MAHALLELER Bizans Dönemi
Erken dönemlerde Konstantinopolis'in idari bölünmesi ve mahalleleri hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. 425'te yazılmış bir tür resmi tanıtım kitabı olan No-titia urbis Constantinopolitanae'den anlaşıldığına göre erken Bizans döneminde, Konstantinopolis idari açıdan 14 bölgeye ayrılmıştı. Notitia'ya göre bunların 12'si Constantinus Suru içinde yer alıyordu. XIII. Bölge Sykai (daha sonraları Gala-ta/Karaköy), XIV. Bölge ise etrafı ayrı duvarlarla çevrili olan Blahernai (bugün Ay-vansaray) idi. Notitia'daki bilgilerle, bu mahallelerin sınırları ancak yaklaşık olarak saptanabilmektedir. Konstantinopo-lis'teki her bölge, "curator" denen memurlar tarafından yönetilir, bölgeler kendi itfaiye teşkilatlarını ve gece bekçilerini istihdam ederlerdi.
Notitia'dan sonra Konstantinopolis'in bölgelerine nadiren değinilmiştir. Bu tarihten sonra böylesi bir bölünmenin ida-
ri açıdan pek önemli olmadığı görülmektedir.
Notitia'ya göre ayrıca Konstantinopo-lis'te 322 tane "vici şive angiportus" (yapılar kompleksi ya da dar sokak) vardı. Ancak "vici"ler, Osmanlı dönemi İstanbul' unun mahalleleriyle aynı şey değildir. Bizans döneminin vici'si bir avlu etrafında toplanmış evler ve birkaç küçük sokaktan ibaretti. 6. yy'dan itibaren bu Latince sözcük kullanılmaz olmuştur.
Ortaçağ Bizans kaynaklarındaki tppog-rafik betimlemeler, mahalleden çok civardaki tek bir binayı, genellikle de bir kiliseyi ya da sarayı işaret ederler. Metinlerde binaların yerini göstermekte kullanılan ^Grekçe "en" sözcüğünün hem "yakınında" hem de "orada, içinde" anlamına gelmesi yüzünden yer tespiti oldukça zordur. Janin gibi modern araştırmacılar, mahallelerden söz ederken civarda belirtilen önemli yapıların adlarından hareket ederler. Fakat aynı yapının değişik kaynaklarda farklı "mahalleler" içinde zikredüdiğine de rastlanır. Bu durum mahallenin aynı zamanda bir başka önemli binaya yakın olmasından kaynaklanmakta ve bu yüzden de binaların yer belirlemede kullanılması sakıncalı olmaktadır. Aynı nedenden dolayı bir nirengi noktasından hareket ederek mahallenin gerçek boyutlarını saptamak da mümkün değildir. Bizans döneminde, Osmanlı dönemindeki türden mahalle oluşumu hiçbir zaman yaşanmamıştır. Bizans kaynaklarında binalar topluluğundan ziyade gerçek bir mahalle olarak zikredilen yerler, yalnızca Blahernai ve Psama-tia'dır (Samatya).
Bibi. A. M. Schneider, "Regionen und Quar-tiere in Konstantinopel", IstanbulerForschun-
Bizans
döneminde
şehirdeki idari
bölge sistemi.
A. Berger
gen, S. 17, Berlin, 1950, s. 149-158; Janin, Cons-tantinople byzantine, 303; G. Prinzing-P. Speck, "Fünf Lokalitâten in Konstantinopel", Studien zur Frühgeschichte von Konstantinopel, Münih, 1973, s. 184; A. Berger, Unter-su-chungen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 166-173.
ALBRECHT BERGER Osmanlı Dönemi
Gelişmiş İslam kentlerinde işlevsel ve sosyal bütünlüğü olan birimler şeklinde karşımıza çıkan mahalleler, İslam tarihinin erken dönemlerinden bu yana kent tanımında önemli yeri olan fizikososyal olgulardır. Devletin sultanın iradesine ve örfe dayalı işleyişi içinde, mahalle şeriatın kontrolüne bırakılmış bir toplumsal varlıktır. Bir mahalleyi diğerlerinden ayıran bir fiziksel sınır ve biçim olmasa da, kent toplumunun idari ve sosyal tanımında belirgin bir kimliği vardır. Bir "commune" o-larak örgütlenmemiş olan ve insanların bağımlılıkları sadece kendi yöresinden, tarikatından, inancından, ailesinden ve etnik grubundan olanlarla tanımlandığı İslam kentlerinde sosyal dayanışma ve katılım, temelde sadece mahalle düzeyinde etkili olmuş sayılabilir. Bir Bizans kenti üzerinde gelişen İstanbul'un Osmanlı döneminde diğer İslam kentlerine göre farklı bir dokuda olabileceği düşünülebilirdi. Ne var ki konut tasarımı, iklim ve Türk göçerinin yerleşme mekanizmalarına bağlı bazı ayrılıklar olsa bile, kesin konuta tahsis edilmiş işlevi ve genelde bir mescit çevresinde oluşan fiziksel yapısı, konut ve yol ilişkileri, çıkmaz sokakları ile İstanbul da İslam kentlerinin genel özelliklerini taşımıştır. Bu, genel geçer İslami ilkelere yüzyıllar boyu uyulması ile ortaya çıkmıştır. Bunların başında kişinin yaptıklarıyla baş-
ka kişilere zarar ve ziyan vermemesi gelir. İkincisi ailenin mahremiyetine hürmet edilmesi, üçüncüsü öncelik hakkıdır. Çıkmaz sokak ve eğri büğrü sokak dokusu da kent mekânlarının ortak kullanılmasını kontrol eden hukuksal ilkelerle ortaya çıkmıştır. İslam hukukunda iki tür sokak vardır: "Tarik-i nafiz" ve "tarik-i gayri nafiz". Bunlardan birincisi herkesin geçiş hakkı olan sokaktır. Buralarda kişiler kamu alanına kuramsal olarak tecavüz edemezler. Mahalle içindeki sokak ve çıkmaz yollar ise ikinci gruba girer; başka bir deyişle o sokakta oturanların yarı özel malları olan bir alan sayılır. Her evin önü, İslam hukukuna göre, diğer sokak sakinleri şikâyetçi olmadıkça, o ev tarafından kullanılabilir. Çıkmaz sokağın oluşumu da, ilk kuruluş aşamasında, bir evden çıkanın ortak yola varmasını sağlayan bir özel yol niteliği taşır. Bu özel yol bir evin olabildiği gibi, birkaç evin ortak yolu da olabilir. Hattâ bir sokağın ortasına bir ev yapıp sokağı kapatmak, sokağın üzerine çıkmak, evin önüne sundurma yapmak gibi müdahaleler, başkalarına ziyan vermedikçe ya da başkaları şikâyet etmedikçe İslam hukukunca kabul edilir sayılmıştır. Ortaçağ İslam kentlerindeki sayısız kapılar da bu sokakların, sokakta oturanların bir tür ortak malı olduğu ilkesinden kaynaklanmıştır. Sokağın bu tanımı İstanbul'u bütün İslam kentlerine benzeten temel davranışlardan biridir.
İstanbul'un 18. yy'dan önceki yol dokusuna ilişkin hiçbir belgeye sahip değil-sek de, yangın yerlerine ortogonal sokak düzenlerinin tatbik edilmeye başlandığı 18. yy'ın sonlarına kadar İstanbul'un genel kent dokusunun herhangi bir İslam kentinin sokak dokusundan farklı olmadığını biliyoruz. Mahallelerin birbirlerinden duvarlarla ayrılması, geceleri kapılarının kapanması gibi ortaçağ kentlerinde gördüğümüz uygulamalar İstanbul'da olmamıştır. Hattâ Müslüman olmayan mahallelerin bile diğerlerinden herhangi bir duvarla ayrılmadığını biliyoruz. Vakfiyelerde Müslüman evlerini Hıristiyan ve Yahudilere ait mülklerin izlediği ve divan kayıtlarında camilerin yakınına Hıristiyan evi yaptırılmamasına ilişkin emirler bulunduğu görülür. Gerçi Müslümanlar gibi Hıristiyan ve Yahudilerin de ayrı semtleri olmuştur. Fakat erken yüzyıllardan başlayarak bunun dışında durumlar vardır. Son 2 yüzyılda ise böyle bir pratiğe kentin birçok bölgesinde itibar edilmemiştir.
Mahremiyet ilkesi İslam hukukçuları için büyük önem taşımıştır. Evlerin birbirlerinden yüksek olarak diğerlerinin iç hayatım seyretme olanağına sahip olmaması, pencerelerin komşunun ev hayatını rahatsız etmeyecek şekilde açılması, ev kapılarının birbirlerinin karşısına gelmemesi gibi düzenlemeler bu ilkenin varlığından kaynaklanmaktadır. Hattâ minareye çıkan müezzinin gözlerini kapamaya çalışarak, iyinin kötüye egemen olmasını sağlamaya çalışan muhtesipler olmuştur. Öncelik hakkı ise her zaman eskinin yeniye yeğlenmesinin, başka bir deyişle, değişmeye karşı
Yüzyıl başında bir kartpostalda İstanbul'dan bir sokak görünümü.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
oluşun ilkeleşmesidir. Bu mahallenin biçimlenişinde ilk yapı yapanın ötekilere göre daha haklı olduğu kuralını getirmiştir. Kamu için zararlı olmadıkça, yeni bir ev kendisinden önce var olanın yol hakkını, manzarasını, mahremiyetini bozacak şekilde yapılamazdı. Bu temel ilkeler, bütün Müslüman ülkelerde şeriatın onaylayıp kontrol ettiği ve kent yapısına, sokak dokusu, mahalle yapısı ile evrensel benzer davranışlar getirmiştir. Erken dönemde yapı alanı kontrolü kadı ve muhtesip tarafından yapılmıştır. Fakat Osmanlı döneminde İstanbul'da ihtisab ağası daha çok ti-
Dostları ilə paylaş: |