iken, Lemaat ve İşarat-ül İ'cazı medrese dersi tarzında talebelerine ders
verdiği misillü, Mesneviyi de Isparta'ya gittikten sonra iki defa baştan sona
kadar Arapçasından yanındaki talebelerine ders verdi. Daha sonra bunu da
İşarat-ül İ'caz gibi kardeşi Abdülmecid'e, büyük bir kısmını Türkçeye
tercüme ettirdi ve 1954 sonlarında bu tercüme teksir edilerek neşredildi.
Bu Türkçe tercümenin neşrinden önce de onun Arapçasını İnebolu teksir
etmişti.
Böylece Mesnev-i Arabî de, artık hem Arapça hem de Türkçesiyle Risale-i
Nur silsilesine ilhak edilmiş oldu.
Mesnev-î Arabî'nin her iki şeklinin neşirleri hususunda Hazret-i Üstad'ın
hizmetkârlarının kalemiyle fakat Üstad'ın emriyle yazdıkları müjdeli
mektupları şöyledir:
"... Saniyen Kur'anın Arabî bir tefsiri ve Risale-i Nurun Arabî Mesnevi-i
Şerifi olan ve Zülfikâr büyüklüğünde ve altunla yazılmaya lâyık bir
mecmua dahi inşaallah teksir edilecek. Bu çok harika ve pek ehemmiyetli
ve gayet mühim ve her bir bahsi birer kitap ve birer Risale olacak derecede
gayet îcazkâr olan ve kırk sene evvel te'lif edilen bu eserleri , o zamanın
hakiki ve meşhur ve büyük ulema ve meşayihi de tam takdir ve tahsin
etmişler.. Ve o risalelerden tek bir Risale hakkında "Bu bir katre değil, bir
bahirdir" diyerek fevkalâdeliğini izhar etmekle beraber, tam anlamaktan da
aciz olduklarını idrâk etmişler.
Risale-i Nurun bu gayet mühim iki işini(64) müjde ederiz. Muvaffak
olunması için dualarınızı bekleriz. Pek çok selâm eder, muvaffakiyetler
dileriz.
Elbaki Hüvelbaki
Kardeşleriniz
Ceylan, Zübeyr(65)"
(64) İki işten murad, mektubun üst tarafında mu'cizeli Kur'an'ın tab'ına da
teşebbüs edildiği için birisi o, birisi de Mesnevi-Arabidir. A.B.
(65) Emirdağ-2 aslı yeşil defter S: 68
2158
2036
D- ASA-YI MUSA VE HUTBE-İ ŞAMİYE'NİN ARAPÇAYA
TERCÜMELERİ
Asa-yı Musa'nın Arapçaya tercüme edilmesini isteyen ve söyliyen ilk insan,
Salih Özcan'dır ki;Arabistan seyahatinden dönüşünde bu işin ehemmiyetini
Üstad Hazretlerine arzetmiştir. Molla Abdülmecid tarafından ilk tercüme
edilen Nur Risalesinden de bu kitapdır. Salih Özcan Arabistan'daki seyahati
sırasında Asa-yı Musa'ya çok ihtiyaç olduğunu ilk önce Üstad'a mektupla
bildirmiş, bilahare de
şifahen gitmiş anlatmıştır. Bunun üzerine Hazret-i Üstad da harekete
geçmiş ve bu hususta gelecek mektubu yazmış, talebelerine göndermiştir.
Bu mektup 9.11.950 tarihinde neşredilmiştir:
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Medreset-üz Zehra erkânlarına ehemmiyetli bir meseleyi havale ediyorum:
Seyyid Salih Arabistan'da Asa-yı Musa'nın çok lüzumu ve çok faydası
olduğunu oralara seyahatimde anladım, herhalde Arapçaya tercüme lâzım
geliyor dedi.
Benim halim ve hastalığım müsaade etmediği için, benim bedelime
Medreset-üz Zehra erkânı, dört yere güzelce Arapçaya tercüme için
muhabere etsinler. Bir mektubu Cami-ül Ezher'e Emirdağlı Kılınç Ali
vasıtasıyla orada bir kaç edip zatlar tercüme(66) etsinler. Bir mektup da
Ankara Diyanet dairesinden, Risale-i Nuru ciddi takdir eden ve alâkadar
olan bir iki âlim Arapçaya tercüme etsinler. Biri Kayseri kazalarından
Ürgüp Müftüsü kardeşim Abdülmecid'e yazsınlar ki; Yirmi senedir bütün
kuvvetiyle nura hizmet etmek ona lâzım iken: etmediği için, onun bedeline
bütün kuvvetiyle Arapçaya tercüme etsin. Bir de Isparta havalisinde Nur
dairesindeki âlimler dahi Asa-yı Musa'yı taksim suretinde her biri bir
kısmını tercüme etsinler.
SAİD-İ NURSİ(67)"
(66) Kılınç Ali (Ali Kılınçarslan), o sırada Mısır'da bulunan eski Şeyh-ül
İslamımız Mustafa Sabri Efendi'ye bu hususta müracaat etmiş. Mustafa
Sabri Efendi Türkçe olan Risalelerden biraz kendisine okunmasını söylemiş
ve nurları dinledikten sonra şu sözleri söylemiştir: "Bu kitabı (Risale-i
Nuru) yine ancak müellifi olan Bediüzzaman tercüme edebilir." Ondan bu
ifadeleri dinliyen Emirdağlı Ali Kılınçarslan o sırada Mısır'dan
2159
Emirdağ'daki Nur talebelerine yazmış ve sonra gelip aynen şifahen de
anlatmıştır. Emirdağlılarca meşhurdur.
Ben şahsen Emirdağlı H. Ali Kılıçarslan'la Nisan sonu 1988'de Emirdağ'da
görüştüm. dedi ki:
"Ben bir takım Nur Külliyatını Mısır'a götürüp, Mustafa Sabri Efendiye
verdim. O da o zaman Ezher Şeyhi Zahid Kevseriye gönderdi. Zahid
Kevseri de alıp Ezher Kütüphanesinin en muhterem mevkiine koydu. A.B.
(67) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 25
2160
2037
Aynı mevzuda üstteki mektubun tamamlayıcısı olarak Hazret-i Üstad bir
ikinsi mektup daha yazdı aynen şöyledir:
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: bütün ruh-u canımızla sizin faaliyetinizi ve muvaffakiyetinizi tebrik
ediyoruz. Benim elemlerime ve hastalıklarıma ilâç, Medresetüz Zehranın
faaliyetinden ve muvaffakiyetinden ileri geliyor.
Saniyen: Asay-ı Musa'nın Arapçaya güzelce tercümesi için bir pusula
yazmıştım. Bugün Ankara'ya giden Zübeyr'le Seyyid Salih'e
gönderecektim. Hem Tarsus'da mütekaid bir zâbitin samimi bir
mektubuyla, Risale-i Nurdan
bazı kitabı istediğine dair mektubunu da Ankara yoluyla size
gönderecektim. Birden Antalya-Elmalının gayet halis Nurcuları namına
hem kendisi haremiyle beraber Afyon'a kadar gelen ve orada Nurların
neşrine vasıta olan birden şimdi geldi. Ben de onunla size gönderdim.
Umuma selâm..
Elbaki Hüvelbaki
SAİD-İ NURSİ(68)"
Hazret-i Üstad'ın tercümeye ait bu teşebbüslerinden ancak kardeşi molla
Abdülmecid'den netice alınabildi. Asay-ı Musa'yı Arapçaya ilk tercüme
eden o oldu. Abdülmecid'in tercümesi eski medrese ağır üslubuyla yapıldığı
için, İslâm Âleminde fazla revaç görmedi.
Aslı kısa ve Arapça olan Hutbe-i Şamiye eserini, Hazret-i Üstad kendisi
1951 yılı içerisinde Türkçeye genişçe tercüme etti ve zeyilleriyle birlikte
Isparta'ya 30.10.951'de gönderdi. 23.11.951'de de Isparta'da yazılıp teksir
edilerek Hazret-i Üstad'a nümûnelik sahifeleri Eskişehir'e geldi. Üstad bu
hizmetin az bir zaman içinde yetişip gelmesinden hastalığına şifa olduğunu
üst taraflarda vesikalarıyla yazmış olduğumuzdan tekrarına lüzum
görülmedi.
E- NUR MECMUALARININ TEKSİR VE NEŞRİ
1950-1956 arası Isparta ve İnebolu'da teksir edilip neşredilen Nurun büyük
mecmualarından başlıcaları: Tarihçe-i Hayat, Gençlik Rehberi, (Eski ve
yeni yazısı) Sözler Mecmuası, Mektubat (İki cild halinde) Zühret-ün Nur,
Cevşen-ül Kebir, Hizb-ül Ekber-i Nurî, Arapça ve Türkçe İşarat-ül İ'caz,
yine Arapça ve Türkçe Mesnev-i Arabî ve Mesnev-i Nuriye ve daha
(68) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 25
2161
2038
bir çok büyük risaleler... 1950'den önceki dört beş senelik zamanda,
neşredilmiş eserlerin listeleri ise, o fasılda kaydedilmiştir. 1956'dan sonra
da, resmi neşriyat ve matbuat âlemiyle dünyaya intişar sahasına geçildi,
Ankara ve İstanbul'da serbestçe matbaalarda yeni yazı Nur mecmuaları
basılmaya başlandı.
1950-1956 arası teksir edilip neşredilen üstte isimleri geçen, eserlerin tarih
sırasına göre intişarları da şöyle olmuştur:
1950 yılı içinde evvelâ yeni harfle, İnebolu'da küçük tarihçe-i hayat, 30
Eylül 950'de neşre başlandı.(69)
Aynı yıl içinde eski harfle Sözler mecmuası Isparta'da, 3.11.950'de teksir
edilip bittiği tarih.(70)
Asa-yı Musa'nın tercümesi ve Konferans diye bilinen ve bilâhare üstad
tarafından Sözler mecmuasının ahirine ilhak edilen dersin Ankara'da
verildiği tarih 15.12.950 (71)
Mektubat mecmuasının Isparta'da eski harfle teksirine başlandığı tarih
3.1.951(72)
Mektubat'ın terkibi hakkında Hazret-i Üstad'ın talimat verdiği tarih
30.1.951(73)
ZühretünNur eserinin İnebolu'da teksire başlandığı ve Hizb-i Nurî'nin
bittiği tarih 18.2.951(74)
İlk olarak tek Cevşen-ül Kebir'in İnebolu'da teksir edildiği tarih 27.3.951(75)
Arabî İşarat-ül İ'cazın Türkçeye tercümesi, Arapça ve Türkçe ayrı ayrı
teksir edilip neşredildiği tarih 1952-1953 arasıdır.
Arabi Mesnevinin Türkçeye tercüme ve neşirleri de 1953-1954 arasıdır.
Böylece 1950-1954 arasında mevcud Türkçe olan Risale-i Nur silsilesine
beş tane büyük ve harika eser daha ilâve edilmiş oluyordu. Bunlar Hutbe-i
Şamiye'nin Türkçe tercümesi, Nur Âleminin Bir Anahtarı, Hanımlar
Rehberi, Arabi İşarat-ül İ'caz tercümesi ve yine arabi Mesnevi'nin
tercümesidirler. İşarat-ül İ'caz ve Mesnevi'nin Arapça asılları bu hesaba
dahil değildir. Eğer dahil edilse, yedi adet eser daha Risale-i Nur camiası ve
silsilesine ilâve edilmiş oluyordu.
(69) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 19
(70) Aynı dosya Ş: 23
2162
(71) Aynı dosya S: 25-33
(72) Aynı dosya S: 35
(73) Emirdağ-2 Müntehap dosya S: 39-40
(74) Aynı dosya S: 41
(75) Aynı dosya S: 49
2163
2039
Bu eserlere, 1950 başlarında Üstad'ın direktif ve işaretleriyle hazırlanan
tarihçe-i hayat eseri de ilave edilse, mecmuu 8 tane eser, Risale-i Nura
ilâve olmuştur denilir.
H-Tarihçe-i Hayat Nasıl Hazırlandı?
1950'de hazırlanarak, aynı sene içinde eski ve yeni yazıyla neşredilen ve
bilâhare ona Üstad'ın 1952'ye kadar ki hayatı ilâve edilen kısacık tarihçe
kitabı, Üniversiteci genç(*) Nur talebeleri tarafından hazırlanmıştı. Hazret-i
Üstad'ın o ana kadar merhum Abdurrahman'ın hazırlamış olduğu matbu’
Tarihçe-i Hayatından gayrı bir eser yoktu. Üstad 1944 yılında Denizli
hapishanesinde talebelerini Tarihçesinin yazılmasına teşvik ettiği ve sonra
Emirdağ hayatında da buna bazı teşebbüsler olduğu halde,
hazırlanamamaştı. Bilâhare 1950 başlarında merhum Zübeyr Gündüzalp'ın
rehberliğinde Üniversiteli gençlerle beraber kısaca bir eser hazırlayabildiler.
Bu küçük eser 1950-1952 arası eski ve yeni yazılarla dört defa basıldı.
Hazret-i Üstad bu eserin ismine "Afyon Mahkeme Müdafaatının İkinci
Zeyli" diye ad koydu. Bilâhare de Eşref Edip tarafından bazı düzeltmelerle
ve gazete lisanına tatbik ederek 1952'den başlamak üzere, 965'lere kadar
bir kaç defa basıldı. (Bak: Müntehap Dosya sıra no: 17, 19 ve 75)
MÜTEFERLİK HADİSELER-5
MU'CİZELİ KUR'ÂN'IN TAB'I İÇİN TEŞEBBÜSLER
1972'lerde ancak tab'ına muvaffak olunabilen Kur'an-ı Kerimin
(Tevafuklu) basılması için, Hazret-i Üstad hem Barla hayatında, hem
Kastamonu hayatında, hem de Emirdağ hayatında bir kaç defa teşebbüs ve
hareketlere geçtiği gibi; bilhassa Afyon hapsinden sonra yeniden tab'ına
teşebbüs için evvelâ Diyanet Riyaseti kanalıyla, daha sonra şahsî
teşebbüslerle bir çok defalar tevafuklu Kur'an'ının tab'ı için çırpındı,
şiddetle arzu etti. Fakat maalesef Üstad'ın sağlığında bu Kur'anın tab'ına
muvaffak olunamadı ve kendisi hayatta iken göremedi.
Mezkûr Kur'anın tab'ı için Hazret-i Üstad'ın 1950'den sonraki hayatında
teşebbüslerini gösteren bazı ifade ve beyanlarını aşağıya dercediyoruz:
Birinci Teşebbüs: 1950 başlarında Diyanet Reisi Ahmed Hamdi Aksekili ile
yaptığı muhabere mektuplarında, bu hizmetin tahakkukuna Diyanetçe
yaklaşılmışken, mushaflar tedkik heyeti tarafından hattat yazısının
beğenilmemesi üzerine, geri kalmasının hikâye ve macerasını, üst
2164
(*)Almanya-Berlinde ikameteden Abdulmuhsin Alkonevi derki.Tarihçeyi
aslında Zübeyr Ağabey hazırlamıştı.Zübeyr Ağabey Üniversiteli gençlerle
meşgul olduğu için,Hz.Üstad onu,”Üniversiteci gençler hazırladı” şeklinde
kabulettiler.A.B.
2165
2040
taraflarda Ahmed Hamdi Akseki ile ilgili bölümde geçtiği için tekrar
etmiyoruz:
İkinci Teşebbüs: 1.7.1951 tarihinde İstanbul'da bu meselenin yeniden
canlandığnnı ve ümid işaretini verdiğini bildiren Üstadın mektubu şöyledir:
(Sadece ilgili kısmı alıyoruz)
"Saniyen: Mu'cizatlı Kur'anımızı fotoğrafla gayet güzel, yirmi bin nüsha
tab'etmek için Abdülmuhsin'i buradan gönderdik. Buradan bir iki adamı
dahi o mesele için gönderdik. İstanbul'daki Hacı Nazif gibi dostlar bu
meseleye çalışacaklar.
Mesarıf-ı tab'iyesi için sadaka, hediye kabul etmiyoruz. Yalnız bir nevi
abone gibi, yani ödünç alıp bilâhare iade etmek şartıyla bazı Nur
merkezlerinde kendi ihtiyarlarıyla bir iki üç adam tedarik edebilir.
Emirdağ'ında beş arkadaş bin beşyüz banknot hazırladılar. Hüsrev'in
gönderdiği bin banknot burada duruyor. Bende nafakama ait ve sattığım
bazı kitaplarımın fiatı olarak beşyüz banknotu Abdulmuhsin ile İstanbul'a
gönderdik.
Eğer tam mükemmel olarak muvaffak olamazsak; Mısır'a gönderip Cami-ül
Ezherdeki Nurcular onu hem daha güzel ve mükemmel fotoğrafla
tab'etmeye çalışacaklar. Bu harika ve herkesin nazarını celbeden Mu'cizatlı
Kur'an, intişarıyla hem hatt-ı Kur'aniyeye, hem Kur'anı iştiyak ile
okumasına büyük bir hizmet olacak.
Baştaki Kur'an tarifine dair iki sahife hem Türkçe hem Arapça basılacak,
sonra Kur'anın başına bırakılacak.
Salisen: Eskiden kaybolan Yirmidördüncü Cüz'ün yerine yazılan cüz',
yaldızlı olmamasından ve öteki cüz'lere yetişmemesinden; Eğer sizde
yaldızla yazılmış yirmidördüncü cüz’ varsa buraya gönderiniz. Yoksa bu
cüz'ü göndereceğiz. Güzelce ve hem daha ziyade yaldızlı yapınız ki,
arkadaşlarından geri kalmasın...(76)”
Daha sonra, Hazret-i Üstad'ın emriyle ve onun namına yazılmış 6.7.951
tarihli bir mektupta da, Mehmet Çalışkan, Tahirî ağabeyin de İstanbul'a
gitmesi
lüzumundan ve tab' masrafı olan paraların temin edildiğinden ve iki ay
sonra tab'ına başlanacağından bahsetmiştir.(77) Bu mektubun buraya
alınmasına lüzum görülmedi.
2166
Ancak o sıra fotoğraf ile, herhalde ofset matbaaları gibi istenilen renkleri
çıkarması mümkin olmamasından, bu teşebbüs de semere vermemiş, geri
kalmıştır.
(76) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 60
(77) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 62
2167
2041
Daha sonraları 1953, 1954 ve 1959’da olmak üzere üç dört defa daha bu
işe teşebbüs edilmiş, ancak yine de mümkin olmamıştır. Bu teşebbüslere
dair olan yazışmalar bizde mevcuttur. Fakat uzatmamak için kısa
kesiyoruz.
MÜTEFERRİK HADİSELER-6
PAPAYA GÖNDERİLEN ZÜLFİKÂR
Hazret-i Üstad, bütün hayatında; Avrupa'nın ve ecnebilerin İslâm âlemine
vurdukları hainane darbelerden ve musallat ettikleri gizli ifsad
komitelerinin ifsadlarından ve İslâm âleminin içine soktukları medeniyet
namı altındaki -san'at ve terakkiyat hususları hariç- mimsiz pis, rezil sefahat
ve lehviyattan; ayrıca da İslâm âleminde türettikleri ırkçılık gibi pis
hasletlerden dolayı; Avrupa'ya karşı daima nefretli davranmış ve onların bu
cihetteki durumlarına muhabbeten, dostluktan, hele hele taklidden
iğrenmiş, uzak kalmış ve o tip bir taklidçiliği her zaman milliyetsizlik,
tinetsizlik saymıştır. Avrupaya karşı bu şekil bir muhabbeti aynı zamanda
çok zararlı, çok hatarlı ve körü körüne bir iltihak addetmiştir.
Ama bunun yanında da, her zaman Hıristiyanlık âleminden hakikî dindar bir
ruhani cemaatının İslâma iltihaklarını, yardımlarını -Bazı sahih hadislerin
işaretleriyle- olacağını da ümidle beklemiştir. Evet Hazret-i Üstad bunları
Resulullah Efendimizin Hazret-i İsa (A.S) ile ilgili hadis-i şeriflerinin
işaretlerinden aldığı kesin bir kanaatla, bu büyük hadiseye hep muntazır
kalmıştır. Hatta Avrupa'da, Amerika'da bu hakikat lehine ve ona işaret
edici en ufak kıpırdanışları dahi çok ehemmiyetle değerlendirmiş ve
hadislerdeki o büyük hakikatın bir alâmeti, bir nişanı, bir işareti olarak
tatbik etmeye çalışmıştır. Risale-i Nur eserlerinde bu mevzu'un bir çok
defalar ele alındığı okuyanların malûmlarıdır.
Meselâ: Birinci mektup, onbeşinci mektup, yirmidokuzuncu mektup,
yirmibirinci lem'a, beşinci şua' ve Kastamonu ve Emirdağ-1 lâhika
mektuplarında bir çok defalar, aynı mesele ele alındığı gibi,eski eserleri
olan Asar-ı Bediiyede, bilhassa Hutbe-i Şamiye'de ayrı ayrı yönleriyle bu
hakikatın izahı yapılmıştır. Bu kitabımızda da bir kaç yerde Hazret-i
Üstad'dan gelen o meselenin hakikatına temas eden parçalar dercedilmiştir.
Hem,1950'de Almanya'ya-Berlin'e gönderilen Zülfikâr ve Gençlik
Rehberleri münasebetiyle, yine ehemmiyetle değerlendirmeli beyanlarda
bulunmuştur. Daha sonra aynı yıl içinde Papa'ya gönderilen Zülfikâr eseri
ve 1953'de İstanbul'da Üstad'ın bizzat gidip Fener Patriğiyle görüşmesi
dahi, onun bu meseleye ne derece ehemmiyetle baktığını ve o büyük
hakikatın
2168
2042
tezahürünü ne kadar ve nasıl beklediğini göstermeye kâfidir.
Papa'ya gönderilen Zülfikâr kitabıyla ilgili girişim ve Hazret-i Üstad'ın bu
husustaki ifadeleri gelecek şekildedir:
29.12.950'de Selahaddin Çelebi'nin Üstad Hazretlerine yazdığı bir
mektubunda ezcümle şunları yazmıştır:
"... Cami-ül Ezher'e ve Pakistan Sefirine, Roma-Vatikan Papa'ya birer
Zûlfikâr hediye edilecektir.
Almanya'da Müslüman reisi Berlin cami' imamına bir Zülfikâr hediye
edilmiştir. Vasıta olan Hacı Bey söyledi: "Berlin gazetelerinde gayet
kıymettar olan Bediüzzaman Hazretlerinin Zülfikâr'ını ilan etmişler."
Tayyare Acentası Hacı Bey tarafından Zülfikâr hediye edilmiştir...
Abdurrahman Selahaddin Çelebi(78)"
Bu mektuptan anlaşıldığına göre Selahaddin Çelebi, Üstad'ın iznini aldıktan
sonra Zülfikâr kitabını Papa'ya göndermiştir.
Zülfikâr'ı teslim alan Papalık başkâtibi de Hazret-i Üstad'a mektupla şu
mukabelede bulunmuştur:
"PAPALIK MAKAM-I ÂLİSİ
Kalem-i mahsusu başkitabet Vatikan dairesi
No: 232247 22.Şubat.l951
Efendim!
Zülfikâr nam elyazısı olan güzel eseriniz, İstanbul'daki Papalık makam-ı
vekâleti vasitasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nâzik
saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize
Cenab-ı Hakk'ın lütutlarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini
arzeylerim. Bu vesileyle saygılarımı sunarım efendim.
Vatikan Beyin Başkâtibi(79)"
MÜTEFERRİK HADİSELER-7
MÜHİM VE İLMÎ BİR MUHABERE
imza
(Medreset-üz Zehranın Nur talebeleri ile, Mısır Cami-ul Ezher talebeleri
arasında cereyan etmiş çok mühim, büyük ve ilmî bir muhabere)
1953 veya 54 yılında, Mısır Cami-ul Ezher'inde büyük çapta mevzu' olmuş,
sıhhati şüphesiz bir hadis-i şerifin zahirî olan manasını akıllarına sığ
2169
(78) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 34
(79) Emirdağ-2 S: 62
2170
2043
dıramıyan ve zahirine göre hüküm eden Ezher'in bazı hocaları, işin kola
tarafı
olan "Adem-i Kabul’u ve göz yummak cihetini seçerek; o hadise mevzu'
demişler. Bu yüzden bu mesele Ezher'de o sıra büyük bir mesele halini
almış ve bir sürü dedikodu ve münakaşalara sebep olmuştur. Ezher'de
okuyan Türkiyeli talebeler(*) Hz. Üstad'dan bu meselenin halli için
mektupla sormuşlardı. Hz. Üstad da kendi yanındaki talebeleri imzalarıyla
umumî ve geniş bir cevap vermiştir. Bu cevabî mektup aynı zamanda o
senenin Kurban Bayramının bir tebriki olarak ki 1954 te Kurban bayramı 1
Nisandadır, Türkiyede de Nur talebeleri arasında lahika mektubu şeklinde
neşredilmişti.Mektup aynen şöyledir:
Aziz sıddık kardeşlerimiz,
Üstadımız, umum Nur Talebeleri kardeşlerimizin ve âhiret hemşirelerimizin
mübarek Kurban bayramlarını tebrik eder ve emsal-i kesiresine saadetler
içinde nailiyetlerinize dua eder ve dualarınızı bekler, bu vesile ile biz de
selâm ve tebriklerimizi arzederiz.
Elbâki Hüvelbâki Kardeşleriniz:
Nazif, Tahirî, Sungur, Ceylân, Ziya, Bayram, Zübeyr
Bu bayram tebriki münasebetiyle Üstadımızın altmış senedenberi te'sisine
çalıştığı ve şimdiki para ile yedi milyon lira kadar olan tahsisatını altmış
milyona çıkarıp Avrupa ve Amerika ile meşverette medar-ı nazarları olmuş
Medresetüzzehra namında Şark Darülfünununa dair Reisicumhura yazdığı
mektubunu okuyan Camiülezher'in hamiyetli talebeleri, bu münasebetle bir
Hadis-i Şerifin medar-ı evham olmuş mânasını hasta olan üstadımızdan
soruyorlar. Üstadımız çok hasta olmasından, biz O'nun bedeline bu kurban
bayramı tebrikine bir ilâve olarak o cüz'î meseleyi; küllî, umumî iki büyük
medresenin talebelerinin bir nevi müzakerelerine medar olmak, yâni Âlem-i
İslâmın maddî büyük medresesi olan Camiülezher'in talebelerine, altı yedi
vilâyet kadar geniş mânevî Medresetüzzehra'nın biz talebeleri o büyük
ağabeylerimize ve üstadımız hükmûnde olan Câmiülezher'e yazdığımız bu
bayram tebrikine o parçayı da ilâve ettik.
(*)Bu mevzu’da o sıra Mısır-Ezherde tahsil gören ve şimdi Ezher
me’zunu ve öğretim üyeleri olan Konyalı Mustafa Akdede ile Ali Özek ve
daha sair talebeler diyorlarki;O suali mektupla biz sormuştuk.Gelen cevap
hem mu’teriz hocaları, hem bizleri şüphe ve vesvelerden kurtardı.(Bkz.
Son Şahitler -5,Sh.85)
2171
2044
Aziz Sıddık Kardeşlerimiz,
Risale-i Nur, İslâmiyet aleyhinde bin senedenberi terâküm etmiş bütün
itiraz ve şüphelere topyekûn iskât edici cevaplar veren ve mânây- ı zahirisi
şimdiki fenne mutabık gelmiyen Müteşabihat-ı Kur’aniye ve Hadîsiyenin
altındaki, ehl-i aklı hayrette bırakan i’cazın lem’alarını göstererek vâki’
şüphe ve evhamları tardeden Kur’an’ın elinde bir elmas kılınçtır.
Bundan bir müddet evvel, Avrupalı bir feylesof, İstanbul’a gelerek imam
hatip ve hâfız mektebinde okuyan talebelerde, Kur’an aleyhinde bir şüphe
husule getirmek için bir konferans vermiş. Kur'an aleyhtarı o feylesof,
mezkûr konferansında âyet-i kerîmesine ilişerek inkâr etmek
istemiş, "Semâ birdir, başka semâ yok, fen bunu kabul etmiyor." demiş.
Fakat ertesi gün, Risale-i Nur'un İşârât-ül İcâz arabî tefsirinde kırk sene
evvel ona dair verilen cevabı görünce, devam ettireceği o konferansları
terkederek İstanbul'dan ayrılmaya mecbur kalmış.
Bu kabîlden umum âlem-i İslâmın bir mübarek medresesi olan
Câmiülezher'in kuvvetli imân sahibi talebelerine de bir Hadîs hakkında
şüphe vererek; onları aklı istimal etmiyerek naklen kabul ettirmek,
İslâmiyetin de sair dinler misillü akıl dini olmayıp yalnız nakle istinad
ettiğini telkin etmek gayesiyle, bu nevi itirazlar Câmiülezher'de de vâki
olabilir diye hatırımıza geldi.
İslâmiyet akıl dinidir. Kur'an-ı Hakimin pek çok yerlerinde
âyetleriyle akla havale ediyor. Kur'an-ı Hakimin ve keza
tercüman-ı zîşanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
Hadîslerinin hiçbirisi yoktur ki, akl-ı selim ile mütalâa edildiği vakitte akıl
onu kabul etmemiş olsun. Belki akıl, hikmeti anladığı vakit hayretinden
secde ediyor. Risâle-i Nurda makaleleri neşredilen kırk altı meşhur
feylesoflar, tasdik etmişler ki: "Kur'an, aklî ve mantıkî bir dini ders veriyor.
Evet kardeşlerimiz! Kur'an-ı Hakîm, Şems gibi kendi kendini gösteriyor,
kendi kendini müdafaa ediyor. Mütekellim-i Ezelî, her asırda zamanin
Dostları ilə paylaş: |