ÎZİN
Sözlükte "bilmek, bildirmek, duyurmak; dinlemek" gibi anlamlara gelen izin (izn) isim olarak "bir eylemin olabilirliği yönündeki bildirim, onay ruhsat, müsaade" mânasında kullanılmaktadır.58 Çeşitli İslâmî ilimlerde farklı muhtevalar kazanan kelime, Kur'ân-ı Kerîm'de çoğu "Allah'ın izni" şeklinde olmak üzere otuz dokuz yerde tekrar edilmekte, ayrıca kırk dört yerde aynı kökten fiil ve İsimler geçmektedir.59 Râgıb el-İsfahânî bu âyetlerdeki Allah'ın izni ifadesinin "Allah'ın iradesi, buyruğu" anlamına geldiğini belirttikten sonra bunu "Allah'ın ilmi" şeklinde açıklayanlar olmakla birlikte izinle ilim arasında fark bulunduğunu, iznin sadece dileme ve istemeye konu olan durumlarla sınırlı olması itibariyle ilimden daha dar bir anlam ifade ettiğini belirtir.60 Bu âyetlerde Allah'ın izni olmadıkça âhirette hiç kimsenin şefaat edemeyeceği 61 hatta hiç kimsenin konuşma imkânı bulamayacağı 62 din konusunda hüküm koymanın 63 bir peygamberin âyet getirmesinin 64 herhangi bir musibetin gerçekleşmesinin 65 Allah'ın iznine bağlı bulunduğu bildirilir. İzin ve türevleri hadislerde de geniş olarak yer almaktadır.66
Kur'ân-ı Kerîm'de, bir yere girmek için izin İsteme (istîzan) konusuna özel bir önem verildiği görülmekte, bu sebeple tefsir ve hadis kitaplarıyla ahlâk ve âdaba dair eserlerde izin daha çok bu açıdan ele alınmaktadır. On iki âyette değişik fiil kalıplarında istîzân (isti'zân) kavramı geçmektedir. Ayrıca İsti'nâs da bir âyette 67 "izin isteme" anlamında kullanılmaktadır. Ancak kelimenin, "bir eve girmeden önce kendini tanıtacak şekilde seslenerek içeridekilere geldiğini duyurmak suretiyle onların izin verip vermeyeceklerini öğrenme" mânasında kullanıldığı da belirtilmiştir.68
İlgili âyetlerde, insanî ilişkilerin sağlıklı yürütülebilmesi için öngörülen ahlâk kuralları çerçevesinde izin isteme ve izin vermeye dair hükümler yer almaktadır. Nûr sûresinin evlere girmeyle ilgili görgü kurallarını ele alan 27-29. âyetlerinde, müminlerin, başkalarına ait evlere girmek istediklerinde izin isteme anlamına gelecek şekilde seslenerek ev halkına selâm verdikten sonra izin verilmesi durumunda içeri girebilecekleri bildirilmiş; evden cevap gelmezse izinsiz olarak içeri girilmemesi, girilmesine izin verilmediği anlamına bir ses duyulması halinde geri dönülmesi emredilmiştir. Aynı yerde, terkedilmiş binalara izinsiz girilebileceği de belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda âyetteki bu ruhsata dayanılarak han, hamam. otel, lokanta, dükkân gibi umuma açık mahaller de izinsiz girilebilecekyerler arasında gösterilir.69 Ancak Taberî gibi bazı âlimler bu yerlere girip çıkmanın da sahiplerinin iznine bağlı olduğunu ifade eder.70 Bu durumda söz konusu mahallere izinsiz girmek, buraların umumun girip çıkmasına açık olduğunu gösteren bir işaretin (tabela) bulunmasına bağlıdır. Cami, okul, devlet dairesi gibi yerleri de bu çerçevede düşünmek gerekir. Nûr sûresinin 58-63. âyetlerinde ise ev içinde Özel odalara giriş çıkışla ilgili kurallar çerçevesinde aile fertlerinin birbirlerinin odasına uygunsuz zamanlarda izinsiz girmeleri de yasaklanmaktadır. Bu hüküm kadın erkek, genç yaşlı ayırımı yapılmaksızın bütün aile fertleri için geçerlidir.71 Aynı sûrede (24/62), Hz. Peygamber'in başkanlığında yapılan toplantılara katılanların meclisten ayrılmak istediklerinde mutlaka Resûlullah'tan izin almaları gerektiği bildirilmekte, Resûl-i Ekrem'in de haklı mazereti bulunanlara izin vermesi istenmektedir. Bu âyetin hükmü, yalnız Peygamber ve onun ashabıyla sınırlı olmayıp müslümanların toplantılarda bazı kurallara uymaları gerektiğine de işaret etmektedir.
Hadis mecmualarında "Kitâbü'I-İsti'zân" başlıklı bölümler bulunmakta; ayrıca Kur'an tefsirlerinin izin hakkındaki âyetlere dair bölümlerinde, edebî ve ahlâkî mahiyetteki eserlerde âyet ve hadislerin yanında manzum ve mensur birikimden de yararlanılarak izin isteme ve izin vermenin hükmü, zamanı, şekli, usul ve âdabı gibi konularda İslâm'ın genel ahlâk ilkeleri yönünde eğitici bilgiler yer almaktadır.
Câhiliye döneminde ve İslâm'ın ilk yıllarında insanlar birbirinin evine girerken, "İyi sabahlar, iyi akşamlar!" gibi ifadeleri kullanmakla birlikte görgü kurallarına yeterince önem verilmiyor, baskın yapar gibi evlere dalanlar oluyor, rahatsız edici, hatta utanç verici durumlarla karşılaşılıyordu.72 Daha sonra insanların mahremiyetlerini koruyan, ferdin ve ailenin saygınlığını, dokunulmazlığını sağlamayı amaçlayan kurallar konulmuştur. Kaynaklarda izin konusunda bilhassa şu hususlar üzerinde durulmaktadır:
a) Kural olarak sahibince veya yetkili kişilerce girilmesine izin verilen yerler dışındaki mahallere, özel ve mahrem mekânlara izin alınmadan girilemez. Fakat bir hadiste, bir yere gelmek üzere davet edilen kişinin belirtilen zamanda o yere girmesi için izin alması gerekmediği ifade edilir. 73
b) Hz. Peygamber'in belirttiğine göre bir yere girmek için izin isteyen kişi bu isteğini en çok üç defa tekrar etmeli, izin ifade eden bir karşılık alamazsa dönüp gitmelidir.74 Ancak sesinin duyulmadığını düşünen kimsenin izin talebini üçten fazla tekrar edebileceği kaydedilmektedir. 75
c) Âyette izin talep edilirken ev halkına ayrıca selâm verilmesi de istenmiştir.76 Nitekim Resûl-i Ekrem'in böyle durumlarda genellikle selâm verip kendisini tanıtarak izin istediği bildirilmektedir.77 Âyetin söz dizilişinde selâm izin istemeden sonra gelmektedir. Bununla birlikte âyetteki sıranın bağlayıcı olmadığı, duruma göre önce selâm verip kendini tanıttıktan sonra izin istemenin mümkün olduğu da belirtilmiştir.78 Hz. Peygamber'in izin almadan huzuruna giren bir kişiye, "Dışarı çık, selâm ver, sonra da girmek için izin iste" sözünde önce selâmı zikrettiği görülmektedir. 79
d) İzin isteyen kişi kendini açıkça tanıtmalıdır. Nitekim Resûl-i Ekrem içeri girmek İsteyen birine kim olduğunu sorunca bu kişinin "benim" demesine karşılık, "Sen de kimsin?" diyerek yaptığının yanlış olduğunu hatırlatmıştır 80 Bu durumda kapı tokmağını kullanma, zil çalma, elektrikli aletlerle seslenme gibi modern imkânlardan yararlanırken de kendini açıkça tanıtmak gerekir,
e) Bir kimsenin izinsiz girmesi caiz olmayan yeri, iyi niyetle de olsa kapı aralığından veya pencereden gözetlemesi uygun değildir. Zira izin isteme hükmünün asıl konuluş sebebi aile mahremiyetini yabancı gözlere karşı korumaktır.81 Müminlerin casusluk yapar gibi birbirlerinin mahrem durumlarını araştırmalarını yasaklayan âyetin 82 bu konuyla da ilgili olduğu kabul edilmektedir. Hz. Peygamber bir kişinin bu şekilde evini gözetlediğini görünce onu sert bir dille uyarmıştır.83 Bazı fakihler, bu hadisin lafzı ifadesini dikkate alarak hâne sahibinin izinsiz olarak evinin içini gözetleyen kimseyi cezalandırabileceğini ileri sür-müşlerse de 84 hadisin hukukî bir hüküm koymayıp sadece uyarı amacı taşıdığı yönündeki görüş 85 daha mâkul görünmektedir.
Bibliyografya :
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "izn" md.; U-sânü'l-cArab,"İ7.n" md.; Wensinck, el-Muccem, "izn" md.; M. F. Abdüİbâki, el-Mu'cem, "izn" md.; Dârimî, "Şalât", 88; Buhârî, "İsti'zân", 11, 13, 14, 17, "Dİyât", 15, 23, "Edeb", 17,94; Müslim, "Adâb", 32, 34, 35, 37; Ebû Dâvûd, "Edeb", 138;Taberî, Câmi'tı'l-beyân, XVIII, 109-116, 161-165; Zemahşerî, et-Keşşâf [Beyrut), 111, 69; İbn Münkiz. Kitâbü'l-Menâzil ue'd-diyâr, Dımaşk 1385/1965, II, 201 -210; Fahred-din er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb, XXIII, 195-201; Kurtubî. el-Câmi\ XII, 215-222; Nevevî, Şerhu Müslim, X.V\, 130-134; Nüveyrî. Nihâyetü'l-ereb, VI, 86-87; Aynî, cümdetü'l-kârî.Kahire 1392/1972, XVIII, 285-286, 294-299, 301; Ali Mahfuz, el-İbdâ* fî medârri'l-ibtidâ'. Kahire !956, s. 386-388; M. Abdülazîz Amr, el-Libâs ve'z-zîne fı'ş-şed'ati'l-İslâmiyye, Beyrut 1405/ 1985, s. 119-128.
Fıkıh.
Fıkıhta bir kimsenin hukuken tâbi olduğu kısıtlılık halinin kaldırılmasını ifade eden izin, fıkıh usulünde teknik anlamda bir terim olmamakla beraber cevaz ve ibâha terimleri ile yakından ilişkilidir. Bu kavramlardan biri tanımlanırken diğerlerinden yararlanma gereğinin duyulması ve literatürde çok defa birbirlerinin yerine kullanılmaları bunlar arasındaki anlam yakınlığını ve iç içeliğini gösterir. Bazı usulcüler cevaz ve ibâhanın eş anlamlı olduğunu, bazıları cevazın ibâha-dan daha genel sayıldığını söylese de esas itibariyle her ikisi de şâriin izninin sonucu olduğundan izin kavramının daha genel bir içeriğe sahip bulunduğu görülür. İznin ayrıca af ve helâl kavramlarıyla da yakın anlam ilişkisi bulunmaktadır. İlişkili olduğu bu kavramlara bakıldığı zaman iznin bazı yerde engelleme ve yasaklamanın, bazı yerde de haram ve vacibin karşıt anlamlısı olarak kullanıldığı söylenebilir.86 İzin kelimesi fıkıh literatüründe, ibadet ve muamelât hukukunun bütün alt dallarını kapsayacak şekilde yaygın bir kullanıma sahip olmakla birlikte bunların büyük bir kısmında kelimenin kullanımının sözlük anlamı çerçevesinde kaldığı görülür. Meselâ kocanın karısına oruç veya i'tikâf izni, ebeveynin çocuğa hac veya evlenme izni, devlet başkanının ölü araziyi ihya veya bir cezayı infaz izni böyledir. Ancak izin kelimesi zamanla muamelât alanında, kölelik ve yaş küçüklüğü sebebiyle eda ehliyeti kısıtlı kimseye velisi tarafından malî nitelikte hukukî işlem yapabilme serbesliğinin verilmesini ifade eden bir terim haline gelmiş, me'zun denince de bu şekilde ticaret serbesliği tanınan kimseler kastedilmiştir. Nitekim Serahsî izni, "kölelik sebebiyle hukuken sabit olan kısıtlılığın (hacr) çözülmesi, tasarruf engelinin kalkması" diye tanımlar.87 İleri dönem literatüründe de izin "kölelik, yaş küçüklüğü vb. sebeplerle bir kimsenin hukuken tâbi olduğu tasarruf ehliyeti kısıtlılığının kalkması" şeklinde tanımlanmıştır.88
Hukukî Mahiyeti. İzin, borçlar hukuku alanında birçok hukukî işlemle ilişkili olduğu gibi bazı işlemlerin de mahiyeti gereği tanımında yer alan bir kavramdır. Şafiî fakihi İzzeddin İbn Abdüsselâm, hukukî işlemlerin bir türünün de İzin olduğundan söz ederek izne bağlı tasarrufları yararın ait olacağı kişi açısından ikili ayırıma tâbi tutar. Buna göre faydası izin verilene yönelik olan izin grubunda ariyet, bağış ve hediye verme gibi işler yer alır. Şafiî ekolündeki hâkim görüşe göre karz da daman şartıyla itlaf hususunda bir izin olduğu için sözlü kabule gerek duymaz. Faydası izin verene yönelik olan izin kapsamında ise istisna' (eser), hizmet vekâlet sözleşmeleri ya da kabza izin gibi fiilî veya sözlü tasarruflara izin yer alır.89 Bu gruplan dırmada iznin vekâlet verme ile oldukça yakın bir anlam benzerliği taşıdığı görülmektedir. Her ikisinde de "başkasının tasarrufuna rızâ gösterme" anlamı mevcut olmakla beraber izin vekâlet vermekten daha genel bir içeriğe sahiptir, bu sebeple şirket vb. birçok tasarruf yanında vekâlet vermenin de genel anlamda izin kapsamında olduğu belirtilir.
Kısıtlılık halinin kaldırılmasına ilişkin bir işlem oluşu bakımından iznin doktrinde ayrıntılı biçimde tartışıldığı ve tanımı, mahiyeti, alanı gibi konularda fakihler arasında bazı görüş ayrılıkları bulunduğu görülür. Şafiî ve Hanbelî mezhebinde izin bir tür vekâlet verme (tevkil ve İnâbe) olarak değerlendirilmiştir; Hanefî mezhebinde ise özellikle ticaret alanında kısıtlılık durumunun kaldırılması (fekkü'l-hacr) ve hakkın düşürülmesi (ıskat) şeklinde tanımlandığı için. bir borçlar hukuku kavramı olarak büyük ölçüde ticarî işlemler yapmasına izin verilen köle ve çocuk ekseninde ele alınıp s istem leşti rimistir. Bu sebeple Hanefî ve Hanbelî fıkıh literatüründe genellikle hacr bahsinden sonra yer alan "Kitâbü'l-Me'zûn" başlığı altında ticaret izni verilen köle ve çocuğa ilişkin hükümler ele alınmıştır. Ayrıca kısıtlılık açısından aralarında benzerlik bulunan sefih ve borçlu da bazı hükümler yönünden bu çerçevede değerlendirilmiştir. Klasik fıkıh literatüründe bu konu için özel bir bölüm açılıp ayrıntılı düzenlemeler yapılması, o dönemlerde tüccarların yaygın olarak köleleri ticarî işlerde kullandıklarının bir göstergesi sayılabilir.
İznin sahih şekilde gerçekleşebilmesi için izin verilecek kişinin potansiyel olarak tasarruf ehliyetine sahip bulunması gerekir: ancak kimlerin tasarruf ehliyetine sahip olduğu konusu doktrinde tartışmalıdır. Akıllı olarak bulûğa eren kölenin ticaret iznine muhatap olabileceğinde ve bu izne dayanarak tıpkı hür kimseler gibi ticaret yapabileceğinde ihtilâf yoktur. Şâ-fiîler dışındaki fakihler izin kapsamına köle yanında mümeyyiz çocuğu ve ma'tûhu da dahil ederler. Şafiî'ye göre ise ticaret ehliyeti ancak kâmil akılla elde edilebileceği için ister hür isterse köle olsun çocuğa ticaret izni vermek caiz olmadığı gibi ma'tûha verilen ticaret izni de sahih değildir.
Hanefîler'e göre kölenin kısıtlılık hali efendisinin bir hakkı olarak sabit bulunduğundan efendi izin vermekle bu hakkı ıskat etmiş sayılır. Fakat izin ticarete ilişkin olduğu için kölenin evlenme, câriye edinme, borç verme ve hibe gibi diğer hususlardaki kısıtlılık durumu devam eder. Mümeyyiz çocuğun tasarruflarının işlerlik kazanmasının velinin iznine ve icazetine bağlanması ve böylelikle çocuk için bir kısıtlılık durumunun doğması ise velinin değil bizzat çocuğun menfaatiyle ilgilidir. Bu kısıtlılık durumu özü itibariyle çocuğun korunması amacına dayalı olduğundan onun hibeyi kabul gibi kendisi için sırf yarar sağlayan tasarruflarında kural olarak izne ve icazete gerek bulunmazken talâk, hibe ve malî kefalet gibi kendisi açısından sırf zarar olan tasarruflarında izin cereyan etmez. Sefih hakkında sabit olan kısıtlılık da benzer bir amaçla açıklanabilir.
Uygulama alanı büyük ölçüde ticaret konuları olan izin bir yönüyle vekâlet verme, bir yönüyle hakkı düşürme anlamını içermektedir. Fıkıh mezhepleri, benimsedikleri genel fıkıh sistematiği ve mantığı doğrultusunda bu anlamlardan birini ön plana çıkarmışlardır. Hanefîler izni bir hakkın düşürülmesi mahiyetinde görmüş ve bunu iznin tanımına dahil etmişlerdir. Buna karşılık Şafiî ve Hanbelîler ile Hanefî fakih Züfer, izni bir hakkın kullanımının devri ve vekâlet verme mahiyetinde saymışlardır. Bu anlayış farklılığının pratik sonucu iznin şarta ta'lik edilmesiyle zaman, mekân ve alan (tür) itibariyle kayıtlan masının sahih olup olmadığı konusunda ortaya çıkar. Hanefîler'e göre bir hakkın ispat ve iadesi anlamını içeren kısıtlamadan farklı olarak izin. bir ıskat tasarrufu olduğu için diğer ıskat tasarrufları gibi kural olarak ta'lik ve izafeye elverişli bulunmakla birlikte kayıtlama ve daraltmaya elverişli değildir. Böyle olduğu için de izin bir zaman ve mekânla kayıtlanamayacağı gibi bir alışveriş türüne-de tahsis edilemez. Meselâ mümeyyiz çocuğun velisi, çocuğa bir ay süreyle izin verdiğini söylese bile bir ayın bitiminde yeniden onu hacretmediği takdirde bir aylık izin süresiz izne dönüşür. İkinci grup fakihe göre ise izin bir tevkil ve inâbe mahiyetinde olduğundan tıpkı bunlar gibi zaman ve mekânla kayıtlanması ve bir alışveriş türüne tahsis edilmesi mümkündür. Bu anlayışa göre köle izin kaynaklı olarak tasarrufta bulunmaktadır; dolayısıyla onun tasarrufu tıpkı vekil ve mudârib gibi izin verilen konuların dışına çıkamaz.
İbn Kudâme, Hanefîler'in izni ıskat saymalarının ve ıskatı kayitlanmaya elverişli görmemelerinin temelinde, kısıtlılık durumunun bir bütün olup bölünemeyeceği düşüncesinin yattığını ve ayrıca onların kısıtlılık durumunun kaldırılmasını âdeta çocuğun bulûğa ermesi mesabesinde tuttuklarını öne sürer. İbn Kudâme'nin HanefTler'in bu görüşüne getirdiği tenkidin özünü, çocuk ve kölenin ancak kendilerine hak sahibi kimse tarafından verilen izinle tasarrufta bulunabildikleri, bunun için de iznin vekil ve mudâribdeKi gibi sadece verildiği alanla kayıtlı olacağı noktası teşkil eder.
Şekli ve Türleri. İzin, biçim itibariyle sarih ve dolaylı (delâleten) kısımlarına ayrıldığı gibi alanı itibariyle genel (âm) ve özel (has), yapısı itibariyle de bir şarta veya vakte bağlanmaksızın derhal hüküm ifade eden (müneccez). şarta ta'lik edilmiş ve bir vakte bağlanmış izin çeşitlerine ayrılır. Sarih izin, izin verildiğinin açıkça söylenmesi ve duyurulması olup konusuna göre genel ve özel kısımlarına ayrılır. Genel iznin literatürde "tasarruf-ı nev'îye izin" ve "akd-i mükerrerlere izin" olarak adlandınldığı da olur.90 Özel iznin anlamı ve mahiyeti konusunda Hanefî literatüründe bir karışıklık ve belirsizlik bulunmaktadır. Bazıları, köle veya çocuğun gündelik işler konusunda kullanılmasını özel izin olarak nitelendirirken bazıları, bir tasarruf türüne ilişkin olarak verilen izni özel izin şeklinde tarif etmişlerdir. Hanefî fakifilerinden Kâsânî, normal olarak ticaret izni verilmesine gerek olmayan gündelik işler konusundaki tasarruf iznini özel izin şeklinde değerlendirmiş ve genel kurala göre ticaret izni bölünme kabul etmez bir mahiyete sahip olduğundan, herhangi bir ticarî işlem hususunda verilen iznin bütün ticarî işlemler için geçerli olan bir izne dönüşmesi gerekirken bu tür izinlerin Örf sebebiyle istihsan gerekçesinden hareketle ticaret izni anlamına gelmeyeceğini ifade etmiştir.91 Doktrinde de Kâsâ-nî'nin görüşü benimsenerek bu tür izinler geç dönem literatürde "bir akdin icrasını emir" ve "şahsî tasarrufa izin" olarak anılmış 92 ve genel ıskat hükümleri dışında tutulmuştur. Buna karşılık Hanefî mezhebinin temel metinlerinden olan el-İhtiyâfda özel bir ticaret veya meslek türüne tahsis edilen izin özel izin olarak adlandırılmıştır. İznin meselâ sadece buğday ticaretine veya sadece terzilik işine tahsis edilmesi özel izindir (11, 100-101). Ayrıca Kâsânî, verilen iznin sıhhati için izin verilen kimsenin bu izni ve iznin türünü bilmesinin gerekli olup olmadığını tartışır.93
Hanefî mezhebinde hâkim görüşe göre ticaret izni bölünme ve bir türle kayıtlanma kabul etmez. Bunun için de bir ticaret türüyle ilgili izin bütün ticaret türleri ve meslekler konusunda geçerli olur. Aynı şekilde bir ay veya bir yıl ticaret yapmasına izin verilen kişi, daha sonra yeniden hacredilmediği müddetçe daimî olarak izinli sayılır. Çünkü ticaret izni kâr sağlamak amacına yöneliktir ve kâr ihtimali açısından bir türle ötekisi arasında fark yoktur. Bir türe ilişkin olarak verilen sarih izin diğer türler hakkında da delâleten izin yerine geçer. Nitekim velinin sarih izni olmaksızın çocuğun hibeyi kabul hakkına sahip olması iznin delâleten varlığı sebebiyledir. Burada da aynı durum söz konusudur. Mâlikî mezhebinde de bir konuda verilen ticaret izninin bütün ticaret türleri için geçerli olacağı, fakat bir meslek için verilen iznin onunla sınırlı kalacağı, ticaret ve borçlanma hususunda izin sayılmayacağı görüşü hâkimdir.94
Dolaylı izin iznin sarih biçimin dışında bir yolla sabit olmasıdır. Dolaylı izin şekillerinden sayılıp sayılmayacağı tartışmalı olan hususların başında sükût gelmektedir. Doktrinde hâkim olan anlayışa göre susana söz isnat edilemeyeceği için sükût kural olarak izin yerine geçmez. Ancak rızâ açıklaması sayılmasının mümkün olduğu yerlerde sükût izin yerine geçebilir. Bu durum MeceUe'de, "Sâ-kite bir söz isnat olunmaz. Fakat ma'nz-ı hacette sükût beyandır 95 şeklinde ifade edilir. Hanefîler, velinin çocuğu alışveriş yaparken görüp sükût etmesi durumunda bu sükûtun izin yerine geçeceğini söylemişlerdir. Ancak sükût yoluyla sabit olan bu izin, Hanefîler'in bu konudaki yaklaşımlarının tabii sonucu olarak sadece o alışveriş hakkında değil daha sonra yapılacak bütün alışverişler hususunda da delâleten izin sayılır. Aynı hüküm köle hakkında da geçerli olup sükûtun izne delâleti, yapılan akdin sahih veya fâsid olmasına göre değişmeyeceği için kölenin yapmış olduğu akdin sahih ya da fâsid olması da kölenin izinli hale gelmesini etkilemez. İmam Şafiî, Ahmed b. Han-bel ve İmam Züfer'e göre ise efendinin sükûtu ile köle mezun olmaz.96
Hükmü. Çocuğun malında tasarruf a ve ticarete yetkili olan velinin, ticarete izin vermeye de velayeti vardır. Bir çocuğa veya ma'tûha velisi tarafından izin verilince bunlar izin altına giren hususlarda baliğ kişi hükmünde olurlar ve kendilerinin yapması caiz olan şeyler için birine vekâlet verebilirler. Mezun köle de Hane-fîler'e göre vekâlet yoluyla efendisi adına değil izin sayesinde sahip olduğu ehliyetle tıpkı mükâtebe akdinden sonra olduğu gibi kendi adına tasarrufta bulunur.97
İzin kapsamına vekâlet verme, rehin alma ve verme, ariyet, selem ve mudârebe akidleri yapma, borç ikrarında bulunma gibi ticaret kabilinden ve ticaretin gereklerinden olan bütün hukukî işlem türleri girer; ticaretin gerekleri dışında kalan hususlarda ise yetkili değildir. Bu bakımdan borç vermesi, hibede bulunması veya kefil olması caiz görülmemiştir. Mâliki ekolünde, izinli kölenin ticaret kapsamındaki her tasarrufu yapabileceği ve vekil konumunda olduğu benimsenmekle birlikte hibe. sadaka ve ıtk gibi tasarrufları ancak efendisinin özel izniyle yapabileceği belirtilmiştir.
Mezunun gabn-i yesîr ile yaptığı alışverişlerin sahih olduğunda görüş birliği bulunmakla birlikte gabn-i fahişle yapacağı akidlerin hükmü tartışmalıdır. Ebû Hanîfe gabn-i fahişle alım satımı da mutlak alım satım kapsamına, dolayısıyla ticaret izni kapsamına dahil gördüğü için mezunun gabn-i fahişle alım satım yapabileceğini kabul etmiştir. Gabn-i fahişle alım satım yapma konusunda mezun ile vekil arasında fark gözeten Ebû Hanîfe'-ye göre mezunun gabn-i fahişle satması veya satın alması caizken vekilin satması caiz, fakat satın alması caiz değildir. Çünkü vekilin gabn-i fahişle satın alması hususu, esasen kendisi için aldığı halde gabn-i fahiş ortaya çıkınca müvekkili için satın aldığını söyleyebileceğinden suisti-male açık bir konudur. Mezun, kendisi için almaya mâlik olmayıp izin verene rücû hakkı bulunmadığı için onun açısından alım ve satım birbirine eşittir ve böyle bir töhmet söz konusu olmaz. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise çocuk gabn-i fahişle akid yapma hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü böyle bir akid teberru hükmündedir, çocuk ise teberrua ehil de-ğildir.98 Mezunun tasarrufları sebebiyle gerek veli veya efendinin gerekse mezunla ticarî ilişkide bulunan kişilerin mağduriyetinin önlenebilmesi için doktrinde gündeme gelen önlemlerden biri de kölenin rakabesi tutarını aşan borçlanmalardan bizzat kendisinin sorumlu tutulmasıdır.99
Sona Ermesi. Ticaret iznini geçersiz hale getirecek sebepler şu şekilde sıralanır:
1. Yeniden hacir altına alma. Bu hacrin sahih olabilmesi için taraflarca, özellikle de çarşı esnafı tarafından bilinmesi gerekir. Mâlikî ekolündeki hâkim görüş, yeniden hacretmenin kamu otoritesinin bilgisi dahilinde olması gerektiği yönündedir. 100
2. Efendinin köleyi satması.
3. Ölüm. Efendinin ölümüyle köle, baba veya vasînin ölümüyle çocuk yeniden kısıtlı hale gelir. Ancak hâkim kararıyla mezun olan kişi hâkimin ölmesiyle kısıtlı hale gelmez.
4. Efendinin veya kölenin delirmesi durumunda da köle yeniden kısıtlılık durumuna döner.
5. Kölenin veya efendinin irtidad ederek düşman ülkesine iltica etmesi.
6. Kölenin kaçması. Hanefîler kölenin kaçmasının izni iptal edeceğini. Şâfıîve Hanbelîler ise kölenin kaçmakla azledilmiş olmayacağını ifade ederler.
Bibliyografya :
ei-Ta'rîfât, "izn" md.;Tehânevî, Keşşaf,), 93; İbnü'l-Cellâb, et-Tefrî' (nşr. Hüseyin b. Salim ed-Dehmânî), Beyrut 1408/1988, M, 200; Ebü Ca'-fer et-Tüsî. en-Nihâye fi mücerredi'i-fıkh oe'l-felâuâ, Beyrut 1400/1980, s. 311; Şîrâzî, el-Mü-hezzeb. Kahire 1976, I, 511-512; Serahsî, el-Mebsût, XXV, 2; XXX, 139-140; Nesefî, Tdbetü't-(alebe(nşr. Hâlid Abdürrahman el-Ak). Beyrut 1416/1995, s. 325-326; Kâsânî. BedaY, VII, 191-207; Şehâbeddin ez-Zencânî. Tahricü'l-fü-rût'a/e7-uşû/(nşr M. Edîb Salih), Beyrut 1402/ 1982, s. 239-243, 333-335; İbn Kudâme. el-Muğnî(nşT. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1989, VI, 347-352; Vll, 193-194; İzzeddİn İbn Abdüsselâm. Kauâldü'l-ahkâm, Beyrut, ts.,(Dârü'I-kUtübi'l-il-miyye), II, 69, 73-74, 111 -113; Abdullah b. Mah-mûd el-Mevsılî, el-İhtiyâr, Beyrut 1395/1975, II, 100-104; Karâfî. el-Furûk,Kahire 1347, i, 195-196; a.mlf.. ez-Zahîre (nşr Muhammed Bû Hub-zel. Beyrut 1994, V, 308-320; Beyzâvî, ei-Ğâye-tü'l-kuşvâ{nş:. Ali Muhyiddin el-Karadâğî), Kahire 1980-S2,1, 458-459,530; il, 631; ibn Cüzey. Kaüânînü'l-al^kâmi'ş-şer'-İyye, Beyrut 1979, s. 317-318; İbn Kayyım el-Cevziyye, İılâmü'l-mu-vakkı'ln (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd), Beyrut 1973, 1, 332; Molla Hüsrev, Dürerü'l-hükkam, İstanbul 1308, ]], 276-281; Abdurrahman Şey-hîzâde. Mecma'iı'l-enrtur, İstanbul 1309, II, 445-455; Şevkânî, es-Seylil'l-cerrâr(nşr. Mahmûd İbrahim Zâyed), Beyrut 1405/1985. III, 130-135; İbnAbidîn. Reddü'l-muhtâr(Kahire), VI, 154-177; Mecelle, md. 67. 942,966-978; Ali Haydar. Dürerü't-hükkâm,İstanbul 1330,111,6-8,36-69; M. Abdürrahim b. M. Ali Sultânü'l-ulemâ, Ahkâmü. izni'l-insân fî't-ftkhl'l-lslâmî, Dımaşk 1416/1996, MI, tür.yer.; Y. Linant de Bellefonds, "Idhn". El2 flng.). IH, 1016-1017; "İzn", Mu.Fİ, IV, 221-246; "İzn", Mu.F, II, 376-393; Seyyid Mustafa Muhakkik Dâmâd. "İzn", DMBİ, VII, 391-395.
Tasavvuf.
Tasavvuf literatüründe izin "bir velînin Allah'ın ve Peygamber'in izniyle konuşması, hareket etmesi" veya "bir müridin Önemli bir iş yapacağı zaman mürşidinden izin alması" anlamında kullanılır. Tasavvufta Allah'tan ve Pey-gamber'den keşif ve ilham yoluyla izin alındığına inanılır ve bu anlamdaki izne büyük önem verilir. Ebû Nasr es-Serrâc sûfîlerin, mallarını Allah'tan aldıkları izinle harcadıklarını veya harcamayıp elde tuttuklarını, izinle hareket etmeyen sûfîlerin kemal mertebesine varamadıklarını belirtir.101 Bir kimsenin ikamet ettiği yere izinsiz girilemeyeceğini belirten Gazzâlî'ye göre 102 kalbine Allah'ın en özel sıfatı olan ilim tevdi edilmiş bulunan âlim ilâhî hazinedeki en değerli cevherin hazinedarı olup Allah adına ihtiyaç sahipleri için bunu harcamak konusunda izinlidir.103 Abdülkâdir-i Geylânî, insanın ancak Allah izin verirse nefsinin istediği bir şeye yöneleceğini, aksi takdirde günaha gireceğini söyler.104 Burada izin ilhamla aynı anlamda kullanılmıştır. Ebü'l-Hasan eş-Şâzelî, Hizbü'l-bahr adlı dua risalesini tanıtırken eserin her harfini Allah ve Resulü'nün izniyle yazdığını belirtir.105 Mutasavvıflar özellikle tarikat şeyhlerinin sözlerinin, eserlerinin, düzenledikleri duaların Allah'tan izin ve onay alındıktan sonra yazıldığına ve söylendiğine inanırlar. Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Fuşûşü'1-hi-Jcem'in önsözünde (1,47) bu eseri rüyada gördüğü Hz. Peygamber'in emriyle yazdığını söylemiştir. Aynı sûfî, Allah'ın takdir ettiği bir şeyin vakti gelince O'nun izniyle vücut bulduğunu belirtir ve varlık alemindeki her olayı ve nesneyi Hakk'ın iznine bağlar; "Hiçbir nefis Allah'ın izni olmadan ölmez 106 mealindeki âyeti bu yönde açıklar. Ona göre bir velî Allah'tan aldığı izinle hareket edebilir, konuşabilir. Bununla birlikte onun bu izne göre hareket etmemesi günah değildir. Çünkü izin bir ruhsattır, mubah olan hususlarda bahis konusudur; yapılması için izin verilen bir şeyi yapmayan günaha girmez.107 Bununla beraber tasavvufta izin çok defa edep ve ahlâk bakımından emir telakki edilmiş, Allah ve Resulü'nün izniyle konuştuklarını ve yazdıklarını ileri süren birçok kişinin sözleri ve yazdıkları mutlak doğrular sayılmıştır.
Tasavvufı hayatta, özellikle tarikatlarda mürşidden izin alarak hareket etmek, konuşmak önemli bir kuraldır. Tekke teşkilâtının başlıca esaslarını ortaya koyan Ebû Saîd-i Ebü'1-Hayr tekkeden ayrılanların şeyhten izin almaları gerektiğini belirtir.108 Sûfîler sadece şeyhin değil ebeveynin, bilhassa annenin iznini ve rızâsını almadan sefere çıkmanın, hatta hacca gitmenin uygun olmadığını söylemişlerdir. Kaynaklarda, annesinden izin almadan hac için yola çıkan bazı dervişlerin yolda kararlarını değiştirip geri döndükleri belirtilmektedir. Bâharzî. ana baba ve şeyhten izin almadan çıkılan seferlerin huzurlu ve bereketli geçmeyeceğine işaret eder.109
Bir şeyhin gözetiminde terbiye gören, seyrü sülûkünü tamamlayıp irşad ehliyetini kazanan bir mürid şeyhinin izni olmadan irşad faaliyetine girişemez; müridin bunun için şeyhinden izin aldığını gösteren bir belgeye sahip olması lâzımdır. Bu belgeye "icazetname", "hilâfetnâme" ve "izinname" gibi isimler verilir. Bu izin sözlü de olabilir. Kendisine izin verilen kimseye "me'zûn" denir. "El alma" ve "inâbe alma" gibi bazan izin alma tabiri de tarikata girme ve bir şeyhe intisap etme anlamına gelir. Tarikatlarda izin yerine destur kelimesi de kullanılır. Mürid, bir söz söyleyeceği veya bir iş yapacağı zaman meclisteki yetkili kişiden destur ister. İzin tekkede disiplin sağlamanın en etkili aracıdır. Bir Mevlevî hücresine varan kişi kapıda durup "destur!" diye seslenir ve içeriden "hû!" sesi gelmeden hücreye giremez. Abdurrahman es-Sekkâf Bâ Alevî gibi her müridini Hz. Peygamber'in izniyle tarikata aldığını söyleyen şeyhler de vardır.110
Bibliyografya :
Tirmizî, "Tefsir", 15/6; Serrâc, el-Lüma\ Kahire 1966, s. 523; Gazzâlî, /fryâJ, Kahire 1939,1, 20; 11, 193; Abdülkâdir-İ Geylânî. el-Ğunye U-tâ-libi tarîki't-hak, Beyrut 1288,1, 17; a.mif.. Fü-tûh.u'1-ğayb, Şam 1986, s. 87; İbnü'l-Arabî. Fu-şûş (Afîfî), 1, 47; Ebü'l-Mefâhir Yahya el-Bâhar-zî, Eurâdü'1-ah.bâb ve fuşûşü't-âdâb (nşr. trec Efşâr). Tahran 1358 hş., s. 159; Muhammed b. Münevver. Esrârii't-teuhîd, Tahran 1348, s. 231; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 245, 283; Şa'rânî. et-Tabakât, il, 88; a.mlf., el-Yeoâkit ue'i-cevâhir. Kahire 1305, II, 95; KülUyyât-ı Hazret-i Hüdâyî (nşr. Mehmed Gülsen), İstanbul 1338-40, s. 23; Ankaravî, Minhâcü'l-fukarâ, İstanbul 1250, s. 79; İsmail Hakkı Bursevî, Rühu'l-beyân, İstanbul 1306, IV, 258; Nebhânî, Kerâmâtü7-eu/iyâ', II, 67;Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevi Âdâb ue Er-kânı, İstanbul 1963,s. 16-22; a.mlf.. Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, s. 92-93; el-Muccemü'ş-şûfi,s. 60.
Dostları ilə paylaş: |