrıldı. İşte bundan sonradır ki bilhassa felsefeye merak sarmış ve böylece tefekkür tarihimizin değerli simaları arasında yer almıştır.
Fennî Efendi felsefe sahasında doğu tefekküründe olduğu kadar batı tefekkür hayatını da incelemiş, hattâ birçok tercümeler de yapmıştır. Bu bakımdan hepsi de ayrı ayrı birer kıymet olan 15-20 kadar eseri vardır ki «Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali», «Vah det-i Vücud ve Muhiddin-i Arabî», «Lûgatçe-i Felsefe», «Envâr-ı Hakikat» bunlar arasındadır. Ne yazık ki çok istediği halde «Lûgatçe-i Felsefe» ile «Envâr-i Hakikat», hayatında bas-tırılamamıştır. Zannederim ki «Envâr-i Hakikat» sonra Darüşşafaka idaresince neşredilmiştir. Rıza Tevfik'in Kaamusu Felsefesi'ni istisna edersek «Lûgatçe-i Felsefe» memlekette yazılan ilk ve hakikî felsefe lügatidir.
İsmail Fennî Ertuğrul'un bu tefekkür cephesi dışında bir de san'atkâr tarafı vardır ki o cihetten de bilhassa üstünde durulmağa değer. Güzel kanun ve keman çalardı. Bugün bile yaşayan birçok besteleri vardır.
Kanun ve kemana daha çocukken Tırno-va'da başlamış, garkı ve makam da meşket-
İsmail Fennî Ertuğrul (Resim: Kemal Zeren)
mistir. Tırnovadaki hocalarından biri Dimitri
adında bir değerli san'atkâr olmuşdu. (Bı.:
Dimitri, Tırnovalı Karaoğlan, cild 8, sayfa
4589) ; Istanbulda da Ağa lâkabı ile maruf ke
manı Aleksan, tanburî Ali ve Medenî Aziz E-
fendilerle Hacı Faik ve bestekâr Şevki Beyler
kendisine hocalık etmişlerdir. Şarkı, beste,
peşrev, semaî ve saz semaîsi gibi 200 e yakın
muhtelif musiki eseri vardır ki bunlardan 40
tanesi hâlen basılmıştır. "
Devrinin muhakkak ki çok değerli bir şâiri idi; şiir diline örnek olarak iki şarkısını alıyoruz :
Açılsın gülşeni hüsnün gönüller neş'edâr olsun Saçılsın sünbülün cana fikirler tarumar olsun Donansın sâgari gülgûn safâlar bir karar olsun Bizi şad eyleyen dilber cihan durdukça var olsun
+
Yaz geldi çiçeklerle yüzü güldü zeminin Günden güne gitmekde gamı kalbi hazinin İhya edelim biz de neman bezmi safâyı Yok fâidesî derdi dile âhü eninin
Bîr şûhi dilârâ bulalım evvel emirde Tertib edelim meclisi bir gizlice yerde Bîr eğlenelim Göksuda yâ semti Fenerde Yok fâidesi derdi dile âhü eninin
Birinci şarkısını ferahfeza, ikinciyi de üş-şak makaamında bestelemişti. Ömrünün son senelerini Cağaloğlundaki evceğzinde münzevi-yâne geçirdi. Bugünlerinin başlıca dostu Prof. Dr. Süheyl Ünver oldu; ve bir kış günü, 29 O-cak 1946 da 90 yaşında hayata gözlerini yumdu; ne kadar hazindir ki tabutunun arkasında ancak beş on dostu bulunmuşdu.
ismail Fennî Ertuğrul'un son günlerinde son büyük hizmeti 7132 cildlik kıymetli kütp-hânesi Bayazıd Devlet Kitaplığına vermesi ol-muşdur.
Dr. Bedi ŞEHSUVAROĞLU
ERTUĞRUL (Muhsin) — Türk tiyatrosunu el yordamı ile yürüdüğü bir devirden asîl sanat seviyesine ulaştırmış; san'âtkân her ccbhesi ile saygı duyulan insan, tiyatroyu mâ-bed yapmış, seyirciyi de bütün temsil boyunca bulunduğu yerin kudsiyetine inandırmış büyük rejisör, büyük aktör, Türk tiyatrosu ta-
rihinde büyük reformatör, sahasında tek a-dam, 1892 de îstanbulda doğdu; Hariciye Nezâreti Veznedarı Hüsnü Beyin oğludur. Mek-teb-i Tefeyyüz, Darüledep, Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi, Mercan İdadîsi'nde okudu. Babası onu Mabeyn kâtipliği ile Saraya yerleştirmek ve istikbâlini bu yoldan kazanmasını sağlamak istiyordu. Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesinde başlıyan tiyatro heves ve aşkı Muhsini bu yoldan alıkoydu, teklifi kabul etmedi ve bir marangozun yanına çırak olarak girdi. Marangozluğu ve bir süre de tornada çalışarak tornacılığı öğrendi. Bu sırada Türkiyede meşrutiyet ilân edilmiş, bilhassa İstanbul'da tiyatro faaliyetleri artmış, küçük Münşine de idealinin kapısı açılmıştı. O tarihte Tepebaşı Tiyatrosunda temsiller veren Bürhaneddin (Tepsi) onun gözünü ve gönlünü büyüliyenlerden birisi idi. Bu heyete girmek için imkânlar aramağa başladı, Arap Salâhaddin Beyle temas kurdu, arzusuna muvaffak olarak 2 Ağustos 1909 da Erenköyünde oynanan Şarlok Holmes piyesinde Bop rolü ile sahneye çıktı. Heyetin Reji-
Muhsin Ertuğrul)
(Resim: Kemal Zeren)
ERIUĞRÜL (Muhsin)
— 5228 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
5229 —
ERTUÖRUL (Münire)
soru Reşad Rıdvan Beydi. Vahran Papasyan da (ölümü: 1968) bu hey'ette çalışıyordu. Muhsin ufak tefek roller oynamasına rağmen başta Reşad Rıdvan Bey olmak üzere arkadaşlarının gözüne batmağa başladı, tiyatroya istidadı olmadığı ileri sürülerek çıkarılmak istendi. Büyük san'atçı Vahram Papasyan bu fikirde değildi. Onda istikbal görüyor, yetişmesini istiyordu. Muhsine, burada kalırsa yazık olacağım, ne yapıp yapıp Avrupaya gitmesini ve tiyatroyu orada etüd etmesini tavsiye etti. O, bu sözü dinledi, bir fırsatını bularak 1910 senesinde Paris'e gitti, parası ancak iki ay kalabilmesine imkân verdi, istanbul'a dönüşünde Varyete Tiyatrosunda temsiller veren Madam Binemeciyan'ın kumpanyasına girdi.
1912 de Kemal Emin (Bara) Büyük Beh-zad, Galip (Arcan) Beylerle bir heyet kurdu, Paris'te iken büyük sanatçı Mounet-Sully'den seyrettiği Shakespeare'in Hamlet'ini bu sezonda oynadı. Hey'et Bursaya gitti, dönüşünde Muhsin yeni bir tiyatro, «Millet Tiyatrosu»nu kurdu, fakat bu da ömürlü olmadı. Tekrar Pari-se gitti bir sinema stüdyosunda figüranlık yaptı, Suzanne Despres ile tanışdı ve himayesine mazhar oldu. Bu ünlü sanatçı Muhsini Fransız tiyatrosunun aslan ile tanıştırdı. Odeon Tiyatrosunda Antoine'nın provalarını takip ve tetkik imkânım buldu.
1914 de Birinci Dünya Harbinin patlaması üzerine yurda dönmeğe mecbur kaldı, Şeh-zadebaşuıda kendi adını koyduğu «Ertuğrul Tiyatro »sunda birer perdelik temsiller vermeğe başladı. Bir müddet sonra faaliyete geçen Dar ülbedayie girdi ve 1916 da Hüseyin Suad Beyin «Çürük Temel» piyesinin temsilinden sonra ayrıldı, tekrar gi;-di, bu defa da Halid Fahri Ozansoy'un «Baykuş»unu ve kendi adaptesi olan «Uçurum»u oynadı. Darülbeda-yi.'de geçimsizlikler had safhaya gelmişti, ayrı im ak mecburiyetini duydu ve «Edebî Tiyatro» yu kurarak Varyete tiyatrosunda temsiller vermeğe başladı. Bu hey'etin de ömrü uzun olmadı. Ertuğrul Muhsin 1917 yılında Almanya'ya gitti. Gündüzleri sinema fabrikalarında, geceleri de Lessing tiyatrosunun, Deutsches Küstler Theater'in sahnesinde çalıştı; ve Almanların en büyük san'atçısı Albert Basser-mann'ın oynadığı İbsen'in bütün eserlerini tâ-
kibetti ve aynı sene Maria Carmi'nin Hans Al-bers'le oynadığı bütün filmlerde rol aldı, ve bir süre sonra da Stuart Webbs film şirketine rejisör oldu. Bir ay izinle geldiği istanbul'da îbsen'in Hortlaklar piyesini terceme ve sahneye koydu. Bunu Haydelberg piyesi taki-betti. Tekrar Almanyaya döndü. 1921 yılma kadar muhtelif-filmler çevirdi. Samsun, Siyah Lâle, Şeytana Tapanlar, Ölüm Kervanı bunlardan bir kaçıdır.
Bir ara memlekete döndü, fakat pek az kaldı; onu 1921-1922 yıllarında Avusturya'da görüyoruz. Bu hem Avusturya tiyatrosunu tetkik hem de bir nevi istirahat oluyor. Muhsin Viyana civarındaki Mödling köyünde «Cehennem», «Kasırga» gibi eserleri adapte etti. istanbul'a dönüşünde hem tiyatro hem de sinema ile meşgul oldu. Kemal Film Müessesesinde «Bir Faciai Aşk», «Ateşten Gömlek», «Sözde Kızlar», «Zafer Yollarında», «Kız Kulesinde Bir Facia», «Leblebici Hor Hor Ağa» filmlerini yaptı. Varyete Tiyatrosunda Râşid Rıza (ölümü: 1961) ile Otello'yu sahneye koydu.
1924-1925 yılları Ertuğrul Muhsin'in «Ferah Sezonu» adıyla anılan devresidir. Bu sezonda öğrenci temsilleri konulmuş, çocuklarımıza tiyatro terbiyesini aşılamıştır. «Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları» Hey'etinde, başta Muhsin olmak üzere, Behzad Butak (ölümü: 1963), î. Galip Arcan, M. Kemal Küçük (Ölümü: 1936), Hazım Körmükçü (Ölümü: 1944), Neyire Ney ir (Ölümü: 1943), Kınar Sıvacıyan (Ölümü: 1950), Necla Hanımlar vardı. «İhtilâl», «Renkli Fener», «Tayfun», «Azarya» gibi eserler bu sezonda sahneye kondu. Ramazandan sonra Hey'et Karadeniz turnesine çıktı, dönüşte dağıldı.
1925 senesinde Muhsin Rusya'ya gitti ve Stanislavsky, Meierhold gibi dünya çapında tiyatro san'atçıları ile tanıştı. Moskova'da «Gos-kino», sonra da Odesa'da «Vufku» sinema fabrikalarında rejisör olarak çalıştı. Rusyada kaldığı iki sene zarfında «Spartakus», «Ta-milla» isimli filmleri çevirdi.
1927 de yurda döndü, Darülbedayi'e iltihak etti. 1928 sezonundan itibaren «Hortlaklar», «Hamlet», «Kör», «Kaatil», «Zehirli Kucak», «Güneş Batarken», «Üç Kişi Arasında»,
«Unutulan Adanı», «Kral Lear», «Maskaralar», «Baba» gibi eserleri oynadı.
1947 de Ankaraya gitti, 1948-1951 arasında Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü oldu. Orada Küçük Tiyatro, Büyük Tiyatro, 3. Tiyatro, Oda Tiyatrosu'nu, Adana'da Adana Şehir Tiyatrosunu, îzmirde îzmir Devlet Tiyatrosunu, Bursada Ahmed Vefik Paşa Tiyatrosunu açtı.
1951 yılına kadar devam eden hummalı çalışma bazı anlaşmazlıklara yol açtı, Muhsin tekrar îstanbula döndü ve «Küçük Sahne»yî kurdu. 1954 de tekrar Devlet Tiyatrosu Umum Müdürlüğüne getirildi, 1959 senesine kadar bu vazifede kaldı. Ysne anlaşmazlık başgösterdi-ğinden stanbul Belediyesinin teklifini kabul ederek istanbul Şehir Tiyatroları Başrejisör-lüğüne geldi. Muhsin bu devrede bir yandan piyes çıkartıyor, bir yandan da genç rejisörlere sahneye eser koyma ve böylece yetişme imkânı sağlıyordu. Ne acıdır ki, hem içerde, hem de dışarda Muhsini çekemiyen bir zümre vardı. Çalıştılar, çabaladılar ve Şehir Meclisinden geçirdikleri bir tüzükle Başrejisörlüğü kaldırmağa ve bu suretle büyük san'atçıyı kadro dışı bırakmağa muvaffak oldular. Açıkta kalan Muhsin, bir süre sonra özel bir Tiyatro Okulu açtı, oradan da memlekete san'atçı yetiştirme cabası harcadı, istanbul Belediyesi Şehir Meclisi yapılan hatâyı anladı ve 24 Ekim 1968 tarihindeki oturumunda Muhsinin eski vazifesine dönmesi için olumlu karar aldı.
Tiyatromuz konusunda en yetkili zevattan Refik Ahmed Sevengil: «Muhsin Ertuğrul Rejisördür, Türk sahnesinde şimdiye kadar görülmemiş bir intizam ve ahenk temin etmiş, tiyatromuzuza ilim ve tekniği getirmiş, eserleri mâhirane ve san'atkârane mizansenleriyle süslemiş, en yüksek, en güzel eserleri, en güzel ve muvaffak şekilde çıkarmıştır.» diyor.
Aşot Madatyan da: «Rejisör, idareci ve tiyatro âlimi olarak Türkiyenin 4,kinci bir Muhsini yoktur.» diyor.
Reşad Nuri Güntekin şunları yazıyor: «Muhsin en ölü piyeslerin en bulanık ve iptidaî çehrelerini canlandırıp mânalandırmanın sırrını bilmiş, böylece ölü elemandan canlı tiyatro çıkarmayı başarmıştır.»
î. Galip Arcan: «Orijinal bir mizaç, dinamik bir ruh.. O, her şeyden evvel bir tiyatro
inkılâpçısı, bir müceddit, bir san'at idealistidir.»
Vedat Nedim Tor: «Kendi eserlerimi onun ağzından dinledikten sonra daha ziyade sevdim.» demişlerdir.
Hafi Kadri ALPMAN <
ERTUĞRUL (Münire); NEYYlRE NEYYİR — Türk tiyatrosunun büyük aktrislerinden, ünlü aktör ve rejisör Muhsin ErtuğruP-un zevcesi, daha evlenmeden önce tiyatro ve san'at âleminde Neyyire Neyyir takma adı ile tanınmışdır.
1902 de Istanbulda Atikalipaşada doğdu; Hattatzâde Oısman Efendi'nin oğlu Ahıshalı Eyyub fendinin kızıdır; bu zât Sultan ikinci Abdülhamidin huzur hocalarından ve Fatih Camimin talebesine icazetname verme hakkına sâhib, müciz dersiâmlarındandı; annesi Hatice Hanım da Karadeniz yalısı halkından, Si-nobludur; kendi asıl adı Münire'dir. Darülbe-dâyie intisabında ilk ilânlara adını Neyyire Neyyir diye yazdırdı ve bu isimle şöhret buldu.
1905 de Eyyub Efendi vefat etti, Münire Hanım üç yaşında yetim kaldı, hiç bir yerden
Neyyire Ertuğrul J (Resim: Kemal Zaren)
ERTUĞRUL CAMİÎ
— 5230 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
5231 —-
ERTUĞRUL CAMİİ
miş «Hazreti seyyidinâ İmam Ebû Hüseyin Şâzelî» levhası; ibâdet sahnma girişin sol duvarında da «Merkezi Fevzii Reşâdeti Tarîki Şâzelî» levhası bulunmaktadır.
«Onsekiz basamak merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır. Kadınlar mahfilinin tavanı ^a nakışlıdır; fakat bu tavan kaplaması yer yer bozulmuşdur; sağ duvarda iki, sol duvarda üç pencere vardır; sağda ve solda meşrutalara açılan birer kapu vardır.
«Avluda pabuçluğun mukaabil tarafında altı köşeli susuz, metruk bir şadırvan vardır.
«Barbaros Bulvarı tarafından gelindiğine göre evvelâ 12 basamak, sekiz on adım sonra 9 basamak merdivenle çıkılır; camiin taş minaresi 12 basamakla çıkılan yerdedir, kapusu dışardadır.
«Camiin mihrab duvarının dışı da ağaçlarla bezenmiş geniş bir avludur.
«Barbaros Bulvarı tarafında demir parmaklıklı bir avlu içinde dört köşe plânlı, kubbeli kagir türbe bulunmaktadır; türbede tekkenin üç şeyhi medfundur: Şeyh Mehmed Zâfir (vefatı 1321 = 1903), kardeşi Şeyh Ham-
geliri olmayan dul anası ile birlikte, babasının yakm dostu Mânîzâde Mehmed Tâhir Bey tarafından himaye edildi, kibar ve zengin Mâ-nîzâdelerin manevî kızı oldu; Cibâli civarında Üsküblü mahalle mektebinde, Horhor ibti-daîsinde okudu, yatılı talebe olarak Darülmu-allinıata (Kız Öğretmen Okuluna) girdi; muallim olduktan sonra iki sene kadar da İngilizce öğrenmek için Amerikan Kız Kolejine devam etti. Sanat hayatma; 1922 de Kemal Film firmasının Halide Edib Adıvar'ın meşhur romanından çevirdiği «Ateşten Gömlek» filminde «Kezban» rolü ile girdi. Ünlü aktör Vasfi Rıza Zobu hatıratında şöyle anlatıyor:
«O zamanlar Kemal Filmin bürosu Sirkecide Ali Efendi Sinemasının üst katında iki küçük odadan ibaretti; «Ateşten Gömlek» filminin çevrilmesi hazırlanırken, iki kadın rolünden biri o devrin ünlü aktrisi Bedia Muvah-hid Hanıma verildi, «Kezban» rolü için kimse bulunamadı, gazetelere ilân verildi, ertesi gün tek bir Türk kızı, Amerikan Kız Koleji talebelerinden Munire Hanım müracaat etti; 19-20 yaşlarında münevver ve güzel bir kızdı, büroda bana: — Kollej talebesiymiş, Muhsini bekliyoruz, bakalım ne diyecek... dediler...».
Ertesi yıl, 1923 de, parlak bir devre girmiş tiyatroyu henüz emekleyen sinemaya tercih etti, ve sahneye ilk defa Ertuğrul Muh-sinin Râşid Riza ile birlikde oynadıkları Bey-oğlunda Fransız Tiyatrosunda temsil edilen Othello'da Desdemone gibi ağır bir rolle çık-dı, büyük başarı ile oynadı, ve 1923-1924 tiyatro mevsiminde Darülbedâyi kadrosuna kabul edildi; ve orada «Neyylre Neyyir» adı ile kısa bir zamanda büyük şöhret oldu.
Bir ara Dârülbedâyi'den ayrıldı, Ertuğrul Muhsinin Şehzâdebaşında Ferah Tiyatrosunda. «Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları» topluluğunda çalışdı. Ertuğrul Muhsin Avrupada bir ted-kik seyahatma çıktığında Sadi Fikret'in Millî Sahnesinde bulundu, tekrar Dârülbedâyi'e girdi, bu tiyatronun Şehir Tiyatrosu olduğunda da kadrosunda kaldı, Ertuğrul Münşinle evlendi, evlendikden sonra da sahneden ayrılmadı, yirmi yıllık kısa sahne hayatını hep orada geçirdi. Kültürlü, çalışkan, mesleğine âşık bir sanatkârdı; sahneye uygun, gaayet tatlı bir sesi vardı. Aldığı rolleri dikkatle etüd eder, eserin en ince noktalarına varınca rolünü sa-
dâkatle ve hassasiyetle oynardı. Amansız bir hastalığın pençesinde 13-14 Şubat gecesi 1943 de ve henüz kırk bir yaşında vefat etti. Zincir-likuyu Asri Mezarlığa defnedildi.
Güzel San'atlara aşırı düşkünlüğü vardı, icazetname almamışdı, fakat eski yazı ile hattat denilecek kadar güzel yazılar yazardı, yağlı boya resimler yapmış, hayli muvaffak olmuş-du. Annesi Hatice Hanımı Dârülmuallimatta talebe iken kaybetmişdi, fakat o cefakâr kadının asîl hüviyetini tamamen tevarüs etmiş-di, vücûdunu yıpratmcaya kadar çalışkan, zekî ve cevval, vekarlı, azimliydi; edebi ile süslü olarak mağrurdu.
Manevî babası yerinde Mânîzâde Tâhir Bey anlatmışdır: «Sesi güzeldi, zevkle dinletebilecek kadar güzel şarkı söylerdi. Darülmual-limatda gece mütâbalarında ona Kur'an okuturlar, mekteb müdiresi de dahil, bütün hocalar ve talebe dinlermiş..». Vasfi Riza Zobu yazıyor: «... Komedi Fransız san'atkârı Alek-sandır ve Robin ile Fransızca, Sesil B. Dömil ile ingilizce, bizim ressam Pırof ile rumca konuşurken dinledim.. Türk edebiyatına vâkıf, ve çok düzgün, temiz ifâde ile yazı yazardı.
«Muhsinle nikâh! andığı gün bizden kendisine artık Neyyire diye hitap edilmesini iste-mişdi. Birkaç kere dil alışkanlığı Munire Ha-nm dedim, ihtarlar aldım, bir seferinde beni bir kenara çekdi:
— Vasfi.. mânâsız bir ısrar ve şımarıklık zannetme, babamın koyduğu o isimle istiyorum ki bana yalnız kocam hitap etsin!., dedi».
Dostları ilə paylaş: |