. Halûk Y. ŞEHSÜVAROĞLU
FES, FESCÎ DÜKKÂNLARI — Boy boy ve cins cins fesler perakende olarak tuhafiye mağaza ve dükkânlarında, müstakil fesçi dükkânlarında ve fes kalıbcılarında satılır, fes püskülü de oralardan alınırdı. Geçen asır sonlarında, 1880 ile 1890 arasında Tunus feslerinin, o memleket halkının kılığında ayak satıcıları tarafından Eminönünde Yeni Cami, Ayasofya Meydanı, Sultanahmed Meydanı ve Bayazıd Meydanı gibi kalabalık yerlerde kaldırımlarda sergiler kurulup satıldığı da görülmüşdür. Bunlardan ikisinin resmi, o devrin İstanbul hâtırası kartpostalla,n arasında basılmış, satılmışdır.
1836da kurulmuş olan İstanbul Feshâne-sinin, Fes Fabrikasının ordu ihtiyacını karşılayarak 1850 den sonra halk için de fes yapmaya başlaması ile İstanbul piyasasında "Feshâne Fesi" "Tunus Fesi" ve "Avusturya Fesi" olmak üzere bilhassa üç cins fes bulunmuşdur. Feshâne fesleri standart mal idi, Tunus ve Avusturya feslerinin ise âlâsı ve âdisi vardı. Fesin âlâsı ıslandığı zaman, yağmurda boyasının çıkmaması idi.
Feshâne 1848-1850 yıllarında 400,000 fes yapmış, halk için ayrılan fesler de 1860 dan sonra İstanbulda Veznecilerde, Büyük Kapalıçar-şıda, Tophanede ve Beşiktaşda kira ile dükkânlar tutularak Feshâne idaresi eliyle perakende satışa arz edilmişdir. 1880 den sonra Feshâne fesleri piyasadan çekilmiş, hatta çuha ve şayak tüccarlarından Said bin Cebbâri Beye "İkinci Ordu Fes Müteahhidliği" verilmiş, îstanbuldaki askerin fesleri de bu zat tarafından tekrar Tu-nusdan getirilmişdir. Feshâne, yine aynı adı taşıyarak, askerin giyimi için bir kumaş dokuma fabrikasına intikal etmişdir. Said bin Cebbâre getirtdiği feslerin içine İkinci Sultan Abdülha-midin turasını bastırarak piyasanın en meşhur fesçi dükkânlarına dağıtmışdır; meali aynı olmak üzere gazetelere fesçiler adına ayrı ayrı ilanlar verilmişdir. 1903 de mart ayı içinde Ter-cemânı Hakikat Gazetesinde görülen bu ilânlar-daki fesçi dükkânları şunlardır. Divan Yolunda Fesçi Mustafa Lütfi Efendi, Fındıklıda Fesçi Hasan Çavuş, Üsküdarda Fesçi Mustafa Yârnen Efendi, Bayazıdda Fes kalıbcısı Hüsnü Efendi, Veznecilerde Fesçi Mehmed Efendi, Bayazıdda Fesçi Nazmi Efendi Feskalıbcısı Rıza Efendi. İlânların değişmeyen metni şudur: "Aldanmak istemeyen turalı fes alsın. Şimdiye kadar mağazamdan Fes satın alan zevatı kiramın mâ-
lûmu olmak üzere muamelâtımda istikaameti rehber ittihaz ederek fes satmakdayun. İkinci Orduyu Hümâyun fes müteahhidi şayak ve çuha tüccarı mûteberesinden Bin Cebbarı saadet-lû Said Beyefendinin yeni celb etmiş olduğu fesler alâmeti farika olarak tuğrâyi garrâyi hümâyun ile müzeyyen ve muvaşşah olup zerâfet ve metanet ciheti ile de diğer tacirlerin satdıkları feslere faik ve fiatca rekabet kabul etmeyecek sûretde ehven olduğunu ilân ederim."
Fes satışlarının en gelişdiği zamanlar Ramazan ayları, bilhassa Şeker ve Kurban bayramları arifeleri idi.
FES, FES KALIBLARI, KALIBCILARI -1925de Türkiyede fes giymenin yasak edildiği Şapka Kanunu ile kalkdılar; fes kalıbları, memleketimizin yakın geçmişde kullanılmış eşyalarından biri olarak artık müzelerde veya antikacı dükkanlarında görülmektedir.
Fes kalıbları, feslerin çeşidine göre, pirinç-den dökülmüş iç ve dış iki parçadan mürekkeb bir âlet, "Fes Ütüsü" idi.
İç kısım aynı fes şeklinde idi; tibkı fes gibi içi de boş idi.
Dış kısım da ayni şekilde olup iç kısmın üstüne geçerdi ve aralarında fes kumaşı kalınlığı bir genişlik farkı vardı. Dış kısmın iki yanında iki çomak kulp ile tepesinde, tabla kısmının tam ortasında küçücük bir delik vardı.
Fes kalıpları, aşçı dükkânlarında görüldüğü gibi kömür ateşli uzunlamasına bir ocak üstünde dâima kızgın dururlardı.
Kalıblanacak fes, püskülü çıkarılıp süprülür, üstüne su püskürtülerek hafifçe ıslatılır, sonra kalıbın iç kısmına geçirilir, giydirilir, fesinin üstüne de kabın dış kısmı geçirilir; fesin püskül ibiği dış kısmın tablası ortasındaki delikden dışarı çıkardı; ve 'kalıba, dış kısmın çomak kulpların tutarak, fes kalıbı denilen fes ütüsünün iki kızgın parçası arasındaki hafif ıslak fesi kuvvetle basa basa kalıblar, ütülerdi. Kalıbla-madan fesin püskülü geçirilip, ibik ucundan ve tabla kenarından dikilir, sahibine verilirdi. Bir fes kalıblama ücreti l kuruş idi, son zamanlarda 5 kuruş oîmuşdu; o bile avam arasında çok görülür, o tabakadan kişiler, kalıb ütüsü bozulmuş feslerle dolaşırlar, feslerini bayramdan bayrama kalıblatırlardı (B.: Fes; Püskül).
Ahmed Rasim "Muharrir bu ya" isimli eserinde fes kahbcılan için şunları yazıyor: ".. za-
manımızda kullanılan sıcak fes kalıbları 30-40 senelik bir îcad mahsulüdür. Evvelce fesler ıslatılarak tahta kalıblara çekilip ütülenirdi. Fesçi Nasib'e göre sıcak madenî fes kalıbları evvelâ İzmirde îcad edilmiş ve Istanbula Todori nâmında biri getirmiş, bir rivâyetde Sultanhama-mında turşucunun yanındaki sütçü dükkânında icrâi sanata başlamışdır. Sonra Uzunçarsı ile Süleymâniyede de kömür ateşi ile işler fes ka-lıbcısı dükkânları açılmışdır. Fes kalıbları Sıfır numaradan başlayıb 16 numaraya kadar yapıl-makdadır. Şimdi kullanılmayan "Dar Beyoğlu" kalıb 2 numara olup fes kalıblanmn en'vâi arasında Hamidiye, Büyük Hamidiye, Aziziye, Tom Zuhaf, Yarım Zuhaf, Efendi Biçimi, İzmir biçimi namlarında kalıblar vardır..".
Bizim rastladığımız bir kayda göre fes ka-lıbcılığınm mucidi İstanbulda Duvarcı Tokadlı Ferhad Ağa nâmında biri olup ilk defa 1872 yılında ticarî tatbik sahasına konmuşdur (B.: Ferhad Ağa Duvarcı Tokadlı; cild 10, sayfa 5864).
FES, HASIRLI FES, ŞILLIK FES — Fes, ayak takımı ve avam tabakası hariç, dâima düzgün, kalıblı bulundurulması gereken bir ser-puşdu, ve fesin kalıbı da azıcık yağmur, azıcık horca kullanma ile bozulurdu. Fesi, edebine uyarak giyebilmek için en az haftada bir defa muhakkak fes kalıbcısına götürerek kalıblat-mak gerekirdi, bu da küçük de olsa bir masraf yeriydi. Bu zahmet, külfet ve masraf karşısın-dadır ki 1899da İstanbulda Râif Bey adında bir zât hasırlı fesi icad etti. Çuhadan yapılan feshi içine, aynı şekilde, fese tıpatıp uyan ince hasırdan örülmüş ve fesle birlikde kalıblanmış bir nevî hasır astar geçirdi; fesin ağırlığı bu hasır astar ile azıcık artmış ise de, hasırın kalıbı kolay kolay bozumıadığı için dışındaki kırmızı çuha fesin kalıbını da korudu, böylece hasırlı fesleri kalıbcıya hiç götürmeden uzun zaman giymek mümkin oldu. Bu îcad üzerine 6 mayıs 1899 tarihli Tercemanı Hakikat gazetesinde şu haber satırları kayıdlıdır:
"İstanbulda hasır fes imâlini îcad eden ve bir ihtira berâtı olan rif'atlî Râif Bey rıhtım üzerinde (Galata Rıhtımı olacak) tesis eylediği fabrikada gereken âlât ve edevatı tamamlamış ve îcad ettiği fesden hayli mıkdar îmal eylediğini âid olduğu makaama bildirmişdir; îmâlâta nezâret ve teftiş muamelesini yapmak üzere
- 5705 -
- 5704 -
l-
FES
evvelki gün mezkûr fabrikaya memurlar gitmiş, lâzım gelen raporu tanzim ederek Nâfia Nazırlığına vermişlerdir..".
Hasırlı fesler 1899 -1910 arasında bilhassa orta tabakadan gık gençler arasında rağbet gör-müşdü. Kalıb kolaylığına karşı hasırlı fesin en büyük mahzuru, ağırlığından başka hasır emdiği, içine siner ağır ter kokusunu ve saça dökülen lavanta kokusu idi. Avam ise, hasırlı fese, süslenmiş, boyanmış oynaşa hazır pasakh yosmalara benzeterek "Şıllık Fes" adını ver-mişdi. Başda duruşu da diğer fesler gibi değildi, şekilce idi Bir kaza eseri hasın ezilir, kırı-lırsa bir daha eski hâlini almaz, hasırı söküp atmak gerekir, geri kalan ince çuhası da öbür feslerin yerini tutmazdı. Aşağıdaki hicviye Bitli Tevfikindir:
Gözde mavi gözlüğü, başında şıllık fesi Yukardan bakan Beyim küçük görür herkesi Daha dün yalın ayak yarım pabuç sürterken Bize mi bu çalımın, türedi menteresi Kasımpaşada doğdun Beyoğlunda gezersin A benim züppe beyim Ebeoğlu teresi
FES, KADIN FESÎ - Kadın başında fes daha XVI. yüzyılda çok yaygın bir serpuş ol-muşdur. Müslüman türk kadınının günlük ev hayatı tuvaletinde başını hotozdan ziyâde tepelikler, inciler, elmaslarla bezenmiş, altın tellerle işlenmiş fesler süslemişdir. İstanbulda Ey-yubda XVI. asır vezirlerinden Pertev Paşanın türbesinde fesli kadın kabir taşları vardır; türk taş işçiliğinin de en güzel örneklerinden olan bu ta§lar türk giyim kuşamı bakmamdan da ayrıca çok kıymetlidir.
Anadoluda fes, geçen asrın sonuna kadar hotoza dâima tercih edilmişdir. Sokağa çıkarken de fesli başın üstüne bir burgu, car atılmışdır.
İstanbul kadınlarında fesin yerini XIX. yüz yılın ikinci yansında hotozlar almışdır. Aynı asrın ilk yarısında yaşamış Enderunlu Vâsıf'm bir İstanbullu mahalle kızı ağzından anasına hitab ile yazılmış mizah yollu bir kıt'adır:
Ben gülistanı şîvede bir nahli nevresim Bağlarda türkü söylemeden kalmadı sesim Giyip başıma pul donatıp nev resim fesim Girip koçunun içine öyle kırık dökük kesim Onbeş yaşında kendime bir oynaş arayım
İSTANBUL
FESÇİ CİVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından "Şehrengiz" adı verilen manzum risalelerde esnaf güzelleri arasında (B.: Esnaf civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazıl-civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yaazıl-mış "Hûbannâmei Ne veda" adlı manzum mecmuada Fesçi civanı şu beyitlerle anılmışdır:
Fesçinin civanı Tunuslu gerek Cilveyle naz satar kâkül dökerek
Levend perverdesi ol taze uşak Bıçkın nümayişi topukda kuşak
Albenisi şahın serde al fesi Âteşi Nemruda atmış herkesi
Cümle uşşâkına püsküllü belâ Pazarlık uyuşmaz diyor hep la la
FESCİLEE CADDESİ - Büyük Kapalı Çarşının yollaarından biri; eskiden halk ağzında bu yol boyundaki çarşıya Bitpazarı denilirdi; bilhassa kullanılmış giyim eşyasının satıldığı, günün her saatinde canlı, hareketli, renkli, sesli bir yoldu; elinde paket, çanta, boğça ile zor geçilir, içinde satılık eşya var zannı ile iki sıralı esnaf tarafından hemen her adımda yolcunun yolu kesilirdi (B.: Bitpazarı, cild 5, sayfa 2828).
Evliya Çelebi XVII. asır ortasında İstanbul esnafından bahseder iken şunları yazıyor:
"Esnafı hîlekârânı Bitpazarı - Dükkân 400, Nefer 700".
Rakamlann mübalâğalı olduğunu sanırız; o zaman da Bitpazarı, Kapalı Çarşı içinde bu sokakda mı bulunuyordu bilemeyiz; fakat yolun "Fesçiler" adı, İkinci Sultan Mahmud zamanında Fesin millî serpuşlar arasına girmesinden sonra konulmuş olacakdır.
Hâlen, 1989-1970 de, bu yolun Bitpazarı hüviyeti kaybolmuş gibi idi, dükkânlarda kullanılmış giyim eşyasından ziyade, ayaktakımı ve aşağı tabaka halk harcı yeni hazır esvablar satılıyordu. Pek çok dükkânda da hippi ve bitnik turistlerin rağbet ettikleri deri ceketler, koyun postu kaplanmış gocuklar satılıyordu.
Fesçiler Caddesi Büyük Kapalı Çarşının Çadırcılar Caddesine açılan kapusu ile Çarşı içinde Yağlıkçılar Caddesi arasında uzanır, uzunca ve çift kavisli, kapu tarafından gelindiğine göre evvelâ sola ve sonra kıvnlan bir yoldur. Bodurum Hanı sokağı ile dört yol ağzı ya-
ANSİKLOPEDÎSİ
parak kesişir; Püskülcüler Sokağı, Hazır Elbi-seciler Sokağı, Emirşah Sokağı, Alemşah Sokağı, Yarım Taş Han Sokağı, Gelincik Sokağı, Kuyulu Sokağı ve Mütevelli Sokağı ile kavuşak-ları vardır. Zemi>ni beton, ve üstü tonos kemer örtülüdür (1970. şubat).
Hakkı GÖKTÜRK
FESÇİ SOKAĞI — Kasımpaşada Hacıhü-sam Mahallesinin yollarından; Paşalıhasan Sokağı ile İpli-kci Sokağı arasındadır; Sahaf Kuyu Sokağı ve Cendere Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 B. Ş. Rehberi, Pafta 16/183) İp-likci Sokağı tarafından gelindiğine göre beton basamaklı merdivenli bir yoldur, birer ikişer katlı ahşab ve kagir evler arasından geçer; sokağın sonunda tuğla bilezikli ve taş kapaklı bir kuyu vardır ki eskiden Sahhaf Kuyusu diye anılırdı. İki bakkal dükkânı vardır; kapu numaraları 1-27 ve 2-16 dır. (Kasım 1988; B.: Ha-cıhüsam Mahallesi).
Hakkı GÖKTÜRK
FESHÂNE, FES - (B.: Def-
terdar Mensucat Fabrikası, Sümerbank; cild 8, sayfa 4340).
FESHÂNE CADDESİ - 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Ayvansaraydan Eyyuba uzanan ana caddenin bir parçasının adı (öbür parçaları Yâvedud Caddesi ve Defterdar Caddesi) isimlerini taşır (B. Ş. R. Pafta 9/116); yerine gidilip bu saıtrların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (şubat 1971).
FESHÂNE CİVANLAKÎ — ikinci Abdul-hamid zamanında Defterdardaki devlet müessesi Feshâne Fabrikasının genç işçilerin hepsi ne hikmetden ise güzel güzel çocuklar ve delikanlılardı; halk arasında dolaşan bir rivayete göre, eski devşirmeler gibi, yüz güzelliğine ve vücud yapısı düzgünlüğüne sahib olmayanlar Feshâneye giremez denilirdi. İşçisine çok iyi bakan bir müessese olup işçinin terbiye ve ahlâkına da titizlikle dikkat edilirdi. Beş vakitde namazını kılmayan, konuşur iken elfâzı müstehcene ve küfür sarf eden, tulumbacılığına heves eden, uygunsuz güruhunun oturduğu kahvehanelerde görülen gençler derhal çıkarılırdı. Fes-hânenin genç işçileri sânında güzel bir manzume vardır, kimin olduğunu bilmiyorum, hafızamda dört beyiti kalmışdır:
FESLEĞEN
Çıkırıkcı iplik sarar, Dokumacı atar mekik Feshânenin civanları kimi süğlün kimi keklik
Soyunmuşlar dökünmüşler, pâ bürehne, sîne üryan Şahin başda al feslerin âteşine düşerek yan
Yüz sîretin âyînesi, iffet ismet timsâlidir Ol fetâlar şekli beşev içre melek misâlidir
Velinimet hünkârımız bakar ednâ behâneye Temaşayı cemal için ziyareti Feshâneye
İkinci Sultan Abdulhamid saltanatının ilk yıllarında ve Kâmil Paşanın ilk sadâreti zamanında (1885-1891) bir gün sadırâzamla birlik-de Feshâneyi ziyaret etmiş, ve fabrika nâzınna: "Bu kadar güzel genci nereden bulup topladı-nız?!..." diye sormuş; ve o yılın ilk bayramında bütün işçilere birer kat bayramlık esvap yaptırılmasını emretmiş.
Vâsıf HİÇ
FESLEĞEN — Arabcası Reyhan; güzel kokulu ot ki saksılarda yetiştirilir; Ak Fesleğen, Hind Fesleğeni, Yabani Fesleğen, Yer Fesleğeni gibi nevileri vardır" (Şemseddin Sami, Kaamusi Türfeî). Fesliğen şeklinde de söylenir. Küçük ve çok sık, gür, güzel kokulu yaprakları ile edebiyatımıza girmiş bir otdur; fakat halk şâirleri, dîvan şâirleri ondan çoğunlukla arabcası olan "Reyhan" adı ile bahsederler.
Fesleğene yak'n bir bitki olan hoş kokulu nane yemeklere konduğu halde fesleğen, çiçek gibi, esvab üstüne veya başa takılarak süslenmede kullanılmışdır, ve aşırı şıklık, kibârâne süslenme telâkki edilmişdir; öyleki, sânına, haddine lâyık olmayan şeyleri giyip kuşananlar için "Başına fesleğen takma" deyimi kullanılır:
Hele bakın pırpırımın şalına Hâne berduş şu mâder be hatâya Setri avret edecek bir donu yok Basma fesleğen takmış fetâya
(Galatalı Hüseyin)
"Başına fesleğen takma" deyimi "sevinç duyma" anlamında da kullanılır:
Bakmaz aslaa niyaza göz yaşına Agu katıp âşıkmın aşına Eşbehim fesleğen takar başına Yakıştırdım nahvetini hüsnüne Hem de gaayet körpe onbeş yaşına
(Galatah Hüseyin)
FESLEĞEN
- 5706 -
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
- 5707 -
FETHÎ (îmâmeei)
Fetâ Nüshası
(Kahveci Nusret'in defterinden)
Etrafından fırdolayı saçlar dökülmüş, taşmış gene başlarındaki fesler için de "Fesleğen Saksısı" külhanı kalender ağzında tâbiri kullanılırdı.
Fes etrafından taşan saç, kâkül, zülüfler de fesleğene benzetilirdi.
Fesleğen zülfüme, gül rûyime benzer mi deyû Sünbüli tazeye, verdi tere sor, sorma bana
(Enderunlu Vâsıf Gazel)
Eğmiş fesini turresin ol sîmten açmış Sandım ben ise bağçede top fesleğen açmış
(Enderunlu Vâfıs, Şarkı)
Perçemi top fesleğendir sinesi berkî semendir (Enderunlu Vâsıf, Şarkı)
FESLEĞEN ÇIKMAZI - Taksimin Bostan Mahallesinde Fesleğen Sokağmdadır. Bir araba geçecek genişlikde toprak bir yoldur. Üzerinde dört beş kâğır-beton ev ile bir radyo tamircisi vardır, kapu numaralan 3-5 ve 2-4 dür (Ağustos 1968).
Hakkı GÖKTÜRK
FESLEĞEN SOKAĞI — Beyoğlu İlçesinin Taksim Bucağının Bostan Mahallesi yollarından; ayni ilçenin merkez bucağının Kalyoncu-kolluğu Mahallesi ile sınır yolu olan Kâhyabey Sokağı ile Kurtuluş Deresi Sokağı arasında uzanır; Tevfikefendi Sakağı, Dilbaz Sokağı ve Şirket Sokağı ile dörtyol ağızları yaparak kesişir; üzerinde aynı adı taşıyan bir çıkmaz sokak vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 19/143). Kâhyabey Sokağı tarafından gelindiğine göre iki araba geçecek genişlikde kabataş döşeli meyilli bir yol olup 1-3 katlı kagir ve ah-şab evler arasından geçer; 3 marangoz atölyesi, 3 oto tamirhanesi, l koltukcu, l aşçı, l bakkal, 2 kahvehane ve l ekmek fırını vardır. Kapu numaraları 3-63 ve 2-52 dir; çarşı boyu işlek bir sokakdır (Ağustos 1988).
Hakkı GÖKTÜRK
FETÂ — "Dilimize arabcadan girmiş bir kelimedir; genç, delikanlı, yiğit" (Şemseddin Sami, Kamûsi Türkî).
Bilhassa kalender halk şâirleri tarafından, Istanbulun kayıkçı, hammal, dellâk, natır, fırın usuağı, ırgad, yanaşma gibi. ayak takımın-
dan gençlerin ve esnaf civanlarının tasvirlerinde çok kullanılnııgdır; ve ekseriya "nevhat-yeni tüylenmiş',, "mürâhik-buluğ çağında", "zeber-dest - hasmını yere çalan, gaalib, üste çıkan" gibi sıfatlarla birlikde kullanılır:
Şehri İstanbuldur güzeller kânı Nevhat fetâları çar ebruvânı Dayı revişli ya keklik sekişli Kâkülü telince üftâdegânı
(Âşık Râzi, Balıkçı Destanı)
Onsekiz yaşında mürâhik fetâ Geçmiş pâdişâhı hüsn olub tahta
(Âşık Pâzi)
Tâzerûnun nevhatı pûlâd beden Zeberdest fetâdır Âli Rüstemden
(Bozyörükoğlan, Hubannâme, Hammal) •*
Zeberdest fetâdır çâbik ü çâlâk Müftü Hamamında ol dellâki pak
(Galatah Hüseyin Ağa)
FETÂ NÜSHASI — "Fetâ = Taze oğlan, Delikanlı" (Türk Lügati). Geçen asrın ikinci yarısında İstanbul Ceza Evinde mahkûmlar arasında kullanılmış bir büyü nushasıdır ki sevdiği bir genci öldürdüğü için müebbed habse mahkûm olmuş Kahveci Nusretin defterinde şöylece tarif edilmişdir:
"Zindan Şeyhi Geysûdar Deli Veli Pauzen Baba hazretlerinin nüshalarından Fetâ nüshası zindana düşen delikanlının dam ağasına tamam itaati içindir (B.: Dam Ağası, cild 8, sayfa 4224). Koğuşuna çehreli delikanlı gelmiş dam ağası üçüncü günü eteğim öpüp hediyesini verir Payzen Babaya (Bir esrarkeş kaatil; B.: Payzen Baba, Geysûdar Deli Veli) Fetâ Nüshasını yazdırır ve o gece boy abdesti aldıkdan sonra ve yatsu namazından sonra nüshayı bir maş-raba su içine atup gece ayazda bırakup ertesi seher vaktinde sabah namazına kalkdıkda o suyu delikanlıya içirir ve bunu üç sabah tekrar eyledikde o taze oğlan esir pazarından satun alınmış köle gibi dam ağasına itaati mutlaka ile kul olur, ağa ateşe bas dese basar, zindanda mücerreb keskin nüshadır; delikanlı ne mertebe serkeş ve hâli vahşetde olsa dam ağasına boynunu eğer, kuzu olur; fakat delikanlının
zindanı teşrifinden üç günü geçirmemek gerek-dir, üç günü geçerse yedinci gün yazdırmalı-dır, engel çıkıp yedinci gün de yazdıramaz ise gayri tesiri ohnaz. Fetâ Nüshası bir ayak tabanı nakşı olup taban içine parmaklar yanına bir mürâhik delikanlı çehresi resmedilir ve topuk içine de suyu içecek delikanlının adı ile babasının adı yazılır; mânâsı budur ki başımı ağanın ayağı altına koydum kulu oldum demek-dir. Payzen Baba bu taban nakşını bir dâire içine alarak etrafına o anda hâtınna sünuh iden bâzı ebyât ve rumûzât yazar, Fetâ Nüshası üç varak olup yazılar her üçünde ayrıdır. Zindanda ayak gaayetle mühimdir, zîrâ ayak isminde gaaibden işaretler vardır ki Eshar Nüshasında kaydettik (B.: Eshar Nüshası, cild 10, sayfa 5268). Onun için zindanda âdet olmuş-dur ki dam ağasının pervanesi olan delikanlılara kişizade de olsa çorab ve ayakabı giydirilmez, yaz ve kış koğuşda yalın ayak olurlar, taş üzere yürümek lâzım gelse takunya giyerler. Delikanlının koğuşu değiştirilse yeni koğuşun dam ağası bu Fetâ Nüshasının sihrini kendi canibine çevirmek için yine üç varak nushai saniye yazdırır ve delikanlıya üç sabah suyunu içirir, üçüncü günü evvelki ağaya olan itaat ve alâkasından zerre mikdârı eser kalmaz,~b dahi mücerrebdir. Nushai saniye de yine bir taban nakşi olup şu fark ile ki taban içindeki delikanlı çehresi resmi yerine bir yürek şekli çizilip yüreğin içine evvelki dam ağasının ismi yazılır, Payzen Baba da keza bu nakşı dâire içine alıp etrafına münâsib kelimât yazar. Ama fetâ nüshasından daha müessir tılsım resmidir, ama onda delikanlının tasvirini tıbkı tıbkısma resmedecek ressam bulmak şarttır. Boy resmi yapılır, kaş göz benzemekle beraber üstündeki
urubası da aynen resmelidir; ve ayakların çıplak olması keza tılsım için şarttır".
Kahveci Nusret (B.: Nusret, Kahveci Gürcü) defterine Fetâ nüshalarının birer suretini de resmederek koymuşdur; ikişerden 4 parça olan nüshaların ilk parçalarındaki yazılar şunlardır; birinci nüshada:
Taban nakşı içinde gencin yüzü ve topukda adı: Ali bin Cafer
Yukarda: Serde perçem telinden ayağımda tırnağa, senindir senindir hû senindir vücud beden.
Altda: Sıdk u itaat ile aşku muhabbet ile, kulun oldum ben senin, çıkmam gayri emrinden.
Taban nakşının sağında: Yâ pîrim teslim; solunda: Ummanı aşk.
İkinci nüshada:
Taban nakşında yürek şekli içinde: Kara Ömer.
Üstde: Zindandadır postumuz, gönül tahtında dostumuz.
Altda: Yâ pîr imdâd eyle hû el çeksün bu civandan, anı zabteden rakib Kara Donuz (Domuz) himmet hû.
Taban nakşının sağında: Halâs ola Ali Civan, ve bir makasın bir parçası:, solunda, bir makasın öbür parçası ve Def ola Kara Ömer belâsı.
FETHİ (îmâmeci) —' Geçen asır sonlarında yaşamış bir esrarkeş; gaayet güzel konuşur, kalem sahibi bir hânebeduş idi, yalın ayak, pelâspâre içinde âdembaba kılığında dolaşır, rast geldiği uygun bir yerde yatar sabahlardı; kibar bir ailenin evlâdı iken hyta güruhundan bir uşağın mel'aneti ile esrar belâsına düştüğü ve mezellet şirkâfı içine yuvarlandığı söylenirdi. Galatada Havyar Hanında bir rum sarraf vardı, arada ona gelir, bir mıkdar harçlık alır giderdi, parayı istemeden vere ve verirken buyurun beyim diye adetâ hürmetde gösteren bu
l-
FETHt AHMET PAŞA
- 5708 -
istanbul
ANSİKLOPEDİSÎ
- 5709 -
FETHİAHMETPAŞA YALISI
danlığına yükselmesine sebeb olmuşdu. Harb-den sonra İstanbula döndüğünde hünkâr yaverleri arasına alındı; miralay, az sonra mirâ-livâ (paşa), 1830 da Ferik (tüm general) oldu 1835 de Viyana büyük elçiliğine tâyin edildi. 1837 de vezir ve müşir (Marşal) olarak Moskova civarında yapılan rus askerî manevraları müşâhid olarak gönderildi; aynı yıl içinde Aydın valisi, az sonra bu valilik üzerin de kalmak üzere Paris büyükelçisi oldu, aydına bir vekil göndererek Parise hareket etmek üzere iken ayrıca, İngiltere Kıraliçesi Victoria (Viktorya) nın taç giyme merasiminde Türkiyeyi ve pâdişâhı temsile memur edildi, Istanbuldan doğruca Londraya gitti, ve o parlak merasimde bulunduktan sonra Parisdeki elçilik vazîfesine başladı. 1839 da İkinci Sultan Mahmudun ölümü ve Sultan Abdülmecidin cülusu üzerine İstanbula geldi, Meclisi Vâlâ âzası, genç pâdişâhın ablası Atiye Sultan ile evlenerek dâmad oldu; Ticâret Nâzın, Meclisi Vâlâ reisi, Harbiye Na zın, bu nazırlık üstünde kalmak üzere Tophane Müşürü, tekrar Ticaret Nazırı ve 1843 de İkinci defa Tophane Müşürü oldu; Tophane Müşürlüğünde 1857 yılına kadar ondört sene kaldı ve bu vazifede iken 56 yaşında vefat etti;
sarrafla olan münâsebetinin neye dayandığını bilemem. Bir gün sarrafa gelmiş, sarraf dükkânda olmadığı için gelmesini bekliyordu, bana: "Efendi., brişey söyleyeyim de yaz.." dedi; şu manzumeyi yazdırdı ki Aşıkpaşa semtinde bir esrar tekkesi üzerine olduğunu tahmin ediyorum :
Âşıklar Dağında Maşuk Tekkesi Mastorun rindâmıı gönül kafesi
Dostları ilə paylaş: |