KONAK YAŞAMI
48
49
KONAKLAMA
le üyeleri, bu tarihlerde görece önemsiz mevkilerde bulundular fakat Komnenos adının saygınlığı devam etti.
Bibi. F. Chaldon, Leş Comnenes, II, Paris, 1912; R. Browning, TheDeath ofJohnlICom-nenus, 1961, s. 229 vd; W. Heyd, Yakm-Do-ğu Ticaret Tarihi, Ankara, 1975, s. 206-245; A. Comnene, Alexiade. Regne de l'empereur Alexis I Comnene 1081-1118, III, Paris, 1937-1945; H. von Kap-Herr, Die Abendlândicshe Politik KaiserManuels, Strasbourg, 1881; P. Lamma, Comneni e Staufer. Ricerche sut Rap-portifra Bisanzio e l'Occidente nel Secolo XII, (Ortaçağ tarih etütleri için italyan Tarih Ens-titüsü'nün bir araştırma raporu), S. 14-18, Roma, 1955.
AYŞE HÜR
KONAK YAŞAMI
bak. HAREM; SELAMLIK
KONAKLAMA Bizans Dönemi
Konstantinopolis'te kente gelen yabancıların geçici olarak kalmalarına olanak sağlayan pek çok kuruluş vardı. Bunlar başta kilise ve manastırlar, imparatorlar ya da zenginlerce hayır için yapılmış misafirhaneler, hasta ve yaşlı yoksulların aynı zamanda tedavi gördükleri hastaneler, tüc-carevleri ve özel kişilere ait kâr amacı güden hanlardı.
Özel kişilerin sahip olduğu kâr amaçlı hanlara "pandoheion" denirdi. 4-5. yy yazarlarından İoannes Hrisostomos(->) bu hanlara özellikle ticaret yolları boyunca sık sık rastlandığından söz eder. Bu mekânlar yalnızca yolcuların ve hayvanlarının konaklamaları için değil, aynı zamanda fuhuş ve eğlence için de kullanılırdı. Bir rivayete göre Konstantinopolis'in kurucusu I. Constantinus'un(-0(hd 324-337) annesi Helena, gençliğinde, babasının işlettiği bir handa fahişe olarak çalışmıştı.
Bizans'ta tüccarlara tahsis edilen hanlar değişik anlamlan da olan "mitaton" (çadır kampı) sözcüğü ile adlandırılırdı. 536 ve 681'de, dinsel toplantılara katılmak için Konstantinopolis'e gelen din adamlarını barındırmak üzere hazırlanan bu tür misafirhanelerden söz edilir. 10. yy'a ait önemli bir kaynak olan Eparhos Kitabı hda "mitaton" deyimi, Konstantinopolis'e gelen Suriyeli tüccarların "enoikion" denen bir kira bedeli karşılığında kaldıkları yerler için
Kucağında isa'yı tutan Meryem'e adak kâsesi sunan II. İoannes Komnenos ve karısı Eirene. Tahsin Aydoğmuş
kullanılmıştır. Öte yandan dokuma tüccarlarına ayrılan "mitaton'larda söz konusu Suriyeli tüccarlardan temin edilen mallara ayrılmış depolar bulunuyordu. Yine aynı kaynaktan anlaşıldığına göre keten tüccarlarının, bu "mitaton'lardan alışveriş yapmaları yasaktı. Bazı araştırmalar söz konusu yerlerin, zamanla ticaret merkezi özelliğini yitirerek yalnızca misafirhaneye dönüştüğünü kabul ederler.
Öte yandan Bizans'ta her iyi Hıristiyan, başta yoksullar, hastalar, yetimler ve yaşlılar olmak üzere ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmak, onları barındırmakla sevap işleyeceklerine inanırdı. Kökeni Hıristiyanlık öncesine dayanan bu yardımseverlik 4-5. yy'lardan itibaren kamu yararına bir hayırseverlik biçimine dönüştü. "Evergesia" denen bu davranış biçimi başta imparator olmak üzere, zengin kişilerce, kiliseler ve manastırlarca yaygın biçimde yürütülmüştür. Özellikle manastırların konaklama i-şinde yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Buralarda barınmanın yanısıra yemek ve giyecek dağıtılması da âdetti. Kimi manastırda ihtiyaç sahibi dilediği kadar kalabilir, kiminde konaklama süresi sınırlanabilirdi.
Halk yararına kurulmuş bu misafirhanelere "ksenodoheion" denirdi. Bunlar öncelikle hastalar, yoksullar ve yolcular için kurulmuştu. Hıristiyan hayırseverliği doğrultusunda, bu misafirhanelerde sağlanan hizmetler için hanlarda olduğu gibi bir ücret talep edilmezdi. 6. yy'a kadar "konukevi" demek olan "ksenodoheion" ile "hastane" anlamına gelen "ksenon" sözcüklerinin birbiri yerine kullanıldığı görülür. 11. yy'a ait bir yazmada hastalan tedavi eden bir "ksenodoheion"dan söz edilmesi, bu kurumların iki fonksiyonu da yerine getirdiğini düşündürmektedir.
Konstantinopolis'teki hanlara ve kervansaraylara ilişkin ayrıntılı bilgiler yoktur. I. Iustinianos(-0(hd 527-565) ve karısı Teodora tarafından yaptırılan bir "kse-non"un (hastane) varlığı bilinmektedir. Vakfiyesinden anlaşıldığına göre buradan parası olmayanlar yararlanıyordu. I. Ro-manos Lekapenos (hd 920-944) başkente, ticaret ya da mahkeme için gelen yolcuların barınması için muhtemelen Domninos Revağı'mn(->) yakınlarında bir misafirhane yaptırmıştı. Hanı anlatan yazmaya göre
burada odalar ve ahırlar bulunuyor, yolculara yemek ve giyecek veriliyordu. Aynı dönemde bugünkü Beşiktaş yöresinde olduğu sanılan Ayios Mamas Sarayı, güvenlik nedeni ile Konstantinopolis'e girmelerine izin verilmeyen Rus tüccarlara tahsis edilmişti.
"Ksenodoheion" ve "ksenon'ların ortak yöneticisine "ksenodohos" denirdi. Saray protokolünde önemli bir yeri olan bu yüksek görevli kişi, genellikle yerel ruhani reise bağlı idi. 9. yy'da Patrik Fotios(-») dönemin ksenodohos'u Damianos'a yazdığı bir mektupta buralarda kalan ihtiyaç sahiplerinin durumu ile ilgili sitemlerde bulunuyordu. 8-10. yy'lardaki Konstantino-polis ksenodohos'larına ait pek çok mühür günümüze dek ulaşmıştır.
Paleologos Hanedanı(->) döneminde (1261-1453) Konstantinopolis'te yeni yapılan misafirhanelere ve hanlara ilişkin bilgiler çok azdır. 1339 ya da 1342 tarihli bir belgede ve 1335 tarihli bir fermanda misafirhane sözcüğü nadiren zikredilmiştir. Öte yandan Osmanlı dönemine ait Balka-panı Hanı, Çuhacı Han ve Kurmalı Han'ın Bizans döneminde de han olarak kullanıldığı ya da bunların kalıntıları üzerine inşa edildiği sanılmaktadır. Bibi. D. Constantelos, Byzantine Philanth-ropby and Social Welfare, New Brunswick, 1968, s.185-221; E. Kislinger, "Kaiser Julian und die (christlichen) Xenodocheia", Byzan-tios, Viyana, 1984, s. 171-184; J. P. Thomas, Private Religious Foundations in the Byzantine Empire, Washington D.C., 1987, s. 46, 62.
AYŞE HÜR
Osmanlı Dönemi
Fetihten sonra Osmanlı Devleti'nin başkenti ve Doğu Akdeniz'in en büyük ticaret merkezi konumuna gelen istanbul'a önceki döneme oranla daha çok konuk ve yolcu gelmeye başladı. Doğu-Batı ticaret ve diplomasi trafiğinin odağı olan kentte, yabancılar daha uzun bir süre Eminönü ve Galata'daki eski konaklama tesislerinden yararlandılar. Gayrimüslimlere ait konaklarda, elçiliklerde konuk olarak kalma o-lanağı bulamayanlar eski Bizans hanlarında barınmaktaydılar. 16. yy'm sonlarındaki konaklama durumundan söz eden San-derson ise, Fatih Külliyesi'nin(-+), 100 kadar odayı içeren ve din-milliyet ayrımı gözetilmeksizin yerli yabancı herkesin kabul edildiği büyük kervansarayından söz etmiştir. Sanderson, burada kalan herkese u-şakları, binek ve yük hayvanları ile 3 gün boyunca ücretsiz hizmet verildiğim, yatak, yiyecek ve yem parası alınmadığını açıklamaktadır. Külliyenin çevresindeki misafirhanelerde yine yolcular için her türlü ol-nağın mevcut olduğunu haber verir. 16. yy'da istanbul'a kazandırılan Bayezid, Sultan Selim, Haseki, Şehzade. Süleymaniye, Rüstem Paşa külliyeleri, konaklama gereksiniminin üstünde bir kapasite sağlamış bulunuyordu.
imaret vakfiyeleri, bu kurumların 16. yy' daki gelişme durumu, olanakları ve kadroları konusunda ayrıntılı bilgiler verir, istanbul'a gelenlerin en iyi şekilde ve ücretsiz konaklamaları için her türlü önlemin
düşünüldüğü görülmektedir. Örneğin, ayrım yapılmaksızın, kentteki bütün yolculara ramazan, bayram ve kandil günlerinde özel ziyafet verilmesi geleneği bunlardandır. Fatih imaretinde her gün, ebna-yı sebil ve misafir denen yolculara "kırk sofra taam konulup her sofranın dört kişiye ayrılması, her sofrada bir tabak dâne, iki pare yahni, adamına göre zerde ve dört a-det fodla" verilmesi vakfiye gereğiydi. Külliyelerin her birinde "misafirhane", "tabha-ne", "imaret", "mihmanhane", "kervansaray", "mihmanhane-i misafirin" adları verilen ve işlevleri bakımından bazı farklılıkları olan konaklama bölümleri mutlaka vardı. Külliyeler dışında da doğrudan yolculara açık misafir hanları vardı. Kervansaraylar, kente giriş yapan ağır kervanları, hizmet ve muhafız kadrosu, hayvanları ve tüm yükü ile kabul edecek kapasitedeydi. Buna karşılık küçük çaplı misafir hanlarına daha çok kalabalık olmayan yolcu grupları, Rumeli'den ve Anadolu'dan gelen esnaf, tüccar ve iş sahipleri, davacılar yerleşmekteydiler.
Konaklama tesisleri, Haliç kıyısından Çemberlitaş'a ve Beyazıt'a doğru bir eksen üzerinde ve ticaret merkezleri ile iç içeydi. Ayrıca han ve kervansaraylara yakın birer çarşı hamamı da vardı. Han ve kervansaraylar, Beyazıt'la Edirnekapı arasında, Galata ve Beşiktaş semtlerinde ve Üsküdar cihetinde de daha sıktı. Kervansarayların ve hanların hiçbirinde mutfak ve aşhane düzeni yoktu. İmaretlerden sağlanan olanaklardan dolayı buna gerek duyulmamaktaydı. Yolcular, yiyecek ve temizlik gereksinimlerini en yakın imarette ve hamamda giderebildikleri gibi, han çevresindeki aşçı, başçı dükkânlarından da ücret karşılığı yararlanmaktaydılar. Kimi yolcular ise kaldıkları odanın ocağında kendi yemeklerini pişirebiliyorlardı. Atik Ali Paşa Ker-vansarayı'nda olduğu gibi, kimi hanlara da imaretlerden bakraçlarla iki öğün yemek götürülüyor, oda kapıları arasındaki nişlere bırakılan bu yemeklerden isteyen herkes alabiliyordu. Şehzade Sultan Mehmed Vakfiyesi'ndeki koşullara göre imaret şeyhi tabhanede konaklayan herkese zili, yatak ve yorgandan ibaret bir yatak takımı vermekle yükümlüydü.
Hans Dernschwam(->), 1553'te geldiği İstanbul'da, yerleştiği ilk kervansarayı terk ederek Tavukpazarı'nda Dikilitaş (Çember-litaş) denilen sütunun karşısındaki başka bir kervansaraya (Elçi Hanı) taşındığım yazmakta ve buralardaki koşulları anlatmaktadır. Tonozlu 48 hücrenin bulunduğunu, fakat içerisinin bir hapishaneden farksız, can sıkıcı, loş ve pis olan Elçi Hanı'nda(->) da rahat edemediğim vurgular. Misafir hanlarında ve kervansaraylarda her yolcunun Türk, Yahudi, Rum ayrımı yapılmaksızın kalabildiğini, bu konaklama yerlerinin her birinde, yolcuların kalması için ocaklı o-dalardan başka ahır ve depo bölümleri bulunduğunu, kalanların oda ve atı için, l akçe gibi çok cüzi bir ücret ödediğini, bu paraların ise cami hizmetlerine verildiğini, hanlarda satılık ot ve saman bulunduğunu, imaretlerden yararlanmak istemeyen-
Taş Han'ın avlu içinden bir görünümü.
Turgut Erkişi/Obscura, 1994
lerin çarşı pazardan bir şeyler alıp karnını doyurabildiğim, külliye imaretlerinden yiyip içen yolcuların listelerini ise mütevellilerin veya cami imamlarının tuttuğunu, yaz aylarında ise kimsenin havasız han hücrelerinde yatmak istemeyerek re-vaklı açık sofalara yataklarını serdiklerini yazar. Yine Hans Dernschwam'ın belirttiğine göre kervansaraylara ve misafir hanlarına kadınlar alınmamaktadır. Kente getirilen kadın esirler ise bunlara mahsus handa (Esir Hanı) kalmaktadırlar, istanbul'a eşlerini, kızlarını ya da kız kardeşlerini getirmek zorunda kalanlar, ancak, hemşe-ri, akraba ya da bir ücret karşılığı kendilerine kapı açanların evlerinde barınmaktaydılar.
Narh defterlerinde, emtia ve yiyecek fiyatlarının yanısıra hamamdan hamala kadar hemen her türlü hizmete ilişkin ücretler de verildiği halde han ve kervansaray-lardaki konaklamalarla ilgili herhangi bir ücretin yer almaması ise 18. yy'm sonlarına kadar konaklamanın tamamen bedelsiz tutulduğunu düşündürmektedir. Diğer yandan, hemen her gün, Afrika'dan, Mısır'dan, Balkan şehirlerinden, Akdeniz adalarından, Kafkasya'dan, Karadeniz'den ve Anadolu' dan yüzlerle insanın, ziyaret, ticaret, murafaa, iş takibi, görev alma vb gibi nedenlerle istanbul'a gelmesi, bir müddet kaldıktan sonra kentten ayrılması ise önemli güvenlik ve disiplin sorunları doğurmaktaydı. Bundan dolayı, örneğin denizyoluyla gelenler, özellikle de gemi tayfaları kente sokulmaz, bunlar, gemilerde yatıp kalkarlardı. Ayrıca gemi yolcularının kaldığı, Kasımpaşa, Galata, Tophane hanları, bu cihetteki karakullukçular ve yasakçılar tarafından gece gündüz denetim altında tutulurdu. İstanbul ve Galata surlarının kapıları akşamları kapatılır, gece kente giriş yasağı uygulanırdı. Ayrıca kent sık sık taranır, sebepsiz İstanbul'a gelenler, çift bozanlar, işsiz bekâr uşakları, 5 yıldır istanbul'
da oturduğunu kamtlayamayanlar memleketlerine gönderilirdi, iş takibi için gelenler, kefile bağlanır veya külliyelerin tab-hanelerinde kalırlardı. Misafir hanlarında gerçi gayrimüslimlerin kalmaları için bir engel yoktu, fakat onlar daha çok, kilise ve manastır evlerine, Galata'daki ücretle yolcu alan evlere inerlerdi, istanbul'a gelen diplomatlar, gezginler ve araştırmacılar ise genellikle elçiliklerde veya yönetimin uygun görmesi durumunda Elçi Ham'nda kalırlardı. Doğu'dan gelen Müslüman elçiler içinse yönetim, özel konaklar tahsis etmekteydi.
Deniz veya kara yolu ile emtia, yiyecek getirenler, kentte konaklayanlar arasında daima ilk sırayı almaktaydılar. Fakat bunların da kente giriş çıkışları izinle olur, mallarını sattıktan ve alacaklarını aldıktan sonra kentten ayrılırlardı. Kent güvenliği ve konaklama açısından başlıca sorunu oluşturan bekâr uşakları ise, öncelikle kaçak veya izinli bekâr odalarında(->) yer bulmaya çalışırlardı. Ancak kefilsiz bekâr uşağının uzun süre istanbul'da kalması olanaksızdı. Yerleşme amacında olmaksızın, iş ve ziyaret için İstanbul'a gelenler mürur tezkiresi ile giriş yaparlar, kalmaları öngörülen süre sonunda da yine mürur tezkiresi ile kenti terk ederlerdi.
istanbul'un konaklamaya mahsus han ve kervansarayları, 19. yy'm ortalarına değin, aynı zamanda birer emtia ve ticaret hanı işlevinde olmuştur. Kentte oteller(-») yapılmaya başladıktan sonra bu eski mekânlar, kısa sürede konaklama hizmeti dışında kalmış ve birer iş veya ticaret hanına dönüşmüştür. Eski istanbul hanları, ortada geniş bir avlusu olan, taş ve kagir, dörtgen planlı, iç avlu çevresinde mahzen, ambar ve a-hırları, üst katta, revaklı açık divanhane (sofa) gerisinde ocaklı hücrelerin (oda) sıralandığı klasik konumlu yapılardı. Bunlar, daha çok tüccarların gereksinimlerine göre planlandığından, her tüccarın bir o-
KONAKLAR
50
51
KONAKLAR
da ve bir depo tutup işini bitirinceye kadar geçici bir ticaret ve konaklama düzeni kurmasına imkân verecek tarzdaydı. 19. yy'in ortasında istanbul'a gelen La Baronne Du-rand de Fontmagne, eski hanları, manastırlara benzetmiştir. Kare biçimindeki geniş avlunun ortasında bir havuz veya çeşme olduğunu, avluyu çevreleyen kemerler altında duvar boyunca oda kapılarının sıralandığını, odaların her birinde ocak bulunduğunu, kemerlerin, üst katta, oda kapılarının açıldığı uzun ve önü açık koridora desteklik ettiğini, konaklayanların, bir yatak ve birkaç örtü, bir yastıkla yetindiklerini, ama yolcuların rahat ettiklerini ve bir şikâyetlerinin olmadığını yazmaktadır. Fakat, 1875 ya da 1876'da istanbul'a gelen ve Beyoğlu sırtlarında bir otelde kalan Ed-mondo de Amicis'in(-») anlattığı konfor, suriçi istanbul'un eski hanlarındaki koşullarla kıyaslanmayacak kadar farklıdır. Buraya, günün her saatinde, dünyanın dört bucağından gelen insanlar girip çıkmakta, salondaki yuvarlak masanın etrafında her gün 20 milletten insan oturup yemek yemektedir. Pembe yüzlü leydiler, uzun saçlı sanatkârlar, para edinmeye çalışan serüvense-verler, Rum bakireler, acayip giyimli meşum kişiler ile burası bir Babil Kulesi gibidir. Kenti dolaşma olanağı bulanlar, akşamları gördükleri yerleri anlatmaktadırlar. Edmondo ve Amicis'in anlattıklarına göre bu modern konaklama yerinde akşam yemeği ve içki servisi de vardı. Yemekler topluca yenmekteydi. Amicis'e göre tuhaf bir durum ise otel kapısı önünde beliren karışık suratlı adamların, otelde kalanların hepsini ressam zannedip "model" getirme talebinde bulunmaları, yabancı konuklara Rum kadını mı, Yahudi, Ermeni, Türk veya zenci model mi istediklerini sormaları olmuştur.
Karadeniz girişindeki Kavaklar'da(->) ise karantinaya alınanların, istanbul'a girmesine izin verilmeyenlerin ve Boğaz'dan Karadeniz'e açılmak için uygun rüzgâr bekleyenlerin konakladıkları basit ve olasılıkla ahşap küçük yolgeçen hanları ve bekâr odaları vardı. Bunlarla ilgili bir bilgiye Ha-dîkatü'l-Cevâmi'de rastlanmaktadır. Ana-dolukavağı'ndaki "iskân-ı misafirin ham"nı 1730'a doğru, Nevşehirli Damat İbrahim
Büyükçekmece Kervansarayı'nda yolcuların yatmasına mahsus, ocak ve kandil yerleri bulunan revaklı sofa. Ekrem Işm, 1994
Paşa'nın kethüdası Mehmed Ağa onartmış-tı. Aynı kaynakta, Darüssaade Ağası Beşir Ağa'mn da 1750'de bu handa konaklayanlara çorba ve ekmek verilmesi için bir vakıf tesis ettiği bildirilmektedir.
istanbul'daki Osmanlı dönemi konaklama tesislerinin kervansaray, misafir hanı, mihmanhane, tabhane olarak adları, yerleri, kapasiteleri ve çalışma düzenleri, güvenilir listeler ve sayılarla tespit edilemez. Çünkü bunların pek çoğu yıkılmış, ayakta kalabilenler ise iş ve ticaret hanına, imlatha-neye, depoya dönüştürülmüştür. Konaklama tesisleri ve koşulları için güvenilir bilgiler ancak vakfiyelerde bulunmaktadır. Başta Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si olmak üzere bazı gezi ve anı kitaplarında da önemli bilgiler vardır. Evliya Çelebi, "istanbul'daki Mihmanhane-i Misafirin ve Kervansaraylar" başlığı altında, Elçi Hanı ile birlikte 13 kervansaray adı verir. Bunlar, Ebu'1-Feth Mehmed Han (Fatih), Bayezid Han, Selim Han-ı Evvel, Haseki Sultan, Ah-med Han (L), Kuyucular, Koca Mehmed Paşa, Kurşunlu Meydan, Baklalı Han, Atpa-zarı (Pertev Paşa), Sinan Paşa, Ali Paşa-yı Atik kervansaraylarıdır. Konaklama işlevi olan han ve mihmanhanelerin ise 19'u-nun adlarını ve bazı özelliklerini sıralamaktadır. Mahmud Paşa (Kürkçü) Hanı 120 o-caklı (odalı), yakınındaki Hoca Hanı 70 hücreli, Bosna ve Belgrad tüccarlarının kaldığı Kebeciler Hanı 100 ocaklı, Hallaç-lariçi'ndeki Piri Paşa Hanı 80 hücreli, Mahmutpaşa civarındaki Tahtalı Han ve Nerdübanlı Han 70'er hücreli, sofçularm oturduğu Engürü Hanı 100 hücreli, Uzun-çarşı'daki Kilit Hanı 200 hücreli gösterilmiştir. Kösem Mahpeyker Valide Sul-tan'ın(->) yaptırdığı Çakmakçılar'daki 3 avlulu, üç bölümlü ve bir bölümünde iranlı tüccarların kaldığı Valide Hanı(~») ise Evliya Çelebi'ye göre altlı üstlü 300 hücresi ile "şeddadi" bir han olup istanbul'da bundan ve Mahmud Paşa Ham'ndan daha büyük konaklama yeri yapılmamıştır. Evliya Çelebi, bu hanın develiğinin ve ahırlarının 1.000 at ve katır alabilecek genişlikte olduğunu yazar. İnciciyan 18. yy'ın sonundaki durumuyla Valide Ham'nın 366 odalı olduğunu bildirmektedir. Evliya Çelebi'nin saydığı diğer hanlardan Kâğıd Ha-
nı, Mahmud Paşa Hanı'na yakın, Katır Hanı ise Tahtakale'dedir. Rüstem Paşa Camii' ne yakın olan ve ilk tesisiyle bir Bizans veya Venedik yapısı olduğu sanılan Balkapa-nı Hanı'nda Mısır tüccarlarının eğleştiklerini bildiren Evliya Çelebi, Keten Ham, Kaya Hanı, Rüstem Paşa Hanı ile Zindanka-pusu Ham'nın büyük yapılar olduğunu yazar, fakat nitelikleri konusunda bir bilgi vermez. Civankapıcıbaşı Ham'nın, Uzun-çarşı'nın merkezinde kalabalık bir han olduğunu, Kara Mustafa Paşa'nın yaptırdığı Han-ı Cedid'in Hocapaşa'da bulunduğunu, Tavukpazarı'nda Köprülü Mehmed Paşa'nın yaptırdığı hanın (Vezir Hanı) ise 220 odalı olduğunu bildirir. İnciciyan, Vezir Ham'nın avlusunda bir de sarnıç bulunduğunu haber vermektedir.
19. yy'a kadar, İstanbul'un en işlek misafir hanlarından olan Tahtakale'deki Hur-malı Han'ın fetihten önce de aynı işlevde olduğu sanılmaktadır. Rüstem Paşa Külli-yesi'nin kervansarayı ve misafir ham da çarşıya ve limana yakınlığı nedeniyle en kalabalık konaklama yerlerindendi. Nuruos-maniye'deki Çuhacı Hanı da olasılıkla eski bir Bizans hanının yerine 15. yy'da yapılmış olup tüccarların kaldığı hanlardandı. Fatih'teki Şekerci Hanı ise günümüze u-laşmayan en eski tesislerdendir.
18. yy'da, Osmanlı konaklama tesislerine son iki büyük han daha eklenmiştir. Bunlardan Koska'daki Hasan Paşa Hanı'mn(->) alt katının emtia ambarları, üst katının da han odaları olarak planlandığı görülmektedir. Valide Ham'nın karşısındaki Büyük Yeni Han'ın(->) ise üç katlı, iki avlulu ve eski hanlardan daha geniş olarak yapıldığı görülmektedir. Galata'daki Rüstem Paşa Kervansarayı, Beşiktaş'taki Deve Hanı, Üsküdar'da bulunan misafir hanları ve kervansaraylar ise büyük ölçüde yıkılmış veya tanınmayacak derecede tadilata uğramıştır. Üsküdar'da, Atik Valide Külliyesi i-çindeki misafir hanlı büyük kervansaray ise günümüze kadar korunmuştur. İstanbul'u Anadolu'ya bağlayan "cadde" (karayolu) üzerindeki ilk büyük konaklama yerleri Gebze'deki Öküz Mehmed Paşa Kervansarayı, Edirne yolundaki Büyükçekmece Kervansarayı(-») ve Silivri'deki Piri Mehmed Paşa Külliyesi'ndeki misafirhane ve kervansaraydı.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 145; Evliya, Seyahatname, I, 324-326; İnciciyan, istanbul, 33; Dernschwam, istanbul, 53-54, 59-62; T. Reyhanlı, ingiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat, Ankara, 1983; D. de Fontmagne, Kırım Harbi Sırasında istanbul, ist., 1977, s. 120; Amicis, istanbul, 55-59; Mam-bouty, Rehber, 346-305; Güran, îstanbulHan-lan..
NECDET SAKAOGLU
KONAKLAR
Yerine göre büyük konut sinonimi olarak kullanılan "saray" (Farsça), "köşk" (Farsça), "kasır" (Arapça), "yalı" (Rumca) sözcüklerine karşın "büyük konut" anlamına kullanılan "konak", "ev"le birlikte, genel geçer konut anlamına gelen Türkçe kökenli i-kinci sözcüktür ve konutun Türk kültüründe "konmak'la ilişkisini vurgular. Türk gö-
çer yaşamının içinden gelen bu sözcükte konmak ve konaklamak köklerinin giderek yerleşik düzenin büyük konutuna ad olması ilginçtir. Çadırın, yurdun ve evin ötesinde konak her zaman sosyal statüye işaret eden bir anlamda kullanılmıştır. Paşa konağı, bey konağı, eşraf konağı, vali konağı, vilayet konağı, gereğinde kişilerin devlet işlerini de gördükleri, büyük konutlar anlamına gelir. Anadolu Türk e-debiyatında hep bu içerikle kullanılmıştır. Bu terimin karşılığı Batı literatüründe "re-sidence", "residenz", "hotel", "palazzo" gibi sözcüklerle ifade edilen büyük konut tipidir. Geleneksel istanbul yaşamında konak kent içindeki büyük konuttur. Sayfiyede, yazlık konut için "köşk", kıyılardaki büyük konutlar için "yalı" ve "sahilsaray" sözcükleri yeğlenmiştir. Hanım sultanların, vezirlerin sarayları ya da konakları olur. Fakat padişahın konağı olmaz, sarayı, kasrı ya da köşkü olur. Bu ilginç bir semantik ayrımdır. Yabancı kökenli büyük konut terimleri sultan için uygun görülmüş, fakat Türkçe kökenli konak, belki de göçer geleneğe sırt çevirmiş ve kendini daha eski saltanat imgelerine bağlamak isteyen, iktidar sahipleri tarafından kullanılmak istenmemiştir.
İstanbul tarihinde konak büyük ve hali vakti yerinde bir ailenin, çocuklarını, damat ve gelinlerini, torunlarını, hizmetkârlarım barındıran oldukça büyük bir konuttur. Yakın zamanlara kadar Süleymaniye, Fatih, Cerrahpaşa, Beyazıt, Sultanahmet ve Cihangir'de ilginç örnekleri olan bu büyük konutlar, ailelerin parçalanması, yangın, arsa ve yapı spekülasyonu nedeniyle hemen hemen tümüyle yok olmuşlardır. Süleymaniye ve Zeyrek'teki bir-iki son örnek de sorumlu kurumların ilgisizliği nedeniyle ortadan kalkmak üzeredir. Klasik dönemden kalan ve Evliya Çelebi'nin saray dediği büyük vezir konakları bugüne kalmadığı için, bunların yerleşim düzenleri hakkında kesin bir fikre sahip değiliz. Fakat bu konutların yüzlerce odası olduğuna ilişkin rivayetler abartılıdır. Topkapı Sarayı(->), Dolmabahçe Sarayı(->) gibi sarayların bile bu sayıda odası olmamıştır. 19. yy'daki örneklere bakarak, 10-20 odalı küçük, 20-40 odalı büyük konaklardan söz edilebilir. Hizmet yapıları ve hizmetlilerin daireleriyle bu sayı artabilir. Fakat asıl konak, tasarım şeması gereği, daha fazla o-dalı olamaz. Bunlar, iki ya da üç katlı, tek kütleler olarak düzenlenmiştir. İstanbul'da erken yüzyılların konak tipolojisi hakkında hemen hemen hiçbir bilgimiz yoktur. Fakat Anadolu'daki örneklere bakılacak olursa, konağın boyutsal büyüklüğü kadar, sahibinin sosyal statüsü ona bu adı verdirmektedir. Başka bir deyişle, çok büyük olmayan bir konut da konak adı taşıyabilir. Örneğin Birgi'de Çakır Ağa Konağı, Divriği'de Abdurrahman Paşa Konağı, Vezirköprü'de Köprülü Konağı, boyutlarından çok sahiplerinin öneminden dolayı konaktırlar. Bunlar klasik bir hayalli evin büyücek örnekleridir. Ege Bölgesi'nin derebeyi ve ayan konakları ise müstahkem, kuleli yapılar, yani bir bakıma küçük ka-
Anadolu-
hisarı'ndaki
Yasinci Yalısı,
18. yy.
S. H. Eldem 'den
içlerdir. İstanbul'da, bugüne örneği kalmayan eski büyük konutların, Anadolu ve Edirne'deki bazı örnekler anımsamrsa, hayatlı evin daha kompleks örnekleri olduğu söylenebilir. Sa'dâbâd Sarayı'nın harem planı büyük hayatlı bir ev planıdır. Kuşkusuz sahiplerinin sosyal statüleri ve zenginlikleri nedeniyle konaklar, genelde evlere göre büyük boyutlu yapılardır. Burada tanım gereği olarak, çeşitli pavyonlardan oluşan bir konut kompleksine konak denmeyeceğini belirtmek gerekir.
Konakların genel tipolojisini S. H. Eldem tanımlamıştır. Genelde iki ayrı konutun (harem ve selamlık işlevleri görmek ü-zere) yan yana getirilmesi ya da bir mabeyin bölümü ile birleştirilmesi ya da hayat evinin temel ünitesinin tekrarı ile konak ti-polojileri oluşturulmuştur. Büyük konutların planları, harem ve selamlığı birleştiren mabeyin bölümünün düzeniyle biçimlenir. İki bağımsız konut şemasının birleşmesi, araya bir yeni bölüm eklenerek yapılabildiği gibi, selamlığın merdiveninin sahanlığından harem bölümüne bir kapı açarak, orta sofaya açılan ve iki bölümü birleştiren koridorlarla (ki bu yöntem oldukça yaygındır), harem ve selamlık sofalarını ayıran ara duvarda bir kapı ile ya da harem ya da selamlık bölümlerinden birinin bir odasını mabeyin odası şeklinde kullanarak yapılır. Yüzyıllar boyunca pek fazla değişmeyen oda, eyvan, hayat, sofa gibi plan öğeleri, içte ve dışta belirgin
Çengelköy'deki Sadullah Paşa Yalısı, 18. yy. S. H. Eldem 'den
kompozisyon ilkelerine uyan iki odalı hayat evinden, orta sofalı karnıyarık ve haç-vari sofalı kent konutlarına ve daha zengin yaşam isteklerine yanıt olarak, konak, yalı gibi büyük konutlara ulaşılmıştır. Boyutlar büyüyüp, plan semalarındaki odaların yerine bazen birkaç odadan oluşan küçük daireler geçmiş, ev şemaları ikili, üçlü gruplar halinde yan yana getirilerek çok odalı konut kompleksleri ortaya çıkmıştır. İç sofaların biçimlenmesinde merkezi planlı köşk ve kasır geleneğinden esinlenilerek simetrinin giderek daha çok egemen
Fatma Sultan Mahallesi'ndeki Agâh Efendi Konağı (solda), Ayasofya'da bir konak, 18. yy. S. H. Eldem 'den
KONAKLAR
53
KONAKLAR
Kafesli Köşk,
Levnî'nin
minyatüründen
ayrıntı.
Sumame-i Vehbî,
TSM, 3593
Cengiz Kahraman
arşivi
düşmeden büyüyebilir, fakat konak ve yalı boyutlarına ve kompleks bir planimet-riye hiçbir zaman ulaşmamıştır. Konak ya da yalıların tek çatı altında, ayrı girişli harem ve selamlık bölümleri, avlu ya da bahçelerinde mutfak, kiler ya da mutfaklar, hareme bitişik, fakat bağımsız kagir hamam, bahçe ya da avluda hizmet yapanlar için daireler, ahır ve arabalıklar, seyisler ve arabacılar için daireler olabilir. Sadrazamla-
değildir. Geç dönemde köşk, sultanlara ait olduğu kadar halkın varlıklı kesimlerine de ait olabilir. Yalı ile köşk arasında ise, sadece denizle ilişki açısından fark vardır. Fakat köşkler, hiçbir zaman yalılar kadar ayrıntılı konut yapıları olmamıştır. Genelde bu köşk ve yalıların divanhanelerinde, yani selamlık kabul salonlarında eski köşk mimarisinin sürekliliği görülür. Fakat bu pavyonlara, selamlık ve haremin diğer öğeleri takılmıştır. Örneğin bugüne kadar kalmış tek örnek olan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı(->) divanhanesi, eski Bebek Kasrı'nın denize uzanan divanha-
Seyyid
Lokman'ın
1581 tarihli
Şehinşahname
adlı eserinde
yer alan bir
minyatürde
Mimar Sinan'ın
yaptığı
III. Murad
Köşkü.
İÜ, F1404
olduğu büyük konut mimarisi çok tutarlı bir gelişme göstermiştir, işlev açısından kent içi konutu olan konakla, uzun aylar kullanılan büyük sayfiye köşkü ve sahilsa-ray ya da yalı arasında pek fark yoktur ve aynı tipolojilerle karşımıza çıkarlar. Sahibinin devlet içindeki statüsü yükseldikçe, zenginliği arttıkça ve aile büyüdükçe konak ve yalılar saraylaşırlar. Köşk ise, başlangıcındaki bahçe pavyonu ölçeğine ters
1871'de demiryolu yapımı nedeniyle yıktırılan ve günümüze yalnızca alt yapısı kalan İncili Köşk'ün J. B. Hilair'in betimlemesiyle gravürü. Choiseul-Gouffıer, Voyage Pittoresque de la Grece..., Paris, c. II, 1822 Cengiz Kahraman arşivi
rın, vezirlerin muhafızları için özel bölümler, ayrı mutfaklar, hattâ özel mescitler de olmuştur. Fakat böyle büyük konutları saray kategorisi içinde düşünmek daha doğru olur.
Yalıların konaklardan tek farkı, yaz için tasarlanmış olmalarıdır. Bu da genellikle, ısınma sorununun düşünülmemesi anlamına gelir. Fakat planların genel tasarımında konaklardan farkları yoktur. Köşk ve yalılarda, yazlık kullanımın özelliklerine bağlı olarak orta sofalar daha çok kullanılırdı. Sofalar hemen bütün plan tiplerinde bahçe ya da denize, yani manzaraya, bazen birkaç yönden açılırlar ve bu düzen, aynı zamanda sıcak günlerde "cross-ventilation" olanağı sağlardı. Sofanın eyvanları, günün değişik saatlerinde gölgede kalır ve yazın en çok yeğlenen oturma köşeleri oluştururdu. Gerçi orta sof alı kent içi konaklarında da saate ve rüzgârın yönüne göre daima serin olan bir oda bulunurdu. Yazlık köşk ve yalıların konağa göre bir diğer kullanım özelliği, zemin katlarda bahçeye ve denize açılan büyük odaların bulunabilmesidir. Gerçi konaklarda olduğu gibi bunlarda da "piano nobile" daima birinci kat kabul edilmiştir. Yalı ve köşklerin sadece yaz için düşünülmüş olmaları, istanbul'a özgü bir mevsimlik göç olayına neden olurdu. Boğaziçi'nde, Anadolu yakasında ve Adalar'da ilk yağmurlar başlayıp, havalar serinlediği zaman, özellikle Boğaziçi'nde, kuzey rüzgârını özel olarak almak için yönlenmiş yalıların sakinleri göç hazırlıklarına başlarlardı.
Iran kökenli köşk yapısı istanbul'un saray yaşamında ortaya çıkmış ve istanbul' da kullanılmıştır. Topkapı Sarayı'nda II. Mehmed (Fatih) dönemi (1451-1481) köşkleri (Çinili Köşk[->], Fatih Köşkü) ve onları izleyen, saray içindeki ve dışındaki bütün köşkler, sultanın yaşamına bağlı pavyon nitelikli yapılardır. Fakat istanbul dilinde köşk bir sayfiye konağıdır. Köşk sözcüğü küçük, tek katlı pavyon (gazebo) anlamına da kullanılmıştır. Pavyon niteliğinde tek hacimli bir yapının, sonradan büyük konut anlamına kullanılması, istanbul'un mimari tarihinde ortaya çıkmıştır. Bu se-
mantik değişmenin anlaşılabilir bir geçmişi vardır: Sultanlar ve devlet büyükleri Boğaziçi'nde kendilerine yazlık bahçeler yaptırdıkları zaman, genellikle tek bir hacimden oluşan büyük bahçe pavyonlarıy-la onları süslemişlerdir. Bu anlamda bahçe köşkü, geç dönemde Anadolu'da da vardır. Giderek sayfiyenin önemi artıp, buradaki yerleşme birkaç gün geçirmekten, bütün bir mevsimi, hattâ daha uzun bir süreyi kapsadığı zaman, biçimleri, eski bahçe pavyonlarından tümüyle farklı bile olsa, köşk yazlık konut anlamına kullanılmaya başlanmıştır. Anadolu bu sözcüğü be-nimsememiştir. istanbul'da ev sözcüğünün ifade ettiği sınırları, boyut, gösteriş, zenginlik ve sosyal statü olarak geçen yazlık konutlara köşk denir. Fakat konağa göre farkı, kesinlikle bahçe içinde olmasıdır. Bahçesiz köşk olmaz. Kent içindeki büyük konuta da köşk denmez. Onun için Aksaray ya da Sultanahmet'te konak, Çamlıca, Erenköy ya da Boğaz koruları içinde köşk olur. Aynı nitelikte bir yapı kıyıda ise yalı ya da sahilhanedir. Saray mensuplarının yaptırdığı sayfiye konutları, kıyıda sahilsa-ray, içeride kasır ya da köşktür. Fakat sultanlara ait kıyı köşklerine de kasır adı verilebilir (Bebek Kasrı gibi). Arapçada "saray" anlamına kullanılan "kasır" sözcüğü Türk-çede sonradan kazandığı anlamla, tek hacimli bir pavyon için de kullanılmıştır. Genelde kasır, küçük boyutta bir sultan konutudur ve geçici amaçlarla kullanılır (Topkapı Sarayı bahçesindeki çok sayıda kasırda olduğu gibi). Köşk deyimine tekabül eden konutlarda sosyal farklılaşma, ö-zellikle geç Osmanlı döneminde belirgin
Nisbetiye Kasrı (solda) ve Beylerbeyi'ndeki Hasib Paşa Yalısı. S. H. Eldem 'den
nesi, eski Küçüksu Kasrı'nın(->) divanhanesi geleneksel pavyonun tasarımda hâlâ temel öğe olduğunu gösterir. Bugüne kadar yaşayan ilginç örneklerden biri Ayna-lıkavak Kasrı'dır(->). Merkezi planlı tek hacmin çok büyük ölçekli, ilginç bir örneği de Nisbetiye Kasrı idi.
Erken yüzyıllarda konakların büyük duvarlarla çevrili bahçeli yapılar olduğu anlaşılıyor. Fakat 19. yy'da küçük sokaklar içinde, ön cepheleri sokağa açılan ve yanlarda diğer evlere bitişik, daha küçük boyutlu kent konakları da olmuştur. Gerçi bu konakların da diğer evler gibi arka
Dostları ilə paylaş: |