tabakadır. Bir tabaka, hakikî ihlâsı kaybetmemek için hakikî fedakârlık ve
a'zamî bir sadakat taşımak için, dünya ihtiyaçlarına mümkin olduğu kadar
muvakkat bir kısım ömründe bağlanmamak bu zamanda lâzım geliyor.
Eğer hizmet-i Kur'aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa, alır.
Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok Nurcular var
.Zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen
ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî bir ihlâs cihetiyle zevcinden daha ileri
gidebilirler. Nurun talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi
evlenmişlerdir. Bu sünneti yerine getirmişler.
Risale-i Nur onlara der ki: "Haneniz bir küçük medrese-i Nuriye olsun ki,
bu sünnet tam yerine gelsin. O sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar
ahirette şefaatçı olsunlar. Dünyada iman dersini alıp, size hakikî evlad
olsunlar. Yoksa bu otuz senede olduğu gibi, yalnız terbiye-i medeniye olsa;
Bir cihette dünyada da fadasız ahirette davacı olarak: "Ne için imanımı
kurtarmadınız!" diye peder ve validesini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin
hikmetine münafı olur...”
Emirdağ Nur talebeleri namına
Sadık, Raşid, Mehmet, Mustafa, Tahir, Nuri(56)”
CENNETE 33 YAŞ
Üstteki meselenin bir tamamlayıcısı olan Hazret-i Üstad'ın 5 Mayıs 1951'de
yazdığı bir mektubunda; "Cennette herkes otuz üç yaşında olacak" diye
bazı tefsirler hadislerin bazı işaratından aldığı beyanla, ayetteki sarih
hükmüyle;
Cennette çocuklar daimi şekilde çocuk olarak kalacaklardır” diye olan
hüküm arasındaki zahirî zıddiyeti halleden Üstad'ın izahı şöyledir:
"... Dinar-Buraklı köyünden Mehmet Çavuş ve kardaşı bir adamla beraber
yanıma geldiler. Pek ciddî gördüm. Sonra bana bir mektubunda bir şey
yazıyor ve bir parça mektubunu leffen gönderiyorum. Bu kardeşimiz bazı
şeyler söylüyor. Risale-i Nur suallere ihtiyaç bırakmıyor ve benim bedelime
herşeye cevab veriyor.
(56) Emirdağ-2 aslı Hüsnü Bayramoğlu Defteri S: 4
2145
2027
Yalnız çocuk taziyesine dair risalede ye dair sualinde bir kısım eski
tefsirler demişler: "Cennette çocuktan gayet ihtiyar’a kadar herkes otuzüç
yaşında olacak" bunun hakikatı Allah ü alem şu olacak ki: Sarih ayet tabiri
ifade eder ki; feraiz-i şeriyeyi yapmaya mecbur olmıyan ve mesnuniyet
cihetiyle de yapmıyan ve kabl-el bulûğ vefat eden çocuklar cennete lâyık ve
sevimli çocuk olarak kalacaklar.
Fakat şer'an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlarda peder ve
valideleri onları alıştırmak için teşvikkârane emretmek.. Ve on yaşına girse,
şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatte var. Demek vâcib olmadığı
halde, nafile nev'inden yedi yaşından hadd-ı büluğa kadar büyükler gibi
namaz kılıp oruç tutan çocuklar mütedeyyin büyükler gibi büyük mükâfatı
görmek için otuzüç yaşında olacaklar diye bir kısım tefsirler bu noktayı
izah etmeden umum çocuklara teşmil etmişler. Hâs iken âmm
zannetmişler...(57)”
RUH ÇAĞIRMA MESELESİ
Ruh çağırma mes’elesi bu asırda hayli ilerlemiş bir meseledir.. bazı zihin ve
kalbleri bulandırmakta, hatta bazı halis müminlere akide cihetinde
vesveseler vermekte olduğu için; Hazret-i Üstad 1951'in son aylarında
Eskişehir'de bulunduğu sıralarda bu mevzu’ kendisine getirilmiş.. Üstad da
buna ciddî müteveccih olarak meselenin aslını izah etmiştir. Aynen
kaydediyoruz:
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Çok emarelerle ve bazı hadiselerle kat'iyen tahakkuk etmiş ki;
Nurun hâs talebelerinden bazılarının bir zaif damarını bulup hizmet-i
Nuriyeden vazgeçirmek veya zaifleştirmek için; Nurun ve Nur talebelerinin
düşmanlarının çok plânları var. Medar-ı ibret bir iki nümuneyi beyan
ediyorum:
Birinci Nümunesi: Nurlarla şiddetli alâkası bulunan bir kaç hâs
kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî
bir meşreb ile meşgul edip, hizmet-i imaniyeye karşı zaifleştirmek için bazı
şahıslar İspirtizma denilen "ölülerle muhabere" namı altında, cinnilerle
muhabere etmek gibi, hatta bazı büyük evliyalarla, hatta Peygamberlerle
güya bir nevi konuşmak gibi, eski zamada kâhinlik denilen, şimdi de
medyumluk namı verilen bu meseleyle bazı kardeşlerimizi meşgul
ediyorlar.
(57) Müntehap dosya sıra no: 55 ve Emirdağ-2 S: 65
2146
2028
Halbuki bu mesele felsefeden ve ecnebiden geldiği için, ehl-i imana çok
zararları olabilir.. ve çok su-i istimalâta menşe' olmakla beraber, içinde bir
doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünki doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir
mihenk, bir mikyas olmadığından, ervah-ı habise ve şeytana yardım eden
cinnîlerin bu vesileyle hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de
İslâmiyete zarar vermek ihtimali var...
Çünki, maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye
muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken, kendilerini ervah-ı tayyibe
zannettirip, belki kendilerine bazı büyük Veliler namını verip, İslâmiyetin
esssatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilir. Hakikatı tağyir edip,
safdilleri aldatabilirler.
Meselâ nasıl ki güneş, bir küçük cam parçasında ziyasıyla, hararetiyle,
şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük
timsali, kendi namına eğer konuşsa ve dese: "Benim ziyam dünyayı istilâ
ediyor. Benim hararetim herşeyi ısıtıyor. Ve Küre-i Arzdan bir milyon
defadan daha büyüğüm dese, ne derece hilâf-ı hakikat olduğu anlaşılır.
Aynen bu misal gibi; Bir peygamber, güneş gibi hakikî makamında iken;O
İspirtizmanın ve yahut medyumluğun cam parçası hükmündeki istidadına
göre bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. Eğer konuşsa
yüz derece muhalif olur. İspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki
cüz'î cilvesi, vahyin mazharı olan o manevî güneşin kudsî mahiyetine hiç bir
cihetle kıyas olamaz. Çünki, esfel-i safilindeki bir cam parçası, ma'nen
a'lây-ı illiyinde olan o manevî güneşin hakikatını yanına getiremez.
Getirmeye çalışmak da, hürmetsizlikten başka bir şey değildir.Ancak onun
makamına karib olmak için, Celâleddin-i Süyutî ve bir kısım evliyalar gibi
seyr û sülûk ile terakkî ederek o manevî güneşin sohbetine mazhar olunur.
Fakat böyle terakki, Risale-i Nurun ispat ettiği gibi; Peygamberin
velâyetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidatları
derecesinde olur.
Fakat Nübüvvet hakikatı, velâyetten ne derece yüksek ise; İspirtizma
vasıtasıyla ve yahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve
muhabere dahi hiç bir cihette hakikî Peygamberle muhabereye
yetişemiyeceğinden, yeni ahkâm-ı şer'iyeye medar-ı ahkâm olamaz.
Evet, dinden gelmiyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i
ervahta; hem hilâf-ı hakikat, hem hilâf-ı edep bir harekettir. Çünki a'lâ-i
illiyyinde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilin hükmündeki masasına
ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek; tam bir ihanettir ve bir
hürmetsizliktir. Adeta bir padişahı kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir.
Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki;
2147
2029
Celâleddin-i Suyutî, Celâleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbanî gibi zatların
seyr-i sülûk-ü ruhanîleri gibi, seyr-ü sülûk ile yükselerek o kudsî zatlara
yanaşmak ve istifade etmektir.
Rü'ya-ı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, Peygamber suretinde temessül
edemez. Fakat celb-i ervahta, ervah-ı habise belki Peygamberin lisanen
ismini kendine takıp; sünnet-i seniyyeye ve ahkâm-ı şer'iyeye muhalif
olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i
seniyyeye muhalif ise, tam delildir ki; konuşan ervah-ı tayyibe değildir.
Mü'min ve müslüman cinnî de değildir. Ervah-ı habisedir, bu şekilde taklid
ediyor.
Saniyen: Şimdi Nur talebeleri böyle mes'elelerde derse muhtaç değiller.
Risale-i Nur herşeyin hikmetini beyan etmiş. Başka izahata ihtiyaç
bırakmamış. Risale-i Nur onlara kâfidir. Fakat Nur talebesi olmıyanların
aynı muhaberede; ahkâm-ı şeriat ve Sünnet-i seniyye esasatına muhalif
telkinatı dinlememeleri lâzım ve elzemdir. Yoksa büyük hata olur.
Bir ihtar: Bu mektuptaki ruhlarla muhabere meselesine karşı edilen şiddetli
tenkid; ecnebiden, fen ve felsefeden ve manyetizma ve ispirtizmadan gelen
ve manevî bir şekil giyen bir meşrebe karşıdır. Yoksa İslâmiyetten ve
tasavvuf ve ehl-i hakikattan gelen ve bir derece ruhlarla muhabereye
benziyen ve nâehillerin girmesiyle bir derece su-i isti'mal edilen ve pek az
olan bir kısım sofilerin sofiliğine karşı değildir. Gerçi onlarda da bir cihette
bazılara zarar olabilir. Fakat öteki gibi hiç bir cihette aldatıcı değil ve
İslâmiyete hiç bir cihette zarar niyeti yok. Hem ecnebiden gelen meşreb ise,
hem tarikat ve hem İslâmiyet aleyhinde olduğu gibi, o sofilerin mesleğini
de sükût ettirmeye çalışıyor ve âdileştiriyor. Ehl-i tasavvufun zaif ve tam
sünneti yerine getirmiyen kısmı dikkat etsinler, kendilerini onlara
benzetmesinler.
SAİD-İ NURSİ(58)”
MÜTEFERRİK HADİSELER - 4
Risale-i Nurdan Te’lif ve Tercüme ve Neşir Hizmetleri:
1950-1960 arası, Nurlardan te'lif ve neşir hususları, Arapçadan Türkçeye
ve Türkçeden Arapçaya yapılan tercüme hizmetleri ve bu arada kaleme
alınan ve neşredilen lâhika mektupları hakkında bir tahlildir.
(58) Emirdağ-2 S:124
2148
2030
TE'LİFAT
Risale-i Nur silsilesinin, Risale makamında olarak te'lif müddeti; 1949
yılında Afyon hapsinde "El Hüccet-üz Zehra" Risalesi, Afyon mahkeme
müdafaaları ve hapisde yazılan küçük mektuplar mecmuasıyla sona erdiğini
üst taraflarda genişçe izahları kaydedilmiştir.O tarihten sonra artık falanca
lem'a veya falanca şua' şeklinde, ta Üstad'ın vefatına kadar herhangi bir
risale te'lif edilmemiştir. Fakat lâhika mektupları silsilesi kesilmeden
Üstad'ın vefatına kadar devam edegelmiştir.
1949 Eylülünden, Üstad'ın vefatına kadar yazılan lâhika mektupları, -tesbit
ettiğimiz kadarıyla- ortalama ikiyüz elli adedi bulmaktadır. Bu lâhika
mektuplarından bazıları -Her ne kadar te'lif müddeti bitmiş olmasından
Risale makamına alınmamışsa da- içlerinde çok mühim, ilmî ve muazzam
hakikatları ihtiva eden Risaleler tarzında olanları vardır.
Bunlardan 1951-953 yılları arasında Eskişehir, İstanbul ve Isparta'da
yazılmış olanlarından çok ehemmiyetli bir kaç tanesi ilmî, ahlâkî ve akidevi
mes'eleleri içine almaktadır ve herbirisi birer Risale makamında
sayılabilirler. Nitekim bu ehemmiyetten dolayı, Hazret-i Üstad bunların
bazısını yanyana getirmiş ve müstakil iki Risale teşkil ettirmiştir. Birisine
"Nur Aleminin Bir Anahtarı" diğerine: "Hanımlar Rehberi" adını vermiştir.
Hanımlar Rehberi eserinin ana kökü Yirmidördüncü lem'a olup, en mühim
zeyli de 1951 sonu veya 1952 başlarında Isparta'da yazılan parçadır. Bu
zeyl parça, aynen Yirmidördüncü Lem'a kadar mühim bir Risale
makamındadır. Ancak Hazret-i Üstad ona filanca Şua' diye isim
vermemiştir.
Lâhika mektuplarının geri kalan kısmı da; unutulan veya neşri sırasında ele
geçmiyen bir kaçı hariç, hemen hemen hepisi -Nur talebelerinin yazdıkları
müdâfaa, şikâyet dilekçeleri, takriz vesaire ile birlikte- Hazret-i Üstad'ın
vefatından hayli zaman sonra bir araya toplattırıldı ve "Emirdağ-2
Lâhikası" diye bir kitap halinde neşredildi.
Hazret-i Üstad, sağlığında lahikaların neşrine, Risalenin neşri kadar
ehemmiyet veriyordu. Bu hususta bizzat Üstad'ın en yakın hizmetkârı
Zübeyr abiden dinlediğim bir rivayet şöyledir:
"Üstadımız bir lâhika mektubunu yazdığı zaman ve yahut talebelerin
yazdıkları mühim ve lâhikaya girmeye değer olan bir yazıyı neşrederken;
eğer teksir makinesinde bir Risale dahi teksir ediliyorsa da, onu durdurur
ve o lâhikayı neşrettirirdi."
2149
Böylece Risale-i Nur hizmetinin ve Nur eserlerinin ve bilhassa Hazret-i
Üstad'ın meslek ve meşrebinin sevk ve idare tarzının aydınlatıcı tüzük ve
nizamnamesi mahiyetinde olan lâhika mektupları, Risale-i Nurun te'lifatı
2150
2031
nın başlangıcından itibaren, Üstad'ın vefatına kadar bin küsûr adedi
neşredilmiştir. Lâhikaların neşredilmişiyle, edilmemişleri yan yana gelse
mecmuu bin beşyüz büyük sahifeyi bulmaktadır. Lahika mektuplarının bu
azim ehemmiyeti içindir ki; Risale-i Nur eserlerinin neşriyle birlikte ve aynı
paralelinde neşriyatı yapılagelmiştir. Lâhikasız bir istikametli nur hizmeti,
Hazret-i Bediüzzaman'ın sevk ve idare tarzı ve dağdağasız ihlâsla Nur
neşriyatı mümkin değildir. Zaten lâhikanın topyekünü de Risale-i Nurun
silsilesinden olan yirmiyedinci Mektuptur.
TERCÜMELER VE İLHAKLAR:
Üstad Hazretleri 1949'dan sonra, Risale makamındaki Nurun te'lifinden
fariğ olunca; 1950 başlarından itibaren te'lifat yerine, eski Said tabir ettiği
zamanlarında te'lif etmiş olduğu eski eserlerine dikkatle eğilmiş, tedkik
etmiştir. İlk önce meşhur "LEMAAT" eserine, sonra da, İşarat-ül İ'caz
tefsirine ve daha sonra da "Mesnev-i Arabi" adını verdiği eski Arab
eserlerine dikkatle müteveccih olmuş, okumuştur. İlk başta Lemaat eserini,
Sonra Arabî İşarat-ül İ'caz tefsirini ve daha sonra da arabî Hutbe-i
Şamiye'yi ve Mesnev-i Arabî mecmuasını yanındaki talebelerine ders
vermeye başlamış, geniş izahlarda bulunmuştur. Aynı tarihlerde Asa-yı
Musa kitabıyla, yine kendisi tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiş olan
Hutbe-i Şamiyeyi, kardeşi Abdülmecid'e Türkçe'den Arapça'ya tercüme
ettirmiş, daha sonra da, Arabî İşarat-ül İ'cazla Arabî Mesneviyi Arapça'dan
Türkçe'ye, yine Abdülmecid Efendiye tercüme ettirmiştir. Bunların
arkasından da Gençlik Rehberi'ni Türkçeden Arapça'ya tercüme ettirdi.
İşte, kısaca icmalini kaydettiğimiz mezkûr eserlerin tercüme, ilhak ve
neşirleriyle ilgili olarak, bir de Hazret-i Üstad'ın nasıl ve ne derece
ehemmiyetle üzerinde durup o işi yürüttüğünü gösterir emir ve iş'arlarını
havi bazı mektuplarından da bölümler sunalım:
A- Lemaat eseri: 17 Eylül 950'de yazılan bir mektupta Lemaat eserinin
ders şeklini ve Tarihçe-i Hayat'ın terkib ve neşir keyfiyetini beyan eden
mektup aynen şöyledir:
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Emirdağ'ında dere içinde, yarım bir dağ başında, iki buçuk sene ara
sıra bir manevi medrese tarzında; Medreset-üz Zehra'nın teksir ettiği
mecmuaların tashihiyle vakit geçirdiğimden hem o hatırayı, hem kırk elli
2151
sene evvel Van'da talebelerimle geçirdiğim hatırayı tazelemek için, o
dağcığın başındaki taşların içinde eski tarz dersiyle; derin ve kıymettar ve
bütün cümleleri vecizeler nev'inden olan matbu' lemaatı ders verdim.
2152
2032
Sonra taş üstünde abdest alırken, hatırıma geldi ki; yirmi günde her gün bir
iki saat çalışmasıyla bu harika lemaatı yazan bir adam, yetmiş yedi sene
daima yazıya çalıştığı halde, yedi yaşında bir çocuğun yedi hafta içinde,
bazen harika olarak yedi günde öğrendiği yazıya o adam yetişemediğinin
sebebi nedir? diye kalbime şiddetle dokundu. Birden hatıra geldi ve
yanımda hazır üç kardaşım da kemal-i tasdik ile kat'î kanaatımız geldi ki;
"Eğer o kabiliyete göre hüsn-ü hattım da olsaydı; Hüsrevler, Ali'ler,
Feyziler, Nazifler, Tahiriler, Sabriler, Mehmedler, Ahmedler, Mustafalar
gibi elmas kalemli yüzer muavinleri aramıyacaktı. Müstağniyane bakıp
onlara yalvarmıyacaktı. O vakit Hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar
olacaktı. O zarar hizmet-i Nuriyeye gelmemek için harika nev'inden bu
yarım ümmilik, Risale-i Nurun bir kerameti Hem ümmilik şeref-i kudsiye
güneşinden bir lem'acık; tefsir-i Kur’anın tercümanına ihsan edilmiş.
Çoktanberi hayret ve teessüf ettiğim acib halin hikmetini bildik.
Saniyen: Tarihçe-i Hayatı yeni harfle siz münasib görseniz Nazif teksir
etsin. Fakat ahirlerinde "Mahkeme-i Kübraya Şekva" ve Eskişehir
müdafaatındaki "Ey Ehl-i hall ve akd" ser-levhasıyla başlıyan, leffen size
gönderdiğimiz fıkra ve sizin münasib gördüğünüz bazı fıkralar ilhak olsun.
Darül-Fünûn talebelerinin meb'usana yazdığı uygun fıkraların ilâvesi size
havaledir.
Salisen: Nur talebeleri namına "Hasb-ı Hal" namında Nazif'in neşrettiği
parçadan on tanesini size de gönderiyoruz. Münasib gördüğünüz
meb'uslara verilsin:
Elbaki Hüvelbaki
SAİD-İ NURSİ(59)"
B-Lemaatın Risale-i Nura ilhakı:
20 Eylül 1950'de yazılan bir mektubunda da Hazret-i Üstad, harika olan
Lemaat eserini Risale-i Nura ilhak edilmesine dair emrini şöyle dile
getiriyordu:
Aziz Sıddık kardeşlerim Medreset-üz Zehra erkânları ve Nur Naşirleri!
Evvelâ: Bir meseleyi biz münasib gördük, sizde nasıl! Nur hakkında söz
sahibi olan Medreset-üz Zehra erkânlarının tasvibine havale etmek için
kalbe geldi. Şöyle ki:
(59) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 17
2153
2033
Bu günlerde bana hizmet eden üç arkadaşımızın muvakkaten bir kaç gün
benden ders almak iştiyaklarına binaen ve eski zamanda talebelerimle ders
verdiğimin kıymettar bir hatırayı hayatlandırmak iştiyakına binaen; matbu'
lemaatın her gün bir sahifesini ders veriyordum. Hem ben, hem onlar çok
hayretle ve takdirle karşıladık. Fikrimize geldi ki: Bu matbu' Risalenin sair
matbu' risaleler gibi nüshalarının kalmadığının sebebi, bunun çok te'sirli
olduğunu bilen düşman kısmı intişarına mani' olduklarına; ve dost kısmı
kıymeti için elinden çıkarmadığına kanaatımız geldi.
Hem gördük ki; Bu lemaat, Risale-i Nurun mühim bir kısmının
çekirdekleri, tohumları hükmünde gayet güzel vecizeler ve hiç bir edibin ve
mütefekkirin muvaffak olamadığı bir tarzla sehl-i mümteni' gibi taklid
edilmez büyük bir hakikat-ı içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum bir
kitabı mansur gibi, aynı nesirli bir kitap gibi hiç nazmı hatıra getirmeden
kolayca okunacak bir tarzda bulunması; Otuz yedi(60) sene evvel Ramazan-ı
Şerifin yirmi gününde, her gün bir iki saat iştiğal ile, bu tarzda koca bir
kitap kadar uzun, bir nevi içtimaî mesnevî yazılması ve içinde yirmi yerde
bir ihtar-ı gaybiye nevinden haber verdiklerinin otuz kırk sene sonra aynen
meali çıkmış gibi (o noktalara elimize geçen bir nüshada işaret koyduk)
gösteriyor ki; Bu lemaat Risale-i Nurun bir müjdecisi ve fihristesi ve bir
fidanlık nümunesidir kanaatımız geldi.
Saniyen: Bu lemaatın, işaret ettiğimiz kısımları otuzüçüncü söz namında
sözlerin ahirinde yazılmasını Nur kahramanı Hüsrev'in ve Medreset-üz
Zehra erkânlarının reyine havale ediyorum.
Umum kardeş ve hemşirelerime selâm ve dua ve dualarını istiyorum..
Haşiye: Eğer kabul etseniz, yanımdaki lemaat sonra size gönderilecek.
Elbaki Hüvelbaki ,
Said-i Nursi(61)”
C-ARABÎ İŞARATÜL-İ'CAZ'IN NURA İLHAKI VE TERCÜMESİ
Çok harika olan Arabî İşarat-ül İ'caz eserini de hem Risale-i Nura ilhak
etmek, hem de Türkçeye tercüme ettirip neşrettirmek için Hz. Üstad
üzerinde çok önemle durmuştur. Meselâ 22.3.1951'de yazmış olduğu bir
mektubunda, Lemaatten sonra İşarat-ül İ'cazı da ders şeklinde verdiğini ve
sonra tercüme ettirilmesi ve Risale-i Nura ilhakı gibi hususlarda o mektup
be
2154
(60) Bu ibarede "otuz yedi sene evvel" şeklinde gelmiş. Bize göre bu
kâtiplerin bir sehvidir. "Yirmi yedi sene evvel olması lazımdır.Çünki
“Lemeaat” eseri 1921 de te’lif edildi.A.B.
(61) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 18
2155
2034
yan etmektedir. Mezkûr mektubun üst tarafı Mehmet Akif'le ilgili olduğu
için, yukarda sırasında kaydedildiğinden ondan sadece bazı kısımları
alacağız:
"... Merhum Hafız Ali'nin mahsus nüshası İşarat-ül İ'caz tefsirinde, Hafız
Ali'nin tevafukat-ı harfiyesine dair çok güzel tevafukatlı işaret etmiş. O
tefsiri benim çok hoşuma geldi ve her şeyi bıraktım onu mütalâya başladım,
gördüm ki: İşarat-ül İ'caz umum Risale-i Nurun bir fihristesi, bir listesi ve
o Nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı i'caz-ı Kur'anın bir menbaı olduğunu
gördüm. Gayet ince ve derin olduğu için şimdiye kadar âlimler pek azını
anlamışlardı. Fakat kimin eline geçmiş ise, fevkalâde takdir etmiş ve
emsalsiz demiş...
Saniyen: Bu İşarat-ül İ'cazı bir defa daha aynı tarzda ve kerametli kıt'ada
tab' etmek ve Arabistan; Pakistan gibi yerlere gitmek münasib görüldü.
Fakat Eski Said'in îcazdaki i'cazı beyan ettiği ve en ince münasebat-i
belağatı içinde, gayet ince ve kısa îcazlı cümleleri bir derece îzah veya
Türkçe tercüme etmek lâzım geliyor. Eski kuvvet ve iktidarım kalmadığı
için, yalnız kendi başıma yapamıyacağım. İnşaallah yakın bir zamanda
Arabî bilen Nur kahramanlarından üç dört talebe eski zamandaki Said'in
talebeleri gibi yanıma gelip, eski medresede gibi, bir ders verip onlarda o
ders içinde kısmen tercüme, kısmen izah suretinde yazılmasını rahmet ve
tevfik-i ilâhîden niyaz ediyorum. Arabisini İstanbul tab'edecek ve
yazacağımız tercüme ve izahı Medreset-üz Zehra erkânları yazacaklar
inşaallah...(62)"
Ancak bilmediğimiz bir hikmete binaen, Hazret-i Üstadın niyet edip
başlattığı tarzdaki tercümeyi yalnız oniki sahife kadar yazmış, daha devam
edememiştir. Hazret-i Üstad'ın yaptığı o tercüme tarzı, bir nevi tefsir
tarzındadır. Arapçasından yarım sahife kadar aldıktan sonra, altında Türkçe
ile geniş tefsir ve tercümesini yazmıştır.(63) Ah! ne kadar mühim ve
menfaatli olacaktı ki, Hazret-i Üstad o şekildeki tercümesini bitirmiş
olsaydı!..
Hazret-i Üstad ne hikmete binaendir bilemediğimiz işarat-ül İ'cazdan on iki
sahife kadar tefsir şeklinde yazdıktan sonra, bırakmış ve tercümeyi kardeşi
Abdülmecid'e havale etmiştir. Fakat ne yazık ki; Abdülmecid efendi, Üstad
tarzında bir tercümeyi başaramamış.. O tarz şöyle dursun, birçok yerlerini
tayederek geçmiş ve kısaltmıştı.
2156
Üstad Hazretleri Molla Abdülmecid Efendinin yaptığı tercüme şeklini tam
beğenmemekle beraber, o sıra ondan daha iyisini de yapanı bulamamış,
öylece neşrettirmiştir. Hatta Hazret-i Üstad ilk başta, Abdülmecid'in
yaptığı Türkçe tercümesi ile birlikte, Arapçasını da başına ekliyerek ikisini
bir cild içinde neşrettirmiştir.
(62) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 47
(63) Üstad'ın bu on iki sahifelik tefsirli tercümesi, Emirdağ-2 kitabında
sahife 85-96'dadır.
2157
2035
Ç-ARABİ MESNEVîNİN TERCÜMESİ
Mesnevi-i Arabinin içindeki Risalelerin toptan Risale-i Nura ilhakına dair
sudûr etmiş manevî ihtarları bu kitabın Kastamonu ve Emirdağ
kısımlarında kaydetmişiz, tekrar etmiyelim. Mesnevînin tercümesi ise,
İşarat-ül İ'cazın tercümesinden sonra ve Üstad tarafından Arapçadan
Türkçeye genişçe çevirilen Hutbe-i Şamiye'nin, Abdülmecid tarafından
Arapçaya tercümesinden ve 1953 Ağustosunda Üstad Hazretleri Isparta'ya
yerleşmek üzere teşrifinden sonra; tercümesine başlandığı gibi; Emirdağ'da
Dostları ilə paylaş: |