Kelam tariHİ 10 Kelâmın Tanımı: 10



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə6/43
tarix15.01.2019
ölçüsü1,26 Mb.
#97180
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43

KADERÎYYE

Kaza ve kader konusu İslam'dan önceki toplumlarda söz konusu edilmişti. eski Yunan, İran ve Hıristiyanlık bu meseleyle uğraşmış fakat bir sonuca ulaşamamıştı. İslam'ın bu konuya yaklaşımı başlangıçta Kur’an ve Hadisin çizdiği çerçevenin dışına taşmamıştı. Kur'an, insanı bir yandan irade sahibi ve yaptığının so­rumlusu olarak takdim ederken, diğer yandan mutlak irade sahibi ve yaratıcı olarak Allah'ı gösteriyordu. Hz. Peygamber de (s.a.v.) ashabına, kaderle uğraşmaktan netice al­ması mümkün olmayan münakaşalara dalmaktan yasaklıyordu.98

Fetihler yapılıp İslam topağı genişledikten ve müslümanlar rahat bir hayata kavuştuktan sonra kaza ve kader meselesi üzerinde münakaşalar başladı. Bu konuyu ilk ortaya atan Ma'bed el-Cüheni'dir. Fakat kötü bir yol tutarak kader konusunda ilk konuşan olmuştur.99 Ma'bed el-Cüheni, kader mevzuundaki görüşlerini, Hıristiyanlıktan İslam'a giren Irak'lı bir şahıstan almıştır.

Gaylan ed-Dımeşki Şam'lı olup kader konusunda Ma'bed el-Cühen ile birlikte fikirler ortaya atmıştır. Söz konusu her iki şahıs ta görüşlerinden dolayı öldürülmüşlerdir. Kader konusundaki münakaşaların Irak ve Şam'da ayni tarihlerde başlamış olması dikkat çekicidir. Ma'bed el-Cüheni Irak'ta, aslı hıristiyan olan bir kişiden kaderle ilgili fikirlerini alırken Şam'da Gaylan Emevi saraylarında katiplik yapan hıristıyan azizi Yahya'dan söz konusu görüşleri almış olması mümkündür. Önemli olan, sözü edilen şahısların İslam'da ilk defa kader konusunda konuşmuş ol­maları, kaderi inkar ederek insanı fillerinde hür kabul etmeleri ve insanı kudret sahibi olarak görmeleridir. Onların bu görüşleri Kaderiye'nin aslını teşkil eder ve bu görüşü benimseyenlerin mezhebi Kaderiyye olarak anılır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Kaderiyye hakkında: "Kaderiyye bu ümmetin Mecusisidir." buyurduğu variddir. Bu hadisle bir yandan Kaderiyye'nin çok tehlikeli bir me­zhep olduğu, diğer yandan onların Mecusi'ler gibi iki ilah inancına yer verdikleri keyfîyyetine işaret olunmaktadır. Mecusiler, nur ve zulmet yanında insanı da fiille­rinde irade ve kudret sahibi görmek suretiyle ilah derecesine yükseltme durumun­dadırlar.100

CEBRÎYYE

Kaderiyye ile birlikte Mu'tezileye öncülük eden diğer bir itikadı cereyan Cebriyye'dir. Cebriye'nin kurucusu Cehm b. Safvan'dır. Bundan dolayı bu mezhebe Cehmiyye de denir.

Cehm b. Safvan, Ca'd b. Dirhem'e talebelik etmiş, Ondan Kur’an’ın mahluk olduğunu ve Allah'ın sıfatlarının bulunmadığı gibi batıl görüşleri almıştır. Cehm, Kaderiyyenin savunduğu görüşlerin tam aksini savunarak; insanın hiç bir gücünün olmadığını, fiillerinde mecbur olduğunu iradesinin bulunmadığını, fiillerini Allah'ın yarattığını, fiillerin insana mecaz olarak izafe edildiğini ileri sürmüştür. Ona göre, insanın yaptığından başkasını yapmağa gücü yoktur. Allah insanın amellerini takdir etmiştir ve Allah kulda fiilleri diğer yaratıklarda yarattığı gibi yaratır, insanın fiilleri, suyun akması ve havanın cereyan etmesi, taşın düşmesi gibidir. Meyve olgunlaştı, güneş doğdu, yağmur yağdı dediğimiz gibi fiilleri insana mecaz olarak nisbet edilir. Allah bir kimse için iyi bir fiil takdir ederse, onun için sevap takdir etmiş demektir. Bir kimse için de masiyet takdir ederse o kimse için azap takdir etmiştir. Kısaca in­san hür olmayıp mecburdur.101

Cehm sadece cebir meselesiyle meşgul olmamış, cebir meselesi kadar tehlike­li bir başka meselede de fikir yürütmüştür. Bu mesele Allah'ın sıfatlarının nefyi me­selesidir. Cehm, Allah'ın zati sıfatlarından başkasını nefyetmiştir. O, şöyle diyordu: Kur'an’da zikredilen Semi' Basir gibi sıfatlar zahir üzere değildir. Onlar tevil edilirler. Zira bu sıfatların zahir manaları mahluka teşbihi gerektirir, bu ise Allah için im­kansızdır. Allah'ı yaratığın vasıflandığı bir sıfatla nitelemek doğru değildir.

Sıfatları böylece inkar eden Cehm, Kur’an mahluktur iddiasını ilk defa ortaya atmıştır. Ona göre, Allah Kur’an’ı yaratmıştır. Bu görüş, sıfatları nefyetmenin tabii bir sonucudur. Kur’an bu şekilde Allah'ın kadim bir Kelâmı olmuyor, zira Kelâm sıfatı ona göre kadim olmayıp hadistir.

Cehm bunlara ilave olarak Allah'ın ahirette görülemiyeceğini ileri sürüyor, cennet ve cehennem, ehli oraya girdikten sonra yok olurlar, diyor.

Cehmiyye'nin, cebir, sıfatların nefyi, Allah'ın ahirette görülmesini inkar ve ahiret hakkındaki görüşleri reddolunmuştur. Bununla birlikte onun bu fikirleri (cebir hariç) daha sonra ortaya çıkan Mutezile tarafından hararetle savunulmuştur. Kaderiyye ve Cebriyye tarihin seyri içinde isim olarak yok olmuşlar eriyip gitmişlerdir. Ama görüşleri Mutezile tarafından benimsenmiş, müdafa edilmiştir.102

MU'TEZİLE



Mu'tezile İsmi:
Vasıl b. Ata 131/78 ve Amr b. Ubeyd 143/761 Basra'da Hasan Basri'nin 110/728 ders halkasında kebire (büyük günah) işleyenin ne mü'min ne kafir olmadığını beyanla, bu kimsenin "el-Menziletü Beyne'l-Menzileteyn" de (iman ve küfür gibi iki makam arasında) olduğunu söyliyerek ayrılmalarından dolayı bu isimle lakaplanmışlardır. Bu konuda Hasan Basri'nin sözü meşhurdur: Vasıl bizden ayrıldı" 103

Hasan Basrî büyük günah sahibini münafık, Mürcie mü'min, Havaric'den Ezarika kafir sayıyordu.

Vasıl bütün bu görüşleri reddederek, kendi görüşünü, büyük günah işleyeni, el-Menziletü beyne'l-Menzileteyn'e koyarak ortaya atıyordu.

Abdulkâhir el-Bağdadi 429/1037 el-Fark Beyne'l-Fırak'ta şunları söyler: Vasıl, Hasan Basri'nin meclisinden ayrılınca ona arkadaşı Amr b. Ubeyd katıldı. O zaman halk onlar hakkında şöyle dedi:

"Bu ikisi ümmetin inancından, görüşünden ayrıldılar". O günden itibaren bun­lara uyanlara Mu'tezile dendi.104

İntizal, ictinab, ayrılma, çekilme, uzaklaşma anlamlarına gelmektedir. Bütün bunlardan şu iki sonuç çıkıyor:



1- İ'tizal hareketi, Hasan Basri ve talebesi Vasıl b. Ata ile Amr b. Ubeyd arasında başlamıştır.

2- Bu hareket büyük günah işleyenin durumu üzerindeki münakaşalardan son­ra doğmuştur.105

Bu arada i'tizal ve Mu'tezile kelimelerinin sahabe devrinde de kullanıldığını görüyoruz. Mesela Hz. Ali ile Hz. Âişe arasındaki ve Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki olaylarda çekimser bir yol takip edenler Mu'tezile adıyla anılıyordu.106

Fakat bu ilk devirlerdeki Mu'tezile lakabının mevzuumuz olan Kelâmdaki Mu'tezile mezhebiyle sadece isim yönünden benzerlik vardır. Ne varki kelimenin menşeinin ashab devrinde de görülmesi bakımından, bu husus alaka çekicidir. Her halükarda sahabe devrinde bu kelimenin kullanılışı devrin çalkantılarından uzak kal­ma amacını güdüyordu.107

Mu'tezile'nin Genel Tutumu

Mu'tezile bir yandan Havaric'e, diğer yandan Mürcie'ye muhalefet etmiştir. Havaric, emirlerin ve amellerin imandan cüz (parça) olduğunu söylüyordu. Şehadet getiren ve tevhidi söyliyen kimse, farzları yerine getirmese ve büyük günahlardan bi­rini işlese, Havaric'e göre kafir olur. Havariç'ten Nafi b. Ezrak kendisine tabi olanlar­dan başkasını tekfir ediyor, kestiklerinin yenmiyeceğini ve kanlarının helal olduğunu iddia ediyor, onlarla evlenilemiyeceğini ileri sürüyordu.

Mürcie ise imanı mücerred bir itikad haline getiriyor, namaz, oruç gibi teklif­lerin ve emirlerin imandan bir cüz olmadığını, büyük günah işleyenin imandan çıkmıyacağını ileri sürüyordu. Bu konuda Şehristani Mürcie hakkında şöyle diyor: Küfürle beraber taat yarar sağlamadığı gibi imanla birlikte masıyet zarar vermez.108 Bu kanaatan dolayı Mürcie büyük günah işleyeni mü'min sayıyor.

Buna göre Havaric şiddet ve sertlik yolunu seçerken sadece kendileri mümin sayıyor. Mürcie ise uzlaşıcı bir yol takibederek Şia'yı, Havaric'i ve o zaman iktidarda olan Emeviler'i mü'min kabul ediyor

Mu'tezile'ye gelince; o, Havaric ile Mürcie arasında ara bir yerdedir. Mu'tezile'nin tutumunda Havaric'in şiddeti ve Mürcie'nin yumuşaklığı yoktur. O, büyük günah işleyeni "el-Menziletu beyne'l-Menzileteyn"e koymaktadır.109

"Kebire (büyük günah) işleyen mü'min değildir, zira iman, hayırlı işlerden ibarettir. Bunlar bir kimsede toplandığı zaman ona müminlerdendir denir ve bu isim onun için bir övgüdür. Fasık, hayırlı hasletleri kendisinde bulundurmayan ve bu övgüye layık olmayan kimsedir. O, mutlak olarak kafir de değildir. Çünkü şehadet ve diğer güzel ameller onda mevcuttur".110

Mürcie, Şia, Havaric ve Mu'tezile'yi büyük günah meselesi üzerinde fazlaca yoran, çeşitli görüşleri ortaya atmaya iten sebep aslında sahabe arasında cereyan eden olaylardır: Karşı karşıya gelen iki guruptan hangisi haklıydı? Hz. Ali mi, yoksa Hz. Aişe mi haklıydı? Sıffın muharebesi hakkında nasıl hüküm vermek gerekir? Bu kav­galara iştirak edenlerin durumu nedir? Büyük günah işlemişler midir? Bunlar fasık mıdırlar, yoksa değil midirler? Münakaşaların aslını bu sorulara aranan cevaplar teşkil ediyordu.

Bu mevzuda bütün Sahabeyi tenkide tabi tutan Mu'tezile olurken, Havaric bir kısım sahabeyi Hz. Ali, Hz. Muaviye ve hakem olayına katılanları ve bir yönüyle Hz. Osman'ı tenkit etmiş, Şia ise Hz. Ali ve ahfadını yüceltmiş, diğerlerini yer­miştir.

Netice olarak Mu'tezile, ümmetin genel inancından ayrı bir inanca sahip olduğundan bu adı almıştır. Ama Mu'tezile mensupları bunu kabullenmezler. Onlar kendilerini, "Tevhid ve Adalet Ehli" olarak görürler.111

Mu'tezile'nin İnanç Esasları

Mu'tezile mezhebi mensupları, kendi inanç esaslarını beş esasta (el-Usulu'l-Hamse) toplamışlardır. Bunlar sırasıyla:



1- Tevhid

2- Adalet

3- Va'd ve Va'id.

4- el-Menziletu beyne'l-Menzileteyn

5- el-Emru bi'1-Ma'ruf, ve'n-Nehyi anil-Münker.112

1. Tevhîd

Tevhid esası, Mu'tezile'nin en önemli prensiplerinden sayılmış, onlar Tevhid nazariyesine hususi bir ilgi göstermişlerdir. Zira müslümanlar Tevhid inancıyla mümtaz, üstün durumdadırlar. Bu da, "Allah'tan başka ilah yoktur" cümlesinde belir­lenir.

Mu'tezile'ye göre Allah bir tektir. Eşi ve benzeri yoktur. Allah'ın Bir ve Ka­dim olması O'na mahsus ve özel bir sıfattır. Eğer Allah'ın Kıdem'i haricinde O'na çeşitli sıfatlar isnad edilirse, birçok kadim varlığın mevcudiyeti kabul edilmiş olur.

Böylece Teaddud-i Kudema, yani Kadimlerin çokluğu ortaya çıkar. Oysa bu durum, Allah'ın Birliği, Tevhidi gerçeğine aykırıdır. Oysa Allah Evvel'dir. O, bu alemi yok­tan yaratmıştır. O, Vacibu'l-Vücud'dur. O'nun sıfatları beşerin sıfatlarına benzemez. Böyle bîr benzetme yapılırsa Allah ile kul arasında müşabehet, benzeme hasıl olur. Bu sebeple Mu'tezile Allah'a mahsus diğer zati sıfatları tevil yoluna gitmiştir.

Mu'teziliye göre Allah zatı ile Hayy'dır. Zatiyle alim, zatiyle kadim, zatiyle Semi'dir. Kur'an’da geçen Allah'ın bu sıfatları Allah'ın zatının dışında kabul edilirse kadimlerin varlığı kabul edilmiş olur. Oysa böyle bir inanç, Tevhid sistemine aykırıdır. Buna göre Allah'ın kıdemi hariç diğer zati sıfatlarını tevil etmek gerekir.113

Mu'tezile Tevhîd meselesinde akılcı bir metoda sahip olduğundan Kur'an nasslarını tevil etmiştir. Onlar sadece Allah'ın Kadim oluşunu kabul edip diğer sıfatları (ilim, Kelâm, kudret v.b.) kadimleri çoğaltmamak gayesiyle tevil etmişler, inkara gitmişlerdir. Bu bakımdan Mu'tezile'nin Tevhid anlayışı Kelâm tarihinde önemli bir yer tutar.114


2. Adalet

Kadi Abdulcebbar, Şerhu Usuli'l-Hamse adlı eserinde "Tevhid" den sonra Mu'tezile'nin itibar ettiği İkinci asıl olarak "Adalet"i zikreder. Gerçekte Mu'tezile'ye Ehlu'1-Adl ve't-Tevhid adı verilmiştir. Onlann bu adı almalan adalete büyük önem vermelerinden dolayıdır. Mu'tezilenin adalet anlayışının temelinde Allah'ın, çirkin (kabih) olanı işlemiyeceği görüşü bulunur. Onlara göre Allah sadece güzel olanı işler. Zulüm, haksızlık türünden fiiller Allah'tan sadır olmaz. Bu tür fiillerin kaynağı insandır. Esasında Mu'tezile insanı fiillerinde tam bir serbestlik içinde görür. Onlara göre insan hür olup iradi fiillerini isteme ve yapma kudretine sahiptir, insan hür ol­masaydı, yaptıklarından sorumlu olmaması gerekirdi. Şu halde Mu'tezile'ye göre kötü fiillerin faili Allah olmayıp insandır. Kul işlediği bütün fiillerin kendi iradesi ve kudreti ile yaptığından sorumludur. Onlar bu konuyla ilgili Kur'an ayetlerinden bazılarını tevil etmekten geri kalmamışlardır.115

Adalet konusunda Mu'tezile'nin tam karşısında vaziyet alan i'tikadi mezhep Cebriyye olmuştur. Bu sonuncuya göre insan ne iradeye ve ne de kudrete sahip değildir. Kadi Abdulcebbar Mücebbire'ye de bu konuda cevap vermekten çekinmemektedir.116

3. el-Va'd ve'l-Va'id

Va'd; dünyada amelleri güzel olanların mükafatlandırılması, Va'id; dünyada amelleri kötü olanların cezalandırılmasıdır. Va'd cennet, Va'id ise cehennem karşılığı olmaktadır.

Va'd ve Va'id anlayışı bir önceki adalet anlayışının bir sonucudur, insan dünya hayatı boyunca daima güzel ameller peşinde koşmalı, iyi fiillerin sahibi olmalıdır. Böyle bir yaşayışın sonunda Allah mutlaka güzel amel sahibi kimseyi mükafatlandıracak aksi olan insanı da mutlaka cezalandıracaktır. Hatta Mu'tezile'ye göre büyük günah sahibi ebedi olarak cehennemde azap görür (tevbe etmeden ölürse).117

Kur'anda belirtilen kötü amel sahiplerinin mutlaka cezaladırılacağı ortadadır. O halde insan ahiretin Va'd ve Va'idini düşünerek dünyada ona göre hareket etmeli amellerinin mutlaka va'd ve va"ide göre değerlendirileceğini bilmelidir. Netice olarak insan Kur’an hükümlerine göre amel etmeli, iyi ameller işleyip kötülerinden kaçınmalıdır.


4- el-Menziletu Beyne’1-Menzileteyn

el-Menziletu beyne'l-Menzileteyn, iki makam arasında bir makam anlayışı, Mu'tezile'ye özgüdür. Mu'tezile bununla isimler ve hükümler yönünden büyük günah sahibinin durumu hakkında kanaat izhar eder. Onlara göre büyük günah işleyen kafir olmadığı gibi mümin de değildir, o ancak fasıktır. Dolayısıyla büyük günah işleyenin hükmü kâfirin hükmü olmadığı gibi müminin hükmü de değildir. Kebire işleyen üçüncü bir hükme sahiptir ki bu hüküm mü'minle kafirin hükmü arasındadır. Böylece büyük günah sahibi fasık olarak isimlenir. Mürcie'ye göre büyük günah işleyen mü'min, Hariciler'e göre ise kafirdir.118 Sünnet ehli ise büyük günah sahibini mü'min saymıştır.119


5. el-Emru bi'1-Ma'ruf ve'n-Nehyi ani'l-Münker

Mu'tezile ma'rufu emri, münker'i nehyi (yasaklamayı) mezheplerinin beşinci umdesi olarak kabul etmiş, bunu gerek Kur’an ayetleriyle ve gerekse akli olarak teyid eden delillerle izaha çalışmıştır. Gerçekte Kur’an iyi olanın, yani Allah ve Rasûlünün beğenip emrettiklerinin yapılmasını kötü olanların, yani Allah ve Rasûlünün beğenmeyip yasakladıklarının yapılmamasını beyan ediyor. Akıl da emirlerdeki güzelliği ve yasaklardaki çirkinliği kavrıyor. Kur' an:



"Sizden öyle bir cemaat bulun­malıdır ki, herkesi hayra davet etsin, iyiliği emretsin, kötülükten sakındırmağa çalışsın"120 ayeti ve diğer benzer ayetlerde bu hususa işaret ediyor. Topyekün ümmetin ittifak etliği Ma'rufu emir, Münker'i nehiy hususu Mu'tezile'nin dayandığı bir asıl olmuş ve onlar bu hususta ısrarlı davranmışlardır.121 Mu'tezile'nin bu beş asıldan başka kabul ettiği bir takım asıllar daha vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

1. Husun ve Kubuh, Fiillerin çirkinliği güzelliği konusunda Mu'tezile aklı esas almıştır. Nakil, yani şeriat aklın kavradığı gerçekleri ancak izah eder.122

2. Allah ahirette görülmez.

3. Kur’an yaratılmıştır.

4. Akıl, Nakilden üstündür.123

Bellibaşlı Mu'tezile Büyükleri




Vasıl b. Ata (80-131/698-748)

Mu'tezile'nin kurucusu olan Vasıl Hicri 80 yılında Medine'de doğmuştur. Mevalidendir. Hasan Basri'nin ders halkasından, büyük günah işleyen kişinin durumu konusunda onunla (H. Basri ile) anlaşmazlığı sonucu ondan ayrılarak mutezili fikir­leri savunmaya başlamıştır. Kolay ifadelerle Kelâm meselelerini anlatan belagat sahi­bi meşhur bir hatib idi. Pek çok eser telif etmesine rağmen, hiçbiri bize kadar gele­memiştir. Hicri 131 de vefat eden Vasıl hakkında Kadı Abdulcebbar, Tabakatu'l-Mu'tezile adlı kitabında onu dördüncü tabakadan Mu'tezililer arasında zikretmekte ve hakkında övücü ifadeler kullanmaktadır.124 Şehristani Vasıl'ı, Vasıliyye fırkasının re­isi olarak görmekte, sıfatları nefyetmede, kader, el-Menziletu beyne'l-Mnzileteyn ile Cemel ve Sıffın savaşlarına katılanlardan bir tarafın hatada olduğu görüşlerini benimsediğini bildirmektedir.125


Amr b. Ubeyd (144/762)

Vasıl b. Ata'nın yakın arkadaşı olan Amr b. Ubeyd de Hasan Basri'nin talebesi idi, Sonradan Vasıl'ın itizal fikrini benimseyerek pek çok eser kaleme almıştır. Fakat bunlardan hiçbirine sahip değiliz. Amr'ın zühd ve takva sahibi bir kime olduğu rivayet edilir 126 Hicri 144 yılında vefat etmiştir.127


Ebû'l-Huzeyl el-Allaf (135-226/752-840)

Mu'tezile mezhebinin önde gelen simalarından ve tartışmacılarından olan Ebû'l-Huzeyl el-Allaf Basra'lı bir mevladır (köle) . Bağdat'ta bulunmuş, "Mecusiler, putperestler, Yahudiler ve diğer itikadı fırka mensuplarıyla yaptığı münazaralarla meşhur olmuştur. Rafızi ve tecsim taraftan Hişam b. el-Hakem'le münakaşalar yapmıştır. Ölüm tarihi hakkında çeşidi rivayetler varsa da İbn Nedim onun Hicri 226 yılında vefat ettiğini bildirmektedir.128 Kadi Abdu'l-cebbar, Ebu’l-Huzeyl'i Mu'tezile tabakasının altınca tabakasında zikretmektedir.129 Ebûl-Huzeyl, Mu'tezile'nin diğer mensuplarından şu görüşleriyle ayrılmıştır:



1. Allah bir ilimle alimdir, O'nun İlmi zatıdır. O bir kudretle kadirdir, O'nun kudreti zatıdır.

2. Allah'ın Kelâmının bazısı bir mahalde değildir, "kün" (ol) sözü gibi... Bazısı ise bir mahaldedir. Emir, nehiy ve haber gibi.

3. Mahalli olmayan iradeler vardır. Allah'ın iradesi de böyle olup o bir ma­halde olmayan irade ile müriddir, dileyendir.

4. Cennet ve cehennem ehlinin hareketleri sona erer, onlar daimi bir sükun halinde olurlar. Lezzetler ve acılar bu sükun halinde cennetlik ve cehennemlikler için biraraya gelir.

5. İstitaa, güç, sağlıklı ve sağlam olmadan başka olan bir arazdır.

6. Mükellef, şeriat gelmeden önce bir hatırlatıcı olmaksızın Allah'ı bilmek zorundadır.

7. Kişi öldürülmemiş olsaydı, öldürüldüğü vakitte ölecekti, ömrün uzaması ve kısalması caiz değildir.

8. Allah'ın iradesi "murad"dan başkadır, irade ve irade olunan başkadır. Ama Allah yarattığında, iradesi o yarattığıdır 130 (yaratılandır)

Eserleri bize kadar ulaşmayan Ebû'l-Huzeyl el-Allaf Mu'tezile'yi tam bir akli itikadi sistem haline getiren, bu mezhebin canlı, dinamik en güçlü düşünen si­masıdır.131


İbrahim en-Nazzam (232/758)

İbrahim Nazzam Mu'tezile mensupları üzerinde büyük etkisi, olan bir düşünürdür. Felsefi eserleri fazlasıyla inceleyen İbrahim Nazzam H. 232 yılında vefat ettiğinde arkasından uzun müddet münakaşası yapılan pek çok mesele bırakıp git­miştir. Onun söz söylediği belli başlı hususlar şunlardır.



1. Hayır ve şer insandandır. Zira Allah şerre ve masiyetlere güçlü olmakla vasıflanmaz.

2. Allah hakikatta irade ile vasıflanmaz. O'nun şer'i yönden irade ile vasıflanması fiilleri yaratması anlamınadır.

3. İnsanların fiilleri hareketlerden ibarettir.

4. İnsan gerçekte nefis ve ruhtan ibaret olup beden onun aletidir.

5. Parçalanmayan cüz (el-Cüzu'lalezi la yetecezza’) yoktur. Ama tafra (sıçrama) vardır.

6. Cevherler biraraya gelmiş arazlardan oluşmuştur.

7. Allah bütün varlıkları bir defada yaratmıştır.

8. İcma Şeriatte delil olamaz.

9. İmamet nassla belirlenir. Hz. Peygamber çeşitli durumlarda Hz. Aliyi nassla imam tayin etmiştir.

Şiirde ve nesirde düzgün Kelâm söylediğinden Nazzam lakabını alan İbrahim, mevaliden olup, ölüm tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Eserleri bize kadar ulaşmıyan Nazzam, meşhur Mu'tezili edip ve mütekellim Cahız'a hocalık yapmıştır.132


Muhammed b. Abdulvahhab Ebû Ali el-Cübbai (303/915)

Ebû Ali el-Cübbai küçüklüğünden itibaren cedel ve Kelâm ilminde kendini gösteren, zamanının mütekellimi olarak gösterilen, özellikle Cebriye ile münazalar yapan bir Mu'tezilidir. Ebû Ali el-Cübbai'nin eserleri bize kadar gelmemiştir. Fakat onun hangi fikir ve inançların sahibi olduğunu biliyoruz.

O'na göre hadis irade bir mahalde olmaksızın vardır. Allah böyle bir irade ile mevsuftur. Allah bir mahalde yarattığı Kelâm ile mütekellimdir.

el-Cübbai, ahirette Allah'ın görüleceğini kabul etmemiş, imanı hayırlı haslet­lerden ibaret bir medh, övgü ismi olarak değerlendirmiştir.

Sünnet ve Cemaat ehlinin imamı Eş'ari'nin hocası olan el-Cübbai, salah aslah meselesinde talebesi Ebû'l-Hasan el-Eş'ari'nin üç kardeş konusunda sorduğu so­ruları cevaplıyamayınca El-Eşari hocasından ve Mu'tezileden ayrılmıştır. Kelâm tari­hinde önemli bir yer işgal eden üç kardeş meselesinin özü şudur: Üç kardeşten birisi olgun çağında Allah'a itaat halindeyken, ikincisi olgun devrede masiyet halinde, üçüncüsü çocuk iken ölmüş olsun. Cübbai'ye göre birincisi cennetlik, ikincisi ce­hennemlik, üçüncüsü ne mükafat ne ceza almıştır.

Eşari: "Eğer üçüncüsü, ‘Allah'ım beni niçin çocukken öldürdün, sana itaat edip cennete girmem için beni yaşatmadın?’ derse Allah ne cevap verir? "

Cübbai: "Ben biliyordum ki sen büyüseydin isyan edip cehenneme girecek­tin, senin için en iyisi çocukken ölmektir."

Eş'ari: "İkincisi ‘Allah’ım niçin beni çocukken öldürmedin, cehenneme girmiş olmıyacaktım’ derse, Allah ne der?"

Bu soru karşısında susan Cübbai'den ayrılan Eş'ari kendi mektebini kurarak Mu'tezile ile mücadeleye başlamıştır.133 İmamet konusunda; Mu'tezile'nin tümü gibi rey ve akıl taraftarı olan Cübbai kendisine önce akidde bulunulanın imam olacağını söylemiştir. Ebû Ali el-Cübbai fikirleri ve eserleriyle Mu'tezile'ye hizmet ettiği ka­dar oğlu Ebû Haşim de bu yolda yürümüştür.134

Ebû Haşim el-Cübbai (321/933)

Ebû Ali el-Cübbai'nin oğlu olup Basra'da doğmuş, Bağdat'ta yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. Kelâmı babasından öğrenmiş, hatta babasına eziyet verecek ka­dar ondan ilim öğrenme hırsına sahip olduğu rivayet edilmiştir. İbn Nedim onun eserlerinin bir listesini el-Fihrist'te vermektedir.135 Fakat bu eserlerden hiç birisine sahip değiliz. Bununla birlikte onun inançlarının yabancısı da sayılmayız Zira Kelâm ve milel kitapları Ebû Haşim'in görüşlerinden yeterince söz etmektedirler. O, pek çok konularda Mu'tezile ve babası Ebû Ali el-Cübbai ile aynı fikirde olmakla birlikte, yalnız ilahi sıfatlar konusunda kendine özgü bir görüşün sahibidir. O, "Hal nazariye­si ile temayüz etmiştir. Yani Allah'ın sıfatlarını ilahi zatın dışında birtakım haller olarak anlamaktadır. O, bu görüşüyle Kelâm tarihinde âyrı bir yer işgal eder.


Kadı Abdulcebbar (415/1024)

Abdulcebbar b. Ahmed, Mu'tezile'nin kendisine "Kadi'l-Kudat" ünvanını ver­diği, başlangıçta usulde Eş'ari mezhebinde; furuda ise, Şafii mezhebinde idi. Sonra­dan Mu'tezile'ye intisab etti. iyi bir tahsil görerek devrinin büyük alimleri arasına katıldı. Reyde kadılar kadılığı yaptı. Bir müddet Bağdat'ta bulundu.

Kadı Abdulcebbar telifatı pek bol olan, ansiklopedik bilgiye sahip, eserlerin­den bazılarının bize kadar ulaştığı Mu'tezili bir alimdir. Ebû'l-Hüseyn el-Hayyat'ın Kitabu'l-İntisar'ından sonra, Mu'tezili olan Abdulcebbar'ın eserlerinden bazılarına sa­hip olmakla bu mezhep hakkında bizzat müntesiplerinden kendi görüşlerini öğrenme imkanı elde etmiş bulunuyoruz.

Mu'tezile'nin riyaseti ve şeyhliği onda son bulmuştur. Bütün Mu'tezile ileri gelenlerinin görüşlerini onun bıraktığı kitaplardan öğrenmek bu gün bizim için mümkün olmaktadır.136


Abdulcebbar'ın Eserlerinden Birkaçı
1. Şerhu Usuli'l-Hamse: Kadi Abdulcebbar bu eserinde Mu'tezile'nin beş aslını şerh etmektedir. Muhtelif yazmaları olan bu eser Abdulkerim Osman ta­rafından (Kahire 1965) neşredilmiştir.

2. el-Mecmu'ul-Muhit bi't-Teklif: Kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan bu eserin ilk cildi Ömer es-Seyyid Azmi tarafından Kahire'de neşredilmiştir. Ayni eserin ilk cildini Yusuf el-Yesui'nin neşrettiğni (Beyrut 1965) A. Bedevi haber ver­mektedir.137

3. el-Muğni fi Usuli'd-Din: Bu büyük hacimli eserin bulunan ondört cüzü neşredilmiştir. Mu'tezile'nin görüşleri hakkında geniş bilgiyi bu eserde bulmaktayız. Kahire, 1962.

4. Fadlu'l-İ'tizal ve Tabakatu'l-Mu'tezile: Fuad Seyyid tarafından bulunarak neşredilen bu eserde (Tunus 1974) K. Abdulcebbar, Mu'tezile’nin faziletinden ve Mu'tezile ileri gelenlerinin hayat ve eserlerinden söz etmektedir.138

Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin