Numan Paşa
(l 670, Kandiye - 28 Ocak 1719, Kandiye) Medrese eğitimi gördü. 1691'de babasının ölümünden sonra Köprülü evkafı mü-
tevellisi oldu. Büyük amcasının oğlu Amcazade Hüseyin Paşa 1697'de sadrazam o-lunca kubbe vezirliğine atandı. Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde valilik, muhafızlık görevlerinde bulundu. 1708'de Ayşe Sultanla (II. Mustafa'nın kızı) evlenerek damat sanım aldı. Çorlulu Ali Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirildi (16 Mayıs 1710-18 Ağustos 1710). Fakat muhaliflerinin başlattığı yıpratma kampanyası yüzünden bir başarı gösteremedi ve 3 ay sonra azledilerek Eğriboz muhafızlığına gönderildi. Ölümüne değin, Hanya, Kandiye, Yanya, Bosna, Belgrad, İçel, Kıbrıs ve en son olarak da Girit'te muhafızlık, valilik yaptı. Kan-diye'de öldü ve burada amcası Fazıl Ahmed Paşa'nın yaptırmış olduğu caminin yanma gömüldü. Ordu içindeki lakabı Hoca Paşa'ydı. III. Ahmed'den aşırı saygı gören Numan Paşa'yı, çağdaşları vezirlikten çok şeyhülislamlık yapması gereken bir bilgin olarak görmüşlerdir.
Ayşe Sultan'dan önceki eşinden doğan kızları Veliyye, Selâme hanımlar ile bir oğlu Mehmed Emin Bey, 1760'ta ziyaret için gittikleri Kandiye'de salgından ölmüşlerdir. Büyük oğlu Hafız Ahmed Paşa (1699?-1769) kubbe vezirliği, Selanik, Girit, Yanya, Eğriboz, Belgrad, Bosna, Vidin, Halep ve Mısır valiliklerinde bulundu, Kahire'de öldü. Atalarının kurduğu kütüphaneyi zen-ginleştirmiştir. Soyu oğullan Abdülbaki (ö. 1768) ve Mehmed Tayyib'den sürmüştür. Numan Paşa'nın diğer oğlu Abdullah Paşa da (1675?-1735) kubbe vezirliği, eyalet valiliği, seraskerlik görevlerinde bulunmuş ve İran savaşlarında şehit düşmüştür. Arapça Divan'ı olan Abdullah Paşa'nın 7 oğlu Abdurrahman Paşa (1701-1726), Ab-dülhamid Bey, Abdullah Bey (ö. 1749), AmmarBey (ö. 1759), Mehmed Hamdî Bey (ö. 1771), Mehmed Sâdık Bey (ö. 1765) ve Affan Bey'dir (ö. 1783). Kızları ise Esma (ö. 1760) ve Hasîbe (ö. 1784) hanımlardır.
Esad Paşa
(1681 ?, Resmo -1726, Resmo) Fazıl Mustafa Paşa'nın küçük oğlu. "Deli" lakabıyla tanınmış olup Hicrî ve Haşim mahlasla-rıyla şiirler yazmış, Yusuf u Zeliha mesnevisini Türkçeye çevirmiştir. İstanbul'daki yaşamım, Seydî Ali Paşa'dan dul kalan halasının konağında, Kadıköy ve Üsküdar' daki köşk ve yalıda geçirdi. 1718'de vezir ve Musul beylerbeyi oldu. Resmo muhafızı iken öldü.
Köprülüler, ana kol olarak Numan Paşa'nın oğlu Abdullah Paşa'nın soyundan sürerek beylikçilik, âmedcilik, sadaret müsteşarlığı gibi önemli üst görevler alan bir dizi aydınla 19. yy'ın sonlarına kadar temsil edilmiştir. Abdullah Paşa'nın torunu ve Abdülhamid Bey'in oğlu Mehmed Asım Bey (ö. 1816), bunun oğlu Asım Mehmed Bey (ö. 1836) İstanbul'un sayılı aydınları arasında yer almışlardır. Ailenin daha sonraki kuşakları arasında Meclis-i Vâlâ azası İsmail Arif Bey (ö. 1872), bunun oğlu Bükreş Elçisi Ahmed Ziya Bey ve bu sonuncunun torunu Faiz Bey vardır. Fuad Köprülü (1890-1966) Faiz Bey'in oğlu olup Köprülüler ailesinin son ünlü bireyidir.
Amcazade Hüseyin Paşa
(1644, ? -1702, Silivri) Köprülüler ailesinin diğer bir kolu, Köprülü Mehmed Paşa' nın kardeşi Hasan Ağa'nın oğlu Amcazade Hüseyin Paşa ile sürmüştür. "Yeğen", "Sarhoş", "Mevlevi" sanları ile de anılan Hüseyin Paşa, l683'te sancakbeyi, 1684'te beylerbeyi, l689'da vezir oldu. l691'de sadaret kaymakamı olarak İstanbul'un yönetimi görevini üstlendi. Iö94-l695'te kap-tan-ı deryalık yaptı. Belgrad muhafızı iken sadrazamlığa (18 Eylül 1697-4 Eylül 1702) getirildi. Karlofça Antlaşması'nı (1699) imzalayarak Osmanlı Devleti'nin daha fazla toprak yitirmesini önlemiştir. Görevden uzaklaştırılmasından 18 gün sonra Silivri' deki çiftliğinde öldü. Saraçhanebaşı'nda-ki türbesine gömüldü. İstanbul'da pek çok eser bırakanlardandır. Anadoluhisa-rı'nda yalısı, Saraçhanebaşı'nda külliyesi vardı (bak. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı; Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi). Naîmâ, geniş ölçüde 17. yy İstanbul yaşamını yansıtan ünlü tarihini Amcazade Hüseyin Paşa adına yazmıştır. Hüseyin Paşa'nın Saraç-hanebaşı'ndaki sarayı yanmıştır. İstanbul' da yaptırdığı diğer eserler, Edirne Kapısı dışında mezbaha, Haseki'de sebil, kentin muhtelif semtlerinde 5 çeşme, sukemer-leri, su havzıdır (su deposu). Silivri yakınında Bigados Çiftliği'ni kurmuştur. Oğlu olmayan Hüseyin Paşa'nın kızlarından Rah-miye Hanım, Şeyhülislam Feyzullah Efen-di'yle evlenmiştir.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
(1634, Köprü:'-25Aralık 1683, Belgrad) Köprülü Mehmed Paşa'nın evlatlığı olup kızı Saliha Hanımla evlenmiş ve Köprülüler ailesinden sayılmıştır. Medreseden yetişen Kara Mustafa Paşa, manevi babası ve kayınpederi Mehmed Paşa'ya telhisçilik etti. l658'de Silistre beylerbeyi, 1660'ta vezir ve Diyarbekir beylerbeyi oldu. Fazıl Ahmed Paşa'nın sadrazamlığı boyunca birkaç kez sadaret kaymakamlığı görevini üstlenerek İstanbul'un iaşe, güvenlik ve yönetim işleriyle ilgilendi. Arada kaptan-ı deryalık yaptı. Fazıl Ahmed Paşa ölünce sadrazamlığa (4 Kasım 1676-25 Aralık 1683) getirildi. Viyana bozgununun suçlusu görülerek Belgrad'da idam edildi.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Sadaret kaymakamlığı ve sadrazamlığı boyunca İstanbul'da önemli hayır eserleri yaptırmıştır. Çarşıkapı'daki külliyesi yıkılmıştır. Top-kapı dışında köşk, Süleymaniye'de saray ve çeşme, Eyüp Bahariye'sinde Taşlıbu-run'da ve Beylerbeyi'nde yalılar, Galata'da Yelkenci Hanı ve Mescidi bunlardandır.
Köprülü kızı Saliha Hanım'dan doğan oğulları Yusuf ve Mehmed beyler "Köprü-lüzadeler", sonraki eşlerinden olan çocukları ve torunları ise "Merzifonluzadeler" o-larak anılmışlardır.
Köprülü Mehmed Paşa'nın büyük kızı Emine Hanımla evlenen Kaplan Mustafa Paşa, adı bilinmeyen bir başka kızıyla evli Seydî Ahmed Paşa, Ayşe Hanım adlı kızının eşi Sadrazam Abaza Siyavuş Paşa, küçük kızı Âbide Hanım'ın eşi Puçinli Kara İbrahim Paşa, Köprülü damadan olarak
ailenin 17. yy'ın sonu, 18. yy'ın başındaki nüfuzunu daha da güçlendirmişlerdir. Bu evliliklerden doğanlar arasında Siyavuş Paşa'nın oğlu Damat Abaza Hüseyin Paşa'nın soyuna "Sultanzadeler" denilmiştir. Puçinli Kara İbrahim Paşa'nın oğlu Kaymak Mustafa Paşa ise Lale Devri'nde kaptan-ı deryalık yapmıştır.
Bibi. Silahdar Tarihi. I-II; Tarih-i Raşid, I-III; Tarih-i Naima, VI, 217 vd; J. von Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, XI, ist., 1947; Ahmed Refik, Köprülüler, I-II, ist., 1331; ay, Felâket Seneleri, ist., 1332; M. T. Gökbilgin, "Köprülüler", 1A, VI, 892-908; V. Çabuk, Köprülüler, ist., 1988; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II, ist., 1989, s. 721-728; M. Halife, "Tarih-i Gılma-nî", TOEM, S. 78-83.
NECDET SAKAOĞLU
KÖRMÜKÇÜ, HAZIM
(1898, İstanbul -1 Nisan 1944, istanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu.
Şemsü'l-Mekatip'te ve Kabataş İdadi-si'nde okudu. Belediye Meclisi'nde zabıt kâtibi olarak çalıştığı sırada tiyatroya ilgi duymaya başladı. 1915'te Benliyan'ın (Arsak Haçaduryan) kurduğu Milli Osmanlı Operet Kumpanyası'mn sahnelediği Cla-irette'in 28 Günlük Askerliği adlı oyunda sahneye çıktı. Aynı yıl Darülbedayi'ye (bugün Şehir Tiyatroları) giren sanatçı, oyunlarda bir süre rol almadı. 1917'd/e Halit Ziya Uşaklıgil'in A. Dumas Fils'den uyarladığı Füruzan adlı oyunla sahneye çıktı. O sezon sahnelenen Kayseri Gülleri'ndeki Yan-ko rolüyle beğeni kazandı. 1924-1925 sezonunda Muhsin Ertuğrul ve arkadaşları topluluğunun Ferah Tiyatrosu'ndaki(->) oyunlarında rol aldı. 1925-1926 sezonunda da Raşit Rıza (Samako) ile çalıştı. Daha sonra kısa bir süre Sadi Fikret Karagözoğ-lu'nun kurduğu Milli Sahne ile turne yaptı. 1927'de Şehir Tiyatroları'na girdi ve bir daha ayrılmadı.
Özellikle, Musahibzade Celalin oyunlarında, operetlerde ve müzikli oyunlarda büyük ün kazanan Hazım Körmükçü, 1929' da Kaçakçılar filmiyle sinemaya başladı. Çoğu tiyatrodan sinemaya uyarlanan istanbul Sokaklarında, Kanm Beni Aldatır-
Hazım
Körmükçü
(sağ) ve
Talat Artemel
1928 yılında
çekilmiş
bir fotoğrafta.
Gökhan Akçura
koleksiyonu
sa, Leblebici Horhor Ağa, Söz Bir Allah Bir, Aynaroz Kadısı, Bir Kavuk Devrildi, Akasya Palas, Tosun Paşa, Nasreddin Hoca, Kahveci Güzeli adlı filmlerde oynadı.
Hazım Körmükçü'nün, sanat yaşamımın büyük bir bölümünü geçirdiği İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahneye çıktığı oyunlardan bazıları Ceza Kanunu, Lokmanzade, Merhametten Maraz, Pembe Köşk, Hanımlar Terzihanesi, Miras Peşinde, Hamlet, Haydutlar, Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz Kadısı, Kafes Arkasında, Süt Kardeşler, Müraî, Arzuhalci Mehmet Efendi, Topaz, Bir Kavuk Devrildi, Venedik Taciri, Yaşayan Kadavra, Maskaralar, Aptal, Mum Söndü, Ayı, Şarlatan, Onlar Ermiş Muradına, Akın, Yalova Türküsü, Kafatası, Pazar-tesi-Perşembe, Bir Ölü Evi, Üç Saat, San Zeybek, Lüküs Hayat, Bekârlar, istanbul Efendisi, Yarasa, Deli Dolu, Saz-Caz, Mırnav, Gülünç Kibarlar, Ayaktakımı Arasında, Hülleci, Yanlışlıklar Komedisi, ikizler, Yalı Uşağı, Kibarlık Budalası, Oyun İçinde Oyun, Boks Şampiyonudur.
Geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım olanaklarını oyunculuğunda buluşturan Körmükçü, genç yaşında ölmesine karşın Türk tiyatrosunun unutulmaz isimleri arasında yer aldı.
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
KÖRÜKÇÜ TEKKESİ
Fatih îlçesi'nde, Silivrikapı'nrn, Osmanlı döneminde "Lalezar" olarak anılan kesiminde, Seyit Ömer Mahallesi'nde, Silivrikapı Caddesi üzerinde yer almaktadır.
Tarihçesi yeterince bilinmeyen bu tekkenin, tespit edilemeyen bir tarihte Hal-vetîliğin Sünbülî koluna bağlı "Körükçü" lakabı ile tanınan Şeyh ismail Zühdî Efendi tarafından kurulduğu söylenmektedir. Tekkenin son postnişini Şeyh Sıdkı Bey'in kızı Bedriye Girginin babasından naklettiği rivayete göre Şeyh İ. Zühdî Efendi hemen yer yerde "Hû" çekerek dolaştığı için kendisine bu lakap verilmiştir. Diğer taraftan söz konusu tekkenin birtakım kaynaklarda "Kürkçü" ya da "Kürkçüzade", bazı-
KÖSEM SULTAN
96
97
KÖSEM SULTAN
lannda da "Kökçü" adı ile kaydedilmiş olduğu gözlenmektedir. Eğer yukarıda değinilen rivayet doğru ise bu diğer adlar "körük", "kürk", "kök" kelimelerinin Osmanlıca imlalarındaki benzerlikten kaynaklanan yanlışların ürünüdür.
Yeri tarif edilirken "Aşmalı Sokak'ta" bulunduğu belirtilen Körükçü Tekkesi'nin postuna geçen şeyhlerin tam bir listesi tespit edilememekte, bu tesisin birkaç kez Hal-vetî ve Kadirî tarikatları arasında el değiştirdiği anlaşılmaktadır. BOA'da bulunan 1199/1784 tarihli tekke listesinde (Çetin, Tekkeler) "Aşmalı Sokak'ta Kürkçü Tekkesi (Şeyh Mustafa Efendi Kadirî)" kaydı yer almakta, Süleymaniye Kütüphane-si'nde bulunan ve Melekpaşazade Kadri Bey (ö. 1846) tarafından 19- yy'ın ikinci çeyreğinde kaleme alındığı anlaşılan Han-kahname'de cuma günü ayin icra edilen tekkeler arasında "Kökçü-Kadirî-der Aşmalı Sokak-arsa" kaydı bulunmaktadır. II. Mahmud'un kızlarından Saliha Sultan'ın 1249/1834'teki düğününe davetli Halveti şeyhleri arasında "Kocamustafapaşa kur-bünde Körükçü Tekkesi şeyhi el-Hac ibrahim Efendi'nin" adı geçmekte, 1256/1840 tarihli Âsitân&de ise, yine cuma günü ayin yapılan tekkeler arasında "Kadiriyye'den Körükçü Tekkesi der Aşmalı Sokak. Arsadır" kaydı dikkati çekmektedir.
Sonuçta Körükçü Tekkesi'nin kuruluşunda Halvetî-Sünbülî tarikatına bağlı bulunduğu, 18. yy'ın dördüncü çeyreğinde (muhtemelen 1191/1777'de) bir müddet Kadirîliğe, 19. yy'ın ilk çeyreğinde tekrar Hal-vetîliğe bağlandığı, bu arada en az iki kere ortadan kalktığı söylenebilir. Nitekim günümüzde Silivrikapı Caddesi üzerindeki hazire duvarında yer alan 12 Rebiülevvel 1280/1863 tarihli ihya kitabesinde "nice müddetler kalub arsa-yı hâlî" ibaresi göze çarpmaktadır. Tekke, söz konusu kitabenin verdiği tarihte (1863) Kadirîliğin Eşre-fî koluna bağlı Şeyh Abdülkadir Efendi tarafından canlandırılmış ve tekkelerin ka-
Körükçü Tekkesi'nin üst kat planı. M. Baha Tanman, 1980
patıldığı tarihe (1925) kadar bu tarikata hizmet etmiştir. Bu son dönemde tekkede cuma günleri yerine pazar günleri ayin icra edildiği bilinmekte, Dahiliye Nezareti' nin R. 1310/1885-86'da hazırlattığı istatistik cetvelinde burada l erkek ile 3 kadının ikamet ettiği belirtilmektedir.
Tekkenin, günümüze intikal eden son binası ise 19. yy'ın sonlarında Şeyh Hüseyin Bedreddin Efendi'nin damadı olan son postnişin Şeyh Sıdkı Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Tevhidhane, selamlık ve mutfak bölümlerinden oluşan bu son tekkeye harem dairesinin yapılamadığı, aynı zamanda tapu memuru olan Şeyh Sıdkı Bey'in a-ilesi ile Boğaziçi'nde bir yalıda ikamet ettiği, haftada bir kere, ayin icra edilen pazar günlerinde yalıdan buraya gelindiği anlaşılmaktadır. Tekke binası günümüzde, mal sahipleri olan son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak kullanılmaktadır.
Körükçü Tekkesi, tasarımı ve dış görünümü ile çevresindeki ahşap meskenlerle büyük benzerlik gösteren, sivil mimari ile tarikat mimarisinin ortak alanım oluşturan geç dönem tarikat yapılarındandır. Zemin katı kagir, üst katı ahşap olan yapı "L" biçiminde bir alana yayılmış, "L"nin tabanı ile cadde arasında kalan küçük saha hazire olarak değerlendirilmiştir. Şeyh Abdülkadir Efendi ile Şeyh Hüseyin Bedreddin Efendi'nin kabirlerini barındıran hazi-reyi cadde (kıble) yönünde sınırlayan duvar özgün biçimini kaybetmiştir. Aslında bu duvarda, dikdörtgen açıklıklı ve saçaklı bir kapı ile bunun sağında dikdörtgen açıklıklı iki ziyaret penceresi bulunmaktaydı. Günümüzde ise duvarın yüksekliği azaltılmış, kapı pencereye, en sağdaki pencere de kapıya dönüştürülmüştür. Ortadaki pencerenin içinde farklı tarihlere ait iki kitabe görülür. Üstteki kitabe, sülüs hatla yazılmış olarak Kadirîliğin piri Seyyid Abdülkadir Geylanî'nin adını ve 1191/1777 tarihini taşır. Asıl yerinin tekkenin cümle kapısı olduğu tahmin edilebilen bu kitabe-
deki tarih büyük bir ihtimalle tekkenin Kadirîliğe intikal ettiği bir ihya ameliyesine işaret etmektedir. Manzum olan ve istifli sülüsle yazılmış bulunan diğer kitabe ise tekkenin Şeyh Abdülkadir Efendi tarafından yeniden inşa ettirildiği 1280/1863 tarihini verir. Tekkenin banisi Şeyh İ. Zühdî Efendi ise arka bahçede gömülüdür.
Servis birimlerini barındıran, basık tavanlı zemin katın Silivrikapı Caddesi'ne a-çılan kapısı sonradan iptal edilerek pencereye dönüştürülmüştür. Bu kapının solunda, tuğla örgü ile çerçevelenmiş, basık kemerli iki adet pencere sıralanır. Üst katta, sivil mimari kökenli karnıyarık plan uygulanmış, tevhidhane ile selamlık birimleri yapıyı doğu-batı doğrultusunda kat eden, dikdörtgen planlı bir sofanın iki yanına yerleştirilmiştir. Sofanın güney tarafında, caddeye doğru çıkıntı yapan tevhidhane ile buna bitişik şeyh odası, bunların karşısında da, ortada kahve ocağı ile yanlarda birer oda bulunmaktadır. Günümüzde evin salonu olarak kullanılan tevhidhane dikdörtgen planlı ve düz tavanlı bir mekândır. Doğu duvarı sağır bırakılmış, kuzey duvarının eksenine giriş, bunun tam karşısına mihrap, hazireye komşu olan batı duvarı ile cadde yönündeki mihrap duvarına ikişer pencere açılmıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra tevhidhanenin pencereleri küçültülmüş, ayrıca cephede taşkınlık yapan ve yapıyı herhangi bir ahşap meskenden farklı kılan yegâne öğe olan, yarım daire planlı mihrap iptal edilmiştir. Tevhidhane üe sofanın tavanlarında, paşalarla (enli çıta) meydana getirilen geometrik taksimattan başka süsleme olarak nitelendirilebilecek herhangi bir şey bulunmaz. Diğer mekânların tavanları ise "çubuklu" denilen türdedir. Tekkenin mutfağı ve kileri arka bahçede, bağımsız bir yapı olarak inşa edilmiştir.
Bibi. Çetin, Tekkeler, 586; Aynur, Saliha Sultan, 36, no. 119; Âsitâne; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, I, 92-93, no. 143; Münib, Mec-mua-i Tekâyâ, 8; İhsaiyat II, 20; Vassaf, Sefine, V, 272.
M. BAHA TANMAN
KÖSEM SULTAN
(1589 ?, ? - 3 Eylül 1651, İstanbul) I. Ah-med'in(->) eşi, IV. Murad(-») ve ibrahim' in(->) annesi, IV. Mehmed'in(->) büyükan-nesidir.
Kösem Valide, Mahpeyker Kösem Sultan, Mahpeyker Sultan, Büyük Valide Sultan, Valide-i Muazzama, ölümünden sonra Valide-i Maktule, Valide-i Şehide adlarıyla da tanınmıştır. Resmi yazılarda "Hazret-i Mahpeyker Sultan dâmet ismütühâ vali-de-i pâdişâh-ı âlem-penah" unvanlarıyla söz edilirdi.
Osmanlı sarayına girişi ve kökeni konusunda kesin bilgiler yoktur. Bir Rum papazın kızı ve asıl adının da Anastasya olduğu, Bosna beylerbeyinin eline geçtiği, güzelliği, güleçliği, çenebazlığı dikkate alınarak saraya takdim edildiği söylenir. Kendisini "Kösem" adıyla tanıtan ilk kaynak, 1645'te yayımlanan Pietro della Valle'in Voyages adlı yapıtıdır. "Kösem" bu ünlü
saray kadınına haremde verilmiş bir lakap olup sürünün önüne geçen kösemen benzetmesiyle tüm cariyelerin ve hasekilerin önünde yer alması biçiminde veya tüysüz-lüğü (köse) ile yorumlanmıştır.
I. Ahmed'in (hd 1603-1617) 14 hasekisinden adları saptanan ikisinden teki (diğeri Hatice Mahfiruze) olan Kösem Sultan'a saray geleneklerine göre verilen ad, Mahpeyker'dir. Kösem'in, I. Ahmed'in hasekisi oluşu 1605'ten öncedir. Sırasıyla Ayşe Sultan(l605) ve Fatma Sultan'ı (1606), Murad'ı (IV.) (1612), Şehzade Süleyman'ı (1611), Kasım'ı (1614) ve İbrahim'i (Sultan) (1625) doğurmuştur. Fakat, I. Ahmed döneminde saraydaki etkinliği konusunda bir bilgiye rastlanmaz. Kösem Sultan'ın a-sıl ortaya çıkışı, iki oğlunun ve torununun padişahlıkları dönemindedir. Bununla birlikte I. Ahmed'in sağlığında, biri 6 diğeri 5 yaşındaki iki kızından Ayşe Sultan'ı Ve-zirazamNasuhPaşa, Fatma Sultan'ı da Kap-tan-ı Derya Hasan Paşa ile "sûrî" (düğünle sınırlı) nikahlatarak dönemin güçlü devlet adamlarını damat edindi. Padişah kızlarının henüz çocukken devlet adamlarıyla nikahlatması geleneğinin ilk örneği bu evlilikler olmuştur.
I6l7'de L Ahmed ölünce Eski Saray'a(->) gönderilen Kösem Sultan, sarayla ilişkisini sürdürdü. I6l9'da üvey oğlu II. Osman (hd 1618-1622) Eski Saray'da verdiği bir ziyafete katılarak üç gün boyunca üvey annesinin konuğu oldu. Bu ilginç olayı, Venedik balyosu bir raporunda anlatmıştır. Topkapı Sarayı'nda 10 yıldan fazla haseki sultan sanını taşıyan Kösem Sultan, 6 yıl boyunca da Eski Saray'da kaldı ve bu kısa dönemde Osmanlı hanedanının yaşadığı trajik olayları uzaktan izledi.
10 Eylül l623'te oğlu IV. Murad'm tahta geçmesi ile Kösem Sultan'ın, 28 yıl sürecek valide sultanlığı başladı. Mehd-i ul-yâ sanını alarak görkemli bir valide alayı ile Topkapı Sarayı'na döndü ve harem dairesine yerleşti. Resmen olmasa da henüz küçük yaşta olan oğlu adına devlet yönetiminde söz sahibi oldu. Bir tür saltanat na-ibeliği olan konumunu l632'de IV. Murad' n saltanat işlerini eline alışına değin korudu. Bundan sonra da oğluna, atamalarda, önemli iç ve dış sorunlarda danışmanlık etti ve onun uzun süren seferleri sırasında istanbul'un yönetimi ve gelişen yeni durumlar ile ilgilendi. Bunun için de kentin ticaret merkezlerinde, kapıkulu ocağında güvenilir ve yetkin kişilerle işbirliği kurdu. Örneğin, Bursa gezisine çıkan IV. Mu-rad'ın, iznik kadısını idam ettirmesinin istanbul'daki ulema arasında uyandırdığı tepkiden oğlunu haberdar ederek onun ivedilikle istanbul'a dönmesini ve olası bir ihtilali önlemesini sağladı. IV. Murad, bu olayın tertipçisi saydığı Şeyhülislam Ahi-zade Hüseyin Efendi'yi idam ettirdi. IV. Murad üzerinde pek çok konuda etkili o-lan Kösem Sultan, onun öz kardeşleri Şehzade Süleyman, Bayezid ve Kasım'ı boğdurmasını önleyemedi. Yeteneksiz ve zayıf kişilikli küçük şehzade ibrahim'i (Sultan) haremin özel koşullarından ve mekânsal olanaklarından yararlanarak aynı
akıbete uğramaktan, aynca erkek çocuktan yoksun IV. Murad'dan sonra Osmanlı hanedanını da sönmek tehlikesinden kurtardı. 8 Şubat 1640'ta ibrahim'in tahta çıkışı ile Kösem Sultan'ın valide sultanlığı devam ederken saltanat naibeliği ikinci kez başladı. Bu sefer, yaşından dolayı değil, zihinsel yönden yardıma muhtaç bu ikinci oğlu adına, devlet yönetimine ağırlığını koydu. Kösem, bu yeni konumunu yitirmemek için oğlu ibrahim'i, çocuk sahibi olması gerekçesiyle kadınlarla ilişkiye yönlendirdi. Kendisi ise atamalardan rüşvetler almayı, hediyeler kabul etmeyi sürdürerek zenginleşti. Yapıcı ve yetenekli devlet adamlarının bulunmaması, ibrahim'in dengesiz ve düzeysiz siyaseti, kapıkulu askerlerinin, her vesileyle eyleme geçip saraya yürüme alışkanlıkları karşısında da yaşamını güvenceye almayı öngördü ve bu amaçla kapıkulu ocaklarının büyük subayları (ocak ağalan) ile dayanışmaya yöneldi.
Edindiği servetlerin bir bölümünü istanbul'da ve taşrada hayır işlerine harcayan Kösem Sultan, kent halkı arasında, iyiliksever ve dindar tanınmasına hizmet edecek yatırımlardan da geri kalmadı. Bu amaçla zaman zaman kenti dolaşmakta, adamlarının tespit ettiği yoksullara zekât ve sadaka vermekteydi. Yine, istanbul hapishanelerindeki borçluları da borçlarını ödeyip kurtarmaktaydı. Her yıl hac mevsiminde küçük saka, büyük saka denen iki görevliyi hacı kafileleriyle yola çıkartıp, bunlara, yol boyunca hacılara soğuk sular, bazı konaklarda da şeker şerbetleri dağıttırırdı. Haremde yetiştirdiği cariyeleri zengin çeyizler hazırlatıp çırak çıkartması ve istanbullu ailelere gelin vermesi de onun özel bir tutkusuydu.
Önceki harem kadınlarından hiçbirinin bu düzeyde sergileyemedikleri otoritesi nedeniyle de Kösem Sultan, giderek oğlu ibrahim'in baş hedefi oldu. Saltanatının son iki yılında annesinin nüfuzundan kurtulma yolları arayan ibrahim'i haremdeki çok sayıda haseki sultanla harem ağaları da yönlendirmekteydiler. Buna karşılık, Kösem Sultan harem ağalarına hakaretler ediyor, ibrahim'in en sevdiği hasekileri döverek sindiriciliğini sürdürüyor; ibrahim'i ise çılgınca hareketleri ve yanlış tutumu nedeniyle sık sık uyarıyordu.
Ruh sağlığı bozulan ibrahim, hasekilerinin de ısrarı sonucu beklenmedik bir karar aldı ve Kösem Sultan'ı Rodos'a sürdürmeye kalkıştı. Fakat, Tarihçi Naîmâ'mn anlatımıyla "Rodos'a nefyini ferman idüb lâkin yine def olunub taşra bağçelerine" çekilmesine razı oldu. Kösem Sultan bir süre, kendisine ait olan iskender Çelebi Bah-çesi'nde (Florya) kaldı. Oğlu ibrahim'in, hakkında daha tehlikeli bir ferman vermesinden korkarak burada inzivaya çekildi. Bununla birlikte dönemin devlet adamları zaman zaman kendisine başvurarak görüşlerini almaktaydılar. Kösem Sultan da bir kez Vezirazam Salih Paşa ile burada çok gizli bir görüşme yaparak üstü kapalı bir biçimde İbrahim'in tahttan indirilmesini ve torunu Mehmed'in tahta çıkartılma-
sını konuştuğu gibi, bir sonraki vezirazam Hezarpare Ahmed Paşa ile de yaşamından emin olmadığım, ibrahim'in tahttan indirilmesi yollarının aranmasını müzakere etmişti.
1648'deki kapıkulu eylemleri ve Vezirazam Ahmed Paşa'nın öldürülmesinden sonra ulema-ocaklı işbirliği ile ibrahim'in tahttan indirilmesi gündeme gelince son kararı Kösem Sultan'ın vermesi uygun görülmüştü. Olayların başlamasından önce Topkapı Sarayı'na dönen ve birtakım önlemler alan Kösem Sultan, harem kapısı ö-nünde ilkin ulemadan Esad Efendi ve Uş-şakîzade Fasihi Efendi ile görüştü. Onlardan, ibrahim'in tahttan inrilmesiyle ilgili gerekçeleri dinledi. Oğlunu bir ölçüde savunmayı ve tahtında tutmayı denedi. Bunun için de din ve devlet adamlarından bir danışma kurulunun oluşturulmasını, padişahın kararlarının burada görüşülmesini ö-nerdi. Bu öneriler, Fatih Camii'nde toplanan ulema ve ocaklılarca kabul edilmedi. Buna karşılık Kösem Sultan da Şehzade Mehmed'in Yeni Odalar'a götürülüp Orta Cami'de tahta oturtulmasına karşı çıktı ve hanedan geleneğinde cülusun saraydaki yerinin ve protokolünün belli olduğunu, bunun değiştirilemeyeceğini belirtti. Cülus için devlet erkânı, ulema ve o-cak ağaları geldiklerinde ise onlarla Dehliz Kapusu (Araba Kapısı) önünde, başında ipekli siyah bir örtü, yanında yelpaze tutan bir harem ağası olduğu halde görüştü. Bu müzakere karşılıklı çok ilginç çıkışlarla uzun sürdü. Kösem Sultan, Karaçele-bizade Abdülaziz Efendi, Hanefi Efendi gibi dönemin büyük bilginlerine karşı düşüncelerini çekinmeden ve çok güzel bir üslupla açıkladı. Edindiği deneyimle muhataplarını bayağı yordu. Sonunda ikna o-lunca tam bir soğukkanlılıkla oğlunun tahttan indirilip torunu 7 yaşındaki Mehmed'in tahta oturtulmasını kabul etti ve "İmdi varayım sancağın sardırıb çıkarayım" diyerek hareme girdi.
8 Ağustos 1648'de IV. Mehmed'in tahta çıkışında birinci derecede etkili olan Kösem Sultan, bu tarihten başlayarak "Valide-i Muazzama", "Ümmü'l-Mü'minin" sanlarını aldı ve gerçek anlamda saltanat na-ibesi oldu. İzleyen günlerde, haremde hapsedilen oğlu ibrahim'in ikinci kez tahta geçirilmesi olasılığı belirince, bunun, kendisinin sonu olacağı düşüncesiyle ibrahim'in hapsedildiği iç köşkün tüm pencerelerini ve kapısını ördürttü. Verilen fetva uyarınca İbrahim'in boğdurulmasına ses çıkartmadı.
Süahdar Tarihi'nde ve Risale-i Teber-dariye'de anlatıldığına göre, aynı günlerde harem geleneklerinde bir değişiklik öngören Kösem Sultan, zenci hadımağala-rının harem dairelerine girmelerini yasakladı. "Bâ'de'1-yevm, kendü hâlinize olasız. Gerek harem umuruna ve gerek taşra u-muruna kanşmayasız. Cümleniz azadsız kö-lesiz. Ancak harem kapısı önünde oturmaktan gayri işiniz yokdur" uyarılarını içeren bir hükümname yazdı ve hareme giren harem ağalarının katledileceğini bildirdi. Bu kararı ile, İbrahim döneminde pek
Dostları ilə paylaş: |