5696 -
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
- 5697 -
FERYADI (Manastırk Mustafa)
Orhan Cemal Fersoy
(Resim: S. Bozcalı)
nâ bir gayrettir. 1961den sonra nizamî mahkemede takib ettiği bir dâva ile eski başvekil Adnan Menderesin bütün mal varlığının meşruiyetini isbat etmisdir. Bu çalışmaları eski Cumhur Başkanı Celâl Bayarın dikkatini çekmiş ve Orhan Cemal Fersoya umumî vekâletini vermişdir; bu suretle meslekî hayatının en önemli safhasını yaşamış, sekiz yıl süren mü-câdeleli bir savunmadan sonra eski Demokrat Parti sorumluları hakkında af kanunlarının çıkmasında, onların siyâsî haklarının iadesinde hukukî zemin hazırlanmışdır ki büyük gayrettir. Bu çalışmalarını "G+ 204— Yassıada Dâvaları", 'Bir devre adını veren Başbakan Menderes", ve "Fatin Rüştü Zorlu" isimli yazı serilerinde ve Zafer, Yeni istanbul ve Son Havadis gazetesinde yaymlamışdır.
Adalet Partisine intisab etmiş, 1969 seçimlerinde o partiden istanbul Millet Vekili seçil-mişdir, bu satırların yazıldığı sırada (1970 ekim) Türkiye Büyük Millet Meclisi Büdce Plân Komisyonu üyesi bulunuyordu.
1951de Fatma Belmâ Korur Hanımla ev-lenmişdir, Râgıb (doğ. 1952) ve Nilüfer doğ 1958 iki evlâd sahibidir.
FEETEK MEYHANESİ — Eminönü Ba-lıkpazarımn namlı bir meyhanesi, en parlak zamanı 1890 ile 1908 arası, ikinci Sultan Ahdul-hamid devrinin son yıllarına rastlar. Aslında gaayet büyük bir şarab ve rakı deposu idi; o devrin en âlâ rakıları olan Tekirdağınm Müref-te (meyhanesi rum ağzı ile Miryofte) rakısı ile Niğdenin Fertek düz rakıları istanbul meyhanelerine buradan dağıtılırdı, ayrıca büyük bir tezgâh başında kadeh ile perakende satış da yapılırdı ve akşamcı müşterilerinin hemen hepsi muharrir, şâir, musikişinas kimselerdi. Oturulacak iskemlesi, sofra kurulacak masası yokdu, herkes bir elma, armud, bir mikdar leblebi, zeytin ekmek gibi mezeleri i"e gelir, tezgâh başında ayakda içilirdi. Biri tezgâhda durur, biri ayak hizmeti görür iki nefer Sakız Adalı mahbub uşağı vardı, işret âlemlerinde rindâne sohbetler hemen dâima onlar üzerinde toplanırdı; bir akşam şu müşâere Tophane Ketebesinden Üsküdarlı Râzi Efendi ile yine ketebeden Gözlüklü Kemal ve Çingene Müşfik Efendiler arasında olmuşdur:
Müşfik — Balıkpazarmda meşhurdur Fertek Râzi — Her akşam çakarız gidip birer tek
Kemal — Tezgâhının başı meclisi edeb Râzi — Tezgâhdarla uşak birer şekerleb
Müşfik — Kaş gözün istifi resim misâli Râzi — Tenâsübi endam hem yâlü bâli
Kemal — Müşekkel el ayak şehlevend şehbaz Râzi — Sakız nıahbubları eşbeh servinaz
Müşfik — Gönül kandilinin çifte çerâğı Râzi — Topukları döver şalvarın ağı
Kemal — Güzellik sânında vermişler berat Râzi — Eflâtun Aristo Diyojen Sokrat
Müşfik — Fertekde Sakızlı çifte güzeller Râzi — Anlar içindir hep şarkı gazeller
Kemal — Kadehi çeşminden içenler bade Râzi — Bûsi paye olur heman amade
Müşfik — Velâkin o lutfa nail olan az Râzi — Anlardan biridir Râzii dilbaz
Reşad MİMAROĞLU
FEETEK RAKISI — Geçen asır sonlarında Türkiyenin en âlâ rakısı; Konyanın Niğde kazasının Fertek nahiyesinde yapılırdı; kaç alkol derecesinde olduğu tesbit edilemedi, toptancı
tüccarı tarafından İstanbula getirildiğinde gazetelere ilân verilir ve istanbul halkına nerede satıldığı bildirilirdi; rum komisyoncu yazıhanelerinde, ağzı mühürlü binlikler, damacanalar içinde satılırdı. Konaklarında, yalılarında demlenen bâzı kibar akşamcılar da rakılarını sureti mahsusada Fertekden getirtirlerdi, bu ansiklopedinin yazı ailesinden Münir Süleymanın babası Çapanoğlu Süleyman Bey onlardan biriy-; di. imalâthanesi, Türkiye Cumhuriyet devrinde Tekel idâresinin kurulmasından sonra kapan-mışdır.
FERTİK, FERTÎGl ÇEKMEK — Yakın geçmişde dilimize almancadan girmiş, ve zamanımızda atık unutulmak üzere olan halk ağzı bir deyim, "Gitmek", "Kaçmak", "Savaşmak", "Ölmek" anlamlarında kullanılırdı; "Fertik" almancada "bitti", "son" demektir.
F. Devellioğlu "Türk Argosu" isimli eserinde deyimin nerden kaldığını kaydetmeden ve yalnız "kaçmak, uzaklaşmak, sıvışmak" anlamlarında olduğunu söylüyor ve hâneberduş apaş ağzında şu misâli veriyor: "Aynasızlar (polisler) geliyor abi, fer tiği çekmezsek piyas-tos olurus (yakalanırız)".
Bil alman şirketi olan "Anadolu — Bağ-dad Demir Yolu Şirketi" zamanında tirenler bir istasiyondan kalkar iken önce istasiyonlarda bulunan bir kampana, çan çalınır, ve istasiyon memuru "Fertik!.." diye bağırarak lokomotif düdük öttürür ve tiren kalkar giderdi.
Misaller:
-
Seninki geldi!
-
Kim?
-
Inebolulu.. senin Çakır Mustafa..
-
Hani nerde ulan?
-
Kapudan bakdı, beni görür görmez fer
tiği çekdi!
Heber geldi Kılıçali Hamamından bu sabah Mahlul oldu külhandaki koca şâir gediği Vesîlei rahmet olsun şu mücevher târihim "Deli Osman yar koynunda çekdi yahu fertiği"
1303 (M. 1885 - 1886)
FERVE — "Aslı araboa isim: Kürk kaplanmış esvab" (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati) : M. Zeki Pakalm da "Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri" isimli eserinde Ferve maddesinde bu tarifi aynen almakla yetmiyor.
Ferve kürk kaplı esvab değildir; kürk olacak postun, esvab şeklinde biçilmiş astar kumaşa dikiliş, hazırlanmış naklidir B.: Kürk; ferveler postun cinsine göre "Fervei Kaakum", "Fervei Samur", "Fervei Beyzâ" gibi isimlerle anılır; sonra kürk olmaya lâyık kiymetli bir kumaşa kaplanır, kollan, kürk olur; XVIII. yüzyılın ünlü şâiri Nedim'in bir şarkısında bu husus bir güzelliğin tasviri yolunda pök açık ifâde edilmişdir:
Kaplatub gümpenbe şali fervei samuruna Ol siyeh zülfü döküb sînei billuruna Itrışâhîler sürüg gerdeni kâfuruna iddir çık nâz ile seyrâna kurban olduğum
Nedimin pek renkli ve zarif bu tasviri ile tam tezad hâlinde, aynı yüzyılın sonlarında yaşamış Şürûrî "Ferve" yi şu ağır hicvinde kul-l'anmışdır:
Mest olub fervesini tersine giymişdi köpek Ayıya döndü de çingâneler oynattı anı
FERVEÎ BEYZÂ — Osmanlı Sarayı ağzı bir terimdir; Pâdişâhın şahsında Temsil edilen devlete sadâkatle hizmet eden veya etmesi istenen kimselere madalya ve nişan yerine elmaslı sorguçlar, hançerler, kılıçlar ve en âlâsından kürkler verilirdi, bu arada "Fervei Beyzâ" da yalnız Şeyhülislâm Efendilere verilirdi. "Fervei Beyzâ", gaayetle yunıuşalk ve çok bahalı "Hermine = Beyaz Su Samuru" postundan ba-zırlanmış beyaz bir kürklükden; ki bu postun dilimizde asıl adı "Kaakum" dur. Yalnız Şeyhülislâmların sırtında bu isimle anılır; başkalarının üzerinde ise "Kaakum Kürk" olur.
FERYÂDÎ (Manastırlı Mustafa) — Geçen asır sonlarında yaşamış bektâşî bir halk şâiri; İstanbula bir vali paşanın uşağı olarak gelmiş, kaşı gözü hoş ve eli ayağı düzgün genç olduğu için Istanbuldaki konağın harem halkı içki tehlikeli görülmüş, paşasının aşın iltifatı da dedi kodu olunca işinden ayrılmak zorunda kalmış, fakat cazibesine kapıldığı İstanbuldan ayrılamamış, Tophanede kahveci çıraklığı yapmış, esrara alışmış, sefalet içinde ve henüz otuzbeş yaşında iken müıteverrimen ölmüşdür. Devrin kalender şâiri Tophane ketebesinden Üsküdarlı Âşık Râzinin evrakı metrûkesi arasında bir manzumesi ile bir resmi ve resminin arkasında
f-
FİEEYADI ANDELÎP
- 5698 -
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
- 5699 -
FES
Râzi tarafından yazılı bir ölüm tari görülmüş-dür:
Aman aman aman aman aman hey Âşıklıkla gör hâlimiz duman hey Olur mu hiç serkeş yarda îman hey Benim yârim pek yamandır yaman hey
Görmedik biz ne mekteb ne medrese Kulak verdik arifane her sese Bende olduk eşbeh fetâ dalfese Ayaklarınız mühürlüdür peyman hey
Meydânı aşk kenarında postumuz Cümle canlar candan azizi dostumuz Ne gam olmuş pelâspâre üstümüz Hacı Bektaş Velîdendir ferman hey
Bur Feryadı güzellere pervane Desti aşka düşmüş gezer dîvâne Dilde yâri hem destinde peymâne Yolunuza baş koymuşa kıyman hey
Râzi'nin Tarihi
Şu tasvire bakdım bakdım ağladım Defniderken o gün kabri başında Otuziki yaşla tarih bağladım "Göçdü gitti Feryâdî'nı genç yaşında"
1275 + 32 = 1307 (M. 1889 - 1890)
Vâsıf HİÇ
FERYADI ANDELÎB — "Bülbütün Feryadı"; îstanbulda aydın tabaka arasında, bülbüllerin ötmeye başladığı ilk bahar karşılığı kullanılmış bir deyim; artık kullanılmıyor; aşağıdaki beyit Süleyman Nahîfî'nkıdir:
Agaazı nâle itse nola canı bîşekîb Oldu resîde mevsimi feryadı andebîb
FERYAL (Neyyir) — Onsekizinci Yüzyıl sonları ile Ondokuzuncu Yüzyıl başında yaşamış bir köçek; şu buselik şarkı ile övülmüşdür:
Nevresîde bir güli âl Bezmi hassa geldi derhal Sordum ol gönce gül kimdir Dediler kim Neyyir Feryâl Neyyir Feryâl eyleme âl Gönlüm oldu sana meyyal
Körpedir kaaşı kemandır Büyüse çevri yamandır Âşıkın kadrini bilmez Dahi pek taze fidandır
İşve bağında ol âfet Gün begün bulsun letafet Görmedim âlemde mislin Kendine mahsus kıyafet
Neyyir ismi kaydedilmemiş olmasına rağmen Numan Ağa tarafından Sabâ makaanımda bestelenmiş şu şarkının da aynı gene için çıık-dığını zan ediyoruz:
Raksiderken ol mehi nev Olamaz hiç kimse peyrev Küçücükden aldı pertev Meclise fer verdi Feryâl
Gül gibi ittikçe hande Nâz ile atar perende Seyriden olmaz mı bende Meclise fer verdi Feryâl
Antika gaayet edası - Hem müessirdir sedası Şimdi dünyâ mübtelâsı Meclise fer verdi Feryâl
Bibi.: Hâşim Bey, Şarkı Mecmuası.
F E S — "Kuzey Afrikanm batısında Fas şehrinde îcâd edilmiş kırmızı renkli bir baş kis-vesidir; bütün Osmanlı memleketlerinde ve diğer bâzı müslüman memleketlerinde yayılmış, giyilmişdir" (Şemseddin Sami, Kaamûsî Türkî).
"Fas şehrinde îcâd edilmiş mâruf bas kisvesi" (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
Osmanlı İmparatorluğunun son yüz yılı içinde Türkiyede erkekler için kabul edilmiş ve resmiyete bürünmüş çiçek saksısı şeklinde kırmızı renkli serpuş, kalıpsız hâli ters kapanmış bir çanağa benzer ki şöyle bir bilmecesi de vardır:
Kırmızı çanak Kıllıya kapak?
Memleketimizde giyilirken devir devir ve her devirde çeşidli olarak kalıplanmış ve o yüz yıl içinde değişik modalarda püsküllerle süslen-mişdir.
Fesi Türkiyede evvelâ askerî bir serpuş olarak resmen kabulü 1827-1828 arasındadır. Cumhuriyet devrinde 1925 yılında çıkan bir kanun ile de Türkiyede fes giyilmesi yasak edilmişdir.
Yukardaki iki muteber lûgaıtdaki kayıdlar sathîdir, fesin, Fas şehrinin kurulduğu tarihi de aşan çok eski bir mazisi vardır, Anadolunun,
mitolojik çağlarında Frikya Kiralı Midas'm îcâd ettiği "Frikya Külahı" fesin ilk örneğidir denilebilir. Frikyalılardan sonra fesin eski örnekleri olan çeşidli kırmızı külahlar Romalılar, Bizanslılar, Ortaçağda Avrupalılar, Rönesans asırlarında bilhassa italyanlar tarafından giyilmişdir.
Türk lûgatlarında fesin îcâd edildiği yer olarak gösterilen Fas, İslâmiyetin yayılmasından sonra fes giyilen ilk müslüman memleketidir. Cezayirliler ve Tunuslular da Faslılar gibi fes giymişlerdir. XVI. yüzyılda Cezayir Osmanlı İmparatorluğuna ilhak edildiğinde ve bu memleketde çok kuvvetli bir "Deniz Akıncıları" teşkilâtı kurulduğunda, o yaman deniz akıncıları, "Cezayir Korsanları" da başlarına fes giymişlerdir Bu bakımdan f es'in türkiyede giyilmesi, resmî askerî serpuş oluşundan asırlarca önce, XVI. yüzyılda başlamışdır. XVII. yüzyılda yaşamış büyük türk yazarı ve seyyahı Evliya Çelebi, meselâ Akka Limanı önünde bir deniz çengini anlatırken: "...cümle kırmızı fesli guzâtı müslimin kalyonun kıç ve baş palavrası üzerinde sîneçâk olarak Allah Allah sedasına rehâ buldurup..", ".. ardı sıra yeşil alemli iki kalyonda alfesli Cezayirliler..." Diyor.
Yine Evliya Çelebi meşhur seyahatnamesinde îstanbulda Kasımpaşayı anlatır iken öğreniyoruz ki daha XVII. yüzyılda Osmanlı Donanmasının gedikli bahriyelileri olan Tersaneliler, "Azeb Askeri, Azeb Taifesi" başlarına fes giymişlerdir: "..Kasımpaşa halkının bir kısmı gemicilerdir iki cümlesi Cazâyirli elbisesi giyip kırmızı fes üzerine kafesî destar ve arkalarına burnus, demirkoparan, kaput, gûnâgûn dolamalar ve bellerinde çatal pala bıçaklar ve ayaklarında tomaklar ve bâzıları baldırı çıplak seren-baz ve cundabaz gazilerdir..".
XVI. ve XVII. yüzyıllarda erkek fesleri ce-zâyirli gemicilerin ve onları taklid ile de tersanelilerin başlarında görülüyordu. İstanbul halkından ise erkeklerden -önce kadınlar, İstanbul Hanımları daha o asırlarda başlarına fes giymişlerdir.
ikinci Sultan Mahmud'un ilk fesli resmi
(Resim: S. Bozcalı)
İkinci Sultan Mahmud 1826da Yeniçeri Ocağını kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırdık-dan sonra yeniçerilik hâtıralarını da tamamen yok etmek için kökden bir kıyafet inkılâbını zarurî görmüşrü. "Asâkiri Mansûrei Muhammedi-ye" adı ile yeni türk ordusu kurulmuş, askere setire pantalon giydirilmiş, fakat baş için mü-nasib bir serpuş bulunamayarak "Şubara, Şo-bara" denilen ve yeniçeriler tarafından hiç giyilmemiş ve ancak bostancıların başlarında görülmüş bir keçe külah serpuş olarak kabul edilmiş, bostancılardan farklı olsun diye de Şubaranın üstüne sarık sardırılmışdır.
Devrin ünlü vezirlerinden Mehmed Husrev Pasa, ki sonraları Koca Husrev Paşa diye anıl-mışdır, 1826 da kaptanpaşalık makaanımda ve donanma ile beraber Akdenizde bulunuyordu. Türk bahriyelilerini Avrupa devletlerinin donan-
FES
- 5700 -
İSTANBUL
- 5701 -
malarında olduğu gibi sıkı askerlik tâlimlerine tâbi tutmuş, 1827 de İstanbula dönerken efrad ile birlikde zabitlere de Tunusdan aldığı fesler giydirmiş, kaptanpaşa, büyük amiral olduğu halde kendi başına da bir fes koymuş, ve İs-tanbula döndükden az sonra fesli bahriyelileri pâdişâhın bir cuma namazı alayına götürmüş, talimli askerin intizâmı ve başlarındaki al renkli fesler hem pâdişâhın hem de halkın fevkalâde hoşuna gitmiş ve İkinci Sultan Mahmud fesi bütün türk ordusu mensubları için resmî bir serpuş olarak kabul etmişdi.
Kara askerinin deniz askerinden ayırd edilmesi için de Asâldri Mansûre feslerine eğri bir sarık sardırılmışdı, hattâ asker ile de yetinil-memiş, bütün devlet memurlarının ve ulemâ efendilerin de fes giymesi için yeni bir kıyafet nizâmnâmesi yapılmışdı. Bu nizâmnâmede memurların askerden ayırd edilmesi için feslerine hiç bir §ey sarmamaları, yani dalfes giymeleri kaydedilmişdi. Yalnız ulemâ efendiler için feslerine beyaz dülbend sarmalan bir imtiyaz olarak kabul edilmişdi.
Devrin şâirleri fesi halka hoş göstermek için fes sânında medhiyeler, şarkılar, gazeller ve fesi överken bu yeni serpuşun bilhassa gençlere gaayetle yakışdığım söylediler.
Güftesi bir marş güftesine benzeyen Rifat Beyin şu şarkısı hicazkârdan bestelenmişdir:
Kisve giydi buldu asker şimdi şan Her biri oldu misâli kahraman itmede böyle cemî asâkiran Pâdişâhım devletinle çok yaşa
Pek yaraşdı eğri sarık eğri fes Resmine erbabı irfan dîdi pes Bu sözü tekrar iderler her nefes Pâdişâhım devletinle bin yaşa
İlk asker feslerinin sarıkları eğri sarıldık-dan başka başa da eğri konulduğu anlaşılıyor.
Nikogos Ağanın Hüseynîden bestelediği bir şarkıdan da asker başındaki eğri feslerin bütün gençler arasında da moda olduğu anlaşılıyor (B.: Eğri Fes Modası, cild 9, sayfa 4963):
Bir yana eğdir fesin ey nevcivan Halka halka kâkülün olsun iyan Parlayıp lahdi ciğerden âşıkan Ateşi aşkınla yansın her zaman
Şu da Enderunlu Şâkir Beyin Bestenigâr bir sarkışıdır:
Gel meclise nûş it şarab Nolsun bu rütbe ictinab Eğdir fesin itme hicab Pek güzeldir perçemin
Her yeniliği istemeyen aşın muhafazakâr ham sofularla yeniçerilik geleneklerine bağlı bir ayak takımı kalabalığı ve esnaf kitlesi fesi, sâde, dal fes giymemekde ısrar ettiler; bunun üzerine asker feslerindeki sarıklar kaldırıldı, fes giymeye mecbur tutulmuş esnaf takımının da feslerine yemeni, çenber, ağabâni yazma dülbend gibi şeyler sarmalarına izin verildi ve fes halk başında ancak bundan sonra gereği gibi yayıldı. Aymtablı Aynî'nin aşağıdaki gazeli, fesin tarihçesinde bu durumun tasviridir ki En-derûnu Hümâyundaki tüysüz delikanlıların da çavuşluk, mülâzimlik, yüzbaşılık gibi rütbelerle ordu hizmetine devredildikleri ve başlarına sâde fesler, üzerine hiç bir sarılmayan dal fesler giydikleri zamandır:
Giydi gördüm mehcebînim bu gice rüyada fes Sahi hüsne tâc ile tâbir olur mânâda fes
Onbeşinde böyle bir yüzbaşı gelmez kışlaya Giyse de her haftada bin nevcivan dünyâda fes
Elde simin tâziyâne belde tîgi zer nişan Arkada gülpenbe harvâni serinde sâde fes
Soofii dilmürdenin Hak kaavuğun taş eylesin Giymemiş rûzi ibâdetde şebi ihyâde fes
Baş kabak yalın ayak gördü beni bildi o şuh Çünki vardır Ayniyâ âlâda fes ednâda fes
Aynî'nin yukardaki gazelinin son beytinde söylendiği gibi "Fes", kibar ve ricalden ayak takımına kadar herkesin başına yayılınca, o devirdeki türk musikisi de geysûlu, perçemli, kâküllü nevcivan başlarındaki kırmızı feslerle uğraşdı:
Hüsnün gören seni ister Aç fesini perçem göster
(Beyâtî Şarkı, Tanbûrî) .*
Sünbülistan etmiş etrafı fesi Perçemin başdan çıkardı herkesi
(Buselik Şarkı, Kemanı Şâkir) *
Seni gördüm o perçemle beğendim fesle Niçün ülfet ediyorsun böyle herkesle
(Hisarbuselik Şarkı, Numan Ağa)
ANSİKLOPEDİSİ
O devrin fes üzerine türküleri şarkılardan çok asâletlidir; bu bir İstanbul türküsüdür:
Aman al fesli al fesli Eşbeh civanım dalfesli Aman dalfesli
Dizlik mintanı açmış pek Fesinde püskül top ipek İpek kâküllü dalfesli
Aman al fesli dal fesli Püskülü mavi al fesli Sırma perçemli al fesli
Bu da bir Aydın türküsüdür:
İstanbuldan aldırayım fesini Nerelerden işideyim sesini Ayın ondördüne benzer kesimi Bizi barışdıran diller övünsün
Türkiyede daha XVI. yüzyılda fesi ilk defa giymiş olan Cezayirli gemicilerin feslerinde bir püskül bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Fes İkinci Sultan Mahmud devrinde önce askerin ve sonra halkın başında erkek serpuşu olduk-dan sonra fesi bir de püskül süslemişdir. Aslında fesin sâdece bir süs parçası olan püskülün türlü çeşidleri olmuşdur. (B.: Püskül).
Fesin dairevi üst kısmına "tabla denilirdi. Tablanın ortası delik olup buraya 2-2,5 santim boyunda "İbik" denilen fesin kumaşından bir dilcik eklenir, incecil boru şeklinde bir dilcikdir, püskül fese, bu ibik vasıtası ile takılır, püskülü tutan bir iplik ibik içinden fes içine alınır ve çıkmaması için içerden düğümlenir.
ikinci Sultan Mahmud devrinden 1925 yılına kadar fesin şekli devir devir değişmişdir. Bir saksıya benzeyen fesin tablasının darlığına ve genişliğine, ve alından tabla kenarına kadar yüksekliğine göre değişen fes şekillerine "Kalıp" denilirdi. İlk fesler ki "Mahmudiye Kalıp Fesler" diye amlmışdır, büyük ve yüksek fesler olmuşdur ve mavi iplik iplik ipek püsküllerle süslenmişdir ve püskül tablanın kenarından fesin etrafına fırdolayı yayılmışdır. Şehzadelerin fesleri, vezirlerin fesleri (meselâ sadırâzam Mustafa Reşid Paşanın merasim fesi) elmaslarla süslenmiş, murassa fesler olmuşdur. Ab-dülmecid zamanında fes biraz küçülmüş, son zamanlardaki şeklini almışdır. Püsküller de tel, iplik ipek yerine burma ibrişimden yapılır olmuşdur. Abdülmecid törenlerde fesine elmaslı
FES
bir sorguç takmışdır. Abdülaziz kendi zevkine mahsus kalıpda fes giymiş, yüksekliği az ve tablası da darca olan bu şekil feslere "Aziziye Kalıp" denilmişdir. ikinci Abdülhamid zamanında fesin kalıbı tekrar değişmiş, daha dikçe bir fes giyilmişdir.
Fes kumaşının rengine göre de çesidli olmuşdur. Aslında kırmızıdır, fakat fesler, nar çiçeği kırmızısından ıkaraya çalan koyu güveze kadar bu rengin çeşidleri kullamlmışdır. Fesler renkleri ile de giyenin ruh haletini ifâde et-mişdir. Aşağıdaki satırları büyük çağdaş yazar Ahmed Rasimin bir yazısından alıyorum:
"Fes umumiyetle eğri giyilir; kaş üstüne kadar eğik durur. Bâzan ön tarafda, tabla ile kenarında hâsıl olan çukura Yar Tekmesi denilir. Zarafet dilinin Yar Tekmesi dediği bu çukurun kopuklar arasındaki adı Kuş Yuvası'dır.
"Fes perçem ve kâkül üstünde, halka halka kıvırcık saçlar üzerindeki duruşa ve edaya ve simanın da şekline göre açar, yakışır. Kulaklara kadar geçen fes ise bönlük verir. Kenan gey-sûlarla süslü olursa hal ehlinin ağzında Kapatma Sünbül Saksısı'dır.
"Fes renkleri gittikçe koyulaşmak üzere kırmızı, hunnâbî, orta renk al, narçiçeği, siyah (koyu güvez) dır.
"Çocuk feslerine nazar takımı, muska, ziynet altını takılır. Kulakları tamamen örten fese Babayâne, Kel örten, Ayıp Kapayan da denilir. Islanıp büzülmüşüne Limon Kabuğu, sıfır numara kalıba çekilmişine Saksı Dibi denilir. Narçiçeği kırmızılığındaki feslere de Abdülhamid zamanında Hafiye Fesi denilirdi" (Ahmed Ra-sim).
Fesin yapılışım M. Şâkir Ülkütaşır fes üzerine bir makaalesinde şöyle anlatıyor: "Fesler yünden yapılırdı. Fesin dokunuşu çorab örgüsüne benzer ve önce kocaman torba gibi bir şekil alır. Boyama, dink ve zamk ameliyatlarından sonra küçülür, bir külah şekline girer. Başa giyileceği zaman kalıplanır" (M.Ş.Ü.; Aylık Ansiklopedi).
Fes bir fesçi dükkânından alınıp hiç kalıba verilmeden başa bir külah gibi geçirilirse ona da "Fabrika Kalıbı" denilirdi.
Esvab ütüsü gibi, fesler de sık sık kalıplanma ihtiyâcı gösterirdi, fes kalıpçılığı ayn bir iş, zanaat, geçim yolu idi. Bu zahmetden kurtulmak için, fesin kalıbını uzun zaman koruyan içi hasırlı fesler yapıldı, hasırlı feslere de halk ağzında "Şıllık Fes" denildi.
JlÜ
FES
- 5702 -
istanbul
ANSlKLOPEDÎSl
- 5703 -
FES
Tel ipek püsküller zamanında ufak bir rüzgârla püskül karışır, yumaklaşırdı; o zamanlar da İstanbulda, zamanımızın kundura boyacıları gibi sokaklarda Püskül Tarayıcılar dolaşırdı, fesi alır, bir ağaç kalıba geçirir, karışmış püskülü tarar ve fesi sahibine verirdi, bu iş için de küçücük bir para alırdı.
Fes üzerine aşağıdaki parçalar geçen asırda ve asrımız başında yaşamış kalender meşreb şâirlerden derlenmişdir:
Saçılmış kâkülü cîalfes altından Her teli yirmidört ayar altından
Âşık Râzi
Fese bakma kâküle bak kâküle Benzemez mi katmerli mor sünbüle
Âşık Râzi
Al fesinde kırmızı karanfili Hem al câmedânı gaayet afili Gördün mü Adalı Tiryandafil'i Molla Beyin nevhat hanılacısıdır
Galatalı Hüseyin
Şahin başda Cezâyirin fesidir
Galatalı Hüseyin
Ali Çamiç Ağanın bir kıt'asından da fesden püskülün kopup düşmesinin kötüye yorulduğunu öğreniyoruz:
Bildim kötü alâmet Püskülüm koptu fesden Bülbül misâl şakıyan Yârini kaçdı kafesden
FES, ÇOCUK FESİ HIRSIZLARI - Fesin yeni kabul edildiği yıllarda, 1827 -1830 arasında İstanbulda çocuk f eslerini ziynet altınları ve incilerle süslemek modası yayılmışdı; bu suretle süslenen çocuk feslerinde bâzan bir takım serserilerin tamahını tahrik edilecek derecede ileriye gidildi ve İstanbulda çocuk fesi hırsızları türedi. O devrin zabıta kayıdlanna geçmiş vak'adır: Bayburtlu Polatoğlu Mustafa adında baldırı çıplak bir delikanlı yolda bir oğlancığın incili fesini çalmış, ayakdaşı ve hemşehrisi Şaban ile fesin üstündeki incileri paylaşırlarken yakalanmışlar ve Tersane Zindanında küreğe konulmuşlardı.
Dostları ilə paylaş: |