KOZYATAĞI TEKKESİ
Kadıköy İlçesi'nde, Kozyatağı Mahallesi'n-de, Şakacı Sokağı'nda inşa edilmekte olan Mehmed Çavuş Camii'nin yanında bulunmaktadır.
Rıfaî tarikatına bağlı olan Kozyatağı Tekkesi, Şeyh Süleyman Abdülhalim Efendi (ö. 1896) tarafından kurulmuştur. Yapıda inşa tarihini veren bir kitabe görülmemekte, ancak vakfiyesinin 1284/1867-68'de düzenlendiği tespit edilmektedir. S. N. Er-
gun'un Türk Musikisi Antolojisi'nde bildirildiğine göre Abdülhalim (Halim) Efendi Beyazıt'ta Soğan Ağa Mahallesi'nde, Ta-hir Efendi adında bir şahsın oğlu olarak dünyaya gelmiş, Üsküdar'da Kurban Na-suh Mescidi ve Tekkesi'ne(->) Rıfaî tarikatından meşihat koyduran Şeyh Mehmed Nuri Efendi'ye (ö. 1856) intisap etmiş ve bu şeyhin halifelerinden Odabaşı'ndaki Rıfaî tekkesinin banisi olan Şeyh Abdullah Vehbî Efendi'den (ö. 1871) hilafet almış-. tır. Kozyatağı'nda kendi imkânları ile tesis ettiği, aynı zamanda cami olarak da faaliyet gösteren tekkesinde vefatına kadar imamlık, hatiplik ve şeyhlik görevlerini yürütmüştür.
Şeyh Abdülhalim Efendi 19. yy'ın en ünlü neyzenlerinden ve tanburilerinden-dir. Hamparsum notasına vâkıf olduğu bilinen Abdülhalim Efendi ney çalmayı Galata Mevlevîhanesi(-») neyzenbaşısı Deli İsmail Dede'den (ö. 1858-1863 arası), tanbur çalmayı da önce piyasa sazendelerinden meşk etmiş, sonra ünlü tanburi Oskiyam Efendi'nin öğrencisi olmuştur. Aralarında Bahariye Mevlevîhanesi(->) Postnişini Hüseyin Fahreddin Dede(->), Cemal Dede (ö. 1899), Subhi Ezgi(->), Tanburacı Osman Pehlivan gibi tanınmış simaların da bulun-
KÖÇEKÇELER
82
83
KÖÇEKLER
,U,« j »a
Kozyatağı Tekkesi
Banu Kutun/Obscura, 1994
düğü çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerinden aldığı ücretle, ayrıca tekkenin yanındaki bağında üzüm yetiştirerek geçimini sağlayan Abdülhalim Efendi'nin son derecede cömert ve misafirperver bir kişi olduğu, yaz aylarında, şehrin çeşitli u-zak yerlerinden tekkesine gelenler için beş-on sofra kurdurduğu, hali vakti yerinde olmayanlara vapur, tren ve tütün parası verdiği bilinmektedir. Torununun oğlu olan Hasan Mücteba Yakıtal, Abdülhalim Efendi'nin aynı zamanda Kadirî tarikatına da bağlı olduğunu nakletmiştir.
Abdülhalim Efendi'nin vefatından sonra tekkenin postuna, Temyiz Mahkemesi İstida Dairesi hulefasından olan küçük oğlu Ali Rıza Efendi (ö. 1930) geçmiştir. Büyük oğlu ise Baytar Binbaşı Tahir Bey'dir. Ali Rıza Efendi'nin oğlu ve halifesi olan Mustafa Nuri Efendi (Yakıtal) (ö. 1976) Cumhuriyet döneminde tekkenin harem dairesinde ikamete devam etmiş ve tekkeyi canlı tutmaya gayret göstermiştir. Günümüzde cami-tevhidhane binası cami olarak kullanılmaktadır.
Tesis edildiği dönemde, meskûn alanların uzağında, münzevi bir konuma sahip olan Kozyatağı Tekkesi'nin adı istanbul tekkelerine ilişkin hiçbir listede zikredilmemektedir. Nitekim burasının ancak yaz aylarında faaliyet gösteren bir tür "sayfiye tekkesi" niteliğinde olduğu, Abdülhalim Efendi'nin kışı şehirdeki evinde geçirdiği, ilkbaharda tekkenin harem dairesine taşındığı bilinmektedir. Maliye Nezareti' nin R. 1325/1909 tarihli Taamiye ve Tahsisat Defteri'nde "Abdülhalim Efendi Tekkesi" olarak anılan tesise yılda 3.699 kuruş, Kurban Bayramlarında da 3 adet koyun tahsis edildiği kayıtlıdır. Tekkede cuma namazlarından sonra ayin icra edildiği, cuma günleri tekkenin önüne ziyaretçi arabalarının dizildiği, müdavimler arasında Erenköy'deki Kazasker Camii'nin banisi Kasidecizade Süleyman Efendi, Nafıa Na-
zırı Zihni Paşa, Maarif Nazırı Zühdî Paşa, şair Kâzım Paşa, Maliye Nazırı Reşad Paşa, Nafıa muhasebecisi Sadi Bey, Refik Ha-lid Karay'ın babası Maliye Nezareti başvez-nedarı Halid Bey gibi, çoğunluğu civardaki köşklerde oturan, dönemlerinin tanınmış kişilerinin bulunduğu tespit edilmektedir.
Kozyatağı Tekkesi'nin çevresi yakın bir tarihe kadar hemen bütünüyle kırlar ve bağlarla kaplı, tek tuk bahçeli ahşap köşklerin görüldüğü bir mesire durumunda i-ken son yıllarda bu çevre çok hızlı bir yapılaşmaya sahne olmuş ve eski dokusunu büyük ölçüde kaybetmiştir. Günümüzde tekkenin yanındaki parsele, modern bir tasarını sergileyen Mehmed Çavuş Camii inşa edilmektedir.
Şakacı Sokağı'ndan avluya girildiğinde solda, son yıllarda yenilendiği anlaşılan bir abdest alma mahalli, sağda, set üzerinde harem binası, karşıda da tevhidhane yer a-lır. Tevhidhane duvarına yerleştirilmiş olan Osmanlıca kitabede Abdülhalim Efendi ile ailesinin ruhları için Fatiha talep edilmekte, sağdaki sette bulunan, Latin harfli diğer kitabede de bu mescidin Şeyh Abdülhalim Efendi tarafından yaptırıldığı, oğlu Şeyh Ali Rıza ve torunu Mustafa Nuri efendiler tarafından tamir ettirildiği belirtilmektedir.
Tasarım açısından mütevazı bir mescit niteliğinde olan tevhidhane ufak boyutlu, kagir duvarlı ve kırma çatılı bir yapıdır. Doğu ve batı duvarlarında basık kemerli ü-çer pencere yer alır. Doğu duvarındaki pencereler dışarıdan, tuğla ile örgülü kademeli nişler içine alınmış, nişlerin üzerine, iki sıra alaturka kiremitten oluşan bir silme konmuştur. Güney cephesinin ekseninde dikdörtgen bir duvar payesiyle desteklenen mihrabın, ayrıca küçük ahşap minberin herhangi bir özelliği yoktur. Mihrap duvarının üst kesiminde görülen, dikdörtgen a-çıklıklı iki küçük pencere sonradan açıl-
mıştır. Tekkenin faal olduğu dönemde sağır olan bu duvarın, Rıfaî tekkelerinde â-det olduğu üzere çeşitli tarikat eşyası (sancaklar, şişler, el kudümleri vb) ile belirli bir düzen içinde tefriş edildiği bilinmektedir. Ayrıca tevhidhanenin duvarlarını süsleyen levhaların bir kısmı Cumhuriyet döneminde çalınmış, bir kısmı da H. Mücteba Yakıtal tarafından koruma altına alınmıştır.
Tevhidhanenin kuzeybatı köşesinde bulunan kagir minare, eski ahşap minarenin yerine Cumhuriyet döneminde inşa edilmiştir. Minarenin kare planlı kaidesi bileşik kemerli nişlerle donatılmış, silindir biçimindeki bodur gövde, köşeleri pahlı pabuca oturtulmuştur. Tuğladan testere dişi bir silmenin süslediği şerefenin korkuluklarında baklava biçiminde açıklıklar görülür. Minare koni biçiminde kagir bir külahla taçlandırılmışım Tevhidhanenin kuzeydoğusuna bitişik olduğu ve iki oda ile bir kahve ocağından oluştuğu bilinen küçük selamlık bölümü sonradan iptal edilerek yerine aynı zamanda Kuran dershanesi olarak kullanılan geniş bir son cemaat yeri yapılmıştır.
Tevnidhanenin bütün kuzey cephesini kaplayan, üzeri ondülinle örtülü bu mekân, yapının bünyesine ters düşmektedir. Söz konusu mekândan basık kemerli bir kapı ile aynı tür kemerlere sahip iki pencere, tevhidhane harimine açılır. Tavanında, çubuklarla meydana getirilmiş dikdörtgenlerin sıralandığı tevhidhanenin kuzey duvarında, iki ahşap dikmeyle taşınan, kafeslerle donatılmış, kadınlara mahsus fevkani bir mahfil vardır.
Tevhidhanenin güneydoğusundaki küçük hazirede tekkenin banisi Şeyh Abdülhalim Efendi, eşi Cemile Hanım (ö. 1906) torunu Avni Bey ve diğer torunu son post-nişin Şeyh M. Nuri Efendi gömülüdür. Içe-renköy'de gömülü olan Şeyh A. Rıza Efendi ile -eşi Emine Azize Hamm'ın da burada makam niteliğinde kabirleri teşhis edilmektedir.
Günümüzde harap durumda olan harem dairesi, kısmen iki kadı bir yapıdır. Duvarlarının bazıları moloz taş, bazıları da ahşaptır. Anıtlar Kurulu tarafından, tevhidhanenin arkasındaki bahçeye aynı boyutlar ve cephe görünümleriyle yeniden inşa e-dilmesi kararı alınmıştır. Bibi. Ergun, Antoloji, II, 498, 501, 503, 505. M. BAHA TANMAN
KÖÇEKÇELER
Köçek(->) denilen rakkaslarla çengi(->) adı verilen rakkaselerin toplu olarak oynadıkları oyuna eşlik etmek için bestelenen ve çalman musiki türü.
Bu musiki türü daha çok birbirine ara nağmeleriyle bağlanan sözlü ezgilerle sözsüz oyun havalarından meydana gelir. Belli bir düzen içinde bir araya getirilerek bir dizi oluşturan köçekçelere "köçekçe takımı", oyuncu topluluğuna da "köçek takımı" denir. Köçekçe takımları bestelendikleri makamların adlarıyla anılır; "gerdaniye köçekçe takımı", "karcığar köçekçe, takımı", "hicaz köçekçe takımı" gibi. Köçek-
çe ritimlerine uygun bazı Rumeli ve Anadolu türküleri ile, özellikle 19. yy'da tanınmış bestecilerce bestelenmiş kıvrak şarkılar da köçek takımlarının raksında kullanılmıştır. Kıvrak ezgi ve usullerle bestelenen bu şehir folkloru ürünleri şenliklerde, düğünlerde ve eğlencelerde çalınıp söylenirdi.
Bir köçekçe takımı genellikle aynı makamda bestelenmiş, kıvrak ezgilerden o-luşur, bu ezgiler uzun ve ritmik ara nağmeleriyle birbirine bağlanır. Ritmin hızım o-yuncular belirlerdi. Oyuncubaşı da elindeki zillerle oyuncu takımını yönetirdi. Sazlı ve sözlü bölümleriyle icrası birkaç saat süren köçekçe takımlarında köçekçe türküleri arasında taksimler ile serbest ri-timli parçalara da yer verilirdi.
19. yy'ın sonlarında köçekçe takımı "a-ğırlama" denen, oyun ritmine uygun usullerde bestelenmiş ara nağmeleriyle başlardı, her parçanın kıtaları arasında ve sonunda gene bir ara nağmesi çalınırdı. Köçekçe-lerin sazlı bölümlerinde "tavşan" denilen ara nağmeleri de kullanılırdı. Bu sırada o-, yuncular tavşan gibi sekilen figürlerle oynarlardı. Bu raks için çalınan havalara "tavşan havası" ya da "tavşanca" denirdi. Takımın icrası genellikle daha ağır havalarla başlar, ritim gitgide hızlandırılırdı. Köçek-çelerin yürükçe icra edilmesine "abdal", daha yürükçe icralara da "büyük abdal" denirdi; son ara nağmeleri ise "aydın" denilen daha da hızlı bir tempoyla çalınırdı. Belirli bölümlerde de kemençeyle demli ya da demsiz taksim edilirdi.
Çengilerin köçekçe icrasında oyunun başlaması için işaret verildikten sonra hanendeler bir şarkı okur, ardından dört fasıl sürecek olan musikiye ve oyuna başlanırdı. Kolbaşı ile yardımcısı yaşlı ise, onların "ağır ezgi" denilen birinci fasla çıkmaları bir gelenekti. Başta kolbaşı olmak üzere bütün oyuncular ellerindeki çalparalar-la tempo tutarak birbiri ardı sıra ayağa kalkar, kollar yukarıda, bedeni fazla oynatmadan epeyce ağır hareketlerle oyun yerini dört kez dolanırlardı. Birinci fasıl böylece raksedilmeden tamamlanırdı.
İkinci fasılda kolbaşı ile yardımcısı oturur, raksı oyuncubaşı yönetirdi. Bu fasılda çalparaların yerine parmaklara zil takılırdı. Üçüncü fasılda tavşan raksı için elbise değiştirilirdi. Çengilerin bu bölümde giydikleri elbiseler tavşan oğlanlarının ya da köçeklerin elbiselerine benzerdi. Aynı bölümde oyuncular ile, çengilerin "sıracılar" dedikleri çalgıcılar karşılıklı maniler, koşma ve divanlar da söylerlerdi. Ara nağmeleri son derece kıvrak bir tempoyla çalınır, bu sırada uçarcasına rakseden çengilerin ayakları neredeyse görünmez olurdu. Sıracıların "amman aşağıdan" ve "yallah yallah yallah" nakaratları raksı bir kat daha ateşlendirir, çengilerin ikişer ikişer hora tepmesiyle bu fasla son verilirdi. Dördüncü fasılda raks yoktu. Oyuncuların içinde güzel sesli olanların sıracıların yanına oturmasıyla "küme faslı" başlardı. Bu bölümde ayrıca "kalyoncu" ya da "hamam oyunu" gibi taklidi oyunlar da oynanırdı. Kalyoncu oyunundaki tekerlekli gemi çe-
kilirken "heyamola, yisa yisa, eyyam ola yel esa" tekerlemesinin bir bölümünün bir oyuncu tarafından, nakaratının ise çalgıcıların da katılmasıyla hep bir ağızdan söylenmesi çok eğlenceli olurdu. Her faslın sonunda çengiler bir süre dinlenirlerdi.
Köçekçelerde çifte sofyan, yürük sof-yan, mandra, curcuna, oynak, Türk aksağı gibi usuller kullanılmıştır. Aksak usulünde bestelenmiş daha ağır köçekçeler de vardır. Sofyan, Türk aksağı, devr-i hindî, devr-i turan, müsemmen, düyek, aksak semai ve curcuna usullerinde çoğu zaman bu usullerin daha oynak olan ilk mertebeler kullanılır. Ölçülerin hareketleri orta yürük, yürükçe, yürük ve çok yürük olur.
Köçekçeler geçmişte "kabasaz" demlen, kemence, lavta ve deften kurulu bir saz takımı eşliğinde söylenirdi. Kaba kemence ile lavta yalnız köçekçe takımlarının icrasında kullanılmıştır. Bunlara zurna, çifte nara (nakkare) gibi sazlar da zaman zaman katılırdı. Kadın meclislerinde çalan kabasaz takımlarında zurna, zilli maşa ve çifte nara özellikle bulunurdu. Bir köçekçe takımı en az bir kemence, iki lavta, iki def ve üç-dört hanendeden kurulurdu. Oyuncular da çalpara ve zil çalarlardı. Bu sazlardan kurulu kabasaz takımları zamanla yerlerim keman, klarnet, ud, darbuka gibi sazlara bırakarak İstanbul piyasasında kaybolmuşlardır.
Hicaz, gerdaniye, karcığar, saba, baya-ti-araban makamlarındaki köçekçe takımları günümüze ulaşmıştır. Hüseyni, hüzzam, tahir, muhayyer, gülizar, uşşak, hicazkâr, suzidil gibi makamlardan da çeşitli örnekler notalarıyla günümüze kadar gelebilmiştir. Köçekçe takımlarında birbirine bağlı o-larak çalınıp söylenen köçekçeler mutlaka aynı makamdan seçilmezdi, bazen takımın adım taşıyan makama yakın makamlardan, seyrekçe de uzak makamlarda köçekçeler seçilebilirdi.
Köçekçe bestecilerinin çoğu bilinmiyor. Bu musiki türündeki eserler şehirli halk musikisine, özellikle de İstanbul musikisine mal olmuş bir repertuvar oluşturur. Bununla birlikte, köçekçe bestelemekle ün kazanmış besteciler de vardır. İsmail Dede Efendi(->) bunlardan biridir. Bazı sazendeler de iyi köçekçe çalmakla tanınmışlardır. Kemençeci Vasil (1845-1907), Kemençeci Nikolaki (19. yy-20. yy), Lavtacı Andon (19. yy-20. yy), Lavtacı Hris-to (ö. 1914), Lavtacı Civan Ağa (19. yy-20. yy) icrası büyük ustalık gerektiren bu türün en ünlüleriydi. Tanburi Cemil Bey(->) ile Hafız Osman "Tavlada beslerler..." güf-teli karcığar köçekçeyi plağa doldurmuşlardır. Dikran Çuhacıyan'dan(->) başlayarak yerli operetlerin birçoğunda köçekçeler de kullanılmıştır.
Bibi. Sevengil, Eğlence; Ezgi, Türk Musikisi, III; R. C. Ulunay, SayılıFırtınalar, İst., 1958; Ali Rıza, Bir Zamanlar; Pakalın, Tarih Deyimleri; E. Karadeniz, Türk Musikisinin Nazariye ve Esasları, ist., 1983; And, Şenlikler; 1. Hakkı Özkan, Türk Musikisi Nazariyatı ve Usulleri-Kudüm Velveleleri, İst., 1984; Oztuna, BTMA, I. SÜLEYMAN ŞENEL
KÖÇEKLER
Köçek, kadın kıyafederi giyerek raks (dans) eden genç erkeklere verilen addır. Köçek yerine "rakkas" da kullanılır.
Bir dönem İstanbul eğlencelerinin vazgeçilmez unsuru olmuştur. Köçekler 7-8 yaşlarındaki kabiliyetli, güzel ve düzgün yapıya sahip erkek çocuklardan seçilirdi. Bunlar özel meşkhanelerde eğitimden geçirilir ve ondan sonra takımlara dahil edilirdi. Eğitimleri müzik, ritim, gerdan-bel kırma, zil vurma, dönme (zembil içine konularak bir iple asılır ve uzun süre döndürülerek alışkanlık kazandırılırdı) gibi temel konularda olurdu. Çengilerde(->) olduğu gibi köçekler de takımlar halinde teş-kilatlandmlırdı. Kız gibi giyinir, saçlarını uzun bırakırlardı. Sırma işlemeli saçaklı i-pek kumaştan bir fistan; toka, süslü ipek kumaştan altın suyuna batırılmış kemer; i-pek, sıçandişi işlenmiş gömlek, onun üzerine sırma ile işlenmiş kadife veya al çuhadan dilme, başlannda hasır fes, üzerine ipek ve kıyıları sırma ile süslenmiş çevre giyerler, parmaklarına pirinç zil takarlardı.
Köçekler genelde Sakızlı Rum, Çingene, Yahudi, Arap ve Ermenilerden seçilirlerdi. Kol da denilen bir köçek takımı, sayısı üçten bir-iki düzineye kadar çıkabilen köçekten kurulurdu. Müzik grupları en az bir kemence ile iki lavta ve belirli sayıda def, zilli maşa gibi asıl vurma aleti ve iki-üç gür sesli hanendeden oluşurdu. Kol çoğu kez takım başının adı ile tanınırdı: Ah-med kolu, Cevahir kolu, Edirneli kolu, Bahçevanoğlu kolu, Halil kolu, Yahudi kolu gibi. İstanbul'da sarayın, konakların, â-lemlerin ve içkili toplantıların vazgeçilmez eğlencelerinden olan köçekler rakslarının yanısıra çalpara (çar-pare) vurmaları ile de Önlenmişlerdir. Bunlardan Mazlum Şah, Küpeli Ayvaz Şah, Saçlı Ramazan Şah, Ça-ker Şah, Küçük Şahin Şah, Memiş Şah kardeşi Bayram Şah, Şeker Şah, Sülün Şah, Sakız Mahbubu Zalim Şah, Hürrem Şah, Fitne Şah, Yusuf Şah, Mirza Şah, Nazlı Yusuf, Çingene İsmail, Büyük Afet, Küçük Afet, Altıntop, Taze Fidan, Kanarya, Yeni Dünya, Kıvırcık, Tilki'nin adları bilinmektedir.
Evliya Çelebi köçekleri anlatırken, "yetmiş taştan, feleğin çemberinden geçmiş, veled-i zina, afitab-misal rakkaslar" gibi deyimler kullanır. Zengin kimseler bunlar uğruna bütün varlıklarım döküp saçarlardı. Bunlar yüzünden kavgalar çıkar, yeniçeriler aralarında dövüşüp kanlı bıçaklı olurlardı.
İstanbul'da köçekler Tahtakale'de Kadın Hanı, Üsküdar, Ketenciler Kapısı'nda-ki oyuncu kahveleri ile Esir Pazarı'ndan toplu olarak bulunurlardı. Alemdağı civarındaki Paşaköy köçek yetiştirme merkezi idi. Mahmutpaşa Yokuşu'nun alt tarafındaki Çorapçı Ham'nm içinde bulunan iş-remaneler, Lonca, Ayvansaray, Balat, Tekfur Sarayı civarı, Topkapı civarındaki meyhaneler, Üsküdar'ın Selamsız, Yenimahalle tarafları köçeklerin sanatlarım icra ettikleri yerlerdi.
İstanbul'da köçekleri izleyen yabancı
KÖÇEOĞLU KÖŞKÜ
84
85
KÖÇEOĞLU YALISI
Bebek'teki Köçeoğlu Yalısı'-nın yıkılmadan önceki son durumunu gösteren fotoğraf (üstte) ve yalının deniz cephesinin restitüsyonu. Eldem, Türk Evi
tanıklar, bu dansların hep erotik özellikleri üzerinde durmuşlardır. Köçeklerle ilgili olarak kimi varlıklı Müslümanlar uşakları arasında gönülleri isteyince kendilerini açık saçık danslarıyla eğlendirecek kim-
Levnî'nin Sumâme-i Vehbî'de yer alan minyatüründen bir ayrıntıda Kafesli Köşk önünde ip üzerinde raks eden köçekler.
TSM, A 3593
Van Mour'un betimlemesiyle köçek. Recueiî de cent estampes representant different nations du Levant, Paris, 1712 Galeri Alfa
seler bulundururlardı. Bu iş için her zaman çok güzel erkek çocukları ve delikanlılar seçilirdi. Sokaklarda, içkili yerlerde sanatlarını gösteren köçekler evlerde de hünerlerim gösterirlerdi. Danslardaki kadın rollerini kadın kılığına girmiş erkekler oynar ve seyircilerin arasında kadınlar da bulunduğu zaman dansçılar daha uslu davranmaya çalışırlardı. Yalnızca erkeklerin bulunduğu toplantılarda ise buna gerek duymazlardı. Köçeklerin tuhaf kılıklarıyla ilgi çekmeye çalıştıkları da bilinmektedir.
Köçekler, bir görüşe göre II. Mahmud döneminde (1808-1839) getirilen yasak ü-zerine kaçmışlardır. Bir başka görüşe göreyse, 1857'de bir kanunla veya 1856'da irade-i seniye ile yasak edilmiştir, istanbul' da barmamayan köçekler Anadolu'ya geçmiş, çeşitli bölgelerde bu geleneksel yapıyı günümüze kadar yaşatmaya çalışmışlardır.
Bibi. And, Şenlikler; M. And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İst., 1985, s. 208-225; C. Demirsi-pahi, Türk Halk Oyunları, Ankara, 1975, s. 301-309; M. R. Gazimihal, Yurt Oyunları Katalogu, 5. Defter, s. 78-89; Öztuna, BTMA, I; Pakalın, Tarih Deyimleri, II.
YENER ALTUNTAŞ
KÖÇEOĞLU KÖŞKÜ
Çengelköy sırtlarında, istinat duvarları ile oluşturulmuş, manzaraya hâkim bir set ü-zerinde, geniş bir bahçe içinde yer almaktaydı.
İstanbul'un en ünlü Ermeni ailelerinden Köçeoğulları tarafından 19. yy'm başlarında inşa ettirilmiş, II. Mahmud döneminde (1808-1839) miri emlake dahil olmuş, 20. yy'ın başlarında, o tarihte şehzade olan VI. Mehmed'e (Vahideddin) intikal etmiştir. İlk inşa edildiğinde Çengelköy sahilindeki Köçeoğlu Yalısı ile bağlantılı olan köşk, Vahideddin'in mülkiyetine geçtikten sonra birtakım değişikliklere uğramış, bu arada kuzey yönünde büyütülmüş, ayrıca üzerinde yer aldığı setin güney kesimine yeni bir köşk inşa edilmiştir (bak. Vahideddin Köşkü). Vahideddin'in vefatından sonra vârislerine intikal eden yapı Cumhuriyet döneminde yıktırılmıştır.
İki katlı olan köşkün zemin katı kagir, üst katı ahşaptır. Yapının tasarımında geleneksel orta sofalı ve eyvanlı şemanın uygulandığı üst katın sofasında, barok üslup etkilerini yansıtan beyzi (eliptik) planın tercih edildiği, buna karşılık mimari ayrıntılara, ayrıca son derecede yalın tutulan süsleme programına ve cephe düzenlemelerine ampir üslubunun egemen olduğu gözlenmektedir.
Çeşitli hizmet birimlerine ve bendegâ-na tahsis edilen, basık tavanlı zemin katın merkezinde, sofa niteliğinde, köşeleri pah-lı dikdörtgen planlı bir taşlık yer alır. Köşkün, 20. yy'ın başlarında gerçekleştirilen tadilattan önceki asıl girişi bu taşlığın batısındaki eyvana açılmaktaydı. Girişin ö-nündeki sahanlık, üst katta, aynı yönde yer alan büyük odanın çıkmasını taşıyan kare kesitli kagir sütunlarla kuşatılmıştır. Sütunlar Dor-Toskana türünde başlıklarla donatılmış, yapı kitlesinin dört cephesinde de bulunan kademeli çıkmaların köşelerine, bu sütunlarla aynı türde pilastrlar çakılmıştır. Zemin kattaki taşlığın kuzey yönündeki eyvan, üst kattaki sofaya bağlanan üç kollu merdivene tahsis edilmiş, söz konusu sofanın döşemesi, ortadaki merdiven kolunun yanlarında kavisli birer çıkma ile genişletilmiştir.
Üst katın merkezinde beyzi planlı sofa yer almakta, bunu kuşatan odalar ve eyvanlar, sofanın merkezinde dik açı ile kesişen iki eksene göre simetrik biçimde tasarlanmış bulunmaktadır. Çatı altında gizlenen basık bir kubbenin örttüğü sofanın güneyinde, merdivenin karşısındaki eyvan sonradan girişe tahsis edilmiş, bu eyvanın önüne, iki taraftan kavisli merdivenlerin kuşattığı fevkani bir sahanlık inşa edilmiştir. Sofanın doğu ve batı yönlerine, eyvanlar gibi cephelerde taşkınlık yapan, dikdörtgen planlı birer büyük oda, bunlarla eyvanlar arasına da daha küçük boyutlu dört oda yerleştirilmiştir. Söz konusu birimler, Vahideddin tarafından yaptırılan onarımda sedir ve yüklük gibi geleneksel tefriş öğelerinden soyutlanmışlardır. Kuzey yönündeki ek bölümde de dikdörtgen planlı bir sofa ile buna bağlanan farklı boyutlarda odalar bulunmaktadır.
Köşkün, yalın olduğu kadar da hareketli olan cepheleri ağırbaşlı oranları ile dikkati çeker. Zemin katın mekânları, üst kat-takilere oranla daha küçük boyutlu dikdörtgen pencerelerle donatılmış, üst katta
da çıkmalara ait pencereler diğerlerinden daha büyük tutulmuştur. Kısa bir saçak silmesi ile son bulan cephelerde çıkmaların köşeleri pilastrlarla belirtilmiş, pencereler demir parmaklıklarla donatılmış, sonradan bazılarına ahşap panjurlar konmuştur.
Köşkün asıl girişinin önünde dikdörtgen planlı büyük bir havuz, arka bahçede de sonradan eklenmiş, yalancı kayalarla bezeli ve köprülü küçük bir havuz bulunmaktadır. Kuzeydoğu yönündeki ağalar dairesi de yalıyla birlikte ortadan kalkmıştır.
BibL Eldem, Plan Tipleri, 145; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 360-369.
M. BAHA TANMAN
KÖÇEOĞLU YALISI
Bebek'te, Arnavutköy'den Bebek Koyu' na dönüldüğünde, Beyhan Sultan Sahilsa-rayı'ndan(-0 sonra yer almaktaydı. 18. yy' in sonlarında inşa edilmiş olan yalı 1940' larda yıkılmıştır. S. H. Eldem yalının yıkımı sırasında yapılan çizimleri ve eski fotoğrafları kendi gözlemleriyle birleştirerek kapsamlı bir restitüsyonunu hazırlamıştır.
Bostancıbaşı Defterleri'nden anlaşıldığına göre, 1791'de Üsküdar mollası oğlu Halid Efendi'ye ait olan yalı, 1809-1814 a-rasında Bedesten! Hacı Hüseyin'e, daha sonra da Bedesten! Ahmed Ağa ailesine intikal etmiş, bir aralık Polonya ve Branden-burg sefaretleri de yalıda ikamet etmişti. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte II. Mahmud (hd 1808-1839) ya da Abdülaziz döneminde (1861-1876) Köçeoğlu ailesine geçtiği tahmin edilmektedir.
Yalı ve bahçesinin sahil boyunca uzun-
luğu 100 m'ye varmaktaydı. III. Ahmed döneminde (1703-1730) açılmış olan sahil yolu, bahçeden 4-5 m aşağıda kalırken, a-razi yapının hemen arkasında 20 m kotunu bulmaktaydı. Arnavutköy yönünde İz-zedâbâd Köşkü'ne çıkan Vezirköşkü Soka-ğı'ndan girilen alanda, ahır, arabalık, fırın, mutfak gibi hizmet ve hizmetli binaları ile bunların kuşattığı bir avlu bulunuyordu. Bundan sonra gelen harem dairesine rıhtıma açılan bir kapıdan doğrudan girilebili-yordu. Daha sonra da gene rıhtım üzerinde özel giriş kapısı bulunan selamlık dairesi geliyordu.
Rıhtımdaki büyük kapıdan girilen harem dairesinin altı taşlıktı; buraya arabalar da girebiliyordu. Giriş kapısının karşısındaki direklikten taşlığın devamı olan bir avluya, oradan da harem bahçesine geçiliyordu. Giriş katında yer alan alçak tavanlı depolar ve üzerindeki asmakat galerileriyle harem iki kat yüksekliğindeydi. Hizmetlilere ve bazı yatak odalarına ayrılmış olan asmakattan haremin esas katına çıkılıyordu. Asmakatın diğer ucundan da Vezirköşkü Sokağı'na açılan alandaki hizmetli binasına ulaşılabiliyordu. Selamlık dairesinde de önce küçük bir taşlığa giriliyor, çamaşırlık ve bazı odalar dışında büyük bir bölümü toprak altında kalan giriş katından asmakattaki sahanlığa varılıyordu. Burada hizmetli ve nöbetçi odaları ile bir kahve ocağı ve asıl katta selamlık sofasına ulaşan merdiven yer almıştı. Merdivenin üst başında selamlığın bahçeye açılan ikinci kapısı bulunuyordu. Arazinin giderek yükselmesi nedeniyle giriş katının tümü
kullanılamadığından tek katlı olan selamlık dairesinde, selamlık sofası ile sahilden yaklaşık 6 m yukarıda olan selamlık bahçesi arasında doğrudan bağlantı kurulmuş oluyordu.
Yalının harem dairesinde bir büyük merkezi ve bir küçük yan sofa etrafında düzenlenmiş 6 oda; selamlık dairesinde de bir merkezi sofa ve 4 oda bulunmaktaydı. Her iki daire bir arada ele alındığında yalının üç sofalı plan tipinin tipik bir örneği olduğu görülmektedir. Harem dairesinin kare plana yakın merkezi sofasının pahlı köşelerinden dört köşe odasına giriliyordu. Bu odalardan bir tanesi haremin büyük divanhanesiydi. Bu merkezi sofanın deniz ve bahçe yönündeki cepheleri birer eyvanla genişletilmişti; üçüncü cepheden de yan sofa ile bu sofanın iki cephesinde yer alan odalara geçiliyordu ki bu odalardan bahçeye bakanı 14 pencereli yazlık divanhaneydi; merkezi sofa dördüncü cepheden selamlık dairesine bağlanıyordu. Dar bir geçit ve merdivenle hareme bağlanan selamlık dairesinin dikdörtgen planlı merkezi sofasının da deniz ve bahçe yönündeki cepheleri birer eyvanla genişletilmişti; pahlı köşelerinden üç köşe odasına giriliyordu, dördüncü ve hareme yakın köşede harem ve selamlık daireleri tarafından ortak kullanılan hamam yer almıştı. Ayrıca karşılıklı iki eyvan da sonradan kapatılarak birer küçük oda daha kazanılmıştı.
Harem bahçesinden bir duvarla ayrılan selamlık bahçesi, rampa ve setlerle tepelere doğru uzanıyordu. Fıstıkçamı dizileri-
Dostları ilə paylaş: |