Muharrem Aydın/
Cumhuriyet , Gazetesi Arşivi
icra benzerliği dolayısıyla "ülkücü arabesk" ve "İslami arabesk" denen müzik ve şarkıcılarından söz edilmeye başladı.
Arabesk müzik alt dallara ayrılarak çeşitlenirken bir yandan da zamanla bir altkültür olmaktan çıkarak daha çok eğlence sektörünün bir parçası olmaya başladı. Her yıl en çok satan müzik türü olarak gelişmesi, Türkiye'nin müzik üretiminin kalbi olan Manifaturacılar Çarşısı'nda yapımcılarından, bestecilerine, şarkıcılardan dü-zenlemecilere dek uzmanlaşan bir sektör oluşturarak bir müzik endüstrisini de doğurmuştu. Yaygınlaşması da, üretilmesi de teknolojik değişimlerle paralel gitti. Arabesk müzik endüstrisinin gelişmesiyle yakından ilgili bir ürün oldu. 1962-1963 yılları arabesk müziği yaygınlaştıran 45'lik plakların çıkmaya başladığı dönemdir. Ama müzik teknolojisi, ithal ve üretim yoluyla asıl 1970 sonrası gelişti; 1974'te stereo kayda geçildi ve kasetten kasete hızlı kayıt eden cihazlar ithal edildi. 1983'ten sonra da Batı artık teknoloji ithali ile günü gününe izlenmeye başlandı. Tamamıyla ithal malı elektronik klavye ve "ritim box" kullanımına dayanan taverna müziği, arabeski yaygınlaştırırken, yeni dinleyici kitleleri oluşturdu ve eğlence hayatında değişiklik yarattı. Taverna türünün ilk örneklerini 1978'de piyanist-şantör olarak ortaya çıkan, arkasında bir orkestra da kullanabilen ve daha çok hafif müzik türünde karışık şarkılar okuyan Ferdi Özbeğen vermişti. 1980'lerde bu tarz Ümit Besen'le birlikte, daha çok arabesk şarkıların söylenmesi ile değişiklik gösterdi ve orkestra kullanımı azaldı. Bugün taverna müziği olarak bilinen tür asıl 1980'lerin ortasında yaygınlaştı. Elektronik aletlerin kolayca ithali sonucu getirilen ve solistin çaldığı "synthesizer" ve "ritim box" ikilisi üzerine, başta arabesk şarkılar olmak üzere günün bütün popüler türlerinden şarkıları bir araya getiren bu müzik, İstanbul'un geceli gündüzlü eğlence hayatının bir parçası haline geldi; lokantaların yanısıra, kasetlerde de müzik arasındaki sunuş ve yorumlarla lokantayı eve taşıyan bir eğlenme aracı oldu.
1980'lerin ortalanndan başlayarak arabeskin moda şarkıları piyasadan gelip geçerken, birçok şarkı da futbol maçları için uyarlandı. Arabesk şarkılar, siyasi partile-
rin seçim kampanyalarında slogan işlevi gördü ya da türün şarkıcıları bu kampanyaları destekledi. Bu süreç, seçim kampan-larmda gecekondu mahallelerini özel olarak hedefleyen, bu arada arabesk şarkıcılarla ilişki kuran dönemin Başbakanı Turgut Özal ve Anavatan Partisi (ANAP) tarafından başlatıldı. Özal, arabesk bir kültürden izler taşıyan ilk başbakan ve cumhurbaşkanı oldu; "Yoksulları sevmiyorum, zenginleri seviyorum" dediği zaman bile, bu söz çoğu kimse tarafından "çağ atlamak" ve yoksulluktan kurtulmak umudunun simgesi olarak anlaşıldı. Böylece arabesk, 1980'lerde taşradan büyük kentlere göç eden, finans ve ticaret sektöründe yükselenlerce dinlendiği gibi, yeni siyasal seçkinlerin müziği ve kültürü olarak da yayıldı. Ayrıca, seçim yatırımı olarak dağıtılan tapular, imar afları ve arsa spekülasyonları sonucu bir kesim gecekondulunun paraya kavuşması, arabeskin artık değiştiği, yeni-liberal dünyaya uyduğu yorumlarını getirdi; arabeskçilerin kenti ele geçirdiği yorumunu destekleyen bir olgu olarak ele alındı. Bu gelişmeler, "sosyete de arabesk dinliyor" yorumlan ile "viski ve lahmacun" simgesinin yerleşmesine de yol açtı. 1980'lerdeki bu gelişmeler başlangıcından beri Arap taklidi, zevksiz, kaderci, köylü vb diye nitelenen arabeskin tartışmalı statüsünü iyice karmaşıklaştırdı. 1980' lerdeki folk arabesk türünün olağanüstü sesli temsilcisi İbrahim Tatlıses'in Yunanistan konseri arabeski meşrulaştıran bir aşama olarak yorumlanırken, Devlet Ko-nukevi'ndeki bütçe yemeğinin arabesk gazinoya dönüştüğü ya da Meclis'te çiğ-köfte partisi verildiği haberleriyle, siyasal seçkinlerin arabeskleşmesine karşı çıkıldı. Başta İstanbul olmak üzere, kentin köyleştiği eleştirisiyle arabesk etrafında oluşan bir yaşama biçimi sorunu dile getirildi. 1990'larda varlıklı bir yaşama biçimi ile kentin kenarlarındaki eski ve yeni yoksul gecekondu semtleri arasındaki yaşama düzeyi ve biçimi gittikçe farklılaşmaya başladı. Kent kenarlarında yapılmaya başlanan yeni villa kentler de, ayrışmaya başlayan yaşama biçimlerinin göstergesi oldu. "Birinci İstanbul" ve "ikinci İstanbul" olarak iki farklı İstanbul görüntüsü veren bu gelişme, yaşama biçimlerinin çatışması şeklinde de kendini göstermeye
Dostları ilə paylaş: |