lere bile bir cazibe, albeni verirdi; Türk divan ve halk edebiyatında «zülüf» üzerine zengin bir terennüm vardır. Favorinin ise her yüze yakışdığı asla iddia edilemez; hattâ favorinin yüzlerine bir güzellik ve cazibe verdiği, sâhib-lerinin zevk telâkkisidir. Bilâkis kısa boylu, hattâ orta boylu genç yüzlerinde favori bir sa-kaalet olmaktadır. Müşahedelerimize dayanan kanaatimizde zamanımızdaki favori modası salgım, kimi gençlerde «artistlik nümayişi», kimi gençlerde «âsi gençlik nümayişi», kimi gençlerde «âsi gençlik nümayişi», kimi genç-
kizinci Yüzyıl ulemâsından; bir talik hattatı ve şâir; nakîbüleşrafhkda bulunmuş Esadzâde Ebüssuud Efendinin oğludur; talik yazıyı Ab-dülbâki Arif Efendiden öğrenmiş ve hocasının kızı ile evlenmiş idi (B.: Arif Efendi, Abdülbâ-ki, cild 2, sayfa 992); müderrislik yapdı, Mag-nisa, Galata ve Mısır kadılıklarında bulundu; hicrî 1138 (M. 1726) da Mısırda ölü. Güzel yazısı ile pek çok eser istinsah ettiği söylenir; aşağıdaki beyitler şiir diline örnekdir:
Kalmaz misâli zerrel nâçiz Fâyizâ
Ol âiitâbı hüsnü görünce karârımız
*
Ne dem eski fiteni nâzı ol âfet koparır Âlemin başına güya ki kıyamet koparır.
Feryadımız ol yâre de ağyâre de kalmaz Ahi dili bülbül güle de hâre de kalmaz Tîgi nigehin kim' dokuna bir dili zâre Sadpâre de olmazsa o yekpare de kalmaz
Bibi.: Salim Tezkiresi; Tuhfei Hattatın
FÂYİZE HANIM (Tanburî) — Musikişinas kadınlarımızın büyük şöhretlerinden; aşağıdaki hal tercemesini Mustafa Rona'nın «50 Yıllık Türk Musikisi» isimli eserinden alıyoruz: «Mabeyinci Faik Bey ile Şem'inur Hanımın kızı, (kemence üstadı Fâhire Fersan Hanımın kız kardeşidir); 1894 de İstanbulda doğdu, (maarif müfettişlerinden musikişinas) Ruhi Beyle evlendi, (ve zevci, sanat hayatında en yakın mü-şevviki, yardımcısı oldu); ihatalı, geniş muhay-yileli, çok görgülü ve geniş kültürlü bir kadındır; bestekâr olarak pek çok kıymetli eser ver-mişdir. (Babasının evi bir sanat ve musiki mahfili idi, o mahfilin müdavimi üstadlardan) Tanburî Cemil, İsmail Hakkı ve Enderunlu Hafız Hüsnü Beylerden ders almışdı. Kıymetli sanatkârın son günleri ağır geçim sıkıntısı içinde geçmiş, 21 şubat 1954 de vefat etmişdir» (Mustafa Rona).
Kız seni beylere vermezler Nihâvend şarkısı en güzel eserleridir.
FAYRAB — «Vapur ateşçisine ateşi ziya-
deleştirmek için verilen kumanda; mecazen bir
işi birdenbire sür'atle görmeye başlamak: fay-
rab etti» (Şemseddin Sami, Kaamûsi Türkî).
«Kapıp koyuverme, hızlandırma; kapu pence
re açma, üstbaş çıkarma» (F. Devellioğlu, Türk
Argosu). .
Sefînei aşkımda Fayrab edip külhanı Tersane ocağından Sevdim bir nevcivanı
FAYTON — «Aslı fransızcadan, Phaeton
Son kira faytonlarından
(Resim: Nezih)
(Faeton); körüklü açık binek arabası». (Şemseddin Sami, Kaamûsî Türkî). Dört tekerlekli, ön tekerlekleri küçük, arka tekerlekleri büyük, tek oklu ve çift at koşulur, öndeki arabacı yeri yüksekde, körük çekildiği zaman arabacı körük dışında kalır. Arabaya ön ve ard tekerleklerin çamurlukları arasına yerleştirilmiş basamakla binilir; dört kişilik arabadır, iki kişi, yüzleri gidiş istikaametinde arkaya sabit yere, iki kişi de onların karşısına, bakan iner bir yere oturur. Körük bilhassa yağmurlu havalarda çekilip açılır; bacakların ıslanmaması için de diz üstüne çekilir bir muşambası vardır; körük dışında kalan arabacılar da, bir gocuk ya-hud yağmurluk giyerler. Arabacı yerinin iki yanında da birer feneri vardır.
İstanbula, dolayısı ile Türkiyeye Sultan Abdülmecid devrinde, önce konak ve saray a-rabası olarak girdi; Sultan Abdülâziz devrinde de kira faytonları kullanılmaya başlandı. O devirlerde İstanbulun tek nakil vasıtası atlı binek arabaları olup biri körüklü ve açık araba olan faytonlar, diğer ikisi de kapalı arabalar olan «Lando» lar ile «Kupa»lardı (B.: Araba, cild 2, sayfa 902; Lando; Kupa; Hinti; Kâtib odası). İkinci Sultan Abdülhamid zamanında kadınların faytona binmeleri yasakdı.
Kira faytonları iki kısımdı, bir kısmı her gün piyasaya çıkardı; bir kısmı lüks faytonlardı, piyasaya çıkmaz, ahırlarda, arabalıklarda durur, varlığı hususî araba tedârik edecek mertebeye varmamış, fakat kira arabası ile dolaşmayı da kendilerine yediremeyenler tarafından haber salınarak tutulur, içine, konak a-rabası cakası ile binilir-di (B.: Arif oğullarının Faytonları, cild 2, sayfa 1010; Fehimpaşa, Margaret).
İstanbulun kira faytonları ilk zamanlar gayet süslü, pırıl pırıl a-rabalardı, fayton sürücüleri çehresi güzel şeh-
levend delikanlılardan seçilir, o gençler pek süslü giydirilirdi, kıyafetleri için de umumiyetle Rumeli kesimi cebken ve potur tercih olunurdu. 1880 - 1890 arasında yazıldığım tahmin ettiğimiz aşağıdaki manzume Üsküdarlı kalender halk şâiri Âşık Râzînin evrâk-ı met-rûkesi arasında görülmüşdür:
Istanbulda faytonlar süslü olmak gerekdir Döşemesi kadife parıl parıl fenerler Hepsinin sürücüsü tuvana delikanlı Gören yosma hanımlar dîvâneye dönerler
Şaklattığı kamçılar işmardır serkeşâne Kimi Cengizhan, kimi İskenderi zamandır Cümlesi esâfili ilâsın eşbeh civanı Faytoncu çapkınları gaayetle bî amandır
Çalımına yandığım kamçısına yandığım Faytonu güdır gıldır süren şu bıçkına bak Fesinden perçeminden, şıpıdığna topuğna Bak şu dilber fetâya bak Allah aşkına bak
Cebken potur mintanı ince belde kuşağı Urumeli kesimi bir hoş turfa kıyafet Böyle dayı revişli şehlevend fetâları Doğuran anaların yedi ceddine rahmet
Kâğıdhâne yolunda katar tozu dumana Kaldırınca dört nala köpürterek atları Aldırmayın kopukluk nümayişi vahşete Altını görür görmez yumuşar suratları
Geçen asır sonlarında «İstanbul Faytoncusu», tuluat tiyatroları sahnelerinin kantolarında da adı geçen tiplerden olmuşdur:
X
Cila Hanımın Nihâvend Kantosu
İşlemeli potur cebken Çala kamçı giderken Aman aman Faytoncum Oya gibi bıyıklan Duman duman faytoncum Aman yosma civan Dayanır mı sana can Mürüvvet kılmaz isen Benim hâlim pek yaman Kara göz kara perçem Beyzadeden geçerim Faytoncudan geçemem
Vuslatı pek müşkül • Aslaa rahmi yok Hem cefâsı gaayet çok Al fesini yıkmış kaşa Henüz basmış yirmi yaşa Luçikaymı dîvânesi Şakakda gül goncesi Beklerim pazar gecesi
Son zamanlarda faytonların çoğu eski, a-rabacıların kılık kıyafeti de arabaları kadar pejmürde idi. Müşteri bekleme durak yerleri Eminönü Meydanı, Sirkeci İstasyonu önü, Sultan Ahmed Meydanı, Bayazıd Meydanı, Aksaray Meydanı, Fatih, Edirnekapusu, Beyoğlun-da Tünel önü, Galatasarayı, Taksim Meydanı, Harbiye, Karaköy idi. Faytonu çokça bulunan semtlerden bazıları da Beşiktaş, Sarıyer, Beykoz, Üsküdar, Bakırköy, Yeşilköy, Kadıköy, E-renköy, Kartal, -Maltepe, Pendik ve Büyükada idi.
Kira faytonları zamanımızda motorlu nakil vâsıtaları karşısında tamamen ortadan kalkacak kadar azalmışdır. İstanbul içinde hemen hiç kalmamışdır,, Beyoğlu tarafı da öyledir. Motorlu vasıta sokulmayan Büyükadanm yegâne nakil vasıtasıdır, pek az olarak Yeşilköy-de, Kadıköy, Erenköyde, Peııdikde de faytona rastlanır.
İkinci Sultan Abdülhamid Yıldızda Hami-diye Camiinde kıldığı cuma namazlarına, camiin yakınında olan Yıldız Sarayından kendi kullanıp sürdüğü bir faytonla gelirdi; faytonun arabacı yeri yokdu, pâdişâh arabasını arkada oturduğu yerden sürerdi; namazdan sonra sarayına yaya döner, arabayı da bir arabacı alır götürürdü. Aynı cami Önünde Sultan Abdülhamide anarşistler tarafından yapılan suikasıdda da, Viyanada sureti mahsusada yaptırılmış bir fayton kullanılmış, Cehennem Ma-kinası denilen bir saatli bomba arabanın arabacı yerinin altına konmuşdu (B.: Hamidiye Camii Suikasdı).
FÂZIL AHMED — (B. Aykaç, Fâzıl Ahmed, cild 3, sayfa 1599);
FÂZIL AHMED PAŞA (Köprülüzâde) —
Onyedinci Yüzyılın ikinci yarısında Dördüncü Sultan Mehmede onbeş sene sadırâzamlık yapmış büyük Türk veziri; 1635 - 1636 arasında Amasya'nın kazalarından Köprü kasabasında doğdu, aslı Arnavud olup bu kasabada çocuk iken yerleşmiş olan Köprülü Mehmed Paşanın büyük oğludur; anası Köprü eşrafından Mustafa Ağanın kızı Sâliha Hanımdır. İlk tahsilini Köprüde yapdı, dokuz yaşlarında iken babası tarafından Istanbulda devrin seçkin ulemâsından Karaçelebizâde Abdülâziz Efendiye tahsil ve terbiyesi recası ile gönderildi. Abdülâziz e-fehdi şâir, edib, servet ve zevk sahibi idi, himayesine verilen paşa zadeye sağlam bir medrese tahsili yaptırmakla kalmadı, Fâzıl Ahmed Efendinin üzerinde derin tesirleri oldu (B.: Abdülâziz Efendi,. Karaçelebizâde, cild l, sayfa 69). Pek genç yaşında müderris oldu, ders takrirlerinde belâgati ve «Paşazade Efendi» lâkabı ile tanındı. 1658 de Dördüncü Sultan Mehmedin bir Bursa seyahatmda, o sırada sadı-râzam bulunan babası tarafından pâdişâha takdim edildi ve 22 yaşındaki müderris ilmiye mesleğinden ayrılarak Şam valiliği ile idarî ve siyasî hayata atıldı, Şamdan sonra Haleb valisi oldu; her iki valiliğinde de adaleti ile kendisini halka öylesine sevdirdi ki Halebden ayrılırken halk atının ayakları altına atılarak: «Bizi kime bırakıp gidiyorsun!..» diye ağlaşdı-lar.
Yedi yaşında pâdişâh olan ve saltanatının ilk yılları uzun bir anarşi devri olan Dördüncü Sultan Mehmedin, Istanbulda kanlı ihtilâllere şâhid olmuş, büyük şehre karşı içinde korku taşıyan genç bir hükümdardı; anarşi bir diktatör yetkisi ile sadârete getirilen Köprülü Mehmed Paşanın amansız şiddeti ile önlendik-den sonra devamlı surette Edirne sarayında oturmaya başlamış, . bütün devlet erkânı ve hükümet Edirneye nakledilmiş, devlet merkezi İstanbul bir sadırâzam vekilinin eline terk edilmişdi. Fazıl Ahmed Paşa Haleb valiliğinden İstanbul kaymakamlığına, Istanbulda sadırâzam vekilliğine tâyin edildi. Bir ay kadar sonra da Edirneye çağırılarak ağır hasta olan ihtiyar babasının yerine Divân-ı Hümâyûnda sadırâzam vekili oldu, 29-30 ekim 1661 cumartesi/pazar gecesi Köprülü Mehmed Paşanın vefatı ve ölürken pâdişâha tavsiyesi üzerine mührü hümâyun ertesi gün, 30 ekim 1661 de
Fâzıl Ahmed Paşaya verilerek bilfiil sadırâzam oldu, o tarihde dünyanın en büyük imparatorluğunun idarî sorumluluğunu üzerine alırken henüz 25 - 26 yaşlarında idi. Osmanlı tarihinde en genç sadırâzam olmuş sımadır.
Fâzıl Ahmed Paşanın onbeş senelik sadırâ-zamlığı Osmanlı İmparatorluğunun en haşmetli devri olmuşdur, devletin hududları Kanunî Sultan Süleyman zamanındaki hududları bile aşmışdı.
Divânı Hümâyunu sadırâzam olarak ilk topladığı güne âid bir fıkrayı nakletmek lâzımdır. Devlet erkânı divanda Köprülü Mehmed Paşanın hizmetlerinden bahsediyordu. Şeyhülislâm Bursalı Esîrî Mehmed Efendi:
— Nahak yere çok kan dökmüşdü!.. dedi.
Fazıl Ahmed Paşa:
— Babam îdam ettirdiği kimselerin fet
vasını sizden almış., deyince Efendi:
ı — Ne yapayım., dedi, korkumdan fetva verirdim!
O zaman genç sadırâzam kendisini tutamadı, acı acı gülerek:
—• A efendi., siz bir din ve ilim adamısınız, Allahdan korkmayıp Mehmed Paşadan korkmak olur mu!..
Bu konuşmayı kafes arkasından dinleyen pâdişâh Mehmed Efendiyi derhal azlederek memleketi olan Bursaya sürgün gönderdi.
Sultan İbrahim zamanında başlamış olan Girid Harbi kanlı muharebelerle yirmi beş yıl-danberi devam ediyordu; adanın hemen her tarafı fethedilmiş, fakat idare merkezi olan Kandiye Kalesinde Venedikliler şiddetle dayanıyorlardı; devlete yüzbinlerce cana ve ağır masraflara mal olan bu harbe bir son vermek lâzımdı.
Almanya imparatoru Macaristanda Türkler aleyhinde tahriklerle meşguldü, Transil-vanyada çıkan büyük bir isyanı Köprülü Mehmed Paşa güçlükle bastırmışdı.
Polonya kiralı açıkça Türk düşmanlığı güdüyordu.
Fâzıl Ahmed Paşa sadırâzam olunca düşmanların en kuvvetlisinden işe başladı; büyük bir ordu Almanya imparatoruna karşı sefere çıkdı, Macaristanda imparatorun kalelerinden Uyvar'ı muhasara etti ve bir buçuk ayda zabt etti; Türk askeri bu muhasarada o kadar kahramanca döğüşmüşdü ki bundan sonra Macarlar ve Almanlar bir kahramanı övmek için;
r-
FAZIL AHMED PAŞA
— 5588 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
5589
FÂZIL DİVANI
«Uyvar önünde bir Türk gibi» sözünü kullanır oldular. Almanya İmparatoru Birinci Leopold Fransa kiralı Oridördüncü Louis ile Papa'dan yardım istedi; en seçkin Fransız şövaliyelerin-den 4000 kişi İmparatorun yardımına koştu, Tunaya dökülen «Raab = Râbe» suyu kenarında Fâzıl Ahmed Paşa mağlûb oldu, fakat ordusunu intizamla geri çekmeye muvaffak oldu ve Almanya Türk şartlarını kabul ederek «Vasvar Sulh Muahedesi» imzalandı.
Avrupa sulhunu yapdıkdan sonra Fazıl Ahmed Paşa Giride geçdi. 8000 Fransız şova-, liyesi de Kandiyenin yardımına koşmuşdu; fakat iki buçuk yıl süren kanlı bir muhasara muharebelerinden sonrt, Kandiye Kalesi de a-lındı, bu suretle adanın fethi tamamlandı, Ve-nedikle de sulh yapıldı.
Büyük vezir Girid zaferinden sonra Polonya üzerine yürüdü, Podolya eyâleti Türki-yeye ilhak olundu.
Büyük vezir iki kışı siperlerde geçirdiği Kandiye Muhasarasında verem denilen amansız hastalığa tutulmuşdu; aşırı derecede de alkollü içki kullanırdı, vücudca da sağlam yapıya sâhib değildi, kendisini sonsuz enerjisi yaşatıyordu; hayatının en parlak devrinde İstan-buldan Edirneye giderken hastalığı birdenbire şiddetlendi, se.yahata devam edemedi, Ergene Köprüsü civarında Karabiber Çiftliğinde konakladı ve 1676 yılının 4-5 kasım çarşamba -perşembe gecesi orada vefat etti, ölümünde henüz 41 - 42 yaşında idi, nâşi İstanbula getirilerek Çenberlitaş civarında Babasının türbesi yanına defnedildi.
Onbeş sene süren sadırazamlığı Osmanlı tarihinin mal ve can emniyeti olan kansız bir devridir. Zerâfeti ile meşhurdu; bir kış seferinde pâdişâhın sevgili zevcesi Gülnuş Sultanın gümüş arabası çamura saplanmış, Fâzıl Ahmed Paşa hemen atından inerek bu kıymetli binek hayvanım çamurdan çıkarmak üzere sultanın arabasına koşturmuşdu.
Bir gün an'anevî Türk-Fransız dostluğundan bahseden Fransız elçisine de:
— Bunu pek iyi bilirim, Râbe Suyu Muharebesinde ve Kandiye Muhasarasında düşmanlarımızın yanında Fransız şövaliyelerinin kılıçları ile dövüşdüm!.. cevabını vererek elçiyi susturmuşdu.
Anası Saliha Hanım Girid çengine oğlu ile beraber gitmiş ve büyük vezirin en yakın
manevî desteği olmuşdu (B.: Saliha Hanım).' Kendisinden sonra eniştesi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadırâzam oldu; bir müddet sonra küçük kardeşi Fazıl Mustafa Paşa da sadı-râzamlığa kadar yükseldi ve Slankamen Meydan Muharebesinde şehid düşdü (B.: Mehmed Paşa, Köprülü; Mustafa Paşa, Merzifonlu Kara; Fazıl Mustafa Paşa, Köprülüzâde; Hüseyin Paşa, Amıcazâde; Numan Paşa, Köprülüzâde). Edirnede Mekkâreci Mustafa adında ayak takımından gaayet güzel bir delikanlıya bir paşa kızı âşık olur, kız tarafının türlü tezvirleri ile oğlan öylesine hırpalanır ki Mekkâreci Mustafa şekaavet yoluna düşecek kadar çileden çıkar ve yakalanıp Edirnede asılır. Bu delikanlı için çıkan bir türküde Fazıl Ahmed Paşa zulüm ile suçlandırılmışdır:
Çifte kuburlarımı ağalar Çakdım almadı, çakdım almadı Dört yanıma bakdım ağalar Kimse kalmadı, kimse kalmadı En küçük kardeşden be ağalar Imdad olmadı, imdad olmadı Aman vezir oğlu vezir yazık sânına Bu genclikde nasıl kıydın tatlı canıma Aman tatlı canıma
Devrinin Kronolojisi
30 ekim 1661. Sadırazamlığı
12 nisan 1662. Sadırâzam ve serdar olarak Avusturya seferine çıkısı 24 eylül 1663. Uyvar Kalesinin fethi
8 şubat 1664. İstanbuldâ yapısı tamamlanan Yeni Camiin ibâdete açılışı
30 haziran 1664. Serinvar Kalesinin fethi. /
l ağustos 1664. Saint Gotthard (Râbe Suyu) Muharebesi
10 ağustos 1664. Avusturya ile Vasvar Sulh Muahedesinin imzası
24 temmuz 1665. İstanbuldâ Topkapusu Sarayı yan-
gını
15 mayıs 1666. Sadırâzam ve serdar olarak Girid seferine çıkması.
25 mayıs 1667. Girid Adasında Venedikliler elinde
ki son büyük Kale Kandiye'nın muhasarasına
başlanması.
5 eylül 1669. Venedik ile Kandiye Sulh Muahedesi-
nin imzası.
27 eylül 1669. Kandiye Kalesinin Türklere teslimi.
4 haziran 1672. Sadırâzam ve serdar olarak Polonya Seferine çıkışı
18 ekim 1672. Polonya ile Buçaş Sulh Muahedesinin imzası
3 ekini 1676. Ölümü.
FÂZILÂEİF SOKAĞI — Taksimin Hacı-ahmed efendi Mahallesi sokaklarından; Hacı ahmed Karakolu Sokağında bir çıkmaz sokak-dır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 19/ 182); Hacıahmed Karakolu Sokağı tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, mıcır taşlı toprak bir yol olarak başlar, dikçe bir yokuş iken sonra düzleşir. İkişer üçer katlı ahşâb ve kagir evler arasından geçer, kapu numaraları 5-51 dir (ağustos 1968).
Hakkı GÖKTÜRK
FÂZIL BEY (Enderunlu Hüseyin) — On-
sekizinci Yüzyıl sonları ile Ondokuzuncu Yüzyıl başında yaşamış Türk divan edebiyatının ünlü şâirlerinden; şiir dili çağdaşlarına nisbet-le çok sâde, çok renkli ve canlı, kalenderlik yolunda samimî ve nezih pervasızlığı muhakkak ki büyük sanatkâr; arab asıllıdır; 1755 - 1756 arasında Suriyede Safad kasabasında doğdu, Tâhir Ömer Beyin torunu ve Tahir Ali Beyin oğludur; Osmanlı Devletine karşı isyan eden dedesinin 1775 de, babasının da 1776 da bu isyanları bastırmaya memur Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından yakalanıp îdam edilmeleri üzerine küçük kardeşi Hasan Kâmil Beyle birlikde İstanbula gönderildiler ve bu iki arab beyzadesi Enderunu Hümâyûna alınarak Fâzıl bey Hazîne Koğuşuna, Kâmil Bey de Kiler Koğuşuna verildik^)'; 1776 yılında Fâzıl Bey 19 - 20, Kâmil'Bey de 16-17 yaşlarında idi; Fâzıl Bey saraya alındığı zaman için «Defteri Aşk» isimli manzum hâtıralar - itiraf nâmesinde şunları yazıyor:
Arabistan beni atdı Rûnıe Oldu ol vak'ai mâlûme
Meskenim oldu Hazine Ocağı Kondu şirvana bu abdin yatağı
Ki henüz tavri lisanım arabî Çelebi söylese dir ya Şelebi
Su yemek neydipni bilmez iken Âteşi aşkım olup şu'le fiken
Küçük kardeşi Hasan Kâmil Bey üç dört sene sonra sarayda öldü; Fâzıl Bey ise sarayda Hazîne Koğuşunda sekiz sene kaldı; manzum îtirafnâmesi olan Defteri Aşkda geniş tafsilât ile anlatmışdır. mahbub dost idi, daha yerinde tâbir ile cemâl âşıkı idi; Türkçesi düzgün konuşamaz iken Hazîne Koğuşunda dilber bir gence plâtonik bir alâka ile bağlandı; îti-rafnâmesinde «idelim ismi şerifin mektûm» diye adını vermediği bu gencden sonra yine o koğuşdan Bostancıbaşızâde Süleyman Bey a-dında bir gence aynı duygu ile bağlandı; 1783 - 1784 arasında Süleyman Beyin yerini sarayın namlı hanendelerinden sarayda Şehleyen-dim lâkabı ile meşhur Hafız Abdullah Ağa aldı (B.; Abdullah Ağa, Şehlevendim Hafız, cüd l, sayfa 32). Bu alâkası sarayda çirkin dedikodulara yol açınca Fâzıl Bey 1784 de sarayı terk ederek kaçdı; 12 sene kadar İstanbuldâ bekâr odalarında çok sıkıntılı, adetâ sefalet içinde yaşadı; kendisi şöyle anlatıyor:
Ol zamandan bu zamana gelicek Kaldım âlâm ile mağdûri Felek
1789 da Üçüncü Sultan Selim padişah oldu. Enderunu Hümâyunda hayli değişiklikler oldu; Fâzıl Beyin Şehlevendim mes'elesinden düşmanları olan kimselerin saraydan ayrılması, birkaç dostunun yeni padişah yanında şefaat imkânını sağladı, aslında sanat hâmisi olan Sultan Selimin emri ile 1795 de Haleb Defterdarlığı verildi.
Bir ara mâden eminliğinde bulundu; kendi kalemi ile hâlinin tasviridir:
Dil ki ol mehlikeden buldu halâs Lüccei diğere oldu gavvâs
Lezzeti aşkı alub dîvâne Gördüğü şem'a olur pervane
Diii mecnun arayub Leylâsın Ya 'belâsın bula ya mevlâsın
Cüstü cû eyler iken taze belâ Başına geldi kaza âh ne kaza.. FÂZIL DİVANI
— S590 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5591
FÂZIL DİVANI
1800 de Rodos Adasına sürüldü; Müverrih Cevdet Paşa: «.. bâzı hizmetlerde istihdam o-lunmakda iken bir cünha ile Rodosa sürüldü..» demekle yetiniyor ve suçunun ne olduğunu yazmıyor. Rodosda gözlerine bir hastalık geldi ve iki gözünü birden kaybetti.
Bir gün musikişinas pâdişâhın bir musiki meclisinde Fâzıl Beyin bir şarkısı okundu, kalender meşreb şâir:
Bak Rizâyî şaline Âşıkm vay hâline Benziyor gül dâline Kaddi mevzun ince bel
diyordu; pâdişâh Fâzıl Beyin ne âlemde olduğunu sorunca Rodosda sürgün ve iki gözünün de kör olduğunu söylediler. Sultan Selim derhal İstanbula getirtilmesini emretti; 1803 -1804 arasında İstanbula dönen Fâzıl Bey huzura kabul edildi ve kendisine, Enderundan, refah içinde yaşatacak bir emekli maaşı bağlandı. 1807 de dost elini pek geç uzatabilmiş haşmetli hâmisi Sultan Selimin tahtdan indirilmesi, az sonra da şehid edilmesi Fâzıl Beye son ağır darbe oldu; görmeyen gözleri ile o kadar çok ağladı ki, gözlerini Rodosda kaybetmiş olduğu halde Tayyarzâde Ata Bey: «Sultan Selim için döktüğü göz yaşları ile kör oldu, nîmet borcu ve vefakârlık duygusu farizasını böyle ödedi...» diyor.
Hicrî 1225 (M. 1810) de öldü; kabri Eyyub-sultandadır; ölümüne çağdaşı Sürûrî şu tarihi yazmışdır:
Kanâatimizce Enderunlu Fâzıl Bey; Nedimden sonra, Şeyh Galib müstesna, Türk divan edebiyatının en renkli, Türkçeyi çok tatlı eda ile konuşan şâirdir; hele Türkçeyi düzgün konuşmaya yirmi yaşından sonra başladığı hatırlanırsa, hakikaten büyük sanatkâr ol-
duğunu kabul etmek lâzımdır. Divânı basılmış-dır; edebî kıymetinin yanında, bilhassa o devrin giyim, kuşam ve süslenmesi üzerine zengin bir kaynakdır (B.: Fâzıl Dîvânı); «Defteri Aşk», «Zennâme», «Hûbannâme» ve «Çenginâme» a-dında dört eseri daha vardır, onlar da 1286 (M. 1869) da bir arada basılmışdır; yukarda da kaydettiğimiz gibi cemâl âşıkı bir büyük şâir olan Enderunlu Fâzıl Bey, kısa görüşlüler tarafından o kadar anlaşılmamışdır ki, son dört eseri toplu olarak basılır iken, aynı vâdîde bir eser sanılarak sonuna Sünbülzâde Vehbi Efendinin bayağılıklarla dolu «Şevk engiz» isimli manzum risalesi de eklenmişdir (B.: Zenam-nâme; Hûbannâme; Çenginâme, cild 7, sayfa 3845; Defteri Aşk, cild 8, sayfa 4348). «Zenan-nâme» J. Decourdemanche (Dökurdömanş) tarafından Fransızcaya terceme edilerek 1890 da Parisde basılmışdır.