KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə11/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   140

Bibi. P. Ğ. İnciciyan, "XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Devleti", Hayat Tarih Mecmuası, S. 3 (Nisan 1965), s. 66 vd; S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983, s. 19-20; Z. Kazıcı, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İst., 1987, s. 40, 78 vd, 157 vd; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, 140-144; 1. Birinci, "Emniyet Teşkilatımızın Tarihçesi", Hayat Tarih Mecmuası, S. 12 (Ocak 1966), s. 77 vd; Pakalm, Tarih Deyimleri, II, 287.

NECDET SAKAOĞLU



KOLAYLI, TEVFİK (Neyzen)

(14 Haziran 1879, Bodrum - 28 Ocak 1953, İstanbul) Yergi şiirleriyle, kalenderce ve kural tanımaz yaşantısıyla, içki düşkünlüğüyle tanınan şair ve neyzen. "Neyzen Tevfik" diye anılır.

Babası Bafralı Hafız Hasan Fehmi Efen-di'nin rüştiye öğretmeni olarak görevli bulunduğu Bodrum'da dünyaya geldi. Çocukluğunun bir bölümü Urla'da geçti. Gençlik yıllarında İzmir'de yaşadı. Burada Mevle-vî dergâhına devam etti. Edebiyat çevreleriyle tanıştı. Yergi ustası Eşref, Tevfik Nevzat, Bıçakçızade Hakkı, Abdülhalim Mem-duh, Tokadizade Şekib'le dostluk kurdu. 1898'de Muktebes gazetesinde ilk şiiri yayımlandı. 1899'da geldiği İstanbul'da da e-debiyat ve musiki çevrelerine girdi. Bir süre medrese derslerine, Yenikapı ve Galata mevlevîhanelerine devam etti. Daha sonra Bektaşî muhitlerine de girdi. Yaşamı Sirkeci ve Şehzadebaşı kahvelerinde, Galata ve Beyoğlu meyhanelerinde geçiyordu. Sarhoşken yaptığı konuşmalarla ve yergi-leriyle II. Abdüıhamid yönetiminin dikkatini çekti ve mimlendi. 1903'te Mısır'a kaçtı. Burada kaldığı 5 yıl boyunca bir süre Bektaşî tekkesinde yaşadı. 1908'de II. Meşrutiyet ilan edilince İstanbul'a döndü. Ölümüne kadar, zaman zaman başka şehirlere gitmekle birlikte, İstanbul'da kendine özgü çizgidışı yaşamını sürdürdü.



Neyzen Tevfik Kolaylı

Cengiz Kahraman arşivi

Neyzen Tevfik'in şiirlerinde Eşrefin ve Mehmet Akif in etkileri görülür. Genelde ayıp sayılan kelimeleri kullanmaktan çekinmez. Dilinin ucuna geldiği gibi yergilerini söyler. Kalenderliği, yönetimleri e-leştirmesi, alaycılığı ve haktan yana olması, kendisinin geniş halk yığınlarınca tanınıp sevilmesine yol açmıştır. İçki düşkünlüğü nedeniyle sık sık hastanelerde tedavi gören Neyzen Tevfik birçok şiirini Bakırköy ve Haydarpaşa hastanelerinde yazmıştır.

"Tercüme-i Hâlim" adlı uzun şiirinde 1919'a kadarki yaşamını anlatır. Bu şiirde İstanbul'a gelişi, İstanbul'daki yaşamı da yer alır. Sirkeci, Eyüp, Fatih, Fethiye, Langa, Galata, Beyoğlu söz konusu edilir. 1919 tarihli "İstanbul" ise İstanbul'un ve memleketin karanlık günlerini yansıtan, yönetimi eleştiren bir şiirdir. Neyzen Tevfik dörtlüklerinden birçoğunda da İstanbul'un aksayan belediye hizmetlerini yermiştir.

Neyzen Tevfik İstanbul'la ilgili yergilerinden çok, kendi yaşantısıyla bir dönem İstanbul'unun simgesi olmuştur. Kahvelerde, meyhanelerde, bekâr odalarındaki yaşantısı, kendisine gönülden ilgi gösteren varlıklı kişilerden kaçması, şair ve neyzen yanıyla İstanbul'un aydın çevrelerinde gördüğü saygı ile kendine özgü bir yer edinmiştir. Canı isterse dönemin en seçkin devlet, edebiyat ve sanat adamlarıyla aynı sofrada içmiş, canı isterse en süfli meyhanelerde berduşlarla, bitirimlerle dostluk kurmuş, yaşamıştır. Elinde neyi, sırtında torbası, arkasında köpeği ile İstanbul'un dilediği semtinde, kâh bir viranede, kâh bir kovukta, kâh bir konakta yaşamıştır.

ERAY CANBERK Musiki Yönü

Neyzen Tevfik Urla'dayken amatör bir neyzenden dersler alarak başladığı ney çalışmalarını kendi kendine ilerletti. İzmir' de bulunduğu yıllarda İzmir Mevlevîhane-si neyzenbaşısı Cemal Efendi'nin yardımıyla hem neyini hem de musiki bilgisini ge-

liştirdi. II. Meşrutiyet'te artık hem neyzen hem de hiciv ustası bir şair olarak ünü bütün İstanbul'a yayılmıştı. O yıllar içinde en sık gittiği yerlerden biri olan, Şehzadeba-şı'nda Direklerarası'ndaki Yakup'un Çay-hanesi'ne şehrin tanınmış bütün musikici-leri geliyordu. Neyzen Tevfik her türlü çalgının duvarda asılı durduğu burada Hafız Osman ve Hafız Sami ile fasıllar icra etti. Tepebaşı Tiyatrosu'nda Tanburi Cemal Bey, Kemençeci Vasilaki, Udi Nevres Bey, Hacı Kirâmî Efendi gibi üstatlarla birlikte konserlere katıldı. 19l4'te ilan edilen genel seferberlikte mehter takımına alındı. 1928'de istanbul Belediye Konservatuva-rı'nda görevlendirildi, bu görevini 1943'e kadar sürdürdü. 1942'de İstanbul Konser-vatuvarı arşivi için Münir Nurettin Selçuk' un 18 plağa okuduğu klasik eserlerde sanatçıya eşlik eden ünlü sazlar arasında yer aldı. 6 Mayıs 1952'de 73. doğum yıldönümü dolayısıyla Tepebaşı Şehir Tiyatrosu'nda büyük bir jübile düzenlendi. Kendini "Meyde Bektaşî gönündüm, neyde Mevlevi oldum..." diye tanıtan Neyzen Tevfik ölümünden sonra hem Bektaşî hem de Mev-levî töreniyle Kartal Mezarlığı'na gömüldü. Aynı gün, dost olduğu, Almanya'nın Dres-den Şehri Operası Müdürü Kurt Strigler'in kendisi için bestelediği bir parça Dresden Radyosu'nda çalındı.

Kendi açıklamasına göre 100'e yakın plak doldurmuştur. Ancak, bunların pek a-zı tespit edilebilmiştir. Bunlar çeşitli makamlardan ney taksimleridir. Mızraplı bir çalgıyla tasarlandığı duygusunu uyandıran işlek ezgi örgüsü, taksimlerinin yanısıra, şehnazbuselik ve nihavent makamlarında bestelediği saz semailerinde de görülür. Üslubu geleneksel ney üfleme tarzından bu yönüyle oldukça farklıdır. Neydeki başlıca ustalığı sazını iyi üflemesiydi. Kalıplaşmış kuralların dışına çıkar, ama hep duyarak çalar, dinleyenleri etkilerdi. Çeşitli beste-cilerce şiirlerinin 6'sıbestelenmiş, kendisinden bir de zeybek derlenmiştir.

Neyzen Tevfik İstanbul'un musiki ve kültür dünyasının en renkli kişiliklerinden biriydi. Konserler ve plakları dışında, evlerdeki özel musiki meclislerinde, Boğaz' daki sandal gezintilerinde, şehrin kahve ve kıraathanelerinde de ney üfledi. Sazını bir geçim kapısı haline getirmemek için direndi, sadece içinden geldiği zaman çaldı.

1911'deki

kolera

salgınında



Gülhane

Bahçesi'ndeki

büyük

barakada


nekahet

dönemim


geçiren

koleralı


hastalar.

Nuran Yıldınm

koleksiyonu

Bibi. M. S. Çapanoğlu, Neyzen Tevfik Hayatı ve Eserleri, İst., 1942; Ş. Kolaylı, "Yakın Tarihten Hatıralar", Musiki Mecmuası, S. 258 (1970); M. Ergün, Neyzen Tevfik ve "Azâb-ı Mukaddes"i, İst., 1983; H. Yücebaş, Neyzen Tevfik, ist., 1983; Öztuna, BTMA, I; O. Akdo-ğu, Müzik Yönüyle Neyzen Tevfik, izmir, 1991. M. HULUSİ YÜCEBIYIK

KOLERA SALGINLARI

Kolera, ilk kez Hindistan'ın Ganj sahillerinde, özellikle Bengal Eyaleti'nde görülmüş, önce bütün Hindistan'a ve sonra da Güney Rusya, Yakındoğu ve Afrika'dan bütün dünyaya yayılmıştır. İstanbul'a denizyoluyla gelen kolera Ük salgını 1831 yazında yapmış ve kısa zamanda bütün imparatorluğa yayılmıştır. Bu salgında günlük ö-lüm 200'e kadar yükselmiş ve 6.000 kişi ölmüştür. Bu sıralarda hekimbaşı olan Mustafa Behçet Efendi (1774-1834) henüz mikrobu keşfedilmemiş olan kolera-morbüs' ten korunmak ve hastalığın belirtileri ile seyri hakkında bilgi verip halkı uyarmak amacıyla Kolera Risalesi'm (1831) yazmış, bu kitapçık devlet tarafından sivil ve askeri görevlilerle mahalle muhtarlıklarına dağıtılmıştır. Salgın sırasında, İstanbul'daki hastanelerin kapılarında giriş çıkışı kontrol eden birer karakol kurulmuştur. Karantina^) teşkilatının kurulması da bu salgın nedeniyle gündeme gelmiştir.

İstanbul'da ikinci kolera salgım, Ekim 1847'de başlamıştır. Bu kez İran'dan başlayan kolera, Arap Yarımadası, İngiltere ve Fransa'ya yayılmıştı. Kafkasya'dan Erzurum ve Trabzon yoluyla da İstanbul'a ulaşmıştı. Koleraya yakalanan 9.237 İstanbullunun 5.275'i ölmüştür.

İstanbul'a üçüncü salgın, 1854'te Fransa'dan gelmiştir. Bu sıralarda devam etmekte olan Kırım Savaşı'nda müttefik Fransız askerleri, Marsilya'da hüküm süren kolerayı İstanbul'a bulaştırmışlar ve salgın 3.500 ölü ile son bulmuştur.

1865'te Hicaz'da başlayıp Akdeniz limanları, Karadeniz ve Irak'tan gelen kolera ile kent dördüncü kez sarsılmıştır. O sıralarda Kumbaracı Kışlası'nda(->) bulunan Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'nin bir bölümü Hasköy'e, bir bölümü de Gülhane'ye taşınmış ve boşaltılan kışla, kolera hastanesi olarak kullanılmıştır. Bu salgında, haziran ayında 30.000'i aşkın İstanbullu hayatını kaybetmiştir.

KOLERA SALGESLAKI

46

47

KOMNENOS HANEDANI

1911'deki kolera salgınında Gülhane Bahçesi'nde kurulan barakalardan oluşan kolera hastanesi.



Nuran Yıldırım koleksiyonu

Salgın sırasında, İstanbul'a gelmiş olan birkaç St.Vincent de Paul rahibesi Kule-dibi'nde bir dükkân kiralayarak sokaklarda düşüp kalan koleralıları tedavi etmişler, salgın bitince rahibelerin yararlı hizmetleri bu bölgede bir hastane açmak fikrini doğurmuş ve Altıncı Daire-i Belediye Has-tanesi(-0 kurulmuştur.

Salgının söndürülmesinde başka bir felaketin, Hocapaşa yangınının büyük rolü olmuştur. Yangından önce, günlük ölümler 1.000'i aşmışken, yangının ertesi günü bu sayı 100'e düşmüş ve bir hafta içinde de salgın tamamen ortadan kalkmıştır.

istanbul'da 1865'te başlayan bu salgın, Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika'ya yayılan, dünyanın dördüncü kolera pandemisinin bir uzantısıydı. Avrupa'da büyük tahribat yapan koleradan korunmak gayesiyle, 1866'da istanbul'da Uluslararası İstanbul Sağlık Konferansı düzenlenmiş ve burada bjljmşel karantinanın esasları tespit edilmiştir, l§67'deMecjis-i 'Tahaffuz tarafından Ko-jera RJizamnameşi hazırlanmış ve uzun sürç yürijrjütoş telmışfrf.

'|87Q!te^uşya!dapaj;}akveren salgın, Kayaklar'da(->) pu ü}|e4ep gelen gemilere şıkı bir karantina uygulandığı halde, İstanbul'a da gelmiş ve bütün şehri etkileye-rejş 15.000 can alrnıştır. Bunu izleyen 1876 sajgımnda ise 7.000 İstanbullu hayatını kaybetmiştir.

'1892'de, Psmanlı İmparatorluğu, İsveç, İsviçre ve Yunanistan hariç bütün Avrupa ülkelerinde, oldukça ağır seyreden bir kolera salgını vardı. Koleranın ülkeye girmemesi için limanlardaki tahaffuzhanelere e-tüvler yerleştirilmesine, dubalara yerleştirilen etüvlerle gemilerin hattâ posta evrakının bile dezenfekte edilmesine rağmen, 25 Ağustos 1893'te Hasköy'de ilk kolera vakası ortaya çıkmıştı. Ardından Üsküdar'da şüpheli ölümler başlamış ve hastalığın kolera olduğu tespit edilmişti. Fakat daha önceki salgınlarda koleradan yüksek rakamlarda ölü veren halk arasında, hafif seyreden bu hastalığın kolera olmadığı, Şehremini Rıdvan Paşa'nın hükümetten daha

fazla para alabilmek için bir kolera salgını uydurduğu yolunda söylentiler dolaşıyordu. Bu dedikodular sınırları aşarak Rusya ve Avrupa gazetelerine de konu olmaya başlamıştı. Kesin bir teşhis koymak ü-zere, Pasteur'ün öğrencisi, Fransa Sağlık Daireleri Müfettiş Yardımcısı Dr. Andre Chantemesse çağrıldı. Chantemesse hastalığın kolera olduğunu onaylayınca gerekli önlemler alınmaya başladı. Belediye daireleri, Sultanselim, Şehremini, Kuruçeşme, Emirgân, Beyoğlu, Sarıyer, Üsküdarve Haydarpaşa'da geçici kolera hastaneleri açarak tedavilerini üstlendi. Belediyede Hıf-zıssıhha-i Umumiye Komisyonu kuruldu. Galata, Üsküdar ve Tophane'de üç tebhir-hane yapımına başlandı. 17 Aralık 1893'te Gedikpaşa, 6 Ocak 1894'te de Üsküdar ve Tophane tebhirhaneleri faaliyete geçerek kolera görülen mekânlar ile buralardan alınan eşyaları dezenfekte etmeye başladılar. Cadde ve sokaklar temizlendi, yaş sebze meyve ile midye gibi deniz ürünlerinin satışı yasaklandı.

Kolera, kaynağı su olan bir hastalık olduğundan şehir su şebekesinde yapılan kontrollerde Belgrad Köyü'nün domuz ahırları ile Kömürcü ve Bağçecik köylerinin lağım sularının su bendine aktığı tespit edilmiş ve bu köyler istimlak edilerek halkı başka bir yere nakledilmiştir. Ayrıca Göksu Bendi'ne de kumdan bir süzgeç yaptırılmıştır.

25 Ağustos 1893-4 Nisan 1894 arasında devam eden salgında geçici kolera hastanelerine toplam 2.683 hasta kabul edilmiştir. Bunların 1.537'si ölmüş 1.146'sı da şifa bulmuştur.

Şehremaneti ilk kez bu salgının tam bir istatistiğini hazırlamıştır. Bunlar ilk hastalık istatistiklerimizdir. Bundan sonra belediye, her sene şehrin sağlık durumunu gösteren istatistikler tutmuşsa da bunların ilki ancak 1910'da yayımlanabilmiştir.

Bu salgın sonunda belediye hizmetlerine daha çok önem verilerek İstanbul'un çeşitli belediye dairelerindeki hekim sayısı artırılmıştır. Salgın sebebiyle yapılan en

önemli işlerden biri de Bakteriyolojihane-i Şâhâne'ninG-») kurulmasıdır.

1894'te şehirde yeniden kolera vakaları görülmesi üzerine bu kez kolera hakkındaki çalışmaları ile tanınan Münih Üniversitesi profesörlerinden Dr. Rudolf Emme-rich çağrılmış, Hasköy, Balat ve Ayvansa-ray'da kanalizasyon bulunmadığını, bazı yiyeceklerin açıkta satıldığını, Yeniköy' deki kuyu sularının içim şartlarını taşımadığını bildiren bir rapor vermiştir. Bu sıralarda Kasımpaşa Deresi civarında yüksek tepelerde bulunan mahallelerin atık suları bu derede toplanmaktaydı. Zaman zaman temizleme çalışmaları yapılmasına rağmen Kasımpaşa bu yüzden bir kolera o-dağıydı.

1907-1915 arasında, İstanbul'da zaman zaman kolera salgınları olmuştur. 1910'da koleranın şiddetini artırması üzerine, De-mirkapı, Nuhkuyusu, Şişli ve Yenibahçe'de hazırlanan, 24'er yataklı 4 pavyon yetersiz kalınca 4 seyyar hastane daha getirtilerek Demirkapı ve Gülhane Bahçesi'ne kurulmuştur. Ayrıca Cerrahpaşa'da Takiyed-din Paşa Konağı da geçici kolera hastanesi yapılmış, salgın bittikten sonra bu bölgede bir hastaneye ihtiyaç duyulması üzerine 1910'da Cerrahpaşa Hastanesi^*) a-dıyla bu kez bir belediye hastanesi olarak faaliyete geçmiştir. Balkan Savaşı yıllarında yeniden şiddetlenen kolera İ911'de 1.583 ve 1912'de 1.277 kişinin ölümüne yol açmıştır.

Bundan sonra uzun yıllar kolera salgını görülmedi. Ancak 19öO'lı yılların sonlarında Asya'da "vibrio el tor" enfeksiyonu gittikçe yayılmaktaydı. Dünya Sağlık Örgütü buna önce parakolera adını vermişken sonra kolera olarak adlandırılmasını ve bu hastalığa karşı kolera tedbirleri alınmasını bildirmişti. 1970'te Sağmalcılar'da görülen vakaların bu çerçevede değerlendirilmesi üzerine İstanbul'da kolera gündeme gelmiş ve komşu ülkeler Türkiye'ye karşı kolera tedbirleri uygulamaya başlamıştı. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, incelemeleri sonunda bu salgının, "vibrio el tor" dan ileri gelen parakolera olduğunu tespit ederek bu hastalığın gerçek koleradan farklı olduğunu, bu itibarla Dünya Sağlık Örgütü'nün tutumunun yanlış olduğunu ve karantinaya gerek olmadığını bildirmiştir. Ünal'ın çabaları sonucu karantina uygulaması ve aşı mecburiyeti getiren ülkeler bu tedbirleri kaldırmışlardır.

Bibi. "Kolera Musabînine Mahsus Olmak Üzere Küşâd Edilen Devâir-i Belediye Hastaha-nelerinin Cedvel-i Mu'âmelâtı ve îstilâ-yı Mezkûr Hakkında Mütâlaât", Vekâyi-i Tıbbiye, Sene 14, S. 21 (20 Receb 1311/15 Kânunusani, 1309), s. 2620-2622; S. Kamul, "Kolera istilaları", Maarif, S. 124 (25 Teşrinisani 1309), s. 311; Dr. Chantemesse: "L'Epidemie Chdlerique de Constantinople en 1893", Gazette Medica-led'Orient, S. 22, 23, 24 (15, 31 Ocak ve 15 Şubat 1894), s. 282-289; Emmerich, "Le Cholera a Constantinople", Revue Medico-Pharmace-utique, 8. yıl, S. 4 (30 Nisan 1895), s. 54-55; Tevfik Vacid, "Dersaadet'te Koleranın Zuhur ve Devamı", Vekayi-i Tıbbiye, Sene 16, S. 5 (18 Zilkade 1312/1 Mayıs 1311), s. 3070-3074; Ed-hem Necdet, Kolera Tabibi, ist., 1326, s. 21; Şehremaneti İdare-i Sıhhiyesi, Dersaadet'in 1324 ve 1325 (1908-1909) Senelerine Mahsus

Sıhhîİstatistiki, İst., 1326, s. 3; Osman Nuri, Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltanatı, îst., 1327, s. 530; F. N. Uzluk, "Kolera Risalesi", Türk Tıp Tarihi Arkivi, C. 4, S. l (1935), s. 45-156; ay, "Cholera Asiatica'mn Epidemi Tarihi Üstüne Bir Araştırma", Türk Ijiyen ve Tecrübî Biyoloji Dergisi, C. 8, S. l (1948), s. 16; B. N. Şehsuvaroğlu, "Tarihi Kolera Salgınları ve Osmanlı Türkleri", istanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, C. 17, S. 2 (1954), s. 282-299; N. Yıldırım, "Tanzimat'tan Cumhuriyete Koruyucu Sağlık Uygulamaları", TCTA, V, 1336-1337; A. Yücel, Bulaşıcı Hastalıklar ve Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, îst., 1989, s. 8. NURAN YILDIRIM

KOMAN, MAHMUT MESUT

(1900, Çanakkale - 30 Kasım 1979, İstanbul) Tarihçi.

İlk ve orta öğrenimini Çanakkale'de yaptı. 1918'de İstanbul'a gelerek Ticaret Mek-teb-i ÂTisi'ne yazıldı. Bir süre Darülfünun Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'ne de de^ vam etti. Genç yaşta yazı hayatına atılarak Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası (1916-1919) ve Kırım Mecmuası (1918-1919) gibi dergilerde yazılar yayımladı. Daha sonra gittiği Mersin'de içel Türk Ocağı Hars Encümeni reisliği yaptı. 1928'de Adana Mm-îakası Maarif Mecmuasında, yayımlanan yazılarıyla yöreden derlenen cönk ve mecmuaların içeriklerini ayrıntılı olarak tanıttı. Bu alanda ilk kez yazılar yayımlayan kişilerden biri oldu.

1930'da Konya Milli Kütüphane Müdür-lüğü'ne atandı. Konya Halkevi'nde de çalıştı, Konya dergisini yönetti. Bu dergide Konya ve çevresindeki Anadolu Selçuklu dönemi yapılarını, bilinmeyen bazı 13. yy şairleriyle yeni ele geçirilmiş birçok eski yazmayı tanıttı; Konya folkloruyla ilgili derlemelerini yayımladı. 1947-1953 arasında Konya ve Bitlis'te Vakıflar müdürlüğü yaptı. 2 yıl açıkta kaldıktan sonra 1955'te İstanbul Belediyesi'nde çalışmaya başladı ve İmar Müdürlüğü Planlama Dairesi'ndeki "eski eserler tarih uzmanlığı" görevinden 1970'te emekliye ayrıldı. Koman'ın yayımlanmış 8 kitabından 6'sı Konya, Anadolu Selçuklu Devleti, Karamanoğulları Beyliği ile ilgilidir.

İstanbul'da görev aldıktan sonra çalışmalarını şehirde bulunan pek çok eski e-serin ve özellikle mezarlıkların ve mezar taşlarının tespit, tescil ve onarımına ayırmış; bu alanda birçok yazı yayımlamıştır. Bunlardan TTOK Belleteni'nde yayımlanan "Rumeli Hisarı Şehidliği ve Fetih Şehidleri" (S. 196, Mayıs 1958), "Hassa Baş Mimarı Mehmed Tahir Ağa'nın Hayat ve Eserlerine Dair Mühim Bir Tetkik" (S. 212, Eylül 1959), "Sepetçiler Köşkü'nün Onarılması Münasebetiyle Sirkeci-Narlıkapı Arasında Mevcudiyetini Muhafaza Eden Osmanlı Eserleri" (S. 270, 1964) ve "İstanbul'un Fenerleri" (S. 284, Mart 1966) ile istanbul Belediye Mecmuasında yayımlanan "Tarih Boyunca Türkiye-Tunus İlişkileri I-IV" (S. 36, 37, 39, 40; Eylül 1966-Ocak 1967) başlıklı yazılar İstanbulla ilgilidir.

Eyüp semti ve mezarlıklarıyla ilgili olarak hazırladığı büyük monografi bütünüyle yayımlanamamış, küçük bir bölümü Eyüp Sultan-Loti Kahvesi Çevresi (1966, yb 1986)

adıyla Türkçe-Fransızca bir kitap haline getirilmiştir. Eserde Eyüp sırtlarında yer alan tarihi Piyer Loti Kahvesi'ne gidiş yolları, kahve ve çevresi, Eyüp semti ve çevrede bulunan Kaşgarî, Karyağdı ve Çolak Hasan tekkeleri, İdris-i Bitlisî tarafından yaptırılan sıbyan mektebi ile Gümüşsüyü Mesiresi kısa fakat ilginç tespitlerle tanıtılır.

Kitapta, ele alınan yerlerin yakınında bulunan türbe ve mezarlardan da söz edilir. Eserin her iki baskısında da çevreyle ve bazı eski mezar taşlarıyla, çeşitli yapılarla ilgili fotoğraflar da bulunmaktadır. Ancak "Piyer Loti Kahvesi Etrafı" başlıklı ve l/ 2.000 ölçekli yolları, mezarlıkları ve önemli mezarlan, tarihi yapıları gösteren bir kroki, yalnızca ilk baskıda yer almaktadır.

Bibi. C. E. Alışık, "Cumhuriyet Dönemi Basım Tarihimizle ilgili Bir Mektup", TT, XI, S. 61 (Ocak 1989), 42-44; M. S. Koz, "Adana Mın-takası Maarif Mecmuası ve Halk Kültürü Bakımından Önemi", 77. Uluslararası Karacaoğ-lan ve Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu. Bildiriler, Adana, 1993, s. 426-427.

M. SABRI KOZ



KOMNENA, ANNA

(2 Aralık 1083, Konstantinopolis 1153/ 1154, ?) Tarihçi.

Bizans İmparatoru I. Aleksios Komne-nos'un (hd 1081-1118) büyük kızı olup, babasının dönemini anlatan Aleksiad adlı eseri ile ünlüdür.

Arına, iyi bir eğitim görerek, edebiyat, felsefe, tarih ve coğrafya okudu. Home-ros'u, Aristofanes'i, Tukidides'i, Polibius'i ve Sokrates'i inceledi, antik Yunan uygarlığını araştırdı ve güzel konuşma sanatı konusunda dersler aldı. VII. Müıael Dukas'ın (hd 1071-1078) oğlu ve tahtın vârisi Kons-tantinos ile nişanlandı fakat onun erken ölümü üzerine 1097'de soylu ve tarihçi Ni-keforos Bryennios ile evlendi. 1118'de imparatorun ölümü üzerine, annesi irene Du-kaina'nın desteği ile kocası Nikeforos'u tahta geçirmek için mücadele verdiyse de başarılı olamadı ve tahtın gerçek sahibi II. loannes Komnenos(->) (hd 1118-1143) tarafından Keharitomene Kadınlar Manas-tırı'na sürgün edildi.

Anna Komnena burada dinle ilgilenmeyip, bilimle uğraştı ve 1148'den sonra tarih kitabı Aleksiad'ı kaleme almaya başladı. Kitapta I. Aleksios'un kişiliği aşın yücel-tilmekte ve onun iktidarı ile I. Manuel Kom-nenos dönemi (1143-1180) karşılaştırılmaktadır. Anna'nın kronolojisi gerçeğe uymadığı gibi olayların da çarpıtıldığı görülür. Yazarın antik Yunan kültürüne olan yakınlığı eseri güzel yazı sanatının bir örneği yapmış; buna karşılık gerçekler bir ölçüde göz ardı edilmiştir. Saraya dahil bir kişi olduğundan, anlatımları birçok ayrıntıyı içeren, canlı ve renkli betimlemelerdir. Eserinde düşgücünü sıklıkla kullanmış ve birçok hayali kahraman yaratmıştır. Bütün bu yönleriyle Aleksiad, I. Aleksios'un yaşamı, savaşları ve dış ilişkileriyle, Haçlı Se-ferleri'ni Bizans cephesinden anlatan çok değerli bir kaynaktır.



Bibi. C. Diehl, Byzantium, Greatness and Decline, Newjersey, 1943, s. 233-236, 242;

H. Hunger, Anonyme Metaphrase zu Anna Komnene, Alexias XI-XIII, Viyana, 1981; G. Bucler, Anna Comnena, Oxford, 1929.

AYŞE HÜR

KOMNENOS HANEDANI

1081-1185 arasında Bizans'ı yöneten hanedan. Komnenos Hanedam'nın adı, Trakya' daki Komne Köyü'nden gelmektedir. Du-kaslar, Dalassenoslar gibi soylu ailelerle evlilik yoluyla akraba olan Komnenoslar 100 yıl kadar kesintisiz iktidarda kalmayı başarmış nadir Bizans hanedanlarından biridir.

Ailenin tahta çıkan ilk üyesi I. îsaakios Komnenos (hd 1057-1059) olmasına karşın, hanedan, Isaakios'un yeğeni I. Aleksios Komnenos'un (hd 1081-1118) tahta çıkışıyla başlatılır. Hanedanın diğer üyeleri, II. loannes Komnenos(->) (hd 1118-1143), I. Manuel Komnenos(->) (1143-1180), II. Aleksios Komnenos (hd 1180-1183) ve I. Andronikos Komnenos'tur (hd 1183-1185).

Komnenoslar dönemi genellikle çatış-masız geçmiştir. Bu durumu bozan iki o-laydan biri, II. Aleksios'un tahta çıktığında 12 yaşında olmasını fırsat bilen akrabalardan bir başka Aleksios Komnenos'un iktidarı elinde tutmasının doğurduğu huzursuzluk, ikincisi ise çocuk imparatoru devirerek yerine geçen amcazade I. Andronikos Komnenos'un zorbalığıdır.

Komnenoslar, doğuda Selçuklulara ve Sicilya'da Normanlara karşı koymayı, Haçlı Seferleri'ni savuşturmayı başardılar ve İtalyan şehir devletleri ile yakın ilişkiler geliştirdiler, llll'de Pisalılar(->), 1126'da Venedikliler^), 1143'te Cenevizliler^) ve Ankonalılar(-») imparatorluk içinde birçok ayrıcalıklar elde ederek Konstantino-polis'te koloniler kurdular. Bazı kaynaklara göre 1180'lerde başkentte yaşayan La-tinlerin sayısı 60.000 civarında idi. Bu durum Bizans ekonomisini canlandırmakla kalmadı, aynı zamanda İtalya Yarımada-sı'nda bulunan Germenlere karşı bir güç-birliği de yarattı.

Komnenoslar döneminde ekonomik hareketliliğe paralel olarak edebiyat ve sanat da canlandı, bazı araştırmacıların Komnenos Rönesansı diye niteledikleri parlak bir dönem yaşandı. Devrin aydınları arasında, Bizans tarihindeki tek kadın tarihçi olan I. Aleksios'un kızı Anna Komnena' nın(-0 seçkin yeri vardır. Kimi yazarlar ise, Komnenos Hanedam'nın bazı uygulamalarının Bizans devlet sistemini bozduğunu ileri sürerler. Bu uygulamalar arasında memuriyetlerin yetenek ve eğitime göre değil, hanedana akrabalık esasına göre dağıtılması özel yere sahiptir. Gerçekten de, 12. yy'da yüksek memurların yüzde 90'ı ya hanedana üyeydi ya da akrabaydı ve bu durum idari yapıda bazı bozulmalara yol açmıştı.

Komnenos Hanedanı döneminde, Kons-tantinopolis'te, Hora Manastırı da (bak. Kariye Camii) dahil birçok kilise onarıldı, II. İoannes Komnenos'un karısı irene tarafından Pantokrator Kilisesi inşa ettirildi (bak. Zeyrek Kilise Camii).

13. yy boyunca varlığını sürdüren ai-



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin